Komedi ve korku senaryoları...

-
Aa
+
a
a
a

 Peter Sellers, "Orada Olmak"ta

IQ’su ortalamanın epey altında, amiyâne tabiri ile “geri zekalı” bireylerin, fırsatlar ülkesi Amerika’da zirveye çıkması ile ilgili senaryolar seneler evvel sahneye konmaya başlanmıştı. Hal Ashby’nin 1979 tarihli unutulmaz filmi “Being There” böyle bir senaryo idi.

 

Başrolde oynayan Peter Sellers’ın canlandırdığı bahçıvan Chance Gardener ortayaşa kadar hep aynı patronun yanında aynı malikanede çalışmış, dışardaki hayat hakkında, televizyonda seyrettikleri hariç, en ufak bir bilgisi olmayan, soyadını bile bilmeyen tipik bir geri zekalı iken, patronunun ölümü ile bir anda kendini sokakta bulur. Bir doğum belgesi, sosyal sigorta numarası, kredi kartı, para veya nüfus kağıdı bile yoktur cebinde. Okuma yazmayı da bilmez. Tek sermayesi, üzerine giydiği ve patronunun eskileri olan, çok pahalı bir takım elbisedir.   

Aslında hayatını idame ettirmek için en ufak bir şansı yoktur ama büyük tesadüfler sonucu araba ile kendisine çarpan etkili birileri ile tanışır ve esrarengiz bir guru olarak kabul edilerek toplumun en üst katmanlarına tırmanır. Söylediği en basit söz bile müthiş metaforik anlamlar yüklenerek hayranlık yaratır, herkes onun ağzının içine bakmakta ve bahçe ve bitkiler hakkında söyleyeceği müthiş metaforik öğütleri beklemektedir.

 

Filmin senaryosu Jerzy Kosinski’nin bir romanına dayanıyor. Kosinski’nin 1971 tarihli müthiş öngörüsü şöyle: Amerika’da meşhur olmak ve tepede olmak hiç derinliği olan birşey değildir, yaşadığımız medya çağında iyi görüntü verebilen, doğru zamanda doğru yerde olabilen, pazarlanabilir herhangi birisi herhangi bir konuda en tepeye çıkabilir. Düşük IQ’lu bahçıvan Chance, birçok tesadüf sonucu çok güzel ve zengin bir dul ile evlenmiş ve başkanlık için bile adı geçen birine dönüşmüştür. Orası Amerika’dır ve herşey mümkündür. Being there çok hoş bir komedidir ama aslında bundan fazla birşeydir, bir peri masalı, politik bir hikaye ve insan kimliğinin anlamı üzerine varoluşçu bir tezdir aynı zamanda.

 

Sahne gerçek dünya olunca...

 

Yine rahatlıkla “geri zekalı” diyebileceğimiz bir diğer bireyin zirveye çıkma hikayesini anlatan bir başka senaryo da Robert Zemeckis’in 1994 tarihli “Forrest Gump” filminde ortaya çıkar. Tom Hanks’in başarı ile canlandırdığı Forrest Gump Amerikan deyimi ile tam bir “underdog”dur, kimsenin kendisinden birşey beklemediği, hayatını idame ettirmesi bile başarı sayılabilecek bir zavallıdır. Allah vergisi çok güçlü bacaklarından başka birşeyi yoktur hayatta. Konuşması bile çok yavaş ve ancak anlaşılır biçimdedir. Gözlerindeki sabit bakışları ise aslında müthiş bir iradenin göstergesidir. Aşkta ise hayal kırıklığına uğraması kaçınılmazdır. Ancak Forrest de tıpkı Chance gibi doğru zamanda doğru yerde olma şansına sahip birisidir. 60’lı yılların bütün dönüm noktalarında onu kadrajın içinde görebilirsiniz. Elvis’in doğuşunda rolü vardır, başkan Kennedy ile tanışır, Vietnam’a gider ve ideal bir askerin nasıl bir IQ’ya sahip olması gerektiğini herkese gösterir. Bütün başarılarına rağmen asla kıskanmayacağınız ve sürekli bir sempati ile bakabileceğiniz biridir Forrest. Yine doğru zamanda doğru yerde olarak çok zengin bir işadamı olur. Bu filmin esas starı senaryosudur. Son derece zekice yazılmış ve birçok çapraz referans içeren bu senaryo insanın içini ısıtır ve hayatın anlamı hakkında düşündürür seyredeni. Hem güldüren hem de düşündüren müthiş bir komedidir Forrest Gump.

 

Bu düşük IQ’lu iki karakterden sonra daha yakın zamanda bir üçüncü benzer senaryo sahneye kondu ama bu sefer sahne gerçek dünyadır ve söz konusu kahraman “bahçıvan” veya “orman” değil sadece “çalı çırpı”dır. Sahne gerçek dünya olunca, doğru zamanda doğru yerde olmanın manipülasyonu iyi yapılamamış ve komedi gibi başlayan bu senaryo hep yanlış zamanda yanlış yerde olunan bir korku filmine dönüşmüştür bile. “Çalı çırpı” hakkında üretilen fıkralar ve karikatürlerin bile son bulmuş olması yaşanan dehşetin artık en cesur kara mizahın bile başa çıkamayacağı boyutlara gelmiş olmasının göstergesi.

 

Bu korku filmi her gece dizi halinde dünya televizyonlarında gösteriliyor ve öngörülemez sonuna doğru ilerliyor. Tek bildiğimiz, sonunun iyi bitmeyeceği ve hepimizin hayatını doğrudan etkileyeceği.

 

Peki biz, Türkiye olarak, ne durumdayız derseniz, yine Peter Sellers’ın oynadığı bir başka düşük IQ’lu senaryo kahramanı geliyor aklıma. Pembe Panter’in komiser Clouseau’su en zor işleri hiç düşünmeden gönüllü olarak üstlenecek kadar özgüven sahibidir, ancak işbaşında hata üstüne hata yapar. İnisiyatifi zaten yok gibidir ama bir şekilde tesadüfler neticesinde doğru yerde olmayı başarır.... Onu izleyenler sinirinden tırnaklarını kemirirken o herşey yolundaymış gibi sakin ve cool’dur, çünkü olan bitenin farkında bile değildir. Şimdilik durumumuzu bu komedi dizisine benzetiyorum ama gerçek hayatta şans faktörü daha ne kadar yardımcı olur, orası pek belli değil. O yüzden kahkahalarla gülemiyorum ve hepimizin sonu hayırlı olsun demekten başka bir temenni gelmiyor aklıma. 

 

   Not: Bu yazı sevgili dostum Özgür Urgenç’in bir esprisinden esinlenmiştir.