Ekonomi Notları 3 - Gündem Büyüme Olmalı

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Ekonomi Notları hayli yoğun, biri geçmişe ait biri de geleceğe ait iki konu konuşacağız herhalde. Bir tanesi DİE’nin rakamları yayınlandı, ekonomide 9.4’lük bir küçülme - daralma ve ülkenin 2. Dünya Savaşı’ndan beri gördüğü en kötü ekonomik tablo çıkıyor ortaya. Bunun üzerine ne diyeceksin? Bir de bugün 21 yılın en iyi enflasyonu rakamları çıkmış, bu konuda...

 

Hasan Ersel: Önce büyüme meselesinden başlayalım. Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ile ölçüldüğünde 2002 yılı % 9.4’lük bir gerileme gösterdi, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)  ile ölçüldüğünde ise % 7.4. Bu aradaki fark ise, gelir kavramlarının aynı olmamasından kaynaklanıyor. GSMH, GSYİH'ya  dış alem net faktör gelirlerinin eklenmesiyle bulunuyor. Bunun içinde işçi dövizleri, müteşebbis gelirleri, kâr transferleri, dış borç faiz ödemeleri ve faiz gelirleri var. Örneğin Türkiye'de yerleşik yabancı şirketler, gelir elde ettiler dışarı gönderirler veya yurt dışında iş yapan Türk şirketleri Türkiye’ye kazançlarını getirirler. Bunlar GSMH hesabına giriyor ama GSYİH tanımı içinde yer almıyor. Bu tür gelirler, ekonomi dışa açıldıkça, hem giderek daha çok önem taşıyor hem de kolay tahmin edilemiyorlar. O yüzden GSYM’nin tahmini yapmak çok zor bir şey. Ben de hep buradaki çalışmalarımızda hep GSYİH tahmini veriyorum dünyadaki genel eğilim de bu yönde. Bu açıdan bakılınca % 7.4 daralma bize şaşırtıcı gelmedi, tahminlerimiz de o yöndeydi. GSMH ile elde edilen sonucu ise daralmanın fazla olduğunun bir göstergesi olarak yorumluyorum… Bu geçen sene yaşadıklarımızın sayısal bir ifadesi. Onları yaşadıksa "ekonomi büyüdü" diye bir sonuç çıkamazdı…Bunda pek şaşacak bir durum yok. Birkaç önemli nokta var, bunun üzerinde durmamız lazım…Daralma yılın son çeyreğinde de çok hızlı devam etti. Niye üzerinde duruyorum? Çünkü, hatırlayacaksınız geçen sene otoriteler "yılın ikinci yarısında büyüme başlayabilir" demişlerdi, öyle olmadı. Tarımı bir tarafa bırakıyorum, sanayi üretimindeki dördüncü çeyrekteki daralma -%10.7, yani üçüncü çeyrekten daha fazla. Üçüncü çeyrekte daha az daralmıştı sanayi kesimi, dördüncü çeyrekte daha da fazla daraldı.

 

ÖM: Bu neden böyle oluyor?

 

HE: Bu “ekonomi genişlemeye geçemez, durum onu göstermiyor” diye savunanlar için, beklenen bir sonuçtu… Sayısal olarak demiyorum, onu kestirmek zordu. Beklenen bir sonuçtu, çünkü bir hareket yoktu ekonomide. "Tamam bu kriz geldi, geçti, dengeler oturdu, bir türlü artık bundan sonra daralma devam etmez" biçiminde bir varsayımdan hareket edenler için bu büyük bir sürpriz oldu. Maalesef otoriteler o taraftaydı. Ama, piyasa onu göstermiyordu. Öte yandan yaşam 31 Aralık 2001’de bitmedi ve tabii geçmişte yaşananların etkileri de devam ediyor. Şu anda ekonomi daralmaya devam ediyor. Şimdi bu noktanın altını çizelim: nasıl  kamyonda gaza bastığınız zaman hemen hareket etmediği gibi, ekonomi de ani hareket edemiyor. Ama bir nokta daha var. ekonomi büyümeye geçmedikçe de güç katbediyor, kendisini toparlaması daha da güçleşiyor. Israrla üzerinde durmağa çalıştığımız konu bu, bu ekonomiye tekrardan harekete geçirmek öyle çok kolay bir iş değildir. Bazı mekanik ya da matematiksel hareketler olabilir. Geçen sene düşük olan bir rakam artar, ekonomi büyümüş gibi görünür, ama açık ki işin özü bu değil. Sürekli bir büyümenin alt yapısının oluşması olayından ve davranışların ona uymasından söz ediyoruz. Bu hiç de kolay gözükmüyor. O açıdan baktığımız zaman da bir iki nokta üzerinde daha durmak istiyorum. Geçen sene özel yatırımlar ne kadar azaldı biliyor musun? % 35…. Bir sene önceye oranla %35 azaldı. Yatırım çok duyarlı bir değişkendir, bir karambol olduğunda insanlar yatırımı keserler. Son çeyrekte ne kadar daraldı? % 50. Yatırım şöyle düşünmek lazım, yatırım genelde üretken kapasite ya da istihdam yaratır. Yatırım düşmesi ise tersini… Şunları da ekleyeyim, Türkiye’de yatırımların çoğunu özel sektör yapar. Dolayısı ile bunun bu kadar hızlı daralması...

 

ÖM: Hiç hayra alâmet değil, öyle değil mi?

 

HE: Bir nokta daha, ben demiştim ki, özel tüketim gelirdeki düşüşten daha hızlı daraldı. Bakın GSYIH %7.4 daraldı, ama özel tüketim % 9 daraldı. Yani insanlar çok tedirgin oldular ve tüketimlerini çok kıstılar, şu anda ekonomideki iç talep eksikliğinin önemli boyutu buradan geliyor.

 

ÖM: Cumhuriyet gazetesinde gördüğümüz bir habere göre, ekonomist Mustafa Sönmez’in yönetimindeki Kum Ajans’ın “hanelerin tüketim harcamaları” konusundaki araştırmasında, Türkiye’de tasarrufun esas gıdadan yapıldığı sonucunu getirmiş.

 

HE: Hangi gelir grubunda olduğuna bakmak lazım. Düşük gelir gruplarında tabii ki gıdanın payı yüksektir, çalışma o gruplarda yapıldıysa bu çıkacaktır. Biraz daha orta gelir gruplarına geldiğiniz zaman, belki giyim, kuşam gibi şeyler olabilir. Yalnız gıda konusunda Güntaç beyin (Güntaç Özler) açıklamalarına paralel düşünmemiz lazım. "Allaha şükür" diyelim, hiç olmazsa, şu aşamada gıdadan tasarruf açlık anlamına gelmiyor. Yapılan bir miktar eskiden daha pahalı olan bir ürünü, daha ucuyla  ikame etmek, bir miktar da alınan miktarı kısmak. Bu ikisinin ortak etkisi büyük. Bunlardan sadece miktar kısılması olsaydı, o tabi çok daha vahim bir şey olurdu, çok daha fazla tepki doğururdu. Tabii böyle devam edemez, bu işin bir sınırı var, onun için de bu büyüme olayının bir an önce gündeme gelmesi gerekiyor. Şimdi bu talep eksikliğinin yarattığı bir sonuç da fiyatlar üzerinde görülüyor. Fiyat artışları beklenenden de iyi çıktı, son yirmibir yılın en iyisi çıktı.

 

ÖM: TÜFE’de 1.2, TEFE’de 1.9 deniyor.

 

HE: Kendi yaptığımız çalışmalarda, TEFE’nin özel imalat bölümünü biz tahmine çalışıyoruz, oradaki tahminimiz tuttu. TÜFE’de tutmadı, çünkü bu ikame etkisinin büyüklüğünü bilemiyoruz. Bu yüzden buradan doğan talepteki baskıyı da çıkartamıyoruz. Yine de bu çıkan rakamları olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek gerekli. Onu bir kere saptayalım. Bunun önemli bir nedeni talepteki düşme olması da insanı şaşırtmamalı. Bu kadar yıl enflasyon içerisinde yaşamış bir ülkede, bir sabah insanların kalkıp “eh artık fiyatlama davranışlarımızı değiştirelim” deyip, yeni bir usulle fiyatlamaya geçmelerini beklemek safdillik olur. Mecbur olmaları halinde bu olur. Bence, “talep düştü, ondan  dolayı fiyatlar düştü, gene üzülecek bir konu var” şeklinde düşünmek yanlış. Sorun nerede? Talep, artmaya başladığı ortamda firmalar fiyat ayarlaması yapmak zorunda mı hissedecekler yoksa üretimi arttırarak mı tepki gösterecekler, işte bu çok önemli ve ciddi bir sorun.

 

ÖM: Üretimi arttırabilmek o kadar kolay görünmüyor.

 

HE: Kolay görünmüyor… Firmalar fiyatları zevkle artrıyorlar demiyorum. Belki bir kısmı iyi göremediği için artırıyordur, ama esas olan maliyetlerini karşılayabilmek için ayarlama yapmak zorunda olmaları. İşte diğer maliyetler (kur, faiz gibi) belli bir dengeye oturabilirse Türkiye daha düşük bir enflasyon platosuna geçebilir. Benim geçen senenin sonunda yaptığım TÜFE'nin %45 dolayında artacağı biçiminde bir tahminim vardı. Şimdi üzerinde biraz daha çalışmam gerektiğini düşünüyorum.  Enflasyon belki biraz daha düşük olabilecek…

 

ÖM: % 45’den daha düşük olur diyorsun.

 

HE: Hükümetin hedefine doğru revize etmek gerekebilir, ama bir anormallik yaratabilecek bir şeyler olabilir mi, ona bir bakmak lazım. Burada kastettiğim Türkiye’nin kendi iç dinamiğinden gelebilecek şoklar… Yoksa  dışarıdaki olaylar eğil… Onlar için ne yapabileceğimiz bir şey var ne de enflasyon üzerindeki etkilerini tahmin edebiliriz… Ama Türkiye nasıl yeniden büyüme yoluna girecek? Bu konuda neler yapılabilir? soruları ciddiyetini koruyor.

 

ÖM: Aylardan beri de zaten üzerinde ısrarla durup, altını çizdiğin konu da bu.

 

HE: Benim görebildiğim kadarı ile bu konu, otoritelerin artık gündemine oturmuş durumda. Bazı arayışlar var. Bunlardan bir tanesi de...

 

ÖM: ‘İstanbul Yaklaşımı’.

 

HE: Evet. Bunun üzerinde iki şey söylemek istiyorum, bir tanesi, elinizde çok kıt kaynak varsa bu çok kıt kaynakla maksimum kazancı nasıl elde edersin? Askerlikten bir benzetme yapacağım. II. Dünya Savaşı sırasında Alman Mareşali Rommel, görece az sayıdaki birlikleriyle güçlü müttefiklere ciddi zararlar verdirmişti. Çünkü kritik noktaları saptayıp, birliklerini oraya topluyordu. Orayı vuruyordu. Bizim elimizde de ülkedeki her yere birden yetişebilecek kaynağımız yok, bu açık… Özel kesimin o kadar kaynağı yok, devletin de öyle. Yurt dışından da durup dururken Türkiye'ye büyük sermaye kimse getirmez. Dolayısıyla öyle bir şey yapılması gerekiyor ki bunun sonucunda doğacak doğrudan ve dolaylı etkiler istenen yönde ve en çok olsun. ‘İstanbul Yaklaşımı’ diyor ki, “bazı firmalar var, bunlar ciddi iyi firmalar ama kriz nedeniyle sıkıntıya girmişler; bu firmalar yaşama kavuşturulursa, yani iş yapabilir hale getirilirse, -belki ihracat yaparlar, belki iç pazara satarlar, bu firmaların niteliğine bağlı- bunların ilişkide olduğu başka firmaları da canlandırırlar. Bu da ekonomik yaşamın tekrar hareketlenmesine katkıda bulunabilir. İstanbul yaklaşımının sorunu “bu firmaları nasıl seçelim ve bunlara nasıl destek verelim?” Özetle kaynak bulunması gerekiyor bir de kaynağın en çok hak edene verilmesi… Bu kolay bir iş değil, tahmin edebileceğiniz gibi herkes bu kaynağı ister, “ben kurtulayım” der. Bu konu şu sıralarda biraz daha ciddi ele alınmaya başladı, bu iyi… Aslında niçin bu kadar gecikti onu anlamak zor… Bu bankaların üstlenmesi gereken bir görev ve ancak onlar yapabilir. Çünkü borçluları onlar tanıyor. O borçluların tekrar iş yapabilir duruma gelmelerinden çıkarı olan da bankalar. Bunu bankaların biraraya gelip çözmeleri lazım. Bunun için de bazı kurallar konulması, böyle bir çözümü engelleyici unsurların da ortadan kalkması lazım. Türkiye’de de engelleyici unsur epey var, yasalarda veya uygulamada problemler var. Bunları bir zapt-ı rapta alırsak bu yaklaşım ekonomiyi hareketlendirme yolunda bir umuttur. Bu işin kolay çözümü yok…

 

ÖM: Şimdi bu İstanbul yaklaşımı konusunda, önümüzde bir toplantı daha oluyor galiba, fakat aynı anda da Türkiye Bankalar Birliği Başkan Vekili Akın Akbaygil’in yanlış anlamaların beklentileri yükselttiğini belirttiği haberi var. “İstanbul Yaklaşımı’ abartıldı” diyor.

 

HE: ‘İstanbul Yaklaşımı’ teknik bir olay, olayı bilen şirketler, bankalar için bunun ne olacağı belli iken, bu basın yoluyla başka türlü yollarla öyle bir şekilde kamu oyuna sunuldu ki, "bir mucize olacak ve bankaların bütün sorunlu kredileri hallolacak, bütün şirketler de kurtulmuş olacak" havası çıktı.  Böyle bir olanak yok. Olsa iyi olur ama yok.

 

ÖM: Ama, bugünkü bazı gazetelerde mesela Milliyet gazetesinde, çok pozitif, “hayat başlıyor” şeklinde, biraz da absürde kaçtığını söyleyebileceğimiz bir manşet var. Diyor ki, “alışverişte gözle görülür bir canlanma yaşanıyor ki bunu Cem Boyner de doğrulamış, “enflasyondaki büyük düşüş de piyasaları sevindirdi” deniyor. Mart ayında satışların iyi olduğunu Hurşit Güneş tespit etmiş, “neredeyse normal bir yıl olacak” diyor Cem Boyner mesela. Ne diyorsun?

 

HE: Normalin ne olduğu söylenirse ben de katılabilirim. Yani %1 büyüme normaldir denirse, olabilir. Bazı saptamaları yapalım, ben de banka verilerine bakarak Mart ayı içerisinde bir hareketlenme olduğunu farkediyorum. Bu hareketlenme de defaatle Açık Radyo’da yaptığımız programlarda söylediğim gibi özel tüketimden geliyor. %35 özel yatırımlar düştü, niye düştü? İnsanlar ne yapacaklarını bilmedikleri, korktukları için düştü. Yatırımlar şimdi birdenbire canlanır mı, yoksa insanlar ne olduğuna emin olduktan sonra canlanır? Bence ikincisi olur. Bu nedenle geriye yine sadece özel tüketimdeki canlanma kalıyor. Yalnız bu canlanmayı da fazla abartmamak lazım. Evet Türkiye’nin milli gelirinin %70 küsuru özel tüketimdir, doğru… Ama bundaki artış ne kadar olabilir? Geçen yıl çok düştü diyoruz, %9 düştü. Bu yıl arttı diyelim, herhalde %26 artmayacak bu?

 

ÖM: Büyümenin %9’a varacağı da düşünülemez herhalde?

 

HE: Büyük bir olasılıkla olmaz. Dolayısıyla bunun sonucunda elde edilecek hareket mütevazidir, ayrıca da bugünkü canlanma zayıf kalıp sönebilir bile. Buradan ne bekliyoruz? Tüketim harcamaları artacak, iç talep oynadı diye düşünecek insanlar, yatırım yapacaklar, vs. ondan sonra ekonomi canlanacak, diye düşünüyoruz. Diyelim ki bu tüketim harcamaları şu andaki kapasitenin kullanılmasına bile yetmeyecek düzeyde kaldı. O zaman bu canlanma sınırlı kalır, bunu daha bilmiyoruz. Onun için gazetelerde bu haberler çıkınca, insan bazen şaşırıyor; bu kadar az bilgiden bu kadar uzun projeksiyon nasıl yapılıyor?

 

ÖM: Zaten medyanın en azından bazı kesimlerinde böyle bir iyimser hava pompalama gayreti görülüyor ki, bunun da çok sağlıklı olduğundan emin değilim.

 

HE: Tabii iyimserlik telkin etmek iyi bir şeydir. Toplumun morali yüksek tutmak açısından… Ama beni korkutan şu: iyimserlik abartılınca düş kırıklığı çok yüksek oluyor…

 

ÖM: Tam da Akın Akbay’ın söylediği gibi, “yanlış anlamalar beklentileri yükseltti, bu da bankaların kendi bilançolarındaki krediler için yapacakları bir uygulama” demiş. Dolayısıyla distorsiyona mümkün olduğu kadar az uğratarak.

 

HE: Eğer ben bazı kısıtlar var ve beni sınırladığını biliyorsam onları göz önüne alarak karar alırım. Yaptığım iş de koşullara uygun olur. Ama o kısıtlar yokmuş gibi davranırsam, başımı vuruncaya kadar yanlış yolda giderim, problem burada.

(4 Nisan 2002 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)