Marmara'ya zehir akıyor!

-
Aa
+
a
a
a

Marmara’da bir çevre felaketi yaşanırken konuklarımız Defne Koryürek ve Dr. İzel Levi Çoşkun'un konu üzerine kıymetli çalışmalarını, sivil girişimlerini anlattı.

Ergene Nehri Derin Deniz Deşarj Projesi'yle ağır metaller içeren atık sular Marmara'ya karışıyor
AA
Dünya Mirası Adalar 30 Kasım 2021
 

Dünya Mirası Adalar 30 Kasım 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(30 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programında yayınlanmıştır.)

 

Derya Tolgay: Merhaba, Dünya Mirası Adalar programında birlikteyiz. Ben programcılardan Derya Tolgay. Birey olarak hayatlarımızı, sebatla çalışarak ve iyilikle değiştirebileceği gücünü bize gösteren kıymetli konuklarımız var bugün. İki kişiler ve her ikisinin de çabaları bireysel. Defne Koryürek ve Dr. İzel Levi Coşkun konuklarımız. Bugün onlarla Marmara’yı, Ergeneyi, müsilajı, özellikle Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş’yi konuşacağız. 

Istranca Dağları'ndan doğan 283 kilometre uzunluğundaki Ergene Nehri, Meriç Nehri ile birleşerek önceden Saroz Körfezi'ne dökülüyordu. Kuzey Ege’ye boşaltılan bu atıklar daha sonra yeni tesisin kurulması ile bildiğiniz gibi Marmara’ya akıtılmaya başlandı. Arıtılmış gibi olan  bu suyun, esasında arıtılmamış olan suyu Marmara’ya deşarj edildiği tarihte de muazzam bir müsilaj patlaması oldu. 2020’ye tarihleniyor. Bu bölgede, Ergene Havzası’nda 1,5 milyon insanın yaşıyor. Ergene Havzası’nda iki bin küsürden fazla organize sanayi bölgesi firmasının Marmara’ya akıttığı, adeta halının altına süpürülen tehlikeli ve zehirli atık sularının Marmara’yı öldüreceğini birçok kişi söyledi. Hepimiz, ama özellikle çoçukların türlü hastalıklara yakalanmasına, bizlerin erken ölümüne, biyoçeşitliliğin kaybına sebep olacağı uzun seneler önce bilim insanları tarafından anlatılmaya, raporlanmaya başlandı. Hazırlanan raporlar meclise gitti. Burada, belki de saymamız gerekir, Türkiye Barolar Birliği, Tekirdağ Barosu, Kırklareli Barosu, Türk Tabipleri Birliği ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Ergene Platformu, Trakya Platformu, Marem  bütün bu çalışmaları yaptı. Sahada incelemeler yaptılar ve 2014 senesinden de basın açıklamaları var. O gün de bugün olacakların hepsi tek tek anlatılmıştı. 

Bir parantez açacağım, Dünya Mirası Adalar’ın Facebook, Instagram, Twitter hesaplarından sevgili dostlarımızın verdiği linkleri paylaşıyor olacağız. Bunlara buradan ulaşabilirsiniz. 

2017’de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Tekirdağ Valiliğinin koordinatörlüğünde tüm uyarı ve raporlara rağmen Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş işlemlere başladı. Burada sözü Defne’ye bırakmak istiyorum. 

Öncelikle Defne Koryürek’le ilgili bilgileri vereyim. Türkiye'nin ilk Slow Food Uluslararası Konsey üyesi, Fikir Sahibi Damaklar'ın kurucusu, WWF mütevelli heyet konsey üyesi ama en çok Mutlu Köy Konukevi programı şu anda çok aktif ve Ayvalık İklim Atölyeleri'ni yürütüyor. Tek başına ordu desek yeridir.

Bu konu hakkında yoğun çabaların var, yakın zamanda yazdığın bir dilekçe var. Ben sözü sana bırakayım, bizi aydınlat.

"Ergene’nin suladığı topraklardan pirinç bile yiyor olmamızın sağlık açısından etkilerini kuşaklar boyu göreceğiz"

Defne Koryürek: Derya gayet güzel özetlediniz. Zaten yeni bir durum değil ama bu on yıla baktığımız zaman hikaye Tekirdağ Derin Deniz Deşarj A.Ş ile bir güzel fiyonklu hediye paketine dönüşüyor. Doğru, 2014 yılında rapor haline getirilen ve meclise de getirilen basın açıklamasının ötesinde Türkiye Barolar Birliği gibi memleketin hatrı sayılan büyük sivil kurumları ve arkasında Marem gibi bir araştırma ekibinin olduğu, arkasında 50 yıllık Marmara datasına sahip bir araştırma ekibinin olduğu, onun altında -evet, biliyorum devletin bizi  çok da ciddiye almadığını ancak- platformlar bağlamında son derece geniş sivil toplum kuruluşlarını bünyelerinde toplayan, onların sözünü iletmeyi sağlayan hem Tekirdağ platformu hem Ergene platformu, bunların da katılımıyla hazırlanan bir rapor var. O raporda bugün yaşadığımız her şeyin gelmekte olduğu çığlık çığlığa anlatılmış, datasıyla konulmuş, devam ettiği takdirde “böyle böyle” olacak diye altı çizilmiş. Bunun tabi bir katmanı daha var. Onu da hatırlatmak  istiyorum; hatırlayacaksınız, Bülent Şık dava konusu oldu çünkü haysiyetli bir bilim insanı olarak, parçası olduğu bir araştırmanın sonuçlarından, kamuyu tehdit eden sonuçlarından kamuoyunu bilgilendirmemeyi sindiremedi. Hatırlayacaksınız, 2011-2016 yılları arasında Sağlık Bakanlığının yürüttüğü bir araştırma var. Bu araştırmanın başlığı da “Kocaeli, Antalya, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin Sağlık Üzerindeki Etkilerin Değerlendirilmesi”. Bunun içinde Ergene’den özellikle bahsediyor. Dilovası ve Ergene bu raporda devasa bir yer kaplıyor. Çok iyi biliyoruz ki bırakın denize boşaltılmasını Ergene’nin suladığı topraklardan pirinç bile yiyor olmamızın sağlık açısından etkilerini kuşaklar boyu göreceğiz. O topraklarda yetişenlerin zehrinde göreceğiz. 

Şimdi durumu buraya bir koyalım. 2010 yılındaki rapor önemli. Çünkü bu rapor aslında muhalefetteki bütün partilerin -altı tane büyük parti sayıyoruz değil mi, bir ittifak kurarlar mı acaba, bu yönetime karşı bir ses olabilirler mi acaba diye- bu altı siyasi parti oylarımızla bir biçimde varlık gösterebilen, milletvekili sahibi olacak veya olmuş olan siyasal erk diyelim. Evet, çünkü siyaset bir erk, iddia meselesi. Hiçbir parti 2010 yılında “ya size kapı gibi dosya verimişiz, bakın şu araştırmalar var, bunun olacağını söylemişler, neden hiç bir şey yapmadınız? Bugün bunun olmasının karşısında İBB ile kol kola girip, yüzeysel bir temizlik yapıp, ondan sonra da ‘her şey bitti, her şey güllük gülistanlık’ diyorsunuz. Bu nasıl bir şey? Bu nasıl bir had bilmezlik, kimsiniz siz?” diye bu soruyu sormuyorlar. Ben şöyle pratik bir şey yaptım: Bu soruyu -evet, bir siyasi iddiası olan, varlığın soruyu sorması, bu şekilde olabilir, batandaş koltuğundan öyle soramıyorum- pratik bir şekilde “acaba” dedim, “Tekirdağ-Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş yönetim kurulunun başındaki, şimdi İstanbul valisi olan üst düzey memurumuz, bizim vergilerimizle, sadece maaşını vermediğimiz, emekliliğini de garanti ettiğimiz, dolayısıyla ailesini de desteklediğimiz bu  üst düzey memurun bir anonim şirketin yönetim kuruluna başkanlık etmesi, acaba var olan mevzuata uygun mudur” diye Cimer’e sordum. Tecrübem bana öyle diyor ki buna cevap almayışımın sebebi İçişleri Bakanlığında dilekçemle karşılaşan memurun “ya ben şimdi buna uygundur desem, hayır, mevzuatta böyle bir şey yok; hayır desem, o zaman buna mevzuatta bunun yasak olduğunu da yazan yok” demesi duruma bağlı. İktidardakinin durumuna bağlı. “Ne kendimi yakayım ne bu kadına cevap vermemiş olayım” demiş olabilir. Bu kadar da meçhul bir yerdeyiz. Vana, Ergene’nin Marmara’ya dökülmesinin son noktası. Vana bu anonim şirketinin elinde ve hala akıyor. 

"Müthiş bir eko-kırım söz konusu"

DT: Dilekçeyi vereli ne kadar oldu?

DK: Aylar oldu. 

DT: Cevap gelmeyeceği belli galiba…

DK: Evet.

DMA: Dilekçeye cevap verme zorunluluğu da var. Böyle bir dilekçenin numarası, kaydı falan var. 

DK: Biz bunu açıkçası becerebiliyor muyuz? Acaba hukuki yollarla sorabiliyor muyuz diye Cimeri başlattım. Çünkü günün sonunda Marmara, yok olan canlı varlığımızın sadece bir tanesi. Siz bunu Artvin’den, Antalya’ya, Menderes’ten, Gediz’den, Van Gölü’ne, bir sürü yere konuşabilirsiniz. Müthiş bir eko-kırım söz konusu. Bu eko-kırımın  çok iyi bir örneği buradaki tartışma olabilir. Yani insanın yarattığı bu rezalet milyarlarca küçük canlının kıyametine neden olur ve kendimizi odağa koyduğumuz için onu da ihmal etmeyelim. İnsanın çocuklarının kuşaklar boyunca çekeceği bir facianın da parçası olurken hukuk nasıl buna alet olmaz. Dengeyi, adaleti test etmekte. “Biz bunu konuşmak zorundayız” deyip İzel’le tartışmaya, konuşmaya, “acaba nereden işin ucundan tutabiliriz” demeye başladık. İşte o yüzden bu soru önemliydi. Yoksa ne önemi var. Müsilaj olmuş, besbelli bir rezalet var, bunun durdurulması gerekiyor. Aslında tek çözüm de bu. 

DT: O günden bugüne, İSKİ de dahil olmak üzere, hiç bir işlem yapılmadığını biliyoruz. 

DK: Yüzey temizlemekten, süpürmekten başka bir şey yapılmadı. 

DT: Ama onun yerine bir şey yapıldı: Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bütün Marmara’nın yetkisi verilerek, Marmara’ya kayyum atandı. 

DK: Sevgili Derya, kültür hangi bakanlığın altında? Yani burada bizi çok etkilemiyor. Günün sonunda ben bu bakanlıklar üzerinden konuşmak istemiyorum. Bizim hukuki olarak ya bir zafer ya bir mağlubiyet alarak buradaki meselede adaleti nasıl tesis edeceğimizi konuşmaya başlamamızın vakti geldi geçiyor. Artık “bu bakan gelince temizlenir”, “bu bakan gidince olur”, “yeni bir masa açalım”, “genel müdürlük olsa olur mu?” gibi bir şey değil. Bu cezalandırılabilir bir meseleye dönüşmek zorunda. 

DT: Biz de sivil olarak elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Şimdi Dr. İzel Levi Coşkun da bize neler yaptığını anlatacak. İzel’i biliyoruz, tanıyoruz. Her zaman elini taşın altına koyar. Evet, İzel “Ergene'nin zehirli suları Marmara'ya akmasın, vana kapatılsın, derin deşarj durdurulsun” Change.org kampanyasını başlattın. Epey uzun süredir kampanyayı güncelleyerek devam ettiriyorsun. Takip ediyoruz yakından. Şimdi seni tanıtayım: “Kurumsal Sürdürülebilirlik” konulu tezinle Marmara Üniversitesi Pazarlama Bölümü’nde doktor oldun. Marmara Üniversitesi’nde girişimcilik dersi vermektesin. İş insanı olarak Tüsiad ve birçok dernek, birçok sivil toplum kuruluşunda aktif rol almaktasın. Bize de desteğin var. Kendi mesleğin, muhasebe, denetim, vergi ve danışmanlık şirketin olan Mazars Denge'de CEO ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Elçisi olarak görevine devam etmektesin. Çok yakın bir zamanda yeni bir  kitabın da çıktı, tam da bu konularla ilgili. Lütfen bize kitabından da bahset. 

"Oturup kafamı duvara vurup 'aman tanrım, ne oldu' diyeceğime, bu bilgiyi herkesle paylaşayım dedim"

İzel Levi Coşkun: Kitabımda kısaca şunu demeye çalıştım; bizim maalesef, iş dünyası olarak, şu anda yaşadığımız krizde çok büyük etkimiz var ve bu etkinin temelinde de biraz önce Defne’nin bahsettiği gibi adalet ile ilgili bir problem var. Nedir bu? Biz hem iş dünyasında yaptığımız işlerde hem de kendi aramızda, hem topluma hem birbirimize karşı hem diğer şirketlere karşı maalesef adaletsiz bir biçimde davranıyoruz ve bu da bizi çok büyük bir krizin içine soktu. Ben iş dünyasında özellikle işe yeni girecek olan gençlere biraz ışık tutabilmek amacı ile gerçekten sürdürülebilirlik, “büyümek mi? Karşılığında gelişmek ya da kalkınmak mı?”, “para ile her şeyi ölçmek mi? Yoksa parametreleri kullanabiliyor olmak mı?”, “kâr optimizasyonu mu? yoksa parametreleri kullanmak mı?”, “rekabet mi? paydaşlık mı?” gibi kavramları anlatmaya çalıştım. Bunları örnekleri ile sunmaya çalıştım ve konumuz olan Marmara ile de ilgili küçük bir bölüm var bu kitabın içinde. Kısaca bu şekilde anlatabilirim. Süreklilik tarafına değil gerçekten sürdürülebilirlik tarafına samimiyetle yatırım yapmamız gerektiğini ve bu işin de şirketin içinde bulunan yöneticilerin sorumluluğunda olduğunu, herkesin bir an önce sürdürülebilir kalkınma amaçlarında, bahsi geçen 17. maddede olduğu gibi, işbirliği içinde aksiyona geçmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Kısaca böyle diyebilirim Derya. 

DT: Çok teşekkürler. İmza kampanyası ile ilgili çalışmaya neden gerek duydun ve bu süreçte neler yaptın?

İLC: Şimdi şöyle; Marmara Denizi ile ilgili aramda aşk gibi bir bağ olduğunu düşünüyorum. Bana sordukları zaman, ben her zaman Burgazlıyım, Adalıyım derim. Çünkü rüyalarımın geçtiği, kalbimin attığı yer orasıdır diye nitelendiririm. Marmara Denizi’nin, benim çocukluğumdan beridir yaşamakta olduğu süreci her yıl gözümle görerek içimde hissettim. Bire bir şahit oldum ve maalesef Bedrettin Dalan’nın döneminde başlayan bu derin deşarj hikayesi ile birlikte, işte toplu balık ölümlerinin olduğu, denizin renk değiştirdiği, elimizi denize soktuğumuz zaman elimizi göremediğimiz zamanlardan şu son zamanlara kadar olan süreci bire bir gördüm ve bu nokta da birden bire geçen sene kasım, aralık ayı gibi hafif hafif başlayan müsilajın nasıl patladığını gördüm. İçim böyle yandı ve anlamadım. Evet, denizde problemler vardı, derin deşarj problemdi, mercanlar sıkıntı yaşıyordu, balıklarda oksijen azalması vardı, ölüyorlardı, azalıyorlardı falan ama anormal bir şey oldu; birden bire bir şey oldu, değişti. Ne oldu? Bunları araştırırken birden bire gözümden kaçmış bir konuyu farkettim: Ergene! Ergene’de Şafak projesi ile birlikte, inşaat aşamasının son noktaya geldiğini, bir bölümünün Kasım 2020 ayı itibarı ile açıldığını ve Tekirdağ önlerinden 4,5 km bir boru ile bütün Ergene’deki organize sanayi bölgelerinden toplanmış olan atığın 46, 47 metre derinden denize bırakıldığını öğrendim. Öğrendiğim zaman tüylerim diken diken oldu. Ne yapacağımı şaşırdım ve şunu düşündüm: Sade bir vatandaş olarak ben bunu bilmiyorum. Benim gibi insanlar da bilmiyor. Ne yapabilirim? Oturup kafamı duvara vurup “aman tanrım ne oldu” diyeceğime, bu bilgiyi ben herkesle paylaşayım dedim. Hakikaten de söylediğim birçok insan bundan haberdar değildi. Senin de bahsettiğin gibi bu vana bir şirketin, Tekirdağ Derin Deniz Deşarj A.Ş diye bir şirketin elinde. Bu işin vanası olduğunu öğrendim. Bu doğrultuda bir kampanya başlattım. Yalnız bu kampanya sadece Ergene’de deniz deşarjının durması için istemiyorum; bu atık su kanunun bir şekilde değiştirilerek bu derin deşarjın önüne geçilmesini istiyorum. Asıl konu bu. Çünkü Marmara’nın birçok yerinde bu derin deşarjlar yapılıyor. Göllere derin deşarjlar yapılıyor. Bizim sürdürülebilirlik dediğimiz, gelecek kuşaklara karşı olan sorumluluğumuzda, ne yazık ki burada kitlenmiş oluyor. Biz o sorumluluğu yerine getirememiş oluyoruz. 

DT: Peki İzel, burada şöyle bir durum yok mu; bu su madem arıtılıyor, neden tekrar olduğu yerde kullanılmıyor da büyük bir maliyetle 50 km uzağa taşınarak Marmara’ya veriliyor? Yani o zaman arıtılmıyor mu? 

"Bu bir çevre felaketi ve bu çevre felaketi müsilajla birlikte gözle görülür hale geldi"

İLC: Maalesef bu şirketin kuruluş ana sözleşmesine baktığımız zaman orada ilginç bir madde var. Diyor ki -Amaç ve konu başlıklı 3. maddesinde- “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan mevzuat değişiklikleri doğrultusunda arıtılmış suyun renkisizleştirme parametrelerini sağlamanın arıtma maliyetini iki katına çıkaracağı hesaplandığından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı önerisi ile arıtılma, endüstriyel atık suların arıtılmış suların renksizleştirme ve iletkenlik parametresi uygulanmaksızın Marmara Denizi’ne deşarjını gerçekleştirilmesi şirketin temel aracıdır” diyor. Yani diyor ki; bunun maliyeti daha yüksek, dolayısıyla biz bunu bu şekilde arıtacağız. Kitapta da bunu anlatmaya çalışıyorum. Bunları yapıyoruz ama maliyetini topluma ve çevreye yüklüyoruz. Bunu yapmaya hakkımız yok! Konu bu. Burada da maalesef Marmara’ya, halının altına süpürürüz. Buna müsilaj deniyor. Bu bir müsilaj değil. Bu bir çevre felaketi ve bu çevre felaketi müsilajla birlikte gözle görülür bir hale geldi. Eğer olmasaydı belki bunlar yine konuşulmayacaktı. Fakat gözümüzün önüne gelmiş hali, sebebi ne yazık ki elde edilecek olan gelirin veyahut maliyet düşüklüğünün doğadan daha önmeli olduğu varsayımıdır. Bu yanlış bir varsayımdır. 

DT: Önder Algedik “Kirliliğe dair mevzuatı uygulamayan devletin suistimalinin şirketleşmiş hali” diyor ve Bakan Varank, Ergene Nehri’ne akıtılan pisliğin derin deniz deşarjı ile nasıl Marmara’ya akıtılacağını anlatırken ‘Çevre yıkımı projesi’ değil “çevre projesi” olarak anlatıyor. Defne senin dediğin gibi, Önder bu araştırmayı yaparken yönetim kurulu başkanı ve şirketin kurucusu olarak İstanbul valisi olduğunu filan söylüyor ve bunlara ait bir web sayfası yok. Ticaret sicil gazetesinde de bilgisini bulamadım diyor. Sen buralarda herhangi bir bilgiye ulaşabildin mi?

DK: Evet, evet bulundu. Onları bulmak o kadar zor olmadı. Ben uzman olmadığım için bulması kolay değildi. Ancak İzmirli avukat dostlarım, Doğa Derneğinin de pek çok ekoloji davası ile ilgili sahada olan, bugünkü hukuk sistemimizi, ekolojik problemlerle dengede bir adalet arayışında tecrübeleri olan Özlem ve Cem Altıparmak aracılığıyla buldum. Buluyorsun ama bunların faydası yok, çünkü günün sonunda online’da şeffaf bir varlığı yok bu şirketin. Yani bugün herhangi aldığınız bir deterjanın, kurabiyenin her şeyin öyle ya da böyle üreticisinin bir web sayfasını buluyorsunuz. Hiçbir şey olmasa telefon edip soru sorabileceğiniz bir iletişim numarasını bulabiliyorsunuz. İnfo adresi buluyorsunuz, e-mail atabiliyorsunuz. Bunun yok! İşin bu tarafı zaten çok karanlık. Hiç şeffaflık yok. Ama asıl başka bir şey, az önce konuşurken “niçin Ergene, Saroz’a değil de Marmara’ya boşaltılır hale geldi?”sorusunda, esas burada önemli bir şey var. Saroz paylaştığımız bir deniz. Kiminle paylaşıyoruz? Yunanistan. 

"Kendi iç denizimize akan simsiyah bu su, sahipsizliğimizin işaretidir"

DT: Uluslararası, orada sorumluluklarımız var. 

DK: Evet, orada bizi cezalandırabilir, nokta! Ama Marmara’da yasa cezalandırmayacak. Şimdi bu açıktan yararlananlar genellikle kötü, af buyurun, eşkiya kılıklı, büyük para kazanma niyetli iş insanlarıydı. Bizim seyrettiğimiz filmlerde karanlık, karanlık olanlar onlar değil mi? Bunu bugün devlet yapıyor. Ne uğruna bilmiyoruz. Niçin Ergeneye boşaltılan o pis suları biz pirincimizde yemek zorundayız? Neden Marmara üzerinde, içinde görmek zorundayız? Biz kimin için heba ediliyoruz? Bu yaşamlar ne için yok ediliyor? Bunun cezasını verebilecek hiç bir merci yok mu? Esas konumuz burdur. Türkiye’nin hukuk sisteminde bunu konuşacak hukukçulara ihtiyacımız var. Ben bu soruyu bütün büyük hukuk fakültelerine Twitter’dan sordum. Her birinin dekan, dekan yardımcısına sordum. Bırakın, hukuk kulüplerine sordum. Sosyal medyalarını kullanmıyorlarsa açmasınlar hesaplarını. Sadece bir üniversitenin hukuk dekan yardımcılarından bir kadın “like” etti. Nokta! Şimdi bu karanlığın ötesinde bir şey. İnternet sitesini bulamamanın çok ötesinde bir problemden bahsediyorum. Gerek muhalefet olarak, gerek hukukçularımız, -adalet sisteminin bekçileri- hukuk yapan insanlarımız olarak biz bu idareye mecbur kaldıysak bu memleket sahipsiz kaldığı içindir. Bu sahipsizliğimizin fotoğrafıdır. Uluslararası sulardan kendi iç denizimize akan leş gibi simsiyah bu su, sahipsizliğimizin işaretidir. Bizi sahipsiz buldular. 

DT: İzel eklemek istediklerin var mı?

İLÇ: Durum maalesef böyle. Biraz önce de belirttiğim gibi bizim inandığımız adalet duygusunu, konuya ilişkin olarak umudumuzu kaybetmeden tutabildiğimiz yerlerden tutarak hep birlikte aksiyona geçip bazı şeyleri durdurmanın yolunu, iyiye dönüştürmenin yolunu bulmalıyız diyorum. 

DT: Çok teşekkür ederim. Buradan çıkan ortak görüş “Adalet” değil mi?

DK ve İLC: Evet, kesinlikle!

DT: Kıymetli vaktinizi ayırdınız, çok teşekkür ediyorum sizlere. Sevgili dinleyicilerimiz bugün konuklarımız Defne Koryürek ve İzel Levi Coşkun’du. Bizleri dinlediğiniz için teşekkür ederiz. Adalar hepimizin!