30 yıllık yara: Sivas Katliamı

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te 30 yıllık yara Sivas Katliamı'na değindi.

""
Ekonomi Politik: 03 Temmuz 2023
 

Ekonomi Politik: 03 Temmuz 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Bir haftalık bayram tatili, hatta daha uzun ama Açık Gazete açısından bir haftalık bir tatilin ardından tekrar beraberiz. Haberleri de toplaması Ukrayna’dan Teksas’a...

Ö.Ö.: Fransa’ya kadar.

Ö.M.: Fransa’ya kadar, daha Fransa’ya hiç giremedik bile, yani özetine.

A.B.: Türkiye’nin gündeminde de 30 yıllık yara Sivas Katliamları, olayları vardı. İsterseniz ondan bahsedelim.

Ö.M.: Evet. Birazcık bahsedelim. Bir iki cümle ile bahsettik ama size bıraktık konuyu.

Nice katliam kabukları altında kalan bir ülkeyiz

A.B.: Sivas -Madımak, 2 Temmuz 1993’te gerçekleşen bir katliam. Ama Türkiye’de tek bir katliam yok. Geçen 100 yıla baktığımızda sürekli kabuk bağlayan, katliam kabukları bağlayan bir ülkeyiz. Ameliyat olmam nedeniyle yaralar ve kabuklar üzerine son zamanlarda bayağı bir bilgi sahibi oldum. Buradan esinleniyorum. İnsanların bedenlerinde ve duygularında yer alan yaralar ve kabuklar gibi, ülkelerin bedenlerinde ve duygularında bulunan yaralar ve kabuklar da var. Türkiye’nin geçen 100 yılında saymakla bitiremeyeceğimiz katliamlar, yaralar ve üstünü bağlayan kabuklar bulunmakta; Gayrimüslim kırımları, tehcirleri, Kürt kırımları, varlık vergisi... Saymak gerçekten zaman alacak. 33 kurşun, 6-7 Eylül olayları, 1963 Kararnamesi, 12 Mart Katliamları, 1973-80 Toplu Katliamları, Çorum Katliamı, Sivas, Tokat, Maraş Toplu Katliamları... Bazıları iki kez gerçekleşmiştir. Şehirlere bakalım; Ankara Bahçelievler, Piyangotepe, Balgat Katliamları, Adana, İstanbul Üniversitesi Katliamları ilk aklıma gelenler. 1984 sonrası PKK ile olan çatışma ve savaş, 1993 Sivas Madımak Katliamı’na geliyoruz. Son 30 yılın katliamlarını saymayayım. Nice katliam kabukları altında kalan bir ülkeyiz.

Normal şartlarda, yaralar kabuklarından sıyrılıyor, yıkanıyor, temizleniyor, merhem sürülüyor ve yara iyileşiyor ve tedavi gerçekleşiyor. Ülkemizde katliamlarla yüzleşme, hesaplaşma, hesap sorma olmuyor. Dolayısıyla iyileşme de olmuyor. Bütün bu katliamların, faili meçhullerin, tüm yaraların kabukları duruyor. Kabuklar kalkmadığı için iyileşme olmuyor. Kabuk bağlamak demek, zaten kangren demek. O bölgenin kangren olması demek. Kabuklar sadece yarayı gizliyor. Üst üste kabuklar altında da canlı bir ülke maalesef olamıyorsunuz.

Ö.Ö.: Cezasız kalmış olmasının da bir dizi etkisi oluyor.

A.B.: İşte onu da kastediyorum.

Ö.Ö.: Pogromlar yaşandı, cezasız kaldı. Şimdi sadece gruplar değişiyor biliyorsunuz. Şu anda da göçmenler benzer şekilde alenen hedef gösteriliyor. Irkçı yürüyüşler yapılıyor vs.

A.B.: Evet.

Ö.Ö.: Gene Mudanya’da en son Ümit Özdağ yaptı geçtiğimiz günlerde.

A.B.: Bunun da bir sonucu olacak maalesef.

Ö.M.: Ben de sözü oraya bağlayayım iki saniye izninizle, İYİ Partililerden de yani Kocaelililer yarın akşam kaymakamlık önünde toplanıp, Suriyelilerin Kocaeli Dilovası’nı terk etmesini isteyecekler diye bir haber var.

Ö.Ö.: Tabii yine yerel bir gazete. Provokasyon aynı aslında.

A.B.: Sivas’ta da yerel gazeteler katliam öncesi iş başındaydı. Pek çok kez programlarda Sivas katliamını değerlendirmişiz. Onlara baktım. Komisyon raporları vs., gözden geçirdim. Yerel basın, katliamın birkaç gün öncesinden Aziz Nesin ve Şeytan Ayetleri üzerinden hedef göstermeye başlıyor.

Ö.M.: Gayet organize. Şimdi Kocaeli Valiliği’nde bunu yeni gördüm. Kocaeli Valiliği’nden ‘Suriyeliler ev bastı’ iddiasına yalanlama gelmiş. Buna rağmen İYİ Partililer gene de Suriyelilerin Dilovası’nı terk etmesini, bu ne demekse, nereye gönderileceklerse, ne istiyorlar bilemedim ama bunu devam ettireceklermiş. Yani bizzat valilik yalanlamış, böyle bir iddia yok, ‘Hiçbir vatandaşın evine saldırı gerçekleştirilmedi’ denmesine rağmen... İşte bu çok kritik.

A.B.: Ülke olarak önümüzdeki on yıllarda bu mevzuyla uğraşacağız. 2050’lere kadar devam edecek bir sorun. Elbette ülke olarak hayatta kalırsak.

Madımak katliamına ilişkin bildiğimiz pek çok detay var ama benim aklımdan çıkmayan, sürekli hatırladığım, dikkatimi çeken, çok önemli gördüğüm birkaç hususa değinmek istiyorum. Birincisi; yıllar önce gazeteci Oral Çalışlar’ın Erdal İnönü’yü ziyareti sonrasında yazdıkları. Erdal İnönü’yü ziyaret eden Oral Çalışlar soruyor, “Sivas olaylarında başbakan yardımcısıydınız. Sivas katliamına ilişkin benimle paylaşacağınız ne var?” Erdal İnönü’nün verdiği cevapta en önemli cümle şu, “Bir MİT yetkilisine ‘neden geç kalındı’ sorusunu sordum. Bana, ‘bazen bazı hareketlerin gazını almak için olayların gelişmesi kendi haline bırakılır’ şeklinde bir cevap verdi.” Erdal Bey, Oral Çalışlar’a böyle diyor.

Beni yıllardan beri en fazla ilgilendiren bu yanıttır. Demek ki, bu katliam hakkında bilgi var. Bilgi devletin, MİT’in kayıtlarında var. O tarihte kurulmuş fakat güvenoyu almayı bekleyen bir hükümet vardı. Başbakan yardımcısı da Erdal İnönü idi. 1993 Türkiye’nin çok hareketli olduğu, pek çok anormal olayları yaşadığımız bir yıldı. Erdal İnönü’nün verdiği, daha sonra Oral Bey’in yazdığı bu bilgi çok çok önemli. MİT’in devletin kayıtlarında Sivas Olaylarının / Katliamının nasıl bir organizasyon içerisinde olduğuna ilişkin derli toplu bilgisi olduğunu gösteriyor bize. MİT yetkilisinin sözünü ettiği ‘gaz’ nasıl bir gaz ise o gaz daha sonra büyük bir siyasi iktidar haline dönüştü. Bu olaylardan sonra yapılan yargılamalardan şu ana kadar bir tane sanık kalmadı, hepsi tahliye oldu, serbest bırakıldı yada hiçbir şekilde yakalanmadı. Serbest dolaştılar. Failler ve yönlendiriciler hakkında doğru dürüst bir yargı süreci yaşanmadı. Cezalandırma ve hesaplaşma olmadı. Pek çok komisyon kuruldu. O komisyonlarda ifadeler alındı , açıklamalar ciltlerce. Dönemin yetkililerinden bildiğim bir tek Erdal Bey yaşamıyor. Ama dönemin MİT müsteşarı Sönmez Köksal yaşıyor; dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin bildiğim kadarıyla yaşıyor; Tugay komutanı Tuğgeneral Ahmet Yücetürk’ü bilmiyorum ama dönemin belediye başkanı, günümüzün Saadet Partisi Genel Başkanı olan Temel Karamollaoğlu yaşıyor. Ancak Erdal Bey’in, Oral Çalışlar’a yaptığı bu açıklamayı kimse sormuyor, savcılar kovuşturmaya ihtiyaç duymuyor. Sivas Emniyet Müdürü’nün ve diğer müdürlerin neredeyse tamamı verdikleri ifadelerde, yaptıkları açıklamalarda olayların ve katliamın organize bir mesele olduğunu altını çizerek belirtiyorlar.

Değinmek istediğin ikinci husus; askerin müdahale etmekte bilinçli geç kaldığı iddiasıdır. Vali ile askerin birbirini suçlamasına tanık oluyoruz. Askerin harekete geçmediği, askerin beklediği Vali tarafından açık seçik ifade ediliyor. Genel kanı, askerin bilinçli bir şekilde müdahale etmediği geç kaldığıdır.

Bir MİT yetkilisinin, en üst düzeydeki bir siyasal yetkiliye, Erdal Bey’e ‘böyle durumlara müdahale edilmez, bir grubun gazı alınır’ dediği olaylar, onlarca canın yitip gitmesine neden oldu. Gaz alınması dediğin olay, 37 cana mal oldu ya! 60-70 insanın yaralanmasına, bir kentin bu olayla anılmasına, sonuçta muazzam bir kabuk bağlamış yaraya dönüşmesine yol açtı. Diğer kabuklarda olduğu gibi bunun da üzerine gidilmedi, kabuk olarak kalması sağlandı.

Erdal Bey’e bilgi veren MİT yetkilisinin kim olduğu, Sivas olaylarına ilişkin MİT’teki bilgilerin ne olduğu daha sonra irdelenmedi. Hem de devletin içinde bu konuda bir bilgi olduğu ifade edilmesine karşın. Askerin neden müdahale etmediği, neden geç geldiği iddiası da araştırılmadı. Doğan Güreş, o sırada Genelkurmay Başkanı ve devletin bütün yetkililerinin gözü önünde olaylar gerçekleşti. Saatler sürdü. Sürekli iletişim içindeyken insanlar öldü, canlı yayında oldu adeta. Sivas’taki altı bin kişilik bir tugayın müdahale etmediğine tanık olduk. Üstüne üstlük bazı askeri birliklerin birkaç gün evvel Divriği’e, PKK harekatı var diye kaydırıldığını da sonradan öğrendik.

Sivas’ta yayın yapan yerel basının organizasyonun bir parçası olduğu ilk okumada anlaşılıyor; ‘Laik Cumhuriyet burada kuruldu.’ Sivas Kongresi’ni kast ediyorlar. ‘Burada yok olacak, laiklik burada bitecektir’ diyorlar. Manşetler ve sloganlar, taşınan pankartlar hep bu minvalde.

Olaylarda öne çıkan faillerden belediye meclis üyesi Ersin Erçakmak vardı. Adamın Emniyet Müdürlüğü’ne 500 metre mesafede bir ömür yaşadığı ve orada öldüğü anlaşıldı. Başka bir isimle gömüldükten sonra fark edildi. Yapılan otopside adamın Erçakmak olduğu anlaşıldı! Aziz Nesin’e saldıran belediye meclis üyesi, yetkili bu kişiydi. Faillerin çoğu daha sonra serbestçe dolaştılar, yaşadılar. Kimileri, niceleri evlendi, askere gitti ve ehliyet aldı vb. Sivas Katliamı da organize bir organizasyon. Diğer katliamlardan farkı yok. Her şey organize belli. Bir güç odağı tarafından yönetilmiş. Devletin içi biliyor ki bu bilgi de gelmiş.

O kadar alıştık ki kabuk bağlamış yaralara

1993 Sivas-Madımak Katliamı Erdal Bey’in Oral Bey’e anlattıklarında, MİT yetkilisinin neden geç kaldığı sorusuna verdiği yanıtta gizli. Sivas Katliamı kabuk bağlamış önemli yaralardan. O kadar alıştık ki kabuk bağlamış yaralara. Ancak bir ülke, sayısız kabuk bağlamış yaralarla nasıl hayatta kalır? Bunları neden doğru bir şekilde konuşmaz, deşmez, ortaya dökmez ve yüzleşmez, hesap sormaz Tarihini kabuk bağlamış yaralara, sayısız katliamlara, faili meçhullere dayamış bir ülkenin ayakta kalması çok zor.

Ö.M.: Ben de şunu ekleyeyim izninizle; Gökçer Tahincioğlu T24’te ‘30 soruda 30. yıldönümünde Sivas Katliamı ve yargı skandalları’ diye özetlemiş. Özellikle de çok önemli, “Türkiye tam 30 yıldır bu 124 kişi hakkında davanın skandallarla dolu tarihini izliyor,” diyor. Çünkü şöyle demiş, “Madımak’ın ateşe verildiği o gün, otelin çevresini saran, ölümleri alkışlayan, içeridekilerin dışarıya çıkmasına engel olanlardan sadece 124’ü hakkında dava açıldı. Türkiye tam 30 yıldır bu 124 kişi hakkındaki davanın skandallarla dolu tarihini izliyor,” diyor. “Sivas Katliamı davası, Türkiye’nin cezasızlık politikasının tarihi gibidir,” diye bir tespitte bulunmuş. Özellikle de şundan bahsediyor, “Böyle bir suçta bugüne kadar insanlık suçu olarak kabul edilmediği için yargılanması ve aranması devam eden isimlerle ilgili zaman aşımı riski de sürüyor,” diyor.

A.B.: Eylül’de bitiyor bildiğim kadarıyla.

Ö.M.: Evet, bazı firari isimler açısındansa artık cezalandırılma riski de ortadan kalkmış durumda. Henüz sayısını avukatlarının bile bir türlü bilgi vermediği için bilemediğimiz sayıda firari sanık kendileri açısından zaman aşımı süresi dolduğu için mahkemelerden haklarında davanın düştüğüne yönelik karar aldırabiliyorlar. Böyle de bir durum var yani.

A.B.: Katliamı yapanlar içimizdeler ve yaşamaya devam ediyorlar. O gün eyleme katılan 15 bine yakın insan yığını var. Elebaşları, provokatörler vs. birkaç yüz kişiyi bulabilir. Tüm bu insanlar aramızda yaşıyorlar. Bu kişiler Nazi suçluları gibi, hepsi aramızdalar ve hayatlarını yaşıyorlar. Kimi fırıncı olarak, kimi terzi olarak, kimi esnaf, kimi çiftçi olarak aramızda yaşıyorlar.

Ö.Ö.: Siyasetçi, parti üyesi.

A.B.: Evet ki sanıklardan ve savunmanlardan siyasete giren çok oldu. Sanık avukatlarından AKP’de ve diğer partilerde milletvekili olanlar bulunuyor. Eski Adalet Bakanı Şevket Kazan ve Saadet Partisi Onursal Başkanı Oğuzhan Asiltürk, sanıkların avukatlıklarını yaptılar. Bunları da derkenar etmekte fayda var. Ayrıca Madımak Toplu Katliamı’nın hükümlüsünü affetti Erdoğan geçenlerde. Konu ettik bunu, 2021’deydi sanıyorum.

Ö.M.: Sağlık sebepleriyle değil mi?

A.B.: Evet.

Ö.M.: “Eylemi de insanlığa karşı suç kabul etmezse, firari üç sanık hakkında devam eden yargılama da bugün,” diye yazmış 2 Temmuz tarihli yazısında. Hem de 2 Temmuz gece yarısı tarihli bir yazı bu. “Bugün 30 yıllık zaman aşımı süresi dolduğu için zaman aşımına girecek,” diyor. “Cezaları kesinleşen dokuz kişi ise halen yurt dışında ve onlar için de ceza zaman aşımı süresi işliyor,” diyor. Şu da ilginç yani; Gazete Duvar’da Ceren Bayar’ın bu konuyu en yakından takip etmekte olan ve ısrarla takip eden avukat Şenal Sarıhan’la yaptığı ayrıntılı bir mülakat var, röportaj var. Orada da insan şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyor. Her şeyi bildiğimiz, hatırladığımız halde gene de neler olup bittiğini onun özetinden de görüyoruz. Müthiş tehditler almış, sayısız yani.

Bugün katliamın sanıklarını affeden bir idare ile karşı karşıyayız

A.B.: Şenal Sarıhan’a çok şey borçluyuz. Çok ciddi mücadele eden bir kişi, ortaya koyduğu dokümanlarla, bu sürecin aydınlanmasına ve bilgilenmemize müthiş katkıda bulundu. Bugüne kadar Oral Bey’e Erdal Bey’in söylediklerine dair bir açıklama yapılmadı, karşı argüman getirilmedi. Bu bilgiler devletin arşivinde var. Ama sonuçta bugün katliamın sanıklarını affeden bir idare ile karşı karşıyayız.

Pek çok soruşturma, araştırma yapıldı, komisyonlar kuruldu. 2012’de bir meclis komisyonu daha kuruldu, araştırma yaptı. Ama bunların hiç biri meselenin dibini ortaya koyan, kabuğun altını gösteren çalışmalar olmadı. Halbuki gerçek gün gibi ortada.

Her 10 yılda bir, beş yılda bir, her yıl katliamı anmaktan biz de kabuk bağladık. Ülkede o kadar çok katliam yaşandı ki hepsini anmaya takvim yetmiyor. Saatli maarif takvimi değil, ‘saatli katliam takvimi’ yapmak lazım. Çünkü bütün takvim yapraklarına sığacak kadar bu ülkenin geçmişinde katliam var, kırım var, faili meçhul var. Böyle bir takvime sahip bir ülkenin, sıhhatli bir hayat sürmesi mümkün değil. Nitekim de sürmüyor.

Biraz önce söylediğiniz gibi yeni gerilim hattı olarak Suriyeli, Afgan ve diğer göçmenler meselesi dimdik ortada. Dilovası işçi sınıfı bölgesidir. Orada ucuza istihdam edilecek olan Suriyeli emekçilerinin Türkiyeli emekçilerle çatışması da pekala mümkündür. Bu durum, bir provokasyona imkan verir. Emek üzerinden çatışma, düşmanlık hemen devreye girer. Avrupa’da da öyle olmadı mı? Sosyal devletin çöküşü, azalması sonrasında sosyal devlet nimetlerini Alman formeni, Türk formeni ile paylaşmak istemedi. Önümüzdeki dönemde bu tür provokasyonlarla yaşayacağımızı görüyoruz.

Kozmik odalara girildi, çıkıldı, yaygarası çok koparıldı ama kozmik odalardaki Sivas’ın gerçeğiyle ilgili bilgi paylaşılmadı. Bilen varsa ortaya koysun ki kabuk kalksın. Sivas meselesinde dikkat çekmek istediğim temel husus buydu.

Ö.M.: Evet bu kangren durumu ve Murat Yetkin de ilginç bir şey yapmış kendi sitesinde; “33 sanatçı ve fikir insanının Madımak Oteli’nde yakılarak öldürüldüğü Sivas Katliamı solcu ve alevi muhaliflerin katledilmesinin yanı sıra Türkiye’nin sahnesi olduğu kanlı bir petrol oyununun parçasıydı,” diyor. Uluslararası boyutuna göndermeler ve kanıtlar gösteriyor. “Tıpkı ondan üç gün sonra Başbağlar’da 33 köylünün katledilmesi, tıpkı ondan bir buçuk ay önce 33 silahsız erin şehit edilmesi gibi,” diye de ekliyor. Müthiş bir yazı yani.

A.B.: O yıla ilişkin gelişmelere baktım ama vaktimiz yetmez diye bahsetmedim. 1993’ün başlıca gelişmelerine bakarsak; Turgut Özal’ın ölümü, Demirel’in Cumhurbaşkanlığı, Uğur Mumcu suikastı, Adnan Kahveci gibi bir ismin garip bir trafik kazasında ölmesi, PKK ile devam eden ateşkesin provoke edilmesi, 33 erin öldürülmesi, ardından Başbağlar Katliamı, Jandarma Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının aydınlanmayan, faili meçhul bir şekilde kazaya uğraması... Eşref Bitlis, ordu içinde Kürt meselesinin ve savaşın diyalogla çözülmesini isteyen bir jandarma orgeneraldi. Bölgemizde petrolle ilgili en önemli husus, Azerbaycan’da büyük bir kriz yaşanmasıydı. Türkiye, Azerbaycan’daki iç gelişmelere müdahil oldu. Azerbaycan doğal gaz ve petrol kaynaklarının işletilmesi, boru hattı meselesi gündemdeydi. Türkiye ve uluslararası petrol şirketleri bu işin içindeydi. Bir darbe girişimi oldu. Sonucunda Haydar Aliyev’in iktidara getirilmesinde Türkiye taraf oldu. Bu gelişmeler enerji paylaşımları bağlamında önemliydi 1993’ün dünyasına baktığımızda.

92-93 yıllarında aydın cinayetleri had safhadaydı; Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun gibi pek çok faili meçhul cinayet gerçekleşti. PKK ile olan çatışmaya son verecek pozisyonlar konuşuluyordu. ‘Savaş mı barış mı, iletişim içinde mesele çözülebilir mi?’, bunlar konuşuluyordu. Özellikle o yıl vefat eden -şüpheli ölüm olduğu iddia edilen- Turgut Özal bu konuda ısrarlıydı. Böylesi durumların geliştiği yıllardı. Dolayısıyla Sivas’ın bu tablonun içine oturması çok anlamlı geliyor.

Önümüzdeki tarih bize neyi gösterir bilemiyoruz ama tüm kabuk bağlayan katliamlara ilişkin bilgiler anlaşılan devletlerin kayıtlarında bulunuyor. Ermeni tehciri/kırımı ile ilgili en önemli bilgileri, Alman istihbarat teşkilatının ya da Dışişleri Bakanlığı’nın sızdırdığı bilgilere dayalı yayınlarından öğrendiğimiz gibi. Bugün başka konulara değinme şansımız olmadı. Özellikle Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına.

Ö.M.: Ama bu hakikaten çok kapsamlı yani bu kangren meselesine işaret ederek çok iyi ettiniz. Yani hakikaten kabuk bağlayan yaranın altında bir kangren olduğu apaçık ortada ve devamının da geleceği.

A.B.: Merdan Yanardağ’ın tutuklanması, Kavala dizisi, gazeteci saldırıları, Can Atalay, dokunulmazlık dosyası, sayısız örnekler devamının geleceğinin işaretleri. Bugün ülke yönetiminde ikinci beş yılını garantilemiş bir otokratik iktidar var. Sekiz ay sonra da yerel seçimler var. Muhalefetin oluşturduğu ittifak manzumesi bozulmuş, dağınık bir durumda.

Türkiye’de muhalefet, aydınlar ve siyaset bilimcileri büyük bir ‘safderunluk’ içindeler

Şimdiden söyleyeyim; yerel yönetimler yeniden iktidarın eline geçerse, inanın bu ülkede CHP bile kapatılabilir. AYM’de HDP gibi bir CHP davası görürsek kimse şaşırmasın. Yerel yönetimleri muhalefet kaybettiğinde, ülkenin siyasal düzeninin, muhalefet düzeninin Azerbaycan gibi olamayacağının kim garantisini verebilir ki? Yerel seçimlerin, iktidar tarafından kazanılması durumunda ki Ankara ve İstanbul yeterlidir, güdümlü, kontrollü bir muhalefete dönüşümle karşı karşıya kalabiliriz. Anayasa Mahkemesi ve üst yargı kurumları hali hazırda iktidarın kontrolünde ki beş yıl daha iktidarı garantileyen otokratik rejim, yeni AYM atamaları ile bu kurumu tamamen masif bir hale getirecektir. AYM, geçen hafta Ekonomi Politik’te bahsettiğim Cumhurbaşkanlığı ofislerinden biri haline gelecektir, yatırım ofisi, dijital ofis gibi. Bu nedenle, muhalefetin büyük bir safderunluk içinde yaşadığı bu sürece bir an önce son vermesi gerekiyor. Geçenlerde Yakup Kadri’nin Zoraki Diplomat kitabında öğrendim ‘safderunluk’ kelimesini. Yakup Kadri, “Hollanda aydınları ve yönetici sınıfı, Nazi körlüğüne büyük bir ‘safderunluk’ içindeydiler,” diyor.

Türkiye’de muhalefet, aydınlar ve siyaset bilimcileri büyük bir ‘safderunluk’ içindeler. Dağınık bir muhalefet içindeyken, beklentiyi gereksiz bir şekilde yükselten, ‘daha yerel seçimler var’ diyebilen siyaset bilimcilerin yorumlarını görünce, Yakup Kadri’den öğrendiğim bu kelimeyi kullanmadan edemiyorum.

Yerel seçimlerin kaybedilmesi ve sarayın mahkemeleri ile birlikte CHP dahil tüm partiler kapatılma ya da Azerbaycan muhalefetine dönüşme durumu ile karşılaşabilir. Tüm bunları dokunulmazlık dosyalarıyla birlikte de düşünmek lazım. Yerel seçimleri kazanmış bir Erdoğan iktidarı, Türkiye’nin otokrasisinin vitesini daha da yükseltebilir. İşaret etmiş olalım.

Ö.M.: Çok ciddi bir dönem yaşıyoruz. Yani Türkiye her zaman böyle ciddi dönemlerden geçiyor ama...

A.B.: Bu ciddi dönem çok çok vahim açıkçası. Yani yerel yönetim seçimleri kaybedilirse daha sonrasını söylemeyeyim, buna işaret edelim.

Ö.M.: Peki, tamam. Çok teşekkür ederiz Ali Bey.

A.B.: Hoşçakalın!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.