Tarih tekerrür ediyor...

-
Aa
+
a
a
a

Önceki yıl Murat Demirel’in, geçen yıl Karamehmet’lerin, bu yıl Uzan ailesi ve benzerlerinin defterinin dürülmesi sürecine tarihi perspektiften baktığımızda yaşadığımız toprakların değişmez geleneğini görürüz.

 

Fatih Sultan Mehmet ile başlayan göçebe beyliğin emperyal devlet olma sürecinde siyasi, askeri ve ekonomik olarak devlet hep güçlü olmuştur. Son 550 yıldır yaşadığımız topraklar, güçlü devletin karşısında zayıf yerel yönetimler ya da devlet tarafından atanmış yerel idareciler tarafından yönetilmiştir. Güçlü olan devlettir.

 

Fatih, İstanbul’u ele geçirip yeni imparatorluk kurarken, rakip olarak Anadolu beyliklerini görmüş ve öncelikle onların üzerine yürümüştür. O zamandan beri Anadolu topraklarında güçlü yerel idareler oluşmamış, oluşması da engellenmiştir. Devlete karşı her türlü talep, başkaldırı olarak kabul edilmiş ve acımasızca cezalandırılmıştır. Yerel yönetim, yerel otoriteler hiçbir zaman devlet denetiminin dışına çıkmamış, çıkamamıştır. En güçsüz göründüğü anlarda bile isyanları bastırıp devlet otoritesini tek ve mutlak kılacak bir Kuyucu Murat Paşa* her zaman bulunmuştur.

 

Halbuki aynı yıllarda Avrupa’da derebeyleri ile güçlü yerel yönetimler ve onların atadığı krallar iktidardadır.

 

18. yüzyıl sonunda Osmanlı devletinin yeniden yapılandırılması sürecinde padişah yetkilerinin bir kısmının yerel yöneticilere bırakılması gündeme gelmiştir. Padişah tarafından atanan âyânlar ile yerel yönetimlere yetki verildiğini görüyoruz. Âyânlar, bulundukları bölgenin zengin ve güçlü toprak ağası olarak adlandırabileceğimiz kişilerinden seçilmekte, Osmanlı devletinin has adamları olarak vergi toplayıp asker yetiştirme görevini üstlenmektedir. Âyânlar devletin seçtiği kişilerden oluşmakta ve yerel sorunlara yerinde çözüm üretirken padişah otoritesinin bir kısmını kullanmaktadır. Ekim 1808’de imzalanan sened-i ittifak ile âyânların görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanmıştır. Ancak âyânlar ile karşılıklı imzalanan senet, imzayı atan II. Mahmut tarafından padişah yetkilerinin kısmen de olsa başkalarına verilmesi tehlikeli görüldüğünden, yırtılıp atılmış ve âyânlık sistemine yine aynı padişah tarafından son verilmiştir(1). Osmanlı’nın has adamlarından seçilen, bölgelerinin ekonomik anlamda lideri olan ve çok sevilen âyânlar da padişah emriyle bir gecede asılmışlardır.

 

Yaşadığımız toprakların geleneği o günden beri değişmemiştir.

 

Cumhuriyet döneminde de güçlü devlet geleneği korunmuştur. Yerel anlamda belediyeler güçlü olsa bile karşılarında devletin gücünü simgeleyen valiler durmaktadır. Bildiğiniz gibi seçimle gelen yerel yöneticiler günümüzde de valilik kararnamesi ve İçişleri Bakanlığı’nın oluru ile bir gecede görevinden alınabilmektedir. Devletin siyasi, askeri ve ekonomik anlamda tek ve mutlak gücü taşıması bu toprakların geleneğidir.

Bu gelenek yüzündendir ki, kırsalda toprak ağaları, şehirlerde ise büyük sermaye tekelleri devletin izin verdiği, kabul ettiği kişiler arasından seçilir. Devlet yerel yöneticilerini kendi seçmiş ve kontrol etmiştir. Kontrolden çıkanlarını ise 200 yıl önce âyânlarını astığı gibi bir gecede ortadan kaldırabilmiştir.

Ülkemizde büyük sermaye gruplarının geldikleri yere devlet desteği ile geldiğini hepimiz görüyoruz. Devlet ile iş yapan, devlet ile uyumlu çalışan sermaye grupları “postmodern âyânlar” olarak yine devletin kontrolünde yaşayabilmektedir. Dengeler değiştiğinde ise defteri dürülmekte, yerine yenisi yüceltilmektedir. Karamehmet ailesinin dünyanın sayılı zenginlerinden iken bir günde nasıl infaz edildiği hafızalarımızdan silinmedi. Devlet, şu ya da bu biçimde büyüyüp güçlenmesine göz yumduğu bir sermaye grubuna tek ve mutlak otoritenin kimde olduğunu göstererek, geleneğin değişmediğini ortaya koydu.

 

Kuşkusuz, Uzan ailesi de bulunduğu ekonomik ve siyasi güce devlet ihaleleri ve özelleştirmeler sayesinde gelmişti. Belki de Uzan ailesi elindeki güce güvenip siyasete atılmasa ve devlet yönetiminde söz sahibi olmak istemese kurulu düzen yine devam edecekti. Ancak Uzan’ların girişimi bir isyandı. Bir yerel güç, devlet yönetiminde söz sahibi olmak, devleti kontrolüne almak istiyordu. Bu durum geleneğe aykırıydı. Devleti yönetmeye talip olanlar da yine o güçlü devletin onayını almış olmalıydı. Yaşadığımız toprakların son 550 yıllık geleneği bu isyana karşı ne yapacağını biliyordu. Siyasi, askeri ya da ekonomik olarak en güçsüz olduğu anlarda bile devleti böylesi bir gelenek ayakta tutuyordu.

Anadolu’nun bu köklü geleneği sürdükçe önümüzdeki yıllarda da adı sanı duyulmuş pek çok “postmodern âyânın” infaz edileceğini yerine yenilerinin getirileceğini öngörmemiz gerekiyor.

Devletin tek ve mutlak güç olduğu bu toprakların muhalefet anlayışının otoriteyi ti’ye alıp, dalga geçme ve pasif direnişe dayanmasını rastlantı mı sanıyorsunuz?

 

* Kuyucu Murat Paşa 16. yüzyılda Anadolu’nun büyük isyanlarından Celali isyanlarını acımasızca bastıran ve öldürdüklerini kuyulara doldurduğu için Kuyucu lakabını alan Osmanlı paşası.

1- Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı İletişim yayınları 1999 İstanbul. s: 33-38