İran, Irak ve Dünyanın Geri Kalanı Üzerine

-
Aa
+
a
a
a

Foreign Policy in Focus, 16 Şubat 2007Shank: Kuzey Kore’de ve İran’da birbirine benzer nükleer gelişmeler varken, ABD neden Kuzey Kore’yle doğrudan diplomasi yolunu izledi de İran’la aynı yolu izlemiyor?

Chomsky: ABD’nin Kuzey Kore’yle doğrudan diplomasi yolunu izlediğini söylemek yanıltıcı olur. Clinton hükümeti sırasında izledi, ancak iki taraf da yükümlülüklerine tam olarak uymadı. Clinton da Kuzey Kore de sözlerini yerine getirmedi, ancak iki taraf da ilerleme kaydediyordu. Bu yüzden Bush başkanlığa geldiğinde, Kuzey Kore’nin ancak bir ya da iki bombaya yetecek kadar uranyum/plütonyumu ve çok sınırlı bir miktarda roket kapasitesi vardı. Bush yıllarında bu kapasite hızla arttı. Çünkü Bush, gelir gelmez diplomasi yolunu durdurdu. O zamandan beri de bu yol tıkalı.

ABD, Eylül 2005’te Kuzey Kore’yle, zenginleştirme programlarını ve nükleer gelişmesini tamamen ortadan kaldırmasını öngören çok önemli bir anlaşma imzaladı. Bunun karşılığında, ABD, saldırı tehditlerini bırakmayı ve hafif su reaktörüne geçmeyi kabul etti. Fakat Bush yönetimi, anlaşmadan sürekli olarak geri adım attı. İlk olarak, hafif su reaktörü planlayacak olan uluslararası konsorsiyumu iptal etti. Bu da “biz bu anlaşmaya uymayacağız” demekti. Birkaç gün sonra da birçok bankanın finans işlemlerine saldırmaya başladılar. Bunun zamanlaması öyle bir ayarlanmıştı ki ABD ilişkileri düzeltme yolunda devam etmeyeceğini açıkça gösteriyordu. Ve tabii ki tehditlerini de hiçbir zaman kesmedi. Böylece Eylül 2005 Anlaşması son buldu.

Şimdi aynı süreç, gecen birkaç gün içinde tekrar başladı. ABD medyasında, hükümet partisiyle aynı çizgide olarak, Kuzey Kore sanki Eylül 2005 Anlaşması’nı kabul etmeye biraz daha yakınmış gibi gösteriliyor. Yani iyimserlik var. Atlantik’in öbür tarafına geçerseniz, aynı olayları anlatan Financial Times’a göre Bush yönetimi zor durumda olduğu için, belki de şimdi biraz daha diplomasi yoluna gidecek gibi gösteriliyor. Olayların arka planına bakarsanız, bence bu görüş biraz daha doğru.

Ama az da olsa bir iyimserlik var. Bu konudaki kayıtlara bakarsanız – Kuzey Kore tabii korkunç bir yer, kimsenin bundan şüphesi yok- oldukça mantıklı davrandıklarını görüyoruz. Bu bir tür, kısasa kısas tarihi. ABD uyarsa, Kuzey Kore uymuyor. ABD saldırgan davranırsa, onlar da saldırgan oluyor. Bu, konunun uzmanı olan Leon Sigal tarafından Current History dergisinin geçen sayısında oldukça iyi bir şekilde ele alındı. Ama bu genel bir tablo, bizim şu andaki durumumuzda Kuzey Kore’de bir çözüm olabilir.

İran’a kıyasla bu ABD için çok daha önemsiz bir konu. Ben açıkçası, İran konusunun nükleer silahlarla çok da ilgili olduğunu düşünmüyorum. Kimse İran’ın nükleer silahı olması gerektiğini söylemiyor -ya da başka herhangi bir ülkenin. Ancak Ortadoğu, Kuzey Kore’den farklı olarak, dünyanın enerji kaynaklarının merkezi. Önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından yönetildi, ama İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Ortadoğu ABD’nin kontrolü altında. ABD’nin Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kullanması gerektiği fikri, artık ülkenin dış siyasetinin bir parçası oldu. Bu, insanların genelde söylediği gibi bir erişim meselesi değil. Petrol bir kere denize döküldü mü, her yere gider. Nitekim, ABD hiç Ortadoğu petrolü kullanmasaydı bile, yine aynı politikaları uygulardı. İleride güneş enerjisine geçsek bile, yine aynı politikaları uygulamaya devam edecek. İşin gerçeğine, mantığına bakarsak, asıl mesele denetim. Denetim, stratejik gücün kaynağı.

Dick Cheney, Kazakistan’da ya da başka bir yerde boru hattı üzerindeki denetimin, “gözdağı ve şantaj aracı” olduğunu söyledi. Boru hattı üzerindeki denetim bizde olduğunda, bu bir cömertlik aracı oluyor. Enerji kaynakları ve dağıtımı üzerinde başka ülkelerin denetimleri olursa bu, tam da Cheney’in söylediği gibi, gözdağı ve şantaj aracı oluyor. Ve bu anlayış, savaş sonrasında George Kennan’in “ABD Orta Doğu kaynaklarını kontrol ederse, endüstriyel rakipleri üzerinde veto gücü olur” dediği günlere kadar gidiyor. O, özellikle Japonya’dan bahsediyordu, ama bu genel bir fikir veriyor.

Bu yüzden İran farklı bir durum. Dünyanın ana enerji sisteminin bir parçası.

Shank: Yani ABD bir olası saldırıyı göz önünde bulundurursa, siz bunun denetim kazanmak için mi olduğunu söylüyorsunuz? ABD’nin İran’a saldırısından kazanacağı bu mudur?

Chomsky: İran meselesinde birçok sorun var. Bir kere İran bağımsız ve bağımsızlığa tahammül edilmiyor. Devlet kayıtlarında bazen “başarılı muhalefet” olarak geçiyor. Küba’yı ele alalım. ABD nüfusunun çoğunluğu Küba’yla diplomatik ilişkilerin kurulmasını destekliyor. İş dünyasının bile bir kısmı destekliyor. Ama hükümet izin vermiyor. Bu, Florida oylarıyla ilişkilendiriliyor, ama bence bu bir açıklama değil. Bence olay daha çok dünya işlerinin bir özelliğiyle ilgili (….) uluslararası işler mafya gibi çalışıyor. Mafya babası, haraç parasını ödemeyen mağazacının bile itaatsizliğini kabul etmez. Tam itaat sağlama gücünüz olmak zorunda, yoksa “emirlere uymak zorunda değilsiniz” fikri yayılabilir ve bu da önemli yerlere ulaşabilir.

Geçmişe bakarsanız, ABD’nin Vietnam’a saldırmasındaki esas neden neydi? Bağımsız gelişme, diğerlerine bulaşabilecek bir virüs olabilir. Bu, Kissinger’in Şile’de Allende hakkında söylediği şey. Küba konusunda da devlet kayıtlarında bu belli. Arthur Schlesinger, Latin Amerika Çalışma Grubu raporunu yeni başkan Kennedy’e sunarken, tehlikenin Castro’nun işleri kendi eline alma fikrinde olduğunu yazmıştı. Bu fikir, bölgede benzer sorunları olanlar için oldukça çekici geliyordu. Daha sonra resmi belgelerde Küba, ABD politikalarına uymadığı için suçlandı. Bu 150 yıl öncesine –Monroe Doktrinine kadar- gidiyor ve bu da kabul edilemez. Yani devlet bir şekilde itaati temin etmekle yükümlü.

İran konusuna geri dönersek, olay sadece önemli kaynaklarının olması ve dünyanın ana enerji sisteminin bir parçası olması değil, ABD’ye meydan okumuş olması. ABD, bildiğimiz gibi, parlamenter hükümeti devirdi, yerine müstebit bir hükümdar getirdi, nükleer güç geliştirmesine yardim etti, su anda tehdit olarak görülen programlar, 1970’lerde Şah yönetimde olduğu surece, ABD hükümeti, Cheney, Wolfowitz, Kissinger ve diğerleri tarafından desteklendi. Ama daha sonra İranlılar onu devirdi ve Amerikalı rehineleri yüzlerce gün ellerinde tuttular. Ve ABD, İran’ı cezalandırmak için, hemen Saddam Hüseyin’i ve İran’a karşı savaşını desteklemeye başladı. ABD, İran’ı muhalefeti yüzünden cezalandırmaya devam edecek. Bu da ayrı bir etmen.

Ve yine ABD halkının ve hatta Amerikalı iş adamlarının bile istekleri önemsiz görüldü. Burada, halkın %75’i tehditler yerine İran’la ilişkilerin düzelmesini istiyor. Ama bu göz ardı ediliyor.  İş dünyası hakkında anket yapılmıyor, ama enerji şirketlerinin, her şeyi rakiplerine bırakmaktansa, İran’a gidebilmek için izin alabilseler, çok mutlu olacakları belli. Ama devlet izin vermiyor. Ve şimdi de açıkça çatışmalar çıkartıyor. Bir neden stratejik, jeopolitik, ekonomik, bir neden de mafya ilişkileri. Bize itaatsizlik gösterdikleri için cezalandırılmalılar.

Shank: Venezuela, ABD’ye karşı Chavez ile sosyalizme kayarak başarılı bir muhalefet yapıyor. Onlar listemizde neredeler?

Chomsky: Oldukça baştalar. ABD, hükümeti devirmek için bir darbeye yardım etti, finansman sağladı. Esasen, bu düzeyde başvurulan geleneksel son çare.

Shank: Ama biz neden yönümüzü Venezuela tarafına çevirmedik?

Chomsky: Onlar da var. Hükümette ve dolayısıyla Venezuela’ya karşı olan medyada sürekli bir saldırı ve suiistimal var. Birçok neden yüzünden. Venezuela bağımsız. İhraç mallarını, sadece ABD’ye bağımlı olmaktansa, belli bir seviyede zenginleştiriyor. Latin Amerika birliğine ve bağımsızlığına doğru hareket ediyor. Bu Bolivya alternatifi olarak adlandırılıyor ve ABD bunların hiçbirinden hoşlanmıyor.

Bu yine ABD’nin Monroe Doktrini’ne dönüş politikalarına meydan okuma. Latin Amerika’da bu eğilimin artık standart bir ifadesi var, bu da baksa turlu bir çizgi. Latin Amerika, Venezuela’dan Arjantin’e kadar tamamen sola kayıyor, ancak bir iyi bir de kotu sol var. İyi sol Garcia ve Lula, kötü sol Chavez, Morales, belki de Correa. Bu da bölünme.

Bu tutumu korumak için, birkaç yaratıcı ayak oyununa başvurmak lazım. Mesela Lula’nın Ekim ayında tekrar seçildiği donemde yaptığı seyahatlerden ve ilk  olarak Chavez’i desteklemek için Caracas’a gittiğinden, seçim kampanyasından, Orinoko nehrindeki ortak Venezuela-Brezilya projesinden, yeni projelerinden bahsetmemek gerekiyor. Birkaç hafta sonra, kötü adamların kalbinin attığı Bolivya, Kokabamba’da bütün Güney Amerika liderlerinin toplandığını anlatmamak gerekiyor. Chavez’le Garcia arasında düşmanlık vardı, ama görülen o ki o da geçti. Oldukça yapıcı Güney Amerika bütünleşme planları yaptılar. Ama bu ABD’nin planlarına uymadı. O yüzden anlatılmadı.

Shank: Lübnan’daki siyasi çıkmaz ABD hükümetinin İran’a olası bir savaş kararını nasıl etkiliyor? Aralarında bir bağlantı var mı?

Chomsky: Bir bağlantı var. Ben Temmuz’da ABD-İsrail’in Lübnan’a saldırmasının –ABD-İsrail, Lübnanlılar böyle demekte haklılar- bir nedeninin de, Hizbullah’ın ABD-İsrail’in İran’a olası saldırısı için caydırıcı olduğu inancı olduğunu düşünüyorum. Caydırıcı gücü gerçekten vardı, roketler gibi. Ve de amaç, bu caydırıcıdan kurtulmak ve ABD-İsrail’in ileride İran’ın işgali için serbest kalması . Bu en azından nedenlerden biri. Saldırı için söylenen resmi neden şu anda ciddiye alınacak gibi değil; iki İsrailli askerin kaçırılması ve birkaçının öldürülmesi. Yıllardır İsrail, Lübnanlı ve Filistinli mültecileri açık denizlerde, Kıbrıs’tan Lübnan’a kaçırıyor, Lübnan’da olduruyor, İsrail’e getiriyor, rehin tutuyor. Yıllardır bu devam ediyor, kimse bunu İsrail’in saldırısı olarak görüyor mu?

Tabii ki İsrail bölgede hiçbir rekabetin olmasını istemiyor. Ancak Lübnan’a yapılan korkunç saldırı için hiçbir somut temel yoktu. Nitekim ateşkes ilan edildikten sonra, ama uygulamaya konmadan önce, ABD-İsrail saldırısının son yaptıklarından biri güneyi misket bombası yağmuruna tutmak oldu. Bunun için hiçbir askeri neden yoktu, savaş bitmişti, ateşkes başlıyordu.

Orada çalışan BM mayın temizleme grupları, miktarın daha önceden görülmemiş düzeyde olduğunu söylüyorlar. Daha önce çalıştıkları her yerden daha kötü: Kosova, Afganistan, Irak, her yerden. Bir milyondan fazla mayın kalmış olmalı. Büyük bir kısmı siz onlara dokunana kadar patlamıyor; bir çocuk dokunuyor, ya da bir çiftçi çapasıyla ya da bir şeyle çarpıyor. Böylece sonuçta bu mayınlar, mayın grupları –ABD ve İsrail bu grupların bir parçası değil- onları temizleyene kadar güneyi yaşanamaz hale getiriyor. Burası sürülüp ekilebilir toprak. Yani çiftçiler geri gidemez, yani Hizbullah’ın olası caydırıcılığını zayıflatır. BM’ye göre güneyden bayağı çekilmiş gibi gözüküyorlar.

ABD medyasında, “Iran Hizbullah’ı destekliyor” demeden Hizbullah’tan bahsedemezsiniz. Bu onun ismi. İsmi Iran-destekli Hizbullah. İran’dan destek alıyor. Ama İsrail’den, “ABD-destekli İsrail” demeden bahsedebilirsiniz. Bu zımni propaganda. Hizbulah’ın İran’ın vekili olarak hareket ettiği fikri oldukça şüpheli. İran ya da Hizbullah uzmanları tarafından bu kabul edilmiyor, ama resmi politika böyle. Bazen Suriye-destekli Hizbullah diyebilirsiniz, ancak Suriye daha önemsiz olduğu için, şimdi İran desteğini vurgulamalısınız.

Shank: Yedekteki bölük sayısı, kapasitesi ve kamuoyu görüşü göz önüne alındığında, ABD hükümeti, İran’a yapılacak bir saldırının mümkün olduğunu nasıl düşünebiliyor?

Chomsky: Benim bildiğim kadarıyla, ABD ordusu bunun delice olduğunu düşünüyor. İstihbarattan sızan bilgilere göre, istihbarat grubu saçma olduğunu, ama imkânsız olmadığını düşünüyor. Pentagon’un stratejik planlama bölümünde yıllardır çalışmış Sam Gardiner insanlara bakarsanız, yapılması mümkün olan şeyler var.

Dışarıdan yorum yapan hiç kimsenin, en azından benim bildiğim kadarıyla, nükleer tesisleri bombalama fikrini ciddiye aldığını zannetmiyorum. Bombalama olacaksa, yoğun bombardıman olacak diyorlar. Yani nükleer tesisleri ele geçir, ama ülkenin tamamını da ele geçir. Coğrafyanın bir cilvesi olarak, dünyanın en temel petrol kaynakları Şii egemenliği altında olan yerlerde. İran’ın petrolleri, tam Körfez’in yanında, bu da Arap bölgesi, Farisi değil. Kuzistan bir Arap bölgesi, İran’a bağlı, İran-Irak savaşında İran’la birlikte savaştı. Bu da muhtemel bir çekişme nedeni. Eğer Kuzistan’daki ayrılıkçı hareketleri kışkırtmazlarsa çok şaşırırım. Irak sınırındaki ABD güçleri İran’a karşı bağımsız bir Kuzistan’ı desteklemek için hazır olacaklardır.

Shank: Yani operasyonun bunun için olduğunu düşünüyorsunuz?

Chomsky: Bu bir olasılık. Aralık 2004’te Gardiner’in önderliğinde yayımlanmış bir Pentagon, savaş-oyunu raporu vardı. Atlantic Monthly’de yayınlanmıştı. Felakete yol açmayacak bir öneri sunamadılar, düşündükleri şeylerden biri İran’a –muhtemelen petrolün olduğu Kuzistan’a- olası bir ikame durumu için Irak’ta asker tutmaktı. Bunu başarırsanız, ülkenin geri kalanını toz duman edene kadar bombalayabilirsiniz.

Aynı şekilde, başka bölgelerde, örneğin Azeri nüfusu kışkırtma hareketlerine yardım etmezlerse de şaşırırım. İran’daki etnik durum oldukça karışık. Nüfusun çoğu Farisi değil. ayrılıkçı hareketler zaten var, ABD de olabildiği kadar onları kışkırtmaya, ülkeyi içten çökertmeye çalışıyor. Görünen o ki strateji, ülkeyi içten böl, liderliğin de olabildiği kadar şiddetli ve sert olmasını sağla.

Bu devamlı tehditlerin hemen elde edilen sonucu. Herkes bunu biliyor. Şirin Ebadi ve Ekber Ganji ve diğer reformistlerin, İran’daki demokratikleşme ve reform çabalarını zayıflatan ABD tehditlerinden şikâyet etmelerinin nedenlerinden biri bu. Ancak muhtemelen amaç bu. Sonuç açık olduğu için, amacın bu olduğunu varsayabilirsiniz. Hukukta olduğu gibi, öngörülen sonuçlar maksadın kanıtı olarak alınır. Ve burada o kadar açık ki şüphe bile edemiyorsunuz.

Sonuçta politikanın bir parçası, özellikle petrol zengini bölgelerde, Körfeze yakın Arap bölgelerinde, Azeri ve diğer bölgelerdeki ayrılıkçı hareketleri kışkırtmak olabilir. İkincisi, ülke içindeki karışıklığı ve belki de direnişi arttırmak için liderliğin olabildiği kadar şiddetli ve sert olmasını sağlamak. Ve üçüncüsü diğer ülkelere, Avrupa bu konuda en çok söz dinleyeni, İran’ı ekonomik olarak sıkıştırmaları için baskı yapmak.  Avrupa ayak sürüyor gibi ama genelde ABD’ye uyuyor.

Rejimin şiddetini artırma çabaları birçok şekilde görülüyor; örneğin Batı kesinlikle Ahmedinejat’a bayılıyor. Onun yaptığı her sert beyan, yanlış çevrilip hemen ana haberlerde dolaştırılıyor. Onu seviyorlar, ama İran konusunda bir şeyler bilen herkes, özellikle editörler, onun dış politikayla hiçbir ilgisinin olmadığını biliyorlar, dış politika onun değil, üstündeki esas lider Hamaney’nin elinde. Ama onun beyanlarını, özellikle uzlaşmaya yönelik olduğunda, yayınlamıyorlar. Örneğin Ahmadinejad’in “İsrail var olmamalı” demesini seviyorlar, ama ondan hemen sonra “İran, İsrail-Filistin konusunda Arap İttifakının duruşunu destekliyor” demesini sevmiyorlar. Benim bildiğim kadarıyla bu hiçbir zaman yazılmadı. Aslında Hamaney’in daha da uzlaştırıcı fikirlerini Financial Times’da bulabilirsiniz, ama burada bulamazsınız. İranlı diplomatlar tarafından bu birçok kez tekrar edildi ama bir yararı olmadı. Arap İttifakı, eğer ABD ve İsrail tarafından 30 yıldır ablukaya alınan iki devletli çözüm kabul edilirse, İsrail’le ilişkilerin düzelmesini öneriyor. Ve bu da iyi bir hikâye değil, bu yüzden ya bahsedilmiyor ya da saklanıyor.

Bugün Bush yönetiminin kararlarını öngörmek çok zor, çünkü oldukça mantıksızlar. Başta da mantıksızdılar ama simdi çaresizler. Irak’ta düşünülemeyecek bir felaket yarattılar. Bu tarihin en kolay askeri işgali olmalıydı ama onlar tarihin en kotu askeri felaketlerinden birini yarattılar. Kontrol edemiyorlar ve onlar için simdi ülkeden çıkmak da, su anda ABD’de tartışamayacağımız nedenlerden ötürü, neredeyse imkânsız. Neden çıkamadıklarını tartışamayız, çünkü bu aynı zamanda başta neden işgal ettiklerini de tartışmayı gerektirir.

Petrolün konuyla hiçbir ilgisi olmadığına, Irak turşu ya da seker ihraç ediyor ve dünyanın merkezi Güney Pasifik’te olsaydı bile, ABD’nin Irak’ı yine de işgal edeceğine inanmamız bekleniyor. “Petrolle hiçbir ilgisi yok”, ne dangalakça bir fikir. Bu işle alakası olan herkes bunun doğru olmadığını biliyor. Bağımsız ve egemen bir Irak, ABD için kabus olur. En azından biraz demokratik olsa, bu Şii egemenliği altında olacağı anlamına gelir. İran’la ilişkilerini geliştirmeye devam eder, bu da ABD’nin tam da görmek istemediği şey. Onun ötesinde, Suudi Arabistan sınırının tam karşısında, Suudi petrolünün en çok olduğu yerde, oldukça fazla, muhtemelen çoğunluk bir Şii nüfusu var.

Irak’ta egemenliğe, bir derece bağımsızlığa giden yolda öncellikle bastırılmış Şii nüfusu içinde, insan hakları baskıları artıyor. Irak’ta, Suudi Arabistan’da ve İran’da gevsek bir tür birleşmenin olduğunu, bu birleşmenin dünya petrolünün çoğunu kontrol ettiğini ve ABD’den bağımsız olduğunu düşünebilirsiniz. Ve daha da kötüsü, ABD Avrupa’yı korkutabilse de, Çin’i korkutamaz. Bu Çin’in bir tehdit olarak görülmesinin ana nedenlerinden biri. Mafya ilkelerine geri donduk.

Çin 3000 yıldır orada, ‘barbar’ diye hor görülüyor, yüzyıllık bir üstünlükten geliyor ve basbayağı yolunda ilerliyor. Sam Amca yumruğunu sallayınca korkmuyor. Bu korkutucu, özellikle Ortadoğu meselesinde tehlikeli. Çin, Orta Asya ülkelerini ve Rusya’yı da kapsayan, Asya enerji güvenlik ağının merkezi. Hindistan da kenarda bekliyor. Güney Kore olayın içinde ve İran da bir tür ortak üye. Eğer Körfez çevresindeki Ortadoğu petrol kaynakları –ki bunlar dünyanın ana kaynakları- Asya ağıyla birleşirse, ABD gerçekten ikinci derece bir güç haline gelir. Irak’tan çekilmemek bir çok açıdan tehlikeli.

Eminim bu konular ülke içi planlarda tartışılmıştır. Bunların düşünülmemiş olması imkânsız. Ama bunlar, kamuoyundaki tartışmalardan uzak tutuldu, medyada, gazetelerde, Baker-Hamilton raporlarında yer almadı. Nedenini anlayabilirsiniz sanırım. Bu konuları açmak, ABD ve İngiltere’nin neden saldırdığı sorusunu açmak demekti. Ve bu soru bir tabu.

“Liderlerimizin yaptığı her şey soylu nedenler” için diye bir ilke var. Yanlış olabilir, çirkin olabilir, ama temelde soylu. Ve eğer buna makul, muhafazakâr, stratejik ve ekonomik açıklamalar getiririnseniz, o ilkeyi tehdit etmiş oluyorsunuz. Bunun geldiği nokta dikkat çekici. Saldırı için ilk bahaneler, belki de Wolfowitz ve Cheney dışında kimsenin ciddiye almadığı, kitle imha silahları ve El-Kaide’yle olan ilişkilerdi. Başa geçtiklerinde sürekli tekrarladıkları tek soru ‘Saddam kitle imha silahları programlarını bırakacak mi?’ idi. Tek soru, birkaç ay sonra yanlış bir şekilde cevaplandı. Ve hemen resmi politika değişti. Kasım 2003’te Bush özgürlük planlarını açıkladı: “bizim gerçek amacımız Irak’a demokrasi getirmek, Ortadoğu’nun şeklini değiştirmek.” Bu hemen resmi politika haline geldi.

Ama tek tek kişilere bakmak hata olur, çünkü bu evrensel birşey, hatta akademi dünyasında bile genel kabul görüyor. Bunun tamamen saçmalık olduğunu gösteren kanıtlarla başlayan, ama sonuçta durumu kabul eden bilimsel makaleler bile bulabilirsiniz. Current History’de iki akademisyenin, özgürlük politikasının gerçeklerini ortaya koyduğu iyi bir çalışma vardı. Özgürlük politikasının, kitle imha silahlarının bulanamamasından sonra, Kasım 2003’te ortaya atıldığından bahsediyorlar, ama özgürlük politikası hiçbir kanıt olmadan da var.

Hakikaten de uygulanan politikalara bakarsanız, olay tam tersi. Filistin’i ele alalım. Filistin’de serbest secimler yapıldı, ama yanlış bir şekilde sonuçlandı. Bu yüzden, ABD ve İsrail, Avrupa’yla birlikte hemen Filistin halkını cezalandırmaya başladılar. çünkü serbest seçimlerde yanlış yere oy vermişlerdi. Bu Batı’da tamamen doğal olarak kabul görür. Bu, Batılı elitlerin içindeki demokrasiye karşı olan derin nefreti gösteriyor. O kadar derin ki, gözlerinin önünde olduğunda bile fark edemiyorlar. İnsanları, serbest seçimde yanlış tarafa oy verirlerse cezalandırıyorsunuz. Bunun için de her gün tekrar edilen bir bahane var: Hamas önce İsrail’i tanımalı, ikincisi şiddeti bırakmalı, üçüncüsü geçmiş anlaşmaları kabul etmeli. ABD’nin ve İsrail’in bu üçünü de reddettiğinden bahsetmeye çalışın. Filistin’i tanımıyorlar, güç ya da tehdit kullanımını bırakmıyorlar, hatta bastırıyorlar, yol haritası dahil eski anlaşmaları kabul etmiyorlar.

Ben Jimmy Carter’in kitabının, ilk defa ana akımın içinden birinin, haritada doğru yolu gösterdiği için bu kadar sertçe eleştirilmiş olduğundan şüpheleniyorum. Ben daha önce, ana akım içerisinde, İsrail’in ABD’nin desteğiyle yol haritasını derhal reddettiğinden bahseden kimse görmedim. Bunu resmen kabul ettiler ama ….. Bu hemen yapıldı. Bu kamunun da bildiği bir şey. Ben de başkaları da bunun üstüne yazdık, konuştuk, ama ana akımda bahsedildiğini hiç görmedim. Ve besbelli Arap İttifakı’nın tekliflerini ya da başka herhangi bir teklifi kabul etmiyorlar. Nitekim yıllardır, uluslararası olarak uzlaşılan iki devletli çözümün önünü tıkıyorlar. Ama Hamas onları kabul etmek zorunda.

Gerçekten de hiç anlamlı değil. Hamas politik bir parti ve politik partiler diğer ülkeleri tanımıyorlar. Ve Hamas’ın kendisi bir buçuk yıldır anlaşma yapmaya çalıştıklarını, İsrail’in saldırılarına cevap vermediklerini ve de uluslararası konsensüsün ve Arap İttifakı’nın teklifleri doğrultusunda bir anlaşmaya varabilecekleri uzun dönemli bir ateşkes yaptıklarını belirtti.

Bütün bunlar gayet açık. Bu tam da Batılı elitler tarafından demokrasiye karşı duyulan büyük nefretin bir örneği. Bu çok çarpıcı bir örnek, ama buna bir sürü olay daha ekleyebilirsiniz. Fakat Başkan özgürlük planlarını açıkladı ve sayın lider bir şey söyledi mi, bu doğru olmak zorunda, Kuzey Kore tarzı gibi. Bu yüzden, dağlar kadar karşıt-delil olsa da özgürlük planları masada. Zamanlama bile bir yana, tek kanıt sözde.

Shank: 2008 Başkanlık seçimlerinde adaylar İran konusunda nasıl bir tutum içinde olacaklar? İran konusunun seçimlerde önemli bir etken olacağını düşünüyor musunuz?

Chomsky: Şu ana kadar söyledikleri ümitlendirici değil. Ben yine de, her şeye rağmen, ABD’nin İran’a saldırma ihtimalinin düşük olduğunu düşünüyorum. Çok büyük bir felaket olabilr, kimse sonuçlarının ne olacağını bilmiyor. Ancak çok çaresiz kalan bir hükümet bu yola başvurur zannediyorum. Ancak Demokratlar seçimleri kazanmanın eşiğinde olursa, hükümet çaresiz olur. Hâla Irak sorunu var; kalınamıyor da, çıkılamıyor da.

Shank: Demokrat senatörler bu konuda uzlaşmaya varamamış gibi gözüküyor.

Chomsky: Bence bu konuda bir neden var. Neden, sadece bağımsız, kısmen demokratik bir Irak sonucu doğrultusunda düşünmek. Sonuçlar önemli. Başımızı kuma gömebilir ve ABD’nin neden saldırdığını sorgulayamıyor gibi yapabiliriz ama bu da kendimize oldukça zarar verici.

Shank: CO2 emisyonunu azaltacak ve karbon ticareti  sistemini uygulamaya koyacak bir kanun çıkartmak için, siyasi gücümüzün ve isteğimizin olmamasının bu konuyla bir ilgisi var mi?

Chomsky: ABD’nin Kyoto Protokolü’nü neden imzalamadığı belli. Yine imzalaması için çok büyük bir halk desteği var. Hatta bu destek o kadar kuvvetli ki, 2004’te Bush’un seçmenleri, Kyoto Protokolünü desteklediğini zannettiler. Desteklenmesi bu kadar doğal bir şey. Alternatif enerji için halk desteği yıllardır yüksek oldu. Ama bu şirket kârlarına zarar veriyor. Sonuçta hükümetin seçmenleri de onlar.

40 yıl önce hükümetin önde gelen isimlerinden birinin silah kontrolüne tevessül ettiğini, silah kontrolü önlemleri ve devletlerin arasının iyileşmesi için baskı yaptığını hatırlıyorum. Önemli bir şahsiyetti, kendisiyle silah kontrolünün basarılı olup olamayacağını konuşuyorduk; kısmen şaka olarak, “yüksek teknoloji sanayi, silah araştırmaları ve üretiminden değil de, silah kontrolünden kâr kazanmaya baslarsa, başarılı olabilir” dedi. Kısmen şaka yapıyordu ama bunun arkasında bir gerçek de var.

Shank: İklim değişikliği konusunda güneyden yardım istemeden nasıl ilerliyoruz?

Chomsky: Birçok görüşe göre ne yazık ki en çok fakir ülkeler, güney zarar görecek. Bu yüzden de kuzey bir şey yapmayı desteklemiyor. Ozon hikâyesine bakın. Tehlike altında olan güney yarımküre olduğu sürece bu konuda çok az tartışma vardı. Kuzeyde keşfedilince hemen harekete geçildi. Şimdi sıtma aşısı için gelişmiş ülkelerde ciddi bir gelişme söz konusu. Çünkü küresel ısınma, sıtmayı zengin ülkelere taşıyabilir, o yüzden bu konuda bir şey yapılması gerekiyor.

Sağlık sigortası da aynı şekilde. Bu, yıllardır halk için başı çeken konulardan biri oldu. Ve de diğer endüstriyel ülkelerdeki modele göre, belki Medicare’i herkese genişleterek ya da ona benzer bir şekilde, bir sağlık sistemi için fikir birliği oluşturuldu. Bu, programın daha çok dışında, kimse hakkında konuşamıyor. Sigorta şirketleri beğenmiyor, finans sektörü beğenmiyor, vs.

Şimdi değişen bir şey var. İmalat sanayi gittikçe bunu desteklemeye başladı, çünkü oldukça verimsiz olan Amerikan sağlık sisteminden zarar görüyorlar. Şimdiye kadar en kötüsü endüstriyel dünyada oldu ve onlar bunu ödemek zorundalar. İşveren tarafından ödendiği için onların üretim maliyetleri, ulusal sağlık sistemi olan rakiplerine göre çok daha fazla oluyor. GM’i ele alalım. Aynı arabayı Detroit’te ve sınırın ötesinde Kanada’da Windsor’da üretirse, Windsor’daki üretimden, tam rakamını hatırlamıyorum, zannedersem 1000$’in üzerinde kazanıyor, çünkü ulusal sağlık sistemi var, çok daha verimli, çok daha ucuz, çok daha etkili.

Bu yüzden imalat sanayi, bir tür ulusal sağlık sistemi için bastırmaya başladı. Şimdi bu programa alınmaya başlanıyor. Halkın isteyip istememesi önemli değil. Halkın %90’ının istediği önemsiz sayılır. Ama özellikle ülkeyi yöneten şirketlerin çoğu, bir konuyu desteklerse, bu meseleler arasına giriyor. Bu da söylemeye izin olmadığı şeylerden biri, ama gayet açık.

Shank: O zaman güney sesini uluslararası gündemde nasıl duyurabilir? Dünya Sosyal Forumu bunun için iyi bir yer mi?

Chomsky: Dünya Sosyal Forumu çok önemli, ama tabi bu Batı’da yazılmaz. Hatta ben, sanırım Financial Times’da, iki ana forum hakkında bir makale okuduğumu hatırlıyorum. Biri Davos’daki Dünya Ekonomik Forum’uydu, ikincisi İsrail’de Herzeliyah’daki sağ kanatın bir forumuydu. Tabii Nairobi’de de Dünya Sosyal Forumu oldu, ama orada dünyadan ‘sadece’ on binlerce insan vardı!

Shank: BM’deki G77’yi yerme eğilimiyle birlikte, insan gelişmekte olan ülkelerin seslerini nasıl etkili bir şekilde duyurabileceklerini merak ediyor.

Chomsky: Gelişmekte olan ülkelerin sesi, ancak ayrıcalıklı ve zengin ülkelerin yardımı ile duyurulabilir. Yoksa diğer her konuda olduğu gibi kenara itilmeleri oldukça olası.

Shank: Yani bu bize bağlı.

İnglizce'den çeviren: Derya Özkul