Teşvik Primi Meselesi Vesilesiyle

-
Aa
+
a
a
a

Memleket futbolunun bu haliyle gideceği fazla bir yer varmış gibi gözükmüyor. Her toplumsal vaziyetlenmedeki ahlaki altüst oluş, futbol gibi, her türlü bayağılığın, pespayeliğin en rahat at oynattığı yerde de, ziyadesiyle vuku bulmakta.

Herkesin malumudur, lig arası muhabbetlerinin baş aktörü ''teşvik primi'' muhabbeti oldu. Vatan gazetesi'nin manşetten duyurduğu Aziz Yıldırım'ın İstanbulspor'a gönderdiği iddia edilen para, ''ne olacak şu bizim lig''imiz yollu hararetli tartışmaları tekrardan gündeme soktu.

Öncelikle, baştan şunu kabul edelim; malum futbol ortamına bir şekilde ikna olmuşsak ve devirmekten ziyade revizyonist müdahalelerle oyunu açmayı düşünüyorsak, toptan bir reddiye hali pek mümkün değil. Çünkü o vakit, iç ''prim'' meselesine de biraz açıklık getirmek gerekir. Yok hayır, ''Her türden revizyonist ve reformist müdahalelere, dönüşümlere karşıyım. Devirmekten başka yol yok'' diyorsanız, o zaman çok daha kallavi kelamları hiç yüksünmeden edebilirsiniz.

Yok eğer, ''bana ne kardeşim, ne halleri varsa görsünler, ben maçıma bakarım'' diyorsanız, boş yere bu haberleri okuyup canınızı sıkmayın. Ama o durumda da, futbol heyecanının sadece sahada değil, kapalı kapılar ardında da yaşandığını kabul edip, o ''enstantenelerin'' de, ''yayıncı kuruluş'' tarafından yayınlanmasını talep edin. Bu vesileyle ''teşvik''çinin muz ortasına, demarke vaziyetteki ''prim''cinin demi-volesi, hiç şüpheniz olmasın, sahadaki maçtan aşağı kalmayacaktır.

Yönetimlerin ''karşı takıma, iyi oynaması için verdiği teşvik''le, ''kendi takımına, kazanması halinde vereceği prim'' arasındaki ilişkinin, yakın temasta farklı, ama meseleye biraz da kuşbakışı bakınca çok da benzer olacağını düşünmekteyiz. Durumun düzeltilmesinin de, ancak ''devrimci'' zeminde ısrarla kalıp, reformist muadillerimize, sürekli destek vererek olacağına kaniiyiz. Sonuçta ''temiz futbol'', elde ''çamaşır suyu'', ekranlarda, sütunlarda gezmeye benzemiyor. Daha başka yerlere de girilmesinin yolunu açmak lazım gelir.

Aslında, meselenin asıl can alıcı noktası: Kulübüyle profesyonel ilişkisi, transfer parası üzerinden olan bir futbolcunun, -ki hiç fena bir para da sayılmaz-, bu sözleşme karşılığında taahhüt ettiğini yapmamış kabul edilip, yapması için daha da fazla para verilmesi. Sonuçta, bu adamlara, teşvik primi vesilesiyle açık seçik şu söylenmek istenmektedir: ''Bak kardeşim, senden istediğimiz, sahaya çıkıp, maça asılıp, oyunu kazanman''. Yani, eğer doping de almayacaksa, zaten yapması gereken bir şey için böylesi bir ''ekstra''ya muhatap olmaktadır. Ve bu düzen yıllardır iç prim, dış prim (teşvik) eşliğinde devam etmektedir. Ondan sonra da, topçumuzdan ahlaki ve insani hareketler görmek isteriz de, göremeyince ''harap'' oluruz. Adamlar, böyle yekten, primlerle ''güvensizliğin'' mağduru olmuşlarken...

Primler vesilesiyle, ''profesyonel'' futbolcunun oyunla kurduğu ahlaki ilişki, mahalle maçlarındaki halinin çok gerisine düşmüştür. İnsanın aklı almıyor: ''Top oynuyorsan, futbolu çok seviyorsundur. Çok seviyorsan da rakiple arana toptan başka bir şey girmez.''

14 Ocak 2005 tarihinde Birgün'de yayınlanmıştır.

 

(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)