Hatay’da dayanışmanın mutfağı

-
Aa
+
a
a
a

Dayanışma Kuşağı programının ilk bölümünde konuğumuz Burak Soykan'la deprem bölgesinde kurdukları mutfağı, dayanışma tecrübesini ve bölgeden gözlemlerini konuşuyoruz.

Dayanışma
Hatay’da dayanışmanın mutfağı
 

Hatay’da dayanışmanın mutfağı

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Aylin Örnek: Dayanışma Kuşağı programındayız. Ben Aylin Örnek. Bugün Burak Soykan'la birlikteyiz. Kendisinin deprem bölgesinde yaşadığı dayanışma pratiğini deneyimlerini ve verdiği katkıyı konuşacağız. Hoş geldin Burak. 

Burak Soykan: Merhaba Aylin. 

A.Ö.: Seni çok kısa tanıtmak istiyorum. Burak, Çanakkale bölgesinde yaşıyor. Topraktan sofraya ekmek üreterek geçimini sağlayan biri. Burak 6 Şubat depremi sonrasında neler yaptığını konuşabilir miyiz? Özellikle Hatay bölgesinde ciddi bir destek verdin. Nasıl karar verdin gitmeye? Hikâyeyi kısaca senden dinleyebilir miyiz?

B.S.: Depremin ardından sanıyorum üç, dört gün geçmişti. Biz Çanakkale Gökçeada'dayız. Burada bir arkadaş grubumuz var. Aramızda “Ne yapsak, o tarafa mı gitsek? Sanki pek yardım da gitmiyor” dedik ve aynı gün hareket kararını verdik. Depremin yedinci gününde oradaydık. Hatay'da nereye gideceğimizi de bilmiyorduk. Ama süreç bizi Hatay'ın Defne bölgesinde Gümüşgöze Mahallesi'nde bir mutfak içine sürükledi.

A.Ö.: Peki ondan önce bir hazırlık yaptınız mı? Yani çıkışınız nasıl oldu? 

B.S.: Oturup konuştuk. “Gelmeyin, yollar kapalı” veya “Asker izin vermiyor, polis izin vermiyor, geçirmiyor” gibi haberler de geliyordu bir yandan. Bayağı kaotikti ilk günler. Şöyle bir karar verdik: İki araçla dört kişi çıkalım. Araçlarımız büyük araçlar olsun. Dört çeker ve pikap iki araç seçtik. Alabildiğince mazot, ocaklar, kazanlar, gıda, biraz ilk yardım malzemesi, biraz kılık kıyafet doldurduk. Dedik ki, en kötü bir yerde dururuz, kazanları kurar ve çorba kaynatırız. İnsanların boğazından sıcak bir şey geçer. İlk günler çok soğuktu da çünkü. Daha sonra biraz daha yumuşadı hava. Böyle bir karar verdik. Bunu da çevremizdeki insanlarla paylaşınca tahminimizin çok üzerinde bağış olarak; hem ayni destek olarak, hem gönüllü olarak, gelmek isteyen olarak. İki gün hazırlık sürdü, bir günde oraya varmamız sürdü. Yedinci günde artık orada kurulmuş bir mutfaktık. 

A.Ö.: Peki yer seçimini nasıl yapabildiniz? 

B.S.: Ben sosyal medyadan takip ediyordum. İstanbul'dan tanıdığım bir arkadaşım orada, İskenderun'daki Ortodoks kilisesinde kurulan bahçenin içinden bildirimlerde bulunuyordu. İlk hedef olarak orayı belirledik. İskenderun'a gidelim dedik. İnsanlar orada bir koordinasyon da kurmuştu zaten. Bir gidelim, oradaki ihtiyaca bakalım, eğer ocak, kazan ihtiyaçları varsa oraya indiririz, biz lojistik destek veririz araçlarımızla diye düşündük. Mazotumuz da vardı çünkü yanımızda. Fakat oraya gittiğimizde, ocağı kazana çok gerek yok, bizim burada her şey var, atacaksanız lojistik destek atabilirsiniz, sağa sola yardım gerekiyor dediklerinde biz bu kadar kazan taşıdık, ocak taşıdık, bunlar âtıl duruma düşmesin deyip onu tercih etmedik. Onlara bizi bir yere yönlendirin diye bir ricada bulunduk. Oradaki bir arkadaş bize Defne tarafında bir yer olduğunu, bir aile olduğunu, bölgede tanınan bir kişi olduğunu ve bizi yönlendirebileceğini, yol gösterebileceğini söyledi. O beyefendiyle konuştuk, Fikret Bey ismi. Fikret Bey de o bölgenin bilinen bir simasıymış. Eski Hatay Cumhuriyeti döneminden mebus bir akrabası var hatta. Onun vesilesiyle bulduk. Biz onun yanına gittik. O bize dedi ki ben size yerler göstereyim, ama en güzel yer burası olur dedi. Büyükşehir yasasıyla mahalleye dönüşmüş ama aslında bir köy olan Gümüşgöze'nin eski meydanını, bir tarafında bir yatır olan, bir tarafında aile sağlığı merkezi olan küçük bir meydanı gösterdiler bize. Bölgede de herhangi bir koordinasyon, herhangi bir mutfak, herhangi bir yardım noktasının kurulmamış olduğunu, gelen bir yardım olmadığını, yemeğe çok ihtiyaç olduğunu söylediler. “Tamam, burası olsun o zaman” dedik ve aynı gün oraya mutfağımızı kurduk.

DK

"Arabayı indirip hemen bir çorba kaynatmaya başladık"

A.Ö.: Nasıl oldu süreç? Yani sizin ekipmanınız vardı ve size bir yer gösterildi. Ve direkt kurdunuz mutfağı. 

B.S.: Evet yani biz zaten yanımızda direkt çorba çıkarmaya hazır bir ekipmanla gitmiştik. En son bölgeye girmeden Adana'da da büyük bir süpermarkette durup bayağı bir ürün almıştık. Bize yeri gösterdiklerinde hemen arabayı indirmeye başladık. Ve hemen bir çorba kaynatmaya başladık. İlk etapta tamamen kendi imkânlarımızla başladık. Daha sonra hem bireysel olarak hem kurumsal olarak destekler almaya başladık. Hatta bizim mutfağın varlığını birinci haftanın sonunda bayağı bir kurum öğrenmeye başladı. Geçerken “Siz kimsiniz? Hangi kurumdansınız? Ne yapıyorsunuz burada?” diye soruyorlardı. Belediyeler geldi. Hem bulunduğumuz bölgenin belediyesi hem o bölgede olan Mersin Büyükşehir Belediyesi hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi vardı. İkisi de geldi durdu yanımızda. Daha sonra World Center Kitchen geldi. Onlar hâlâ çok ciddi bir destek sağlıyorlar. Yani bizim yaptığımız yemek kadar onlar da yemek getiriyorlar dağıtalım diye. Aşağı yukarı şu anda mutfağın otuz beşinci günü. 13 Mart'ta ilk yemeğimizi çıkarmıştık. Her gün ortalama aşağı yukarı bin porsiyon kadar yemek dağıtılıyor. Bunların herhalde yüzde 60’ı bizim pişirdiklerimizdir. Yüzde 40’ı da hem Mersin Belediyesi’nin hem World Center Kitchen'ın bize hazır olarak getirip dağıtmamız için bıraktığı yemeklerdir. 

A.Ö.: Peki Burak ilk gün itibarıyla bin porsiyon yemek çıkartabildiniz mi yoksa zaman içinde gelişen bir sayı mı oldu? 

B.S.: Ben de onu açıklayacaktım şimdi. İlk gün sadece çorbayla, yüz litre çorba kaynatarak başladık. İkinci gün itibariyle çorbanın yanına yemek de koymaya başladık. Ağırlıklı olarak bir protein, bir karbonhidrat yemeği, bir çorba şeklinde başladık. Daha sonra, tabii çok uzun süre insanlar bisküviyle, kekle hazır paketli gıdayla beslenmek durumunda kaldıkları için protein eklemek istedik diyetlerinin içine. Elektrik yok bölgede, Adana'ya iki üç sefer gidip et aldık. Bulunduğumuz mahalle bir Nusayri Mahallesi olduğu için bizi uyardılar. Nusayriler dişi büyükbaş ve küçükbaş eti yemiyorlar. O yüzden tavuk ağırlıklı yemek çıkardık. Genellikle tavuk yemeğinin yanına, bulgur pilavı veya pirinç pilavı gibi gittik.

Tabii zamanla, artık mahalleli bizi tanımaya başladıkça, etkileşim artmaya başladıkça mahalleden gönüllüler, gençler katılmaya başladı aramıza. Mesela ilk günler geceleri bildiğiniz nöbet tuttular. Çünkü bizim kaldığımız yerle mutfağın arasında biraz mesafe vardı. Ve mutfak açık bir mutfaktı. Ne üstü kapalıydı ne yanları kapalıydı. Zamanla gelişti, bir çadıra dönüştü ama ilk günlerde bütün ocağımız, tezgahımız, kapımız, kaçağımız, erzağımız her şey açıktaydı. Gece elektrik yoktu. Geceleri mahalleli tezgahın, ocakların, mutfağın başında bir şey gelmesin diye nöbet tuttu. 

A.Ö.: Peki lafını böleceğim ama siz konaklamayı nasıl hallettiniz orada? 

B.S.: İlk başta bahsettiğim, bizi yönlendirdikleri Fikret Bey o bölgede hemen Defne'nin Harbiye'nin çıkışında ipek böcekçiliği işi yapan bir aile. Onların arazileri içinde mağaza olarak kullandıkları bir yer vardı. Çelik konstrüksiyon, tek tatlı. Depremde hiçbir zarar görmemiş. Sağ olsunlar bize hem erzaklarımızı koymak için hem geceleri konaklamamız için orayı gösterdiler. Gelin burada yatın, açıkta dışarıda kalmayın dediler. O yüzden konaklama kısmında çok şanslı ve rahattık aslında. 

A.Ö.: Peki bir şey soracağım. Tabii ki malzemeyle gittiniz, bir kaynakla gittiniz. Ama tabii o tükeniyor. İşin bir de maddi boyutu var. Bunun sürekliliğini nasıl sağladınız bugüne kadar? Ve bundan sonra nasıl sağlayacaksınız? 

B.S.: Biraz detaylı bir cevap vermek istiyorum. Sadece bir mutfak da değil, biz oraya bir çay ocağı da koyduktan sonra orası bir sosyal alana dönüştü. Yani, işte reçetesi olup ilacını alamayan da bize geldi. İlginç bir şekilde bir güven kurdular, bizi tanımayan insanlar getirip bankamatik kartlarını, şifrelerini verip “Adana’ya, İskenderun’a gidiyorsanız benim hesabımdan para çeker misiniz?” gibi isteklerde de bulundular. Bunlar dışında da sadece sohbet etmeye gelen veya yaşlısı hastası olan, özel bir ihtiyacı olan herkes oraya gelmeye başladı. Bir yandan iç çamaşırı, hijyenle ilgili sorunlar arttıkça iç çamaşırı ihtiyacı, hijyen malzemesi ihtiyacı artmaya başladı. Elektrik olmadığı gibi su da yoktu. Biz oraya giderken kendi kapalı arkadaş gruplarımız içinde bir çağrı yapmıştık; biz böyle bir yolculuğa çıkıyoruz, bir kurum veya STK da değiliz ama yani nakdi desteğe ihtiyacımız olacak, destek olabilecek olan varsa bizimle iletişim kurun diye. Tahminimizin çok üzerinde bir destek aldık, hâlâ devam ediyor. Bütün operasyonlar hala bu desteklerle dönüyor zaten. Fakat şöyle bir gerçeklik de var ki, ilk on gün, on beş gün maddi anlamda çok ciddi bir yük oldu. Sonrasında, tamamen gönüllülükle, gelen her şey ücretsiz bir şekilde gelmeye başladı. Erzağa mesela çok uzun zamandır bir para ödemiyoruz. Bütün herkes erzak vermeye çalışıyor. Şu anda harcadığımız aslında yerelde yerel üreticilere birazcık destek olmak adına harcadığımız paralar. Onun dışında bir de yemekleri porsiyonlayarak dağıttığımız için kap kacak için ödeme yapıyoruz. İnsanlar ya evleri yıkılmış olduğu ya da hala evlerine giremedikleri için yemek kaplarına en temel harcamayı yapıyoruz. Önümüzdeki dönemi de düşünüyoruz. Şimdi sıcak yemek operasyonları yavaş yavaş bitiyor. Çok net bir bilgiye hakim olmasak da küçük mutfaklar özellikle yavaş yavaş kapanıyorlar. İş daha çok erzak dağıtımına dönüyor. Wall Center Kitchen da benzer bir uyarıda bulundu bize. Ne kadar devam edeceğini bilmiyoruz, ama çok uzun sürmeyecek gibi görünüyor dediler. 

dk2

"Devam edebildiğimiz kadar devam etmek istiyoruz"

A.Ö.: Merkezileşecek mi, yoksa başka bir yöntem mi bulunacak? 

B.S.: Şu anda bu çok net bir bilgi değil ama bize gelen bilgi bir yıl, iki yıl süreli hizmet verecek çok daha büyük mutfaklar kurulacağı ve buralar üzerinden dağıtım yapılacağı yönünde. Biz aslında devam edebildiğimiz kadar devam etmek istiyoruz. Fakat şöyle bir sorunla karşı karşıyayız, gönüllü havuzumuz tükendi. Biz ilk dört kişi gittik. Şu anda toplam yirmi yedi kişi oldu gidip oraya destek veren, mutfağa destek veren kişi sayısı. Bu hep aynı çember içinden, aynı tanıdıklar üzerinden gelen insanlar. 

A.Ö.: Bir rotasyonla mı devam ediyorsunuz yoksa o yirmi yedi kişi sürekli orada mı? Ve hepsi tanıdığınız arkadaşlarınız mı? Yoksa sizi tanımadan gönüllü olan insanlar da var mı orada? 

B.S.: Hepsi tanıdığımız arkadaşlarımız. Benim arkadaşım değilse diğer arkadaşımın arkadaşı. Ama herkes birbirini tanıyor veya dolaylı yoldan tanıyor. Şu anda bu noktada bir kısır döngüye girdik. Hatta önümüzdeki hafta muhtemel ilk giden ekipten bir arkadaşımız daha fazla gönüllü bulamadığımız için tekrar geri dönecek. Biz de bir yandan acaba bu mutfağa sonlandırmanın yavaş yavaş vakti geliyor mu diye düşünüyoruz. Bir hedef koymadık önümüze ama gönüllü bulamamak en temel problemimiz. Gündem çok hızlı değişti. Maalesef ilk başlarda istemeden de olsa gönüllü gelmek isteyenleri şu anda dolu, yeteri kadar insan var diyerek reddetmek zorunda kalmıştık. 

A.Ö.: İlk günler daha yoğun bir talep vardı anladığım kadarıyla. Her konuda öyle. Sonra azalıyor. Bu konuda bir buradan da bir duyuru yapalım. Gönüllü olarak gitmek isteyen varsa bizim aracılığımızla Burak'la iletişime geçebilirler. Ben şeyi merak ettim, sen dedin ki erzak tedariki konusunda yereldeki üreticilerle de işbirliğine giriyoruz. Yanlış anlamadım değil mi? Sadece süpermarketler, bakkallar değil, çiftçiler, hayvancılarla da iletişim halinde olabildiniz mi? Yoksa sadece marketten alışveriş yapmakla mı yürüdü bu iş?

B.S.: İlk ilk etaplarda, depremin ilk günlerinde evet. Yani yereldeki insanlar da ilk başta büyük bir şok içinde oldukları için. Önce sadece marketler, Adana'da ne bulabildiysek veya alternatif olarak İskenderun'da az önce bahsettiğim kilisenin bahçesindeki ekibe mesela, onlara ciddi bir erzak tedariki geliyordu. Biz kalkıyorduk Defne'den, gidiyorduk ve oradan erzak alıp dönüyorduk. Fakat zaman geçtikçe, biraz da insanlar o ilk şoku atlatmaya başladıkça..

Şu anda mesela yerelden zeytinyağı alıyoruz. Mahallede sürüsü olan genç bir çoban arkadaş var Ali, ondan günlük süt alıyoruz. Çökelek alıyoruz, peynir alıyoruz. Mahallede şu anda dört tane tandır var, sanıyorum bu hafta itibarıyla yedi olacak. Bölgede tandır ekmeği çok seviliyor. Bu ailelere, bahçelerinde tandır olan ailelerle anlaştık, onlara un sağlıyoruz. Bize tandır ekmeği yapıyorlar. Kendi ihtiyaçları kadar alıyorlar. Kalan ekmekleri dağıtımda kullanıyoruz. Çünkü ekmek çok büyük bir problem. Ya bayat ekmekler geliyor, poşetler içinde, çok fazla atık çıkıyor. Ekmekler taze olmuyor. Başından beri çok zorlandığımız bir konuydu ekmek. Üçüncü hafta itibariyle artık mahallenin kendi içinde ekmek üretmeye başladık. Ve insanların sevdiği tarzda bir ekmeği dağıtıyoruz. Böyle yerel işbirlikleri kurmuş durumdayız. Hatta bunları da devam ettirmeyi arzuluyoruz. 

A.Ö.: Peki bir planınız var mı, şu tarihe kadar orada olacağız diye? Biraz önce bir bahsettin aslında ama şu tarihten sonra ne yapacağız gibi bir öyle bir planınız var mı? 

B.S.: Çok kaba bir planımız var. Şu anda zaten nisan ayının onuna kadar orada çalışacak ekipler aşağı yukarı belli. 

A.Ö.: Ondan sonrası için ne düşünüyorsunuz? 

B.S.: Ondan sonrası için hala karar vermiş değiliz. Mutfağı sonlandırıp başka şekillerde katkılar koymaya mı başlasak? gibi de düşünüyoruz. Çünkü bir yandan afet konusunda bizden daha tecrübeli insanlar bu sıcak üretim yapılan mutfakların da bir noktada sonlandırılıp yavaş yavaş artık bunun erzak dağıtımına dönmesi gerektiği konusunda, bunun bir psikolojik boyutunun da olduğu konusunda tavsiyelerde de bulundular. Tabii bunun koordinasyonunu yapmak, sürdürmek de çok kolay değil yani bir yandan. Yorucu bir süreç. Yani iki ay sonunda çok kesin olmamakla beraber mutfağa sonlandıracağız diye tahmin ediyoruz, şu anda oraya doğru gidiyor. Fakat tabii bu mutfağı sonlandırmak demek, oradaki varlığımızı sonlandırmak anlamına gelmiyor. Çok güzel dostluklar, arkadaşlıklar da kurduk, sürdürmek istediğimiz.Desteği farklı bir boyuta taşımayı düşünüyoruz diyebilirim.

dk3

"Dayanışma, bütün o olumsuz tabloya rağmen bizi orada ayakta tutan şey oldu"

A.Ö.: Burak, bir kere zaten önce yüreğinize sonra da emeğinize sağlık. Çok büyük bir iş yaptığınız. Kendi adıma da teşekkür ediyorum. Şunu sormak istiyorum, o dayanışma hali ne hissettirdi? Yani oraya gittiğinde ne hissettin? Duygusal anlamda, o dayanışmanın içinde olmak ne hissettirdi sana? Biraz bize bununla ilgili bir şeyler söyleyebilir misin? 

B.S.: İşin duygusal boyutu çok zor. Şöyle diyeyim; ben açıkçası daha önce hiç bu kadar büyük bir felaket, böyle bir yıkım görmemiştim. ‘99 Adapazarı Gölcük depremini de görmüştüm ama bunun boyutları çok daha farklı, çok daha geniş bir alan. Çok daha fazla yıkım var. O yüzden ilk etapta kendimi yok saydım diyebilirim. Yani orada bulunduğum süre boyunca sadece bir şeyler yapmaya odaklandım. Hatta geri dönerken kafamda ben en kısa zamanda tekrar buraya geri geleceğim diye ayrıldım. Fakat gidemedim. Geri döndükten sonra beni ne kadar etkilediğini fark ettim. Dayanışma, bütün o olumsuz tabloya rağmen bizi orada ayakta tutan şey zaten, var gücümüzle çalışmamızı sağlayan şey oydu. Yani karşınızda evi yıkılmış, evine giremeyen, çadır bulamayan, zor durumda insanlar var. Tek yapabildiğiniz şey orada bir bir öğün yemek çıkartıp onlara verebilmek, onlarla paylaşabilmek ve onlarla sohbet etmek, biraz dertlerini dinlemek. Yani içindeyken çok hissedemiyorsunuz ama sonrasında, özellikle biz Defne merkezli ikinci, üçüncü depremi, altı nokta dörtlük depreme de Defne'de yakalandık, ben açıkçası hala tam olarak kendime gelebilmiş değilim. Fakat kocaman bir dayanışmaya dönüşmesi, şu anda yirmi yedi kişi dedim size, bu yirmi yedi kişiden benim şahsen tanıdığım en fazla yedi sekizdir, geri kalanlarını bilmem kimin arkadaşı, onun arkadaşı diye biliyorum, ama hiç tanışmadığım insanlarla şu anda telefonda iletişim halindeyim, konuşuyorum. Tabii burada sadece gönüllü olarak gelenlerin dayanışması değil, bize çiftliğini açan, alanını açan özellikle Emel ve Fikret Duman çifti, yani sanki onlar da depremzede değiller de gönüllülermiş gibi biz ne yapıyorsak bizden fazlasını yaparak müthiş bir katkı sundular. Hem bütün bölgeye hem mahalleye hem çevrelerine olumlu anlamda enerjileriyle, motivasyonlarıyla, çabalarıyla bu dayanışma bu kadar büyüyebildiyse, bu ailenin aslında bize konaklama konusunda bu kadar imkan sağlaması da buna çok vesile oldu. O yüzden onu belirtmeden geçmek istemedim. 

A.Ö.: Yani hem dışarıdan gelen dayanışma, ama oradaki yerelle de iletişimiyle daha da güçlenen bir dayanışmadan bahsediyorsun. 

B.S.: Kesinlikle.

A.Ö.: Burak zamanımız çok kısaldı maalesef. O yüzden burada bitirmek zorundayım ama programa katıldığın için çok çok teşekkür ediyorum sana. Ve bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Herhangi bir desteğe ihtiyacınız olursa burada olduğumuzu bilin. Dayanışma Kuşağı programına katıldığın için teşekkürler.