Dünyamıza Hoşgeldiniz

-
Aa
+
a
a
a

The Guardian,  27 Kasım, 2001Afganistan’la ve yaşanan son olaylarla ilgili uzmanlara danışmak amacıyla Amerika ve Avrupa’nın akademilerine, düşünürlerine kulak vermek gerekliliğini hiçe sayan Batı dünyası ne 11 Eylül teröründen ne de kendileri tarafından pek övünülür hale getirilen savaştan pek de ders çıkartmış gibi görünmüyor.

B-52’ler Kunduz semalarında paralel uçuşlar yaparak gökyüzünde izler bırakırken ve bombaların düşüşüyle her tarafı toz bulutları kaplarken bile batılı politikacılar Clare Short’un sözüyle dikkatlerini 'daha iyi bir Afganistan' yaratmaya yöneltmişlerdi. Aynı zamanda Short, dünya üzerindeki yoksulluk sürdüğü ve adaletsizlikler karşısında duyulan öfke içten içe devam ettiği sürece zengin ülkelerin sürekli bir tehlikeye maruz kalacağını belirten Dünya Bankası’ndan James Wolfensohn’a katıldığını belirtmiştir. Bununla beraber, ortaya konan yeniden yapılandırma modeli Afganistan’ın toplumsal ve insani gerçekleriyle çok az ilgili gözükmektedir: Bu açıkçası, dünya çapındaki finansal kurumların dünyanın herhangi bir yerinde dikkat çekici bir başarı kazanacağı düşünülerek oluşturulmuş hazır bir ekonomik yeniden yapılanma paketinden başka bir şey değil.

Bu hafta Pakistan’da Dünya Bankası’nın ev sahipliği yaptığı, Afganistan’ın yeniden yapılandırılması konusunun tartışıldığı konferans, Afganistan halkı tarafından özgürce belirlenecek geniş tabanlı bir hükümet oluşturulmasını sağlamak amacıyla Bonn’da yapılan özel toplantıyla karıştırılmamalı. Geçen hafta Washington’da Japonya ve ABD tarafından desteklenen başka bir görüş ise Afganistan’ın piyasa ekonomisini benimsemesinin yollarının araştırılmasından yanaydı.

Hiç şüphesiz, İngiliz Bakanların Kuzey İttifakı’nın – Kunduz ve Mezar-ı Şerif ‘teki mütevazi ölçekteki son katliamlarıyla da süslenen – kısıtlanmışdavranışlarını, benimsenen yeni politik olgunluğun bir kanıtı olarak selamlamaları her şeyi daha da kolay kabul edilebilir hale getirmektedir. Gerçekten de Afganistan’ın (büyük bir kesiminin) yeni hükümdarlarına artık daha sayılı davranılmaktadır. Ve bunun sonucu olarak basında boğaz kesmeler, eroin tüccarları, köktendincilikle özdeşleştirilmek yerine Doktor Abdullah, General Beşir, Profesör Rabbani ve General Raşid Dostum şeklindeki ünvanlara sahip olabilmişlerdir.

Kabil uçurtma uçurmak ve savaş filmi Uroj’u sinemada seyretmeyi hayal ederek kazanacağı yeni özgürlüklere sevinirken terörizm karşıtlığı, savaş suçları ve güvenlik faturası bizim özgürlüklerimizi kısıtlamak pahasına İngiltere’ye ve aynı zamanda kendi yaşam tarzımızı koruyabilmek amacıyla şüphelilere işkence değil fakat 'fiziksel sorgulama' yapma olasılığı açıkça tartışılır hale geldiğinde askeri mahkemelere şüpheli teröristleri özel bir şekilde jüri olmadan yargılamaya izin veren bir karara imza atan ABD Başkanı Bush’a kesilmiş oldu.

Gerçekten de bizim batılı yaşam tarzımız o kadar çekici ve cazip ki bu haftaki konferanslardan çıkarılan sonuç, bu hayat tarzının Afganistan’a ihraç edilmesinin gerekliliği üzerinde yoğunlaşıyor. Tony Blair, Müslüman ülkeler tarafından da açıkça algılanan bir tehdidi dile getirircesine "Bu sefer Afganistan’daki savaş kolay kazanılmayacak!" demiştir. Aslında hiç de öyle değil! Biz Afganistan’ı kendi kafamızdaki modele göre yeniden yaratacağız ki bu da Afganistan’a, çoğunluğun ciddi bir yabancılaşma ve bozulmatehlikesi altında bulunduğu zayıf ve tükenmiş bir seçim sistemi modeline uygun bir demokrasi anlayışı getirmek demek oluyor.

Hiç sorun değil! Bu, dünya üzerinde olabilecek tek model ve Afganlar da bu sistemin değişmez doğruluğu ve yararını görmeye mecbur tutulmalıdır. Loya Jirgas? (Millet meclisi?), İhtiyarlar Meclisi?... Bunlar sadece modern dünyanın kapısından içeri adım atmak için gerekli olan yöresel renkliliği sağlamak amacıyla var olmalıdır, Afganistan’ın çok karmaşık olan demografik durumu bize tam aksini söyleyerek bunun bir Ulus-Devlet olmadığını, eski sömürgeci bölünüşlerin bir sonucu olarak herhangi bir yere bağlanabilecek durumdaki insanların tesadüfi bir biçimde bir araya gelişleri olduğunu ve Afganistan’ın tek bir merkezden yönetilebilecek bir ulus olma konumundan çok uzaklarda bulunduğunu öne sürse bile...

Peki şu andan itibaren, geleceği tartışılmakta olan bu topraklar üzerinde daha önce de uygulanmış ve yaşanmış olan dışarıdan yabancı bir yapılanma modeli empoze etme teşebbüslerini hatırlamak gerekmez mi? Kuzey Batı sınırında savaşanları Raj’ın bilgelik şemsiyesi altında toplama isteği 1839’daki Birinci Afgan Savaşı’nda 16.000 İngiliz askerinin ölümüne sebep olmuştu. Sovyet sosyalizminin sınırlı çıkarları da Afganistan’daki bu koşulların değişmesine dair hiçbir bir fayda sağlayamamıştı.

Tüm Afgan halkını bir çeşit İslami devlet modelinin gölgesi altında birleştirme niyeti çoğunluğu Müslüman olsa bile kabul edilemez görünmektedir, ayrıca bunun sonucunda elimize daha fazla kan ve acıdan başka bir şey geçmeyecektir. Şu ana kadar tek denenmemiş yöntem olan ve bu çileli toprakları bekleyen son tecrübe, temsili demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçiş ülküsü olarak gözükmekte ve bu ise daha önce ülkeye dışarıdan empoze edilmeye çalışılan diğer yabancı ideolojilerinki kadar zorlu bir uygulama süreci gerektirmektedir.

Öyleyse Kabil’in dans kulüpleri ve çılgın eğlencelerin başkenti, şişmanlıkla savaşma klinikleri ve yalnız kalpler ilanları, kadınların striptiz yapma gibi meslekler aradığı, ürettiği uyuşturucunun ihraç edilmesine gerek kalmadan kendi gençliğini felakete sürükleyen büyük bir taleple tüketildiği bir yer haline gelmesine izin verelim. Böylece Afganistan çok uzun zamandan beri uzak olduğu dünya medeniyetine sonunda katılmış olacaktır.

Afganistan’ın yeniden inşa edilmesinin en fazla 20 milyar dolara malolacağı tahmin edilmekte. (Bu ise New York’un küçük bir kısmının restore edilmesinden daha az bir rakam.) Batı, sadece para yardımının iyileştirici etkisini göz önünde bulundurarak toplumsal barışı inşa etmenin sırrını sadece kendisinin bildiğine inanıyor. Yine de, gerçek batı ideolojisi bütün çatışmaları çözümleyici, evrensel barış, dostluk ve uyumu güçlendirici bir niteliğe sahiptir. Afganistan’ı yeniden inşa etmeye çalışanların kendileri de açıkça ifade edilmese de köktenci bir yaklaşımla, insanlığın ihtiyaç duyabileceği tüm ihtiyaçları ve ilişkileri dışlayarak sadece ekonomik sebeplerin zorlayıcı dogmalarını göz önünde tutarak hareket etmektedirler.

Açıkçası Afganistan’ın geleceği – yoksa kaderi mi demeli? – Kuzey Kore, Küba ve Irak gibi birkaç isyankar ülke dışında hâlâ tüm dünya ülkeleri tarafından yaşanmakta olan süreçle birebir özdeş olacaktır. Bu ise G7 ülkelerinin hakimiyeti altında dünya ekonomisine entegre olma sürecinden başka bir şey değildir.

Savaşanların kararının sınırları bundan daha belirli ve açık olamazdı. Şeytana karşı verilen bu savaşın galiplerinin dumura uğramış imgelemlerinin önerebildiği tek çözüm, Afganistan’da adaletsizliği ve eşitsizliği yaygınlaştırarak terörizme daha da yakınlaştıracak şekilde, İslamiyet hakkında pek az şey bilerek üç yılda bir tekrarlanacak seçimlerle geniş bir tabanda toplanmış sözde demokratik yönetimler kurmaktı.

Elbette batılı güçler ne ekonomilerinin can damarı olan petrol boru hattını ne de şu anda, azat edilmiş topraklardaki manzarayı allak bullak eden ceset yığınlarından daha kabarık kâr oranlarına sahip birçok firmanın biraraya gelmesiyle oluşacak büyük anonim şirketler kurmak için yapılacak kontratları düşünerek hareket ediyor.

Diğer bir deyişle, Batı’nın Afganistan için hayal ettikleri tüm dünyaya yaymaya çalıştığı doktirinlerin bir devamı, uzaklarda görünen bir yansıması niteliğinde. Şu sıralar Batı, Taliban’ın yokedilmesi, kuzeyde kazanılmış zafer,Birleşmiş Cephe’nin desteği ve Bin Ladin’in etrafını çeviren ağın iyice küçülmesi gibi başarılarla o kadar meşgul ki tozların içinde binlerce mültecinin yaşam savaşı verdiği boz renkli çadır kentleri, yaşanan kıtlık, açlık ve kuraklığı ve tüm bunların ötesinde ebeveynlerinin birer bire ölümüne, kardeşlerinin sakatlanmasına ve halkının yaşadığı sefalete tanıklık etmiş yeni bir neslin çektiği acıyı ve içinde büyüttüğü korkunç öfkeyi bir türlü göremiyor.

Yanıp kavrulmuş tarlalarda toza dönüşen tarımsal ürünler belki gözden çıkarılabilir fakat kin ve nefretin verimli toprakları durmadan genişliyor ve ne yazık ki geleceğin terörizm tohumları ilahi intikam ateşiyle birlikte atılıp büyütülüyor.

Çeviren: Özlem Özbek

Metnin Orijinali: http://www.guardian.co.uk/Print/0,3858,4308068.html