"Tasarruftan Fırlatıp Atma Kültürüne" üzerine

-
Aa
+
a
a
a

"Tasarruftan Fırlatıp Atma Kültürüne" kitabından hareketle Türk romanında tüketim toplumunu konuşuyoruz.

Çalışma: Bansky
Çalışma: Bansky
"Tasarruftan Fırlatıp Atma Kültürüne"
 

"Tasarruftan Fırlatıp Atma Kültürüne"

podcast servisi: iTunes / RSS

Aslan Erdem: Belki çalışmanın anahtar kavramını konuşarak başlamalıyız. Tüketim derken sadece ihtiyaçların karşılanmasını anlamıyoruz. Burada siyasi, tarihi, sosyolojik, psikolojik bir anlam düzlemi de var. “Tüketim” kitapta nasıl bir mercek acaba?

Deniz Çalık: Bu kitap benim doktora tezimden ürettiğim bir çalışma, tüketim ve toplumsal etkileri de kitabın temel temasını oluşturuyor. İlk dönemlerde ihtiyaçların giderilmesi anlamındaki temel tüketim yaklaşımından bahsedilebilse de daha sonra tüketimin sembolik anlamı ön plana çıkmakta ve statü ve prestij unsuru olarak yeniden kavramsallaştırılmaktadır. Tüketimdeki bu anlam değişimi farklı kuramcıların yaklaşımları üzerinden de görülebilir. Baudrillard, Tüketim Toplumu kitabında insanlar yerine nesnelerle kuşatılan yeni insanı örneklendirerek, tüketimin sembolik değerini vurgular. Ritzer ise tüketim kavramsallaştırmasını tüketim mekanları odaklı değerlendirir, tüketim katedralleri olarak nitelendirdiği alışveriş merkezlerine modern tüketicilerin sürüklendiğini belirtir ve tüketim mekanlarında bulunmanın bir çeşit ihtiyaç haline geldiği yeni süreci örneklendirir. Bourdieu ise tüketimin sınıfsallığına vurgu yapar, tüketimin herhangi bir gruba dahil eden ve grupta ayırt edici kılan özelliğine dikkat çekerek, tüketimi ayırt edici bir kültürel kod olarak değerlendirir. Veblen ise Aylak Sınıfın Teorisi’nde 19. yüzyıl sonlarında Amerikalı yeni zenginler üzerinden gösterişçi tüketimi kavramsallaştırır ve “aylak” olarak nitelendirdiği kesim için tüketimin saygınlık ve prestij adına yapıldığını ve bu nedenle “gösterilerek” gerçekleştiğini belirtir. Bizde ise benzer bir durum 20. yüzyılın ikinci yarısında köyden kente göçlerle belirginleşir. Ancak edebiyattaki aylak karakterler Veblen’in tanımladığından farklıdır. Türk romanındaki aylak karakterler parası olan, yineleyen işleri yapmak istemedikleri için çalışmayan karakterlerdir, ancak gösterişçi tüketime yönelik eleştirel bir tutumları vardır. Kevin Robins ise İmaj kitabında tüketimi psikolojik bir düzlemden ele alır ve dünyayla başa çıkma adına bireylerin geliştirdiği, kurumsallaşmış bir toplumsal savunma stratejisi olarak ifade eder, tüketimi kitlelerin korku ve kaygılardan sakınarak tehditleri tecrit edebilecekleri bir alan olarak kavramsallaştırır. Günümüzde tüketimin psikolojik anlamı ön plana çıkmış ve sembolik anlamı belirginleşmiştir. 

Tüketim anlayışındaki değişimi tarihsel açıdan ele alırsak 19.yüzyıl sonunda kaynakların sınırlı olduğu ve toplumun geneline yayılamadığı tüketim anlayışı ilerleyen süreçte değişmiş, tüketim bir ölçüde daha geniş toplumsal çevreler için de ulaşılabilir olmuştur. İlk dönemde tasarruf odaklı bir anlayış egemendir, israf eleştirilir. Sonrasında ise üretim miktarındaki artışla birlikte farklı tüketim nesnelerinin de ihtiyaç olarak algılandığı yeni bir süreç deneyimlenmektedir, tüketimin kitlesel boyutu ve ihtiyaçtan ziyade gösterge değeri adına yapılması nedeniyle de bu yeni süreç tüketim toplumu olarak adlandırılmaktadır. Tüketimin ilerleyen safhalarında da kendilerini tükettikleri ile tanımlayabilen yeni nesil bir tüketici şekillenmekte, tüketim ve kimlik bağı belirginleşmektedir. Yeni dönemde tüketimin gösterge değeri bu motivasyonla şekillenmekte ve tüketim nesneleri kimliğin bir çeşit uzantısı olarak konumlandırılmaktadır, tüketim nesneleri de sembolik değeri nedeniyle tercih edilmeye başlamaktadır.

A.E.: Ortaya koyduğunuz tarihsel ve kuramsal çerçeve üzerinden tüketim merceği ile Türkiye tarihine baktığımızda modernite sürecini konuşmalıyız sanırım. Böylece romanlar için de bir çerçeve çıkarmış olabiliriz. Çünkü bizde roman bir nesne aşkıyla başlıyor: Bihruz Bey ve arabası…

D.Ç.: Türkiye’de roman türünün ilk örnekleri bir nesne aşkıyla başlıyor diyebiliriz. Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası’nda Bihruz düşlerinde süslediği Periveş’e aşıktır ancak temelde Periveş’i Çamlıca’da içinde gördüğü şık landodan etkilenmiştir. Periveş’den etkilendiğini düşünen Bihruz “Siyahçerde” şiirini yazdığı Periveş’in aslında sarışın olduğunu bile fark edemez. Bihruz’un landosu romanda açık sarı rengi ve üzerinde Bihruz’un mahlasıyla vurgulanır. Landonun aslında bir at arabası olduğunu da belirtelim. Bihruz’un gösteriş merakı giysileriyle, Fransızca konuşma tutkusuyla da vurgulanır. Romanda ayrıca görme-görülme alanı olarak tasvir edilen Çamlıca da dönemin tüketimin merkezlerinden biri olarak yer alır. İlerleyen süreçte diğer romanlarda da İstanbul’daki yabancı menşeli mağazaların sıklıkla yer bulduğunu görürüz. Fatih-Harbiye’de İstanbul’un iki yakası modern ve gelenekseli sembolize eden iki karşıt uç olarak konumlandırılır, benzer bir karşıtlık Huzurromanında da vardır. 

Bihruz’un landosuyla gösteriş tutkusuna benzer bir durum, nesne aşkı temasıyla şekillenen anlatılar ileriki dönem romanlarında da görülür. Fikrimin İnce Gülü’nde Almanya’ya işçi olarak giden Bayram tüm birikimini sarı Mercedes’i için harcar. Memleketi Eskişehir Ballıhisar’da vaktiyle Ford marka aracıyla gelen bir yetkiliye gösterilen saygı onu o kadar etkiler ki, bu durum onda benzer bir saygınlık için kendisinin de araba sahibi olması gerekliliği takıntısını doğurur. Arabayı saygınlık aracı olarak görmektedir ve aracının aldığı hasarlar özgüvenini de zedelemektedir. Bir diğer araba odaklı anlatı olan Buzdan Kılıçlar’da Halilhan Sunteriler kardeşleriyle ortak kurdukları Teknojen firması için biriktirdikleri paralarıyla kırmızı Volvo alır ve onu hayatının merkezine koyar, o da aracın aldığı hasarları kişiselleştirir. Tüketim, şehrin dışındaki banliyölerinde yaşayanlar için kendilerini ait hissedemedikleri şehirle bağ kurma anlamını da taşır. Araba da roman gibi yabancı bir idealin ve modern hayatın sembolü olarak nitelendirilir ve her dönemde belirgin bir gösterişçi tüketim unsurudur. Romanlardaki araba tutkusunun bir benzerini Talip Apaydın’ın Sarı Traktör romanında da görürüz. Roman tarımda makineleşmeyle yaşanan değişimi ve çiftçiye sağlayacağı yararı köyde tarımla uğraşanların bakış açısıyla anlatsa da temelde anlatıda traktörün köydeki diğerleri arasında prestijli konuma getirmesi nedeniyle-yani yine ayrıcalıklı bir tüketim nesnesi olarak-yer aldığını görürüz.  

Batı dışı toplumlarda modernleşme süreci Batılılaşma şeklinde görülür ve bu durum yeni bir yaşam tarzını da şekillendirmektedir. Batıda Sanayi Devrimi ile başlayan ve kitlesel üretimle toplumun geneline yayılan üretim devrimi sonucu gelişen tüketime karşın bizde önce tüketim sonra bu doğrultuda gelişen üretim sürecinden bahsedilebilir. Bu sürecin tarihsel izleri romanlarda da yer alır. İlk romanlarda Fransız kültürünün etkisinde karakterler görülürken, sonrasında değişimin yönü Amerika olarak belirginleşir. Örneğin Felatun Bey ve Rakım Efendi’de Felatun’un Fransızca kitapları bile tüketim nesnesi olarak anlatıda vurgulanır. İlk dönemlerde Batılılaşmayı şeklen aldığı için eleştirilen “alafranga züppe” karakterler ilerleyen süreçte yerini tüketime yönelik eleştirel tutumlarıyla belirginleşen aylak-flaneur öznelere bırakır. Örneğin Aylak Adamdaki C, parası vardır ancak yineleyen işleri yapmak istemediği için çalışmaz, ancak aylaklığı gösterişçi tüketim unsuru olarak değerlendirmez. Tanpınar’ın roman karakterleri doğu-batı ikileminde arada kalmış özneleri örneklendirirken, modern dönem anlatılarında ise yeni kentli tüketiciler belirginleşir. Büyükşehirler, büyükşehirlerdeki bulvar ve caddeler tüketimin de modernleşmenin de merkezi alanı olarak kendine yer bulur. Evler, evlerin biçimleri de süreç içerisinde konaklardan apartmanlara ve tek kişilik yaşam alanlarına değişim gösterir. 

Tüketim mekanları da süreç içerisinde ilk dönemlerde bedestenlerden mağazalara sonrasında ise alışveriş merkezlerine değişmektedir. Osmanlı bedesten anlayışında vitrin yoktur, daha sonra görsel kültürün belirginleşmesiyle vitrinli mağazalar belirginleşir, ardından alışveriş merkezleriyle tüketimin kitleselleştiği yeni bir süreç deneyimlenmeye başlar. Nesne aşkıyla belirginleşen ilk roman örnekleri sonrasında nesnelerle çevrili ve nesne odaklı anlatılara yerini bırakır. Yani adeta ilerleyen süreçte nesneler de roman karakterlerinden biri haline gelir (Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Saat Mübarek gibi). Nesnelere sahiplik ya da nesnelerin kendisi temel motif olmaya başlar. Bihruz’un arabası, Bayram’ın Mercedes’i gibi nesne odaklı anlatılarla aslında yaşanan toplumsal değişimi de gözlemleyebiliriz, nesnelerin artan hakimiyeti romanlarda da belirginleşmektedir. 

kitap

A.E.: Tüketim ve toplum arasında tek yönlü bir ilişkiden ziyade girift bir ilişkileniş söz konusu. Tüketim alışkanlıkları toplumu, toplum da tüketim alışkanlıklarını sürgit dönüştürüyor. Bu anlamda nesneler, varlığıyla da yokluğuyla da belirleyici sanırım. Soğuk Savaş yıllarındaki Amerikan yardımları ile Türkiye’de ve Türkçe romanda da ilginç bir tüketim hızı görülüyor. Dilerseniz biraz buraları ve bu dönemi takip eden toplumcu gerçekçi yazının eşyayla kurduğu ilişkiyi konuşalım. 

D.Ç.: Tüketim ve toplum iki yönlü olarak birbirini etkiliyor. Tüketim alışkanlıkları toplumu, toplumsal değişimler de tüketim alışkanlıklarını etkiliyor. Nesneler varlığı kadar yokluğuyla da belirleyici bir nitelik taşıyor ve toplumsal yapıyı şekillendiriyor. Örneğin ilk romanlarda tüketim nesneleri, yalnızca toplumun belli bir kesiminin erişebildiği bir ayrıcalık olduğundan, tasarruf vurgulanırken tüketime yönelen karakterler eleştiriliyor. Önceleri tasarrufun bir erdem olduğu vurgusu anlatılarda belirginleşirken sonrasında tüketim miktarındaki artışla birlikte nesneler romanlarda daha çok yer bulmaya başlıyor. Yaşanan bu değişim farklı dönem romanlarda farklı şekillerde yer buluyor. Örneğin Ankara romanında mekanlar, evler özelinde görülen değişim başkent Ankara’daki tiyatro ve konser salonları, modern mimariyle-kübik tasarlanan evler gibi unsurlar modernleşmenin sembolik göstergeleri olarak yer buluyor. Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanında da nesneler dikkat çekici bir tema. Hatta “gramofon ve besmele levhasının” yan yana durması geleneksel-modern ikiliğini düşündürüyor Ömer’e. Macide için kadın çorabı çalıyor, sonrasında bunun huzursuzluğunu yaşıyor. Hatta dönemi için fiyatı ve dayanıksızlığı nedeniyle lüks tüketimin göstergesi olarak düşünülebilecek ipek çorabı çalmasının da sembolik anlamı var.

Eşyalar modernleşme serüveninde birer aracı olarak da işlev görüyor. Amerikan yardımlarıyla tüketim hız kazanıyor, tüketim nesneleri gündelik hayatta olduğu kadar romanlarda da daha sıklıkla yer bulmaya başlıyor. Bu süreç tüketim alışkanlıklarını da değiştirerek Batılı tüketim anlayışının yaygınlaşmasına da neden oluyor, tüketimde Amerikan kültürü etkisi belirginleşiyor. Örneğin Amerikan yardımları ile gelen traktörler tarımda makineleşmeyi artırıyor, Sarı Traktör romanında örneğini görebileceğimiz bu durum geleneksel-modern ayrımını traktör sahipliği üzerinden anlatıyor. Romanda traktörün faydası köydeki insanların gözünden anlatılıyor ve toplumsal, ekonomik etkilerine ise yer verilmiyor. Oysaki bu durum aynı zamanda kırsal alandaki istihdamı olumsuz etkiler, köyden kente göçler artar. Aslında anlatıda traktör, Bihruz’un lando ya da Bayram’ın Mercedes tutkusuna benzer bir şekilde ele alınır, modernleşmenin sembolü olarak anlatıda yer bulan traktör, ayırt edici bir tüketim nesnesidir. Yani yaşanan temel değişim kısıtlı olan tüketim nesnelerinin artış göstermesi ve görece toplumun geneli tarafından ulaşılabilir hale gelmesiyle belirginleşen nesne hakimiyeti olarak nitelendirilebilir. 

A.E.: Uzun bir sıçramayla modernist yazına da bir bakalım isterim. Modernist yazın, 1950’ler itibariyle Türkçe edebiyatta ciddi anlamda kendisini göstermeye başladı. Atay, bunun zirve yazarlarından biri… Nesneler dünyası, Atay yazını için önemli izleklerden biri. Sözgelimi Tutunamayanlar’da Selim, Turgut’a evinizde Türkçe bir şey kalmamış derken yeni bir yaşam biçiminin eleştirisini de yapıyordu. Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet, eşyayla münasebetini düzenleyecek büyük bir sözlük yazmayı düşünüyordu. “Korkuyu Beklerken” öyküsünde eşya meselesi en önemli sorusunu kuruyordu: “Aman Allah’ım ya eşya bir gün delirirse?..” Atay özelinde modernist yazının nesneler dünyasıyla kurduğu ilişkiyi nasıl yorumlamalıyız. 

D.Ç.: Modernist yazında, özellikle Oğuz Atay romanlarında da nesneler dünyası çokça yer bulan önemli temalardan biridir ve eşyalar, anlatıda modernleşmenin sembol nesneleri olarak işlev görür. Tutunamayanlar’da Selim “evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı” diyerek Turgut’un evini ve mobilyalarını benimseyemediğini ifade eder. Atay’ın kahramanı “eşyayla münasebetini tayinde” zorlanan belki de tek karakterdir. Korkuyu Beklerken’de “eşya bir gün delirirse” endişesi de aslında sürekli devinim içinde değişen nesne ve yaşamın değişmez bir unsuru olarak görülen eşyaların bu yönünü kaybedeceği endişesi olarak yorumlanabilir. Baudrillard’ın Tüketim Toplumundaifade ettiği nesnelerle kuşatılan insan kavramı modern edebiyatta belirgin bir temadır. Modern edebiyatta dikkat çeken bir diğer önemli tema da bireyselleşmedir. Yabancılaşma süreci bireyin modernleşme sürecinin dışında kalması ve sürece uyum sağlamada zorlanması olarak da düşünülebilir. Modern dünyaya verilen tepki, sürece uyum sağlayamamanın dışavurumudur. Örneğin Korkuyu Beklerken’de karakter çevrede oturan herhangi biri olup olmadığını düşünse de bulamaz ve karakterin yalnızlığı vurgulanır. Eşyalarla çevrilidir ancak eşyayı yalnızca işlevini yerine getiren bir nesne olarak düşünmez ve sıklıkla maruz kaldığı eşyadan da huzursuzdur. Gündelik hayatta eşyanın hakimiyeti de belirgin bir temadır.  

Eşyalar anlatıda sürekli değişim içindeki hayatta değişemeyen bir unsur, kişisel yaşamın tanığı gibi işlevler görür, “ya eşya bir gün delirirse” endişesi de aslında karakterin hayatın sabiti olarak nitelendirebileceği bir şeyin kalmamasına yönelik bir endişedir. Çünkü modern dönem hiçbir şeyde uzun süreli bir bağ ve ilişkinin sürdürebilirliğine olanak vermez. Eşyaların modernleşmenin sembolü olarak yer bulduğu bu anlatılarda eşyaya yönelik bu tutum modernleşme endişesi, yeniliklere ayak uydurmada zorlanma ve bu nedenle yalnızlaşan insanı da örneklendirmektedir. Bu durum özne ve nesne arasındaki farkın da belirsizleşmeye başlamasını düşündürür. Modern dönem anlatılarında, nesne merkezli anlatılar belirginleşmeye başlar. Bireyin modernleşme ile içinde bulunduğu yabancılaşmayı nesneler üzerinden bu şekilde yorumlar, ifade eder. “Üç evli sokağın en ucunda” oturduğunu belirten karakterin yalnızlığı vurgulanır, insanlar yerine nesneler daha çok yer bulur anlatıda, karakteri de çevrelemiştir. 

Tutunamayanlar’da eşyalar, arkadaşıyla kendisi arasındaki mesafeyi artıran unsurlar olarak yer alır. Bu nedenle mobilya takımları Selim’i rahatsız eder, Batı anlayışla dekore edilen orta sınıf evi onda “evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı” düşüncesini doğurur. Eşya aynı amanda hayatta yolunda gitmeyen şeyleri düşünme için de bir aracıdır. “Modern apartmanların arka cephelerinin de yüzsüz bir insan gibi anlamsız” olduğu düşüncesi geçer, modernleşmenin yüzeysel olarak alınmasına yönelik eleştiri eşyalar üzerinden değerlendirilir. Eşyalar aynı zamanda romanda geçip giden zamanın hatırlatıcıları olarak da işlev görür, “altı parke cilalaması geçti” gibi detaylarla hayatını eşya üzerinden tayin eder karakter. Bu da aslında eşyanın dönemdeki artan hakimiyetini vurguladığı gibi eşyayla çevrili hayatta yeni bir şeye çok da yer olmadığına ilişkin bir eleştiriyi de içerir. 

A.E.: Peki bugüne geldiğimizde tam olarak nasıl bir dünyada yaşıyoruz. Eskiden kutsal sayılan her şey bugün birer tüketim nesnesine dönüştü sanki. Öyle ki tüketim çılgınlığına bir alternatif olarak konumlanan “minimalizm” kavramının kendisi de bir tüketim nesnesine artık. Tüketim merceği ile bakacak olursak bugünü ve günümüz yazınını nasıl yorumlayabiliriz acaba?  

D.Ç.: Günümüzde tüketim toplumunun daha da belirginleştiği, tüketim nesneleri dışındaki unsurların da tüketim sürecine dahil olduğu bir süreci deneyimlemekteyiz. Postmodernizm süreci büyük anlatıların çöküşü olarak da yorumlanır ve bu süreçte tek bir doğru yerine farklı yaklaşımlar da kabul görmeye başlar. Yaşanan bu değişimle tüketimin sembolik anlamının daha da ön plana çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu durum da tasarruftan fırlatıp atma kültürüne olarak kısaca özetlemeye çalıştığım toplumsal değişimle de uyumlu bir gelişim seyrine işaret ediyor. Bu süreçte her şey hatta tüketim karşıtı fikir ve yaklaşımlar bile tüketimin unsuru haline gelmektedir. Dolayısıyla tüketim karşıtı olarak nitelendirilebilecek minimalizm akımının bile tüketim sürecine dahil olduğunu gözlemleyebileceğimiz bir süreçteyiz. Günümüz yazını da bu süreçten etkileniyor; dijital medya odaklı yeni süreçte anlatılar görsel kültür egemenliğindedir ve daha kısa ömürlü olarak oluşturulmaktadır. 

Tasarruf ve birikim odaklı toplumdan, kısa ömürlü ve hiçbir şeyin uzun ömürlü olmadığı ve bu düşünceyle üretilmediği, birikimin anlamsızlaştığı ve kısa vadeli sonuçların öncelikli olduğu tüketim toplumuna doğru yaşanan değişimin daha da belirginleştiği bir süreçteyiz. Tüketimin kitleselleştiği yeni süreçte nesnelerle kuşatılmış insanlar yerine markalarla kuşatılmış insanlar belirginleşmektedir. Bu değişimi romanlarda da görebiliyoruz. Örneğin İstanbul Havaalanında geçen İstanbullular romanında pek çok mağaza yan yana yer alıyor, parfüm, giysi vb. pek çok tüketim nesnesi markalarıyla birlikte karakterleri niteleyen unsurlar olarak anlatıda sıklıkla yer buluyor. Murat Menteş’in Ruhi Mücerret romanında da pazarlama iletişimi ajansı tarafından zihinleri ele geçirilen ve bu nedenle kimi markaların reklam cümlelerini sürekli olarak yineleyen karakterler var. Masumiyet Müzesi’nde kurgusal ürün yerleştirmeden yararlanılıyor, pek çok marka anlatıda yineleniyor. Dolayısıyla tüketim anlayışımızdaki değişimle birlikte artan nesne odaklılığın yanı sıra markaların hakimiyetinin de belirginleştiği yeni sürecin izlerini dönem anlatılarında da görebiliyoruz. Değişen bu yeni süreçte markaların da ürünlerinin niteliklerini örneklendirmek yerine onu kullanan tüketicilerin niteliklerine işaret etmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu süreçte markalar bireysel kimlikleri niteleyen yönüyle belirginleşiyor ve anlatılarda da bu yönüyle yer buluyor.