'Balık baştan kokar’

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomik Gidişat'ta Seyfettin Gürsel, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan hakkında çıkan iddialar üzerinden Türkiye'deki ekonomik durumu değerlendiriyor.

""
Ekonomik Gidişat: 25 Ocak 2024
 

Ekonomik Gidişat: 25 Ocak 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Seyfettin, merhabalar.

Seyfettin Gürsel: Günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın.

Ö.M.: Evet, her açıdan; siyasi de, dünyada da, Türkiye'de epey bulanık bir ortamdayız. Bir de rivayetin bini bir para. Merkez Bankası’nın durumundan bahsediyor, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın babası Erol Erkan'a atfen pek çok şey söyleniyor. Merkez Bankası’nda personel işlerine müdahil olduğuna dair haberlerle başlayan tartışma günlerdir, yeni boyutlar eklenerek genişliyor. Belki bundan birazcık bahsedebiliriz. Çiğdem Toker üzerinde bayağı durmuş.



S.G.: Çiğdem Toker'in yazısı benim de dikkatimi çekti. Zaten bugün çok haklısın, bu konu basit bir konu değil. Nasıl diyeyim; bir kurumun yozlaşma yaptığı, kurumun işleyişinin raydan çıkmasından ibaret değil. Tabi daha vahim. Sonunda bir genelleme de yapabiliriz ama Çiğdem Toker'in yazısından, görüşlerinden söz edeceğim.

Tabii önce sanıyorum ki Açık Radyo dinleyicileri neler söylendiğini biliyorlar herhalde. Cumhurbaşkanı da bekledi ve en sonunda ‘akla ziyan dedikodular’ diye kestirip attı. Şimdi tabii dedikodular hakikat mıdır, değil midir tartışmasına girmeyeyim. Bana sorarsan, herkes bundan söz ediyor ki zaten köşe yazarları da, gazeteciler de daha fazlasını söylediler. Yani bir olay var; bir resepsiyonistin işten atılması ve onun da CİMER’e başvurması. CİMER herhalde Cumhurbaşkanının bu çıkışından sonra o dosyayı sümen altı eder ama başkan Hafize Gaye Hanımın babasının oradaki icraatlarının ötesinde daha vahimi var. İki yazar bunu gündeme getirmiş; biri Erdal Sağlam, diğeri Rasim Ozan Kütahyalı. Bence bunun üstünde durmak gerekiyor.

Erdal Sağlam yazısında şunu söylüyor ve baştan şunu da söyleyeyim dinleyiciler için; Erdoğan Sağlam’ı tanırım, 40 yıllık gazetecidir ve sağlam bir zemine ayaklarını basmadan kolay kolay bu iddialarda bulunmaz. Onun için öyle izleyelim lütfen söylediklerini. Erdal Sağlam diyor ki, ‘Duyumlarımıza göre Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan’ın banka içinde kendisine yakın birkaç kişi dışında hiçbir yöneticiyle doğrudan teması kalmamış gibi görünüyor. Başkan yardımcılarının bile talimatları başkandan değil, Özel Kalem Müdürü Sinan Güler'den aldıkları görünüyor.’ Şimdi bu tabii çok vahim bir iddia. Cumhurbaşkanına göre ise dedikodu herhalde, aynı sınıfa giriyor. Ama aynı şeyi Rasim Ozan Kütahyalı da yazısında açıkça vurguluyor. Kütahyalı’nın yazısının başında ‘Erkan ailesinde güç zehirlenmesi var’ diye bir iddiada bulunmuş. Hadi bunu geçelim, buna da dedikodu diyelim ya da kendi görüşü diyelim ama şurası çok önemli; Kütahyalı, ‘Başkan Hafize Gaye Hanım ile Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay arasında şiddetli kavgaların yaşandığı ileri sürülüyor’ diyor. Doğrusu bunun tahmini zor değildi. Şu bakımdan vahim; bir kere birincisi bu anlaşmazlığın, iplerin kopma noktasına gelmesinin nedenlerini tabii bilmiyoruz. Üstelik sadece Cevdet Akçay değil, benim duyduğum diğer iki başkan yardımcısıyla da arasının iyi olmadığı.

Şimdi acaba buradaki anlaşmazlık para politikasıyla mı ilgili, yoksa Hafize Gaye Hanımın babasının Merkez Bankası’ndaki icraatlarıyla mı ilgili? Tabii Hafize Gaye Hanımın Ahmet Hakan'a vergi röportajda ‘O kadar pahalı ki kiralar İstanbul'da’ demesi gibi bir çıkışı oldu ama kel alaka para politikasıyla. Bilmiyorum, zaten onun görevi bunları aşağı çekmek ama hiçbir Merkez Bankası böyle bir konuşma yapmaz. Röportajda ‘Ben annemin yanında oturuyorum’ da dedi. Buna da tabii büyük bir ihtimalle tepki gösterilmiştir içeride başkan yardımcıları tarafından ama tabii esas önemli olan şey faiz politikası, para politikası. Dinleyicilere de hatırlatayım, bugün zaten Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var. Çoğunlukla uzmanlar faizlerin arttırılmasını iki buçuk puan daha bekliyor. Bir bakalım, ne çıkacak. Eğer olur da arttırılmazsa tabii bunu farklı yorumlamak lazım. Sonuçta Erdal Sağlam’ın da dediği gibi, yazısının sonunu şöyle bitiriyor, neden vahim oraya geleyim; ‘Bu olaylar Merkez Bankası’nın kurumsal kimliğine büyük zarar veriyor. Uygulanmakta olan programın başarısında olumsuz etkileyecek boyutlara ulaştığı da rahatlıkla söylenebilir.’ Ben bu görüşe katılıyorum. Özellikle eğer başkan ve başkan yardımcıları arasında büyük bir anlaşmazlık ortaya çıkmışsa ki tabii buna çok büyük ihtimalle Cumhurbaşkanı da müdahil olmaya başladı. Uygulanmakta olan politika nedir diye belki bunu da hatırlatmakta yarar var; tamamen 180 derece bir dönüş oldu para politikasında, Mehmet Şimşek'in gelmesi ve Merkez Bankası’nda yeni bir yönetimin oluşturulmasından sonra %40 küsurlarında faizler arttırıldı. Bu yeterli mi, değil mi tabii ki tartışılıyor iktisatçılar arasında.

Ekonomi yönetiminin başı Mehmet Şimşek'in vaadi ‘Temmuz'a kadar yıllık enflasyonda çok ciddi bir düşüş beklemiyoruz’du. Ama işte malum, geçen yıl Temmuz – Ağustos’ta üst üste %9 küsur Türkiye'de artış olmuştu. Bu tabii bir baz etkisi oluşturacak. Aylık olarak enflasyonun %9 artacağı yok bu sefer. Dolayısıyla %40 civarına gelecek ve ondan sonra da biz bu politikayla sadece faiz değil ki Mehmet Şimşek şunu da talep ediyor; ‘Gelirler politikasında açılmamak lazım, mali disiplin çok önemli’ diyor. Yani en başta kamuyu tasarrufa davet ediyor. Bunlar eğer olabilirse evet, yıl sonunda %30’lara indirilebilir ve sonra da bu kemer sıkma devam ederse bir yıl daha, hatta iki yıl daha %10 civarına üç yıl sonra gelinebilinir ama bunun zorluklarını da görürsünüz. Tabii en büyük merak konusu, Cumhurbaşkanı buna ne zaman müdahale edecek, ‘Yeter bu kadar’ diyecek?

Merkez Bankası’nda kemer sıkıldığı falan yok, bu çok açık. Kamuda da öyle bir laçkalık oluşmuş ki harcamalarda, dehşet verici. Bunu da görüyor tabii Mehmet Şimşek. Geçenlerdeki bir toplantı çok üzücüydü. Valilerle galiba bir toplantı yapmış ve vermek istediği mesaj da artık tüm kamuda bu gelişigüzel lüks harcamalara son verin, makam arabalarından geçilmiyor demiş. Bunu anlatmış anlatmış ve valinin biri, ‘Sayın Bakanım, Togg almak için ne yapmalıyız?’ diyor - var ya bizim elektrikli yerli ve milli araç. Şimşek de, ‘Mevcut bir makam arabasını satarsanız alırsınız’ demiş. Yani burada kamunun gerçeklerden ne kadar koptuğunu gösteriyor ve aslında siyasi otoritenin başında bir kişi var, o da Cumhurbaşkanı.

Ö.M.: Pardon, burada ufacık bir araya girebilir miyim? Çiğdem Toker'in yazısına bir kez de ben değinmek istedim, ‘Hafize Gaye Erkan’ın babası Erol Erkan'a atfen resmi görevi olmaksızın bankada personel işlerine müdahil olduğuna dair haberle başlayan tartışma, günlerdir yeni boyutlar eklenerek gelişiyor’ demişti. Biz de bunların çok azına yer verebildik ama arkasından da kendi küçük bebeğinin bakımının bankada özel koşullar altında yapılması ve annesinin de bankada olduğu dedikodu niteliğindeydi. Bunların hiçbirine doğru dürüst bir cevap getirilmediğini de anlatıyor Çiğdem Toker.

S.G.: Cumhurbaşkanının bu çıkışı akla ziyan ve akla ziyan nedir? Tabii ki dedikodularda az veya çok, bazen bütünüyle gerçek, hakikat payı olabilir. Merkez Bankası’nda ailenin icraatlarıyla ilgili bütün o haberlerde de bana sorarsan %90 hakikat payı var çünkü bunu herkes söylüyor. Bunu Merkez Bankası’nda çalışanlar görüyor yani bu gizli kapaklı bir şey değil ki. Gazeteciler de onlardan öğreniyorlar zaten. Çiğdem Toker, yazısının devamında daha önemli bir şey söylüyor ve ben şu başlığı atardım; biliyorsun, halkımızın çok güzel değişleri vardır ve bunlardan bir tanesi de ‘balık baştan kokar’. Şimdi tabii bu deyimi Çiğdem Toker kullanmıyor ama buraya geliyor söyledikleri. Şunu anlatmış, onu da hatırlatmakta yarar var; bence 2001 reformlarının içinde en önemlisi - Kemal Derviş reformları diyoruz, o zaman malum, krizin ertesinde siyasi otoritede çok önemli yapısal reform yapıldı - hatta devrimci nitelikte olan Merkez Bankası’nın bağımsızlığıydı. Bu yasaya bağlandı ama 2018’de bizim ucube başkanlık sistemine geçilince ki bunu hatırlatıyor Çiğdem Toker de, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen maddede şu vurgulanıyordu, - çünkü Cumhurbaşkanı her konuda yetkili - hükümetle birlikte enflasyon hedefi belirlendikten sonra o hedefe ulaşmak için yürütülecek politikalarda Merkez Bankası bağımsızdır. Ama bunu nasıl garanti altına alacaksın? Çünkü bir kere, Merkez Bankası Başkanı beş yıllığına atanıyor ve o beş yıl boyunca da onu görevden almak mümkün değil. Yani tabii dolandırıcılık yaparsa, suistimal yaparsa falan tamam, onun kanunları var, herhangi bir kamu görevlisini öyle alabilirsin. Bundan önce alamıyordunuz, nitekim bundan önceki üç başkan beşer yıl görev yaptı.



Şimdi 2018’de bu Kanun Hükmünde Kararnameye şu eklenmiyor; Cumhurbaşkanınca süreli atanan üst kademe yöneticileri, kamu yöneticileri, ilgili kanunlara da öngörülen görevden alma gerekçeleri yanında - yani suistimal gibi - hedeflere ulaşılamaması nedeniyle de sürelerini tamamlamadan görevlerinden alınabilir. Cumhurbaşkanına bu yetki verilince ne yaptı? Dört yılda dört tane Merkez Bankası Başkanı değiştirdi. Zaten bu ortamda fiilen hepimiz biliyoruz ki bağımsızlık bitti, kendisi de zaten kendine göre bir para politikası icat etti, onu empoze etti, bu uygulamaya ayak sürenleri başkanlıktan attı ve yenisini getirdi, sonunda buradan 180 derece dönüş oldu, tekrarlamayalım, Hafize Gaye Hanım getirildi. Nasıl getirildi onu bilemiyoruz ama Hafize Gaye Hanım eğer başkan yardımcılarıyla bu politikalar konusunda anlaşamıyorsa çok vahim demektir durum o zaman, bu program büyük bir ihtimalle yürümeyecek. Cumhurbaşkanı bundan sonra politikalara müdahil olmaya yeniden dönecek mi? Yani kimse bunun olmayacağını söyleyemez. Bu koşullarda büyük bir ihtimalle – gene ben tahminen söylüyorum çünkü içeriden haberim yok, gazeteci değilim - bana öyle geliyor ki - başkan yardımcılarından ikisi karı koca, Fatih ve Hatice Karahan zaten Merkez Bankası çevresinden geldi, diğeri de tanıdığımız, bizim meslektaşımız Cevdet Akçay - Mehmet Şimşek istedi ve atandı. Belki Merkez Bankası Başkanına güvenmediği için, belki de güveniyordu, ona yardımcı olsunlar, daha iyi iş çıksın, mevcut program daha etkili bir şekilde uygulansın diye atandı. Şimdi ise böyle olamayabileceğine dair belirti çıktı ortaya. Yani tencere kaynıyor, neredeyse kapak patlamak üzere ve Cumhurbaşkanı da o kapağı patlatmamak için üstüne oturdu tabir-i caizse, ‘Bunlar akla ziyan dedikodular’ dedi.

Uzun lafın kısası Çiğdem Toker'in de söylediği gibi, bu durum büyük bir zarar veriyor Merkez Bankası’nın itibarına. İnandırıcılığına da büyük zarar veriyor ki son altı aya kadar bu inandırıcılığı, güveni %90 ölçüde tamamen kaybetmiştir. Son altı ayda Merkez Bankası, yeniden, yavaş yavaş, hakikaten tekrar enflasyonla ciddi bir mücadele yapabilecek güvenini veya inancını oluşturmaya başlamıştı. Şimdi ise bence bu son gelişmelerle bunu da yok etti, bundan sonra çok zor.

Ö.M.: Evet, Çiğdem Toker, ‘Merkez Bankası’nın İtibarı Beştepe’den geçiyor’ başlıklı yazısını şöyle bitiriyor; ‘Bankanın itibarı ve bu itibarın bugün gördüğümüz gibi ne kadar kırılgan olduğu, bu iddiaların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan siyasal sisteme sıkı sıkıya bağlıdır’ demiş ve başlıkla bitirmiş, ‘Merkez Bankası’nın itibarı Beştepe’den geçmektedir.’

S.G.: Tabii onun için ben de bu yazıya kendime göre bir başlık attım; ‘Balık baştan kokar’.

Ö.M.: Evet, bu çok karanlık ve zorlu bir durum. En itibarlı olması beklenen kurumların bu hale gelmesi çok kötü.

S.G.: Tabi Ömer, şunu da söylemek gerekir; Merkez Bankası şu konjonktürde bizim, hepimizin hayatına dokunacağı için o kadar önemli bir kurum ki. Yani ekonomi ve tabii enflasyon, düşecek mi düşmeyecek mi? Bir de ne pahasına düşecek, ne bedel ödeyeceğiz, kim ödeyecek? O kadar hassas, kritik bir döneme girdik ki Merkez Bankası tabii ki çok önemli, onun için ondan konuşuyoruz ama ben eminim, pek çok başka kamu kuruluşunda - bu kadar olmasa bile - bir kere israf meselesi hat safhaya çıkmış durumda. Tabii bunun da nedeni Cumhurbaşkanlığının sarayları. Beştepe'yi çok konuştuk ama sonra o yetmedi Marmaris’deki yazlık saray ortaya çıktı, gene ona bir milyar lira fon yazılmış. O yetmedi Van’ın kuzeyinde bir saray daha yapıldı ve oraya altı tane de villa yapmışlar, makamlar da gelirse orada kalacaklarmış. Konvoyları biliyorsunuz videolardan. Yani geçiyor araba, araba, araba... Saysan sayamazsın. Altı tane mi, beş tane mi, galiba beş tane uçak. Bunların hepsini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullanacak hâli yok, Bakanlar da artık onları kullanıyorlar, belki başka yüksek kamu görevlileri de kullanıyordur, bilmiyorum. Makam arabaları sayısının ötesinde en lüksleri alınıyor.

Ö.Ö.: Polis araçları var, belki görmüşsünüzdür Seyfettin Bey. Ferrari'sinden tutun da Grand Cherokee’leri var artık polislerin.

S.G.: Evet ama öbür taraftan öyle bir konjonktürdeyiz ki bütçe açığının kısılması lazım. Sen bunu halkın sırtından mı kısacaksın? O kaçınılmaz, bir miktar kısacaklar herhalde, zaten tereddütteler ama sen hiç olmazsa moral olarak, etik olarak kendin başla değil mi tasarrufa? Bunu bütün kamuya empoze et. Şunu da söyleyeyim; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı bitti diyoruz, tabii para politikasındaki bağımsızlığı bitti. Aslında öyle bir kurum ki kendi ücretlerini kendi belirliyor, müthiş primler var, dudak uçuklatıyor. Ben duydum Merkez Bankası’nın Başkanının maaşını, şimdi telaffuz etmeyeyim ama aylık geliri Cumhurbaşkanından çok daha fazla. Ama sonra hanımefendi İstanbul'da ev kiralayamamış ve annesinin evine gitmiş. Yani bir sakillik var.



Ö.M.: Bir ciddiyetsizlik var, büyük bir ciddiyetsizlik hakim duruma ve dedikodulara başvuruluyor. Kurumların güvenilirliği açısından da kalan son dakikalarımızda bir şey daha sormak istiyordum. İlginç, yankı uyandıran bir haberi vardı10Haber’in; ‘Gazze'ye bomba yağarken Türkiye'den İsrail'e silah satılmış.’ Buna da programımızda da sık sık sözü geçen Türkiye İstatistik Kurumu’ndan (TÜİK) bir açıklama gelmiş; ‘Harp mühimmatı ve silah gönderilmedi, tabancaların aksam ve parçaları ihraç edildi’ diye tuhaf bir habere rastladık. 10Haber’de ve başka yerlerde de çıktı bu haber. Yani TÜİK diyor ki, ‘Silahlar savaş için değil, spor ve av amaçlı.’ 10Haber de cevap yazıyor, ‘Biz bunların zaten böyle olduğunu belirtmemiştik, yayınladığımız haberde yorum yapmadan TÜİK verilerini kullanmıştık’ diyor ve ekliyor, ‘Haberde, ‘Türkiye'den İsrail'e harp mühimmatı gönderildi’ şeklinde bir ifade yoktu. Tam aksine resmi verilere yer verilmişti. Mesela Kasım ayı içerisinde 79 bin 590 dolarlık ihracat yapıldığını TÜİK verilerine dayanarak haberleştirmiştik ve bunlar da revolver ve tabancalara ait aksam ve parçalar.’ Ne diyorsun bu tuhaflığa?

S.G.: Hatırlarsan İsrail'in Gazze’ye katliam derecesindeki bombalaması başladığında yaptığımız bir programda bakmıştım dış ticaret verilerine. Bu tabanca hikayesinde tabii aksamı yeni ama orada çok açıkça şu da gözüküyordu; bazı ham maddeler ki mühimmat altında İsrail'e ihraç ediliyor ve bununla da büyük bir ihtimalle bomba yapıyorlar yani bombaların yapımında kullanıyorlar. Dolayısıyla bu yeni değil. Şimdi burada da büyük bir durum yaşanıyor, çok ciddi bir tenakuz var. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere diğer iktidar yetkilileri İsrail’e demediklerini bırakmıyorlar, büyük bir dayanışma ama hep sözde. Tamam, bir yardım herhalde yapılıyor, şüphe yok ama sonuçta bu konuda tamamen söyledikleriyle icraatı bir çelişkide kalmış durumda. Yani hele İsrail'e bu tip bir ihracatın yapılması son derece ahlak dışı. Bırakın söylemleri, bunu nasıl savunuyorlar? Açıklanacak gibi değil. Ama onun ötesinde İsrail'e yapılan ihracatın mutlaka gözden geçirilmesi lazım. Ben mutlak bir boykotu tabii ki savunuyorum ama o zaman da söylemiştim; İsrail'in ithalatında Türkiye çok üst sıralarda, hatırlamıyorum, dördüncü sırada olabilir. Dolayısıyla evet, bu ciddi bir konu. Filistinlilerle dayanışmaya ve bu katliamın engellenmesi için siyasi girişimde, uluslararası diplomatik girişimlerde hiçbir şekilde bulunmuyor, sadece laftan ibaret. Güney Afrika çok önemli bir şey yaptı. Yani bunu bir Müslüman ülke, en başta da en çok konuşan Türkiye ve bizim Cumhurbaşkanımız olduğuna göre bunu Türkiye'nin yapması gerekirdi; Uluslararası Mahkeme’ye İsrail'in savaş suçlarıyla ilgili bir dava açmak. Bunu Güney Afrika yaptı. Güney Afrika'nın yapması da tabii ki hiç şaşırtıcı değil çünkü onlar ırkçılığın, baskının, ırkçı bir rejimin nasıl bir şey olduğunu biliyorlar.

Ö.M.: Evet, Apartheid’in ne demek olduğunu en iyi onlar biliyorlar.

S.G.: Evet, 40 yıl mı, 50 yıl mı yaşadılar? Mandela kaç yıl hapiste yattı?

Ö.M.: 27 yıl.

S.G.: Tabii ki bu davayı açanlar Mandela’nın devamcıları yani bizzat Güney Afrika hükümeti. Bizimkiler ne yaptı bu davada? Ben de bilmiyorum, hukukçu değilim ama okuduklarımdan anladım ki buna başka ülkeler de taraf olabilirmiş. Güney Afrika insiyatifi aldı, peki Türkiye neden taraf olmadı?

Ö.Ö.: Türkiye taraf.

S.G.: Taraf dediğim yani davada bizzat?

Ö.Ö.: Türkiye taraf olan ülkeler arasında yer alıyor.

S.G.: Cumhurbaşkanının bu konuda tabii bir şey söylemesi gerekiyordu. ‘Anadolu Ajansının fotoğraflarını verdik’ diyor, başka yerlerden de fotoğraflar bulmuşlardır.

Ö.M.: Bildiğim kadarıyla son olarak Meksika, Şili, Endonezya, Belçika ve Slovenya taraf oldular.

S.G.: Olmuşlar mı?

Ö.Ö.: Evet.

Ö.M.: Evet.

S.G.: Bravo yani Türkiye yok hâlâ.

Ö.Ö.: Benim bildiğim var. Şimdi bir kontrol edeceğim ama Türkiye ilk taraf olan ülke diye geçiyordu.

S.G.: Valla ben hiç duymadım Türkiye'nin davada taraf olduğunu. Yanılıyorsam da bravo.

Ö.Ö.: Bakacağım şimdi.

S.G.: Cumhurbaşkanından ‘Taraf olduk’ diye şimdiye kadar hiç duydunuz mu? Ben duymadım.

Ö.M.: Evet, ben de hatırlamıyorum.

Ö.Ö.: Ben bu haberi verdiğimizi hatırlıyorum ama bakacağım şimdi, şu anda onu araştırıyorum.

Ö.M.: Peki burada bitiriyoruz herhalde. Ama çok karışık ve karanlık bulutların estiği, bütün güvenilir kurumlardan da problem yağdığı bir ortamdayız.

S.G.: Tabii bu rejimle sonuçta büyük bir düş kırıklığına uğradık, 2023 seçimlerinde de değişmedi. Rejim en az dört yıl daha devam edecek ve kim bilir daha neler yaşanacak. Çok hazin.

Ö.M.: Evet, peki çok teşekkürler Seyfettin. Görüşmek üzere.

S.G.: İyi yayınlar diliyorum.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

S.G.: Görüşmek üzere.