İki ünlü zehir: Baldıran otu ve belladonna

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

Tekinsiz bir bahçede dolaşıp, adını hep duyduğumuz iki “kötücül” bitkiyi, iki ünlü zehri konuşuyoruz:  Biri ölüme mahkum edilen Sokrates’in, bile bile zehrini içtiği baldıran otu, diğeriyse Romeo ve Jülyet’in trajik sonunu getiren belladonna.

Baldıran otu ve belladonna
 

Baldıran otu ve belladonna

podcast servisi: iTunes / RSS

“Kötücül” diyorum ama bu sadece insanların yüklediği bir anlam. Doğada yanlış ya da doğru, iyi ya da kötü diye bir şey yok; sadece sebepler ve sonuçlar var. Yani doğanın kanunları “gerçekler” üzerine kurulu. Eminim benim gibi düşünüyorsunuz- dünya üzerindeki her canlı ve her bitki bütünsel varlığımız için değerli…  

Zaman zaman burada anlattığım kimi öykülerde de değiniyorum, doğa öyle muhteşem ki bitkilerin hayatta kalmak için bulduğu yolların çeşitliliği karşısında büyülenmemek elde değil. Türlerini devam ettirmek ve çoğalmak için mümkün olan her şeyi yapıyorlar. Yer değiştirme konusunda özellikle dezavantajlı olan bitkilerin, sabit organizmalarını hayatta tutmak için geliştirdiği biyokimyaları gerçekten çok şaşırtıcı. Karmaşık bitkiler ortaya çıktıkça, sayısız teknikler de geliştirmişler; bazıları çiçekleriyle, tatlı nektarlarıyla tohum ya da polen taşıyıcılarını baştan çıkarırken, bazıları da toksinleri ve tuzakları seçmiş. Doğal seçilim süreci boyunca kendilerini otçullardan korumak için kimyasal bileşik üretme araçlarını geliştirmişler. Tabii bu zehirli bileşiklerin birçoğunun önemli tıbbi faydaları da var…  Savunma sağlayan bileşiklerin kimyasal yapıları ve toksisite mekanizmaları Theophrastus’un, Dioskorides’in antik metinlerinden bugüne, modern botaniğin aktif araştırma alanlarından biri. 

Bitkilerin tırnak içinde bu “karanlık yönleri”  elbette insanlığın kültürel kodlarına da işlenmiş, -benim bu programda da hep yaptığım gibi- bu girift bağlantılarla birlikte anlamlandırmaya çalışıyoruz hep. 

“Kötücül” bitkileri eğlenceli bir dille anlatan iki kitap var size önermek istediğim, benim de keyifle okuduğum kaynaklar bunlar. A’dan Z’ye bir rehber formatında yazılmış kitapları, e-kitap olarak da satın alabiliyorsunuz.

Biri Michael Largo’nun yazdığı, The Big, Bad Book of Botany/ The World’s Most Fascinating Flora, botanik tuhaflıklara dair alfabetik bir rehber. Yazar, "geçmişin büyüleyici folklorik belleği, bitkilerin yaşam döngüleri, yetiştirme metotları ve insanlığa olan faydalarını" hoş bir anlatımla bir araya getirmeyi başarmış.  MÖ 1500'lerin başlarında Mısırlıların tenya tedavisi için son çare olarak kullandığı; halüsinojenik ve sözde afrodizyak özellikleriyle Van Gogh gibi sanatçıların en sevdiği içecek olan Absent ile başlıyor kitap.  Bol şifalı, iyileştirici özellikleriyle bidiğimiz aloe veranın tıbbi kullanımını anlatırken de  ta M.Ö.2000 yılında yazılmış bir Mısır papirüsüne kadar uzanıyor. Bir Amerikan kır çiçeği olan black-eyed Susan, yani karagözlü Suzan sarmaşığını,  bazı Yerli Amerikalıların kulak ağrılarını tedavi etmek için nasıl kullandığını anlatmış.  Çinlilerin 12.000 yıl önce kenevir yetiştirdiğine dair arkeolojik kanıtları okurken, sıkıcıymış gibi görünen havucun bile büyüleyici bir tarihe sahip olduğunu ortaya koymuş. Hıyarcıklı vebayı savuşturduğu düşünülen "vampir katili" sarımsağı da eğlenceli bir dille anlatmış. Antik metinlere de bolca başvurarak, onun deyimiyle “engin bitki krallığının birçok harikasını” huşu ve saygıyla selamlıyor.

Diğer kitap da Amy Stewart’ın yazdığı Wicked Plants, bunu da e-kitap olarak satın alabiliyorsunuz.  Kitapta yazar, zehirli hançerler için kullanılan bir ağaçtan; kalbi durduran parlak kırmızı bir tohumdan; felce neden olan bir çalıdan; boğan bir asmadan; ve savaşı tetikleyen bir yapraktan; tekinsiz bahçenin tırnak içinde “kötücül” bitkilerinden bahsetmiş. A’dan Z'ye öldüren, sakat bırakan, sarhoş eden ve başka şekilde rahatsız eden iki yüzden fazla bitkinin bilim ve efsaneye dayanan kan dondurucu hikayelerine, gotik resimleri andıran siyah beyaz botanik portreleri de eşlik ediyor. Bitkilerin bilmediğimiz yönleriyle ilgili aydınlatıcı olduğu kadar eğlenceli de… 

Evet, gelelim bitkilerimize…  

Baldıran otu, Sokrates’in ölümüne sebep olmasıyla ünlü, dünyanın en zehirli bitkilerinden biri… Filozof, demokratik ilkelere olan inancına dair konuşmaları nedeniyle ölüme mahkum edilmiş; hayatı karşılığında herkesin önünde bu tırnak içinde “zehirli” fikirlerini reddetmesi istenmişti. Sokrates elbette daha onurlu bir yol olan ölümü seçer, saygı duyulan bir beyefendi olduğu için de mahkeme, ona ölüm cezasının infaz edilmesini istediği yolu seçme hakkı verir. 

Sokrates’in seçimi baldıran zehiridir -çoğu kaynak, baldıran otunu suyla karıştırarak veya çay olarak içtiğini söylüyor. “Ruhun ölümsüzlüğü” düşüncesini ele aldığı Phaedion adlı  eserinde Platon, bu sahneyi ayrıntılarıyla anlatmış.  Sokrates'in önce uzuvlarında bir uyuşma hissettiğini, ardından bu hissin tüm vücudunu ele geçirdiğini yazmış. Sokrates, zehirlenmesi boyunca tam farkındalığı sürdürmüş, hatta etrafında onun ölümüne tanıklık edenlerle konuşmaya devam etmiş onun anlatımıyla. Söylendiğine göre son sözleri şöyleydi: “Crito, Asklepius'a bir horoz borçluyuz. Lütfen borcunu ödemeyi unutma. " Onunla özdeşleşmiş olduğu için üzerindeki kırmızı lekecikleriyle Baldıran otu, Sokrates'in kanı diye de adlandırılıyor.  

Platon'un Sokrates'in ölümüne dair onurlu açıklaması biraz romantik ve gerçek dışı olabilir.  BMÖ 197'den 130'a kadar yaşamış, Roma ordusunda doktor olan Nicander,  zehirler hakkında şöyle yazmış: “Baldıran otu denen şu zehire dikkat edin, zira bu içecek geceden karanlığını getirecek felaketleri başımıza salabilir” Boğulma hissi ve kasılmalarla korkunç acılar çektikten sonra ruhu Hades'e teslim eden Baldıran zehri kurbanlarından bahsediyor.

Bilim insanları Nicander’in bahsettiği bitkinin belki keşiş otu veya su baldıranı olabileceğini ortaya koymuş. Kesin kanıt, deneysel olarak küçük miktarlarda baldıran otunu alan ve 1869'da dikkat çekici derecede farklı bulgularını bildiren İngiliz bir doktor olan John Harley'den geliyor. "Motor gücünde belirgin bir bozulma vardı" diye yazmış  "Tabiri caizse, hareket yeteneğimin benden alındığını hissettim” diyor ve devam ediyor, “Bacaklarımın yakında beni taşıyamayacak kadar güçsüzleştiğini hissediyordum.  Zihin tamamen açık ve sakin; beyin başından aktif konumdayken vücudum ağır ve uykuda gibiydi. " 

Baldıran otu (Conium maculatum), ciddi sağlık sorunlarına, hatta ölüme neden olabilen oldukça toksik bir bitki. Apiaceae familyasına ait Conium cinsi, zehirli iki bitki türünden biri ve Akdeniz bölgesine özgü. Aynı cinse ait diğer tür  (Conium chaerophylloides) ise Güney Afrika kökenli. 

 İngilizce’de kunduz zehiri, zehirli maydanoz, şeytanın çiçeği ve çingene çiçeği gibi başka başka adlarla anılıyor. Hatta break-your-mother’s heart /annenin kalbini kır! gibi ilginç yöresel bir adı da var… Çok ilham veren bitki, tabii ki. Conium, bitkinin sarhoş edici zehirinin semptomları olan "vertigo" veya "girdap" anlamına gelen Yunanca kona sözcüğünden türetilmiş. Baldırgan, şeytan tersi, ağı otu gibi karanlık isimler de koymuşuz biz ona.

İki yıllık otsu bir bitki olan Baldıran otunun, pürüzsüz yeşil bir gövdesinin alt yarısında mor ya da kırmızı renkte, çizgiler veya benekler görülebiliyor. Bu lekeler bitkinin toksisitesine dair doğanın birer uyarı işareti aslında. Yaprakları üçgen biçiminde;  bölüntülü ve girintili çıkıntılı bir yapıya sahip.  Şemsiyeler halinde kümelenmiş küçük beyaz çiçekleri var. Bir baldıran otunun yaprağı veya kökü ezildiğinde yaban havuçlarına benzer, hoş olmayan, hafif bir koku yayıyor. Dereotu, kereviz, rezene, maydanoz ve anason içeren bir ailenin en kötü çocuğu o…  Onu tehlikeli yapan yönlerinden biri yapraklarının bu bitkilerle kolayca karıştırılabiliyor olması zaten. 

Batı Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika'nın ılıman bölgelerine özgü ama zaman içinde Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda'ya yayılmış.  Genellikle akarsuların yakınında, atık alanlarında, yol kenarları ve ekili alanların kıyısında yetişiyor. Bazı ülkelerde istilacı bir bitki olarak kabul ediliyor. 

Nemli topraklarda kolay serpilen Conium maculatum, diğer bitkilerden çok daha önce ilkbaharın başlarında gelişiyor.  Bitkinin tüm kısımları zehirli ama kuruduktan sonra toksisite önemli ölçüde düşüyor. Öte yandan yanılıp da kurutulmuş baldıran otu kullanmaya da kalkışmamak gerekir tabii - yine de tehlikeli.  İnsanlar için hiçbir zaman güvenli değil. Bu zehir, merkezi sinir sistemini bozuyor - küçük bir doz bile nöromüsküler bağlantıları bloke ediyor ve bu da sonunda nefes alma yeteneğini durdurarak zehirlenen insanın boğularak ölmesine neden oluyor. Hıristiyan inanışında da yeri var. Baldıran otu, İsa'nın çarmıha gerildiği yerde büyüdükten sonra ölümcül bir bitkiye dönüşmüştür. İsa’nın kanı değince bitki, sonsuza kadar zehirli olur. 

Sokrates’ın seçimi, Baldıran otundan sonra Shakespeare’in zehirli bitkilerinden biri olan Belladonna’nın hikayesine bir bakalım… Romeo ve Jülyet’in trajik son sahnesinde, Jülyet ailesine kendini ölmüş gibi göstermek için Keşiş Laurence’den onu katatonik bir duruma sokacak bir iksir alır. “Ölümcül gece gölgesi” diye de bilinen Belladonnadan yapılmış bir iksirdir o. “Ölüme benzer uykudan bir süre sonra uyanacaktır ama, trajik olan şu ki vaktinde uyanamayınca, onu bulduğunda ölmüş olduğunu sanan Romeo da kendi canına kıymak için bu kez güçlü, hızlı etki eden bir zehir kullanır. 

Güzelavratotu dediğimiz Atropa belladonna, Shakespeare’in çağdaşı John Gerard’ın The Herball kitabında da geçiyor.  Küçük bir miktarın deliliğe yol açtığını, makul bir ölçüsünün ölüme benzer bir uykuya neden olduğunu, daha fazla bir dozun ise ölümcül olabileceğini yazmış. Tabii bitkilere meraklı olduğunu bildiğimiz Shakespeare bu bilgiye dayanarak bu dramatik sahneyi kurgulamış ama belladonna ya da buna benzer hiçbir bitkinin bu geçici koma haline neden olamayacağını söylüyor bilim bugün bize.

Güzelavratotu, belladonna kırmızımsı çan biçimli çiçekleri olan, parlak siyah meyveleri olan çok yıllık bir Avrasya bitkisi. Yararlı olduğu kadar ölümcül de… ( Geçen yıl onlarca insanın zehirlendiği “ıspanak zehirlenmesi” olayında, güzelavratotuyla karışmış olmasından kaynaklandığı söylenmişti hatırlarsanız. Çalı gövdesi, küçük yaprakları ve koyu renkli meyveleriyle ıspanağın arasında nasıl kamufle olmuş orası biraz belirsiz. ) 

En yaygın adı olan Belladonna, İtalyanca’da  "güzel kadın" anlamına geliyor.  Tarihte kadınlar bitkinin yağını, baştan çıkarıcı etki yaratmak amacıyla göz bebeklerini büyütmek ve daha “efsunlu” bir bakışa sahip olmak için kullanıyorlarmış. Bugün göz muayenesinde gözbebeklerini büyütmek için kullanılan damlada da belladonnadan elde edilen atropin maddesi var.

Latincesindeki Atropa adını ise aslında Yunan mitolojisinde kaderi belirleyen üç tanrıdan biri,  insanların kader ipini kesen Atropos’tan almış.  

 İngilizce’de kullanılan Deathly nighshade, ölümcül gece gölgesi demek. Ölüm kirazı, güzel ölüm, şeytanın otu gibi insanın tüylerini diken diken eden o adlarını da yaprak ve meyvelerinin aşırı toksisitesine borçlu. Anadolu’da farklı yörelerde dilberotu, it üzümü, kurt böğürtleni, şeytan kirazı gibi türlü isimlerle de anıyoruz bu bitkiyi…

Patlıcan veya çiçekli bitkilerden Solanaceae familyasında gruplanmış olmasına rağmen, Belladonna'nın patates, domates, patlıcan, tütün ve kırmızı biber gibi “iyi huylu” kuzenleri de var. Adamotu, yani mandragora da yine aynı aileden bir diğer “tuhaf ve korkutucu” kuzen. (Bir programımda anlatmıştım hikayesini.)

Belladonna nerelerde yetişiyor derseniz… Ilıman iklimi olan dünyanın birçok yerinde, çoğunlukla çöplüklerde ve taş ocaklarında, eski kalıntıların yakınında, ağaçların gölgelerinde veya ormanlık tepelerde çılgınca büyüyen bir bitki…  Meyveler büyürken yeşil görünüyor ama olgunlaşma aşamasında toksinler güçlendikçe parlak ve cezbedici, siyah bir renge bürünüyorlar.  

Otsu ve çokyıllık bir bitki olan Belladonna yaz ortasından sonbaharın başlarına kadar çiçek açıyor. Boyu 1 buçuk metreye, yaprakları ise 18 cm uzunluğa kadar erişebiliyor.  Kökleri kalın, etli ve beyaz renkte.  Kökler en ölümcül kısım olsa da, zehirli alkaloidler bitkinin tamamında bulunuyor. Toksinler arasında bulunan scopolamine ve hyoscyamine’in her ikisi de deliryum ve halüsinasyonlara neden oluyor. Tatlı meyveleri çekici görünüşleriyle özellikle çocuklar için en büyük tehlikeyi oluşturuyor. Tehlikeli doz bir yetişkin için 10-15 meyveyken, sadece iki meyve bir çocuk için öldürücüdür. Aynı şekilde, tek bir yaprak tüketmek bile insanlar için ölümcül sonuçlara yol açabilir.  Pek çok evcil hayvan bu bitkiye karşı savunmasız olsa da sığırlar, atlar, tavşanlar, keçiler ve koyunlar, kötü ya da ölümcül etkiler olmadan Belladonna’yı yiyebilirler. 

Bugün, belladonna kullanmanın getirdiği risklerin,  potansiyel faydalarına kıyasla daha ağır bastığını biliyoruz ama tıpta, kozmetikte ve silah olarak kullanılma konusunda uzun bir geçmişe sahip. Zehirlerin yıldızı Belladonna, haklı olarak tarih boyunca gizli suikastlar için en çok kullanılan bitki olarak biliniyor.

 Antik Romalılar öldürücülüğünü garantilemek için oklarının ucuna belladonna zehiri sürermiş.  Suikaste kurban giden birçok Roma imparatorunun ölümünde de onun payı var. Zehirlenmekten korkan krallar ve zenginler tarafından tutulan tadımcılar da belladonna'ya karşı bir tolerans geliştirmenin mümkün olduğunu öğrenmiş. Bir suikastçi küçük dozlarla belladonna toksini alıp kendini hazırladıktan sonra bir içeceğin tüketilmesinin güvenli olduğunu göstermek için zehri isteyerek yutarmış. Bitkinin meyvelerinden yapılan içeceğin hoş bir tadı olması da işi kolaylaştırıyordu tabii…  İskoçya Kralı Duncan'in, 1030'da belladonna şurubuyla dolu ölümcül şişeleri Danimarkalı ordusuna teslim ettiği ve böylece bir kılıç kaldırmasına bile gerek kalmadan tüm düşmanlarını yenilgiye uğrattığı söyleniyor. 

Cadıların süpürgelerinin uçmasını sağlayan gizli formülün ana maddesi de belladonnaymış, hikayeye göre… Uçmalarına değil belki ama halüsinasyon görmelerine neden olan, diyelim… 

Uyuşturma gibi etkisi de olduğundan ameliyatlar için etkili bir anestezik. İlk hekimler, patlıcangiller ailesinden baldıran otu, adamotu, banotu, haşhaş ve diğer bitkilerden elde ettikleri karışımı cerrahide kullanmış. Yüzyıllardır ağrı kesici, kas gevşetici olarak; ülserleri, alerjik reaksiyonları tedavi etmek için kullanmışlar. Astım ve boğmaca, soğuk algınlığı ve saman nezlesinden kaynaklanan bronşiyal spazmları durdurmada da etkili bir yatıştırıcı. 

Belladonna yayılıcı bir bitki, çiftçiler ürünlerini tehdit eden zararlı bir ot olarak kabul ediyor doğal olarak.  Meyveler tatlı olduğu için hayvanlar ve kuşlar onları yiyor; tohumlarını da böylece yayabiliyor. Tohumların sert kabukları çimlenmeyi zorlaştırıyor belki ama ancak bir hayvanın sindirim sisteminden geçtikten sonra bu şansı artıyor.  Doğru koşullar altında bile tohumların filizlenmesi birkaç hafta sürebiliyormuş.

 İngiltere, Fransa ve Kuzey Amerika'da tıbbi amaçlar için yetiştirilmesine rağmen, bitkinin gıda olarak büyük bir değeri yoktur. Kimi bahçıvanları onu renkli çiçekleri ve gösterişli meyveleri  için dikiyor ama bitkiyi tanımayanlar için bu son derece  riskli ve ölümcül bir seçim.