Koronavirüs ve iklim krizi

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Evet, kriz herkes için gelecek. Ancak iklim krizi, korona demokratik değil, tam tersine ekonomik ve ekolojik adaletsizliği daha da katmerleştiren bir rol oynuyor.

(Cemil Aksu'nun bu yazısı Birikim dergisinin internet sitesinden alınmıştır.)

Korona, iklim krizi ile mücadele için hayırlı bir musibet olur mu? Zizek ve başkaları, koronanın, herkesi -zaten 2008’den beri yaşadığımız- krizin nedenleri ve aşılması konusunda bir tercihe zorlayacağı konusunda ümitvar beyanlarda bulundular. Aynı iyimserliği iklim politikaları için sürdürebilir miyiz? Gençlerin iki yıllık hareketliliğinin iklim acil durumu konusunda yarattığı duyarlılık, Covid-19 ile güçlenir mi, yoksa tersi mi olur? Pandemi ile iklim krizi ve/ya ekolojik kriz ile rabıtası güçlü olarak kurulabildi mi dünya kamuoyu?

Koronanın Çin’deki etkisinden sonra yayımlanan bazı raporlarda gökyüzünde bazı güzel gelişmelerin yaşandığını söyleniyordu. Karantina uygulamalarının, üretimde, dolayısıyla da ulaşımdan küresel mal dolaşımına kadar birçok kalemde de düşüşe neden olması karbon emisyonunda da düşüşe neden oldu. Çin'de, endüstriyel durmanın 2019 yılının aynı ayına göre Şubat ayında CO 2 emisyonlarında %25'lik bir düşüşe neden olduğu tahmin ediliyor. Koronanın İtalya’da Po Vadisi’nde de emisyon oranının düşmesini sağladığı, karantinanın Venedik’in kanallarının temizlenmesine, balıkların yeniden kanallara dönüşüne yol açtığı gibi haberler yansıdı medyaya. New York'ta, Columbia Üniversitesi'ndeki araştırmacılara göre, karbon-monoksit seviyeleri geçen yılın aynı döneminin yarısı.

Fakat bu karantina günleri bir süre daha böyle sürse bile, iklim krizinin tesadüfi gelişmelerle atlatılma riski yok. IPCC’ye göre zaten 1,5 derecelik artışı durdurmaya zaman kalmadı. Şimdiki makul hedef 2 derecede küresel ısınmayı tutmak ama onun bile “gerçekçi” olmadığı söylenebilir. Çünkü bunun için bile sera gazı emisyonlarında sürekli ve hızlı bir düşüşe ihtiyaç var.

Bu açıdan bakıldığında koronanın iklim için nasıl bir sonuç yaratacağı sorusuna yanıt vermek için bakacağımız iki parametre var: koronanın denk geldiği ekonomik yavaşlama-duraklama döneminde hükümetler ekonomileri yeniden canlandırmak için hangi yöntemlere başvuracakları ve dünyadaki iklim hareketinin gelişim potansiyeli…

Birinci parametre hiç olumlu sinyal vermiyor. Çünkü halihazırda atmosfere en fazla emisyon salan ülkelerin birçoğunun başında iklim krizini inkâr eden hükümetler var. Trump, Bolsanaro, Mondi, Erdoğan, Putin ve diğerleri. İklimhaber sitesinde yer alan haberlere bakılırsa bu açıdan durum hiç iç açıcı değil. Trump hükümeti, olağanüstü bir karar alarak, rutin olarak yapılan kirlilik görüntüleme ve raporlamalarına uyulmasını beklemeyeceğini ve bu kurallar çiğnendiğinde herhangi bir yaptırım uygulanmayacağını açıkladı. Ulusal Katkı Beyanı (NDC) olarak da bilinen güncellenmiş iklim eylem planını BM’ye sunan ilk G7 endüstriyel ülkesi olan Japonya, 2015 yılında koyduğu sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar 2013 seviyelerine göre %26 oranında azaltma hedefini başarana kadar kararlılıkla devam edeceğini açıklaması, hiçbir ilerleme olmadığını gösterdi. Bizde de Afşin’de kurulacak termik santral için “ÇED Olumlu” raporu verildi. ÇED raporunda “kömür iyi kullanıldığı takdirde temiz bir yakıttır” denildi. Diğer taraftan Morgan Stanley, Wood Mackenzie ve Rystad Enerji’den gelen raporlar, ABD kentlerinde yaşanan karantinalara ve ekonomik durgunluğa bağlı olarak rüzgâr, güneş ve batarya teknolojisinin büyümesinde büyük çapta kesintilerin olacağını belirtiyor. Ve Kasım ayında Glasgow’da düzenlenmesi planlanan COP26, koronavirüs nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi.[1]

Küresel kapitalizmin sürekli negatif sinyaller verdiği bir ortamda, hükümetlerin “ucuz doğa” ve “ucuz emek” ilkelerinden taviz vererek bir “yeşil dönüşüm” programına yeşil ışık yakmaları ne kadar gerçekçi olur? En azından yukarıda saydığımız hükümetler açısından. virüs karşısında ülkelerin ekonomilerini güçlendirmenin tembel ve kolay yolu, enerji, ulaşım ve inşaat gibi büyük endüstrilerin yerleşik versiyonlarına para atması olacaktır.

Dünyanın en büyük 500 şirketi listesinin en tepesindeki 20 şirket (Chevron, Exxon, BP ve Shell, Saudi Aramco ve Gazprom ve diğerleri) karbondioksit ve metan salımının %35’inden, yani küresel karbon emisyonlarının üçte birinden sorumlu. Tüm sera gazı emisyonlarının %14,5’inden endüstriyel hayvancılık sektörü sorumlu. Ve bunlar dünyayı yöneten şirketler.

Koronavirüsün küresel olarak yarattığı durumla 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan durum arasında bir bağ kuran henüz birkaç analize rastladık. Korona-11 Eylül analojisi analizleri tahmin edeceğimiz gibi güvenlik teknolojileri bakımından kurulabilir rahatlıkla. Küresel olarak şimdiki tartışma, zaten iktidarda olan sağ popülist yönetimlerin, koronavirüsü, sağlıkta seferberlikle kısa sürede kontrol altına almak yerine, uzun bir dönem aktüel tutarak, halihazırda sürmekte olan ekonomik ve toplumsal krizleri idare-i maslahat etme teknolojilerinin dayanağı yapıp yapmayacakları. Bu açıdan zaten dünya gündeminde olan 5G teknolojileri hazır.

Dünyanın her yerinden “big brother”in yükselişine dair haberler ve yorumlar okuyoruz. The Economist de, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana devlet iktidarının en çarpıcı genişlemesine şahit olmanın şaşkınlığı içinde. Liberalizme, serbest piyasaya “inananlar” açısından, korona nedeniyle hükümetlerin ekonomideki rolünün kapsamı ve büyüklüğünün artmasını tehlikeli buluyor. “[T]arih, devletlerin kazandığı mevzilerin tümünü krizlerin ardından öylece bırakmayacağını gösteriyor. Bugün bunun emareleri sadece ekonomide değil, bireylerin gözetlenmesinde de kendini gösteriyor.” Güney Kore ve Singapur örnek verilerek medikal ve elektronik mahremiyet neredeyse tamamen bir kenara bırakıldığı söyleniyor. Dolayısıyla “devlet yetkisinin kötüye kullanımı” ve “özgürlüğün tehdit altında olması”, “izinsiz gözetlemenin yaygınlaşması” gibi bir duruma neden olabilir. The Economist’in esas telaşı, zaten toplumun bazı kesimlerince talep edilen “güçlü devlet”in pandemi nedeniyle eline geçireceği yetkiyi, bazı sektörlerde kamulaştırma, sağlık sektöründe genişletilmiş sağlık sigortası gibi yatırımlara neden olabileceği, bunun da “ağır aksak, daha az dinamik bir kapitalizme yol açması”.

Korona pandemisi eğer “tarihsel” bir an olacaksa, muhtemelen gelişmeler yukarıdaki yönde olacaktır. İngiltere’de Jeremy Corbyn’in daha fazla sosyal hak önerilerinin halkın tercihinde Brexit kadar etkili olmadığını, ABD’de “yeşil yeni düzen” ve genişletilmiş bir sağlık güvenlik sistemi öneren Sanders’e kurulan barikatı düşünürsek, durum kötü.

“Durum kötü ama umutsuz değil.” Bardağın dolu tarafında elbette dünyanın dört bir tarafındaki “her şeye rağmen” direnen halk hareketleri ve bilhassa kadın hareketleri, Greta Thunberg’in öncülüğünde başlayan ve ikinci yılına giren gençlerin iklim hareketi var.

Bruno Latour, Rota adlı küçük kitabında, “yeni iklim rejimi”nin, küresel göç hareketinin ve eşitsizlik patlamasının hiç kimsenin kendini evinde hissedemediği bir güvensizlik durumu yarattığını ve bu durumun herkesi bir “rota” aramaya sevk ettiğini söylüyor. Bu üç etken de sadece dünyanın ezilenleri arasında değil, ekonomik ve ekolojik emperyalizm sayesinde üst bir yaşam standardına sahip Batı toplumları için de geçerli. Avustralya’da aylarca süren orman yangını ile ilgili analizlerde de yaşanan felaketin “beyaz insan” için depresif sonuçlarına dikkat çekilmişti. Koronanın da, Batı ülkelerinin kendi güvenlik duvarlarını ne kadar yükseltirlerse yükseltsinler, felaketin yine de yuvalarına sızacağını gösteren bir musibet olduğu kesin.

Elbette, ne iklim krizi ne de korona ve benzeri felaketler denildiği gibi “demokratik”. Bu felaketlerde de herkes küresel eşitsizlik piramidindeki konumuna göre payına düşeni alıyor; en tepedeki en az, en alttaki ise en çok. En alttakilerin hem iklim krizine hem de diğer felaketlere katkısı da yine paylarına düşen felaket ile ters orantılı üstelik. Yokoluş İsyanı ve iklim hareketlerinin temel mesajı “hepimiz aynı gemideyiz” olagelmişti. İklim felaketinin herkesi vuracağı, sınıfı, ırkı veya inancı ne olursa olsun, ortak tehdit karşısında ortak bir dava uğruna birleşebileceğimiz bir eksen. Fakat geçtiğimiz günlerde İskoçya Yokoluş İsyanı üyelerinin yazdığı bir yazıda dikkat çektikleri gibi:

Küresel Güney’deki halklar, Küresel Kuzey’i aynı şekilde etkilemeyecek olan sel, kuraklık, açlık ve dayanılmaz sıcaklık dalgalarıyla çoktan boğuşmakta. İklim değişikliğine dayanıklı olmalarını sağlayacak kaynakları, en zengin %1’in çıkarına işleyen ekonomik sistem tarafından çalındı. Hem Küresel Güney’de hem de Küresel Kuzey’de yapısal adaletsizlikler nedeniyle (genellikle beyaz olmayan ve engelli olan) yoksulluk içinde yaşayan insanlar, zenginlerin korunma biçimlerinden tam tersi yönde etkileniyor ve etkilenecekler. İklim ve ekolojik acil durumun etkilerinden kaynaklanan göç, insanları açık sularda boğulmaya terk eden ya da süresi belirsiz tutukluluk altında tutan düşmanca sınır politikalarıyla karşılanıyor.

Evet, kriz herkes için gelecek. Ancak iklim krizi, korona demokratik değil, tam tersine ekonomik ve ekolojik adaletsizliği daha da katmerleştiren bir rol oynuyor.

Bununla birlikte, Latour’un ve Zizek’in de dikkat çektiği gibi “kıyamet” teması iki şeye imkân veriyor:

Birincisi, durumumuza ilişkin hükmün çoktan verildiğini anlamaya, yani başka bir dünyanın, başka bir ilerlemenin olmadığını anlamaya yarıyor. Ama ayrıca olumlu bir tarihi yeniden başlatmaya, yapılacak çok sayıda manevra ve inovasyon olduğunu idrak etmeye yarıyor. Kısacası şunu söyleyebiliyoruz: hayır, Yeryüzü yok olmayacak, insanlar da, işe koyulalım! Kıyamet, boş umutlardan kurtulabileceğimiz olumlu bir tema, heyecan verici. İçinde yaşadığımız dönemi bu kadar ilginç ve bu kadar sansasyonel yapan da bu!

Bu “sansasyonel durum”un barındırdığı bu iki eğilim, Agamben ve diğerleri arasındaki tartışmada da kendini gösterdi. Agamben’in “Ülkeyi felç eden panik dalgasının gösterdiği ilk şey toplumumuzun artık çıplak hayattan başka bir şeye inanmadığıdır. (…) Ve hayatta kalmaktan başka ahlâki değeri olmayan bir toplum nedir?” sorusu ile Zizek’in yeni bir komünizmi icat etme umudu aynı gerçekliğin iki yorumu. “Gerçekçilik”, “gerçek olanın temsili değil, politik olarak mümkün olanın belirlenmesi” anlamına gelir. Bu açıdan iki kanattan hangisinin haklı çıkacağını mücadele belirleyecek.

 

---------------------------------------------------------------------------------------

[1] Bu ve benzeri haberleri her gün https://www.iklimhaber.org/ sitesinden takip edebilirsiniz.