Diktaya da karşıyım, savaşa da!

-
Aa
+
a
a
a

18 Şubat 2003 tarihli Hürriyet gazetesinde Sn. Ertuğrul Özkök anladığım kadarı ile ve özetle savaşa karşı yapılan gösterilerin aslında Saddam Hüseyin’i güçlendirdiğini, Irak halkının kurtuluşunu geciktirdiğini belirtip, Miloseviç’i bir savaşın durduğunu yazarak, bu savaşa karşı olmanın anlamsızlığını ve belki de haksızlığını vurgulamış. Paralel görüşleri daha önce de yazmıştı Sn. Özkök. Ben de bir savaş karşıtı olarak biraz alındım bu bizlere yapılan haksızlığa. Sanırım bazı noktaların yeniden vurgulanması ve savaş taraftarlarının veya savaşın bir çözüm olacağını düşünenlerin iyi bir açıklama yapmaları gerekiyor.

Daha öncede Açık Site’deki yazılarımda aşağıdaki noktaları hep belirttim. Irak’taki rejim bir diktatörlüktür. Sahip oldukları petrol zenginliğine rağmen kendi halkına ne kadar refah seviyesi ve özgürlük verdiği tartışmalıdır. Günümüzde insan haklarının bir ulusun iç sorunları olarak kabul edilemeyeceği de açıktır. Kendi iç kamuoyu denetimi olmayan bir ülkenin, bir şekilde çevre ülkeler için de tehlikeli olması olasılığı asla yabana atılamaz. Irak’ın elinde, bulunamasa dahi hâlâ kitle imha silahı olabilir.

Evet, bunların hepsi kabul. Ama şimdi şu noktaları da tartışalım. Sn. Yalçın Doğan daha birkaç gün önce ABD kongre kayıtlarına dayandığını açıkladığı yazı dizisinde, ABD büyükelçisinin Kuveyt’in işgaline adeta göz yumulacağını Saddam Hüseyin’e hissettirdiğini belirtmedi mi? Ve daha sonra savaşın ardından Irak yönetiminin gücü her anlamda kırılmadı mı? Salt silah gücü değil. Bir ülke düşünün kendi hava sahasında uçma yasağı ile karşı karşıya. Fiilen bir çok yer denetimi dışında. Irak Kuveyt işgalinden –ki yineliyorum Hürriyet gazetesine göre adeta ABD’nin haberi olan bir işgalden- sonra çevre ülkelere karşı hangi saldırıyı yapma cesaretini buldu. Basra isyanının –ki bunda da isyanın bastırılması için ABD’nin uçuş yasağını kaldırmasından bahsedilir- bastırılması ile Halepçe dışında görünürde bir iç devlet terörü var mıdır? Ya da Irak’ta kanlı bir iç savaştan bahsedilebilir mi?

Bu savaş haksızdır

Eğer bu soruların cevabı hayır ise nasıl olur da Yugoslavya’daki iç savaş, savaştan öte katliamlarla paralellik kurulabilir.(Yugoslavya’daki iç savaşı olağanüstü bir kara mizah ile anlatan Tarafsız Bölge filmini anımsayın). Saraybosna’da düpedüz ve açıkça –öncelikle Müslümanlar- katledilmedi mi? Toplu mezarlar ortaya çıkmadı mı? Katliamdan öte tapu kayıtlarının bile yok edildiği yazılmadı mı? Toplama kampları görüntüye gelmedi mi? Sniper da denen keskin nişancılar insan avı yapmadılar mı? Bana göre Balkanlar’a yapılan müdahale geç bile kalmıştır. Miloseviç Yugoslavya’sı ile şu andaki Irak yönetiminin yaptıkları

Tarafsız Bölge filminden...

arasında paralellik kurmak zordur. Dünyada kitle imha silahlarına sahip ve dikta veya tek parti rejimi altında olan ülke sadece Irak değildir. Ama namlunun ucundaki Irak’tır.

Bu savaş haksızdır. (Zaten buna savaş demek savaş kavramına haksızlıktır.) Eğer bu savaşa haklı dersek, unutmayalım yine daha önce belirttiğim gibi bir süper gücün –şu anda ABD- her ülkenin tepesine benzer gerekçeleri ileri sürerek binme hakkını kabul etmiş oluruz. Savaşa evet diyenler aslında savaşa değil açıkça bir tepeye binme hakkına evet diyorlar bana göre. ABD ve dünya üzerindeki her ülke diktatörlüğe karşı olmalıdır. Bu ülkelere karşı (aslında ülkeye değil diktatör yönetimine karşı) mücadele verilmelidir. Buna katılıyorum. Diktaya karşıyım ama savaşa da karşıyım. Diktaları yıkmak için de ilk önce halkı bombalamanın gerektiğini düşünmüyorum. Bu ayrımın kesinlikle altı çizilmelidir. Eğer mutlaka bir ülkenin tepesine bomba yağdırılacak ise bunun objektif gereklilik koşulları ve gerçekten özgür tartışma ve karar alma mekanizmaları olmalı. Bugün Irak yönetiminin savunulur yanı olmamakla beraber bu yönetime karşı verilecek mücadelenin yukarıda anlattığım gerekçeler ile savaş olduğuna ve hele hele de bu savaş kararının alınmasındaki sürecin işleyişinin adil olduğuna inanmıyorum.

Elimize kan bulaşacak

Ünlü yönetmen Costa Gavras’ın Kayıp filminin son sahnesini hatırlar mısınız, bilmiyorum. Jack Lemmon -kaybolan (öldürülen) gencin babası- ABD büyükelçisinin odasına girer ve büyükelçiye kızar. Büyükelçi büyük bir soğukkanlılıkla “Eğer kaybolan oğlunuz değil de başkası olsaydı şimdi Amerika’da evinizde oturup bu olanları seyredecektiniz” der. Kuşkusuz bu cümle gerçek hayatta söylenmemiştir. Bu senarist ile yönetmenin yorumudur. ABD’nin Şili’deki darbede etkisi olmayabilir. Ama Allah aşkına söyleyin ABD’nin özellikle kendi dışındaki demokrasilere yaklaşımı konusunda hep aynı standartta ve samimi olduğunu kim söyleyebilir? ABD tek süper güç olmanın rahatlığı ile kendi standartlarını koyuyor. Ve biz –sadece Türkiye değil- bu standartları bir kılıf uydurup doğru veya olması gereken kabul ediyoruz. Bence şu anda bu savaşa evet diyenlerin, yineliyorum evet dedikleri şey aslında bu gerçektir.

Bir noktayı daha yeniden vurgulamak istiyorum. Bu savaşın haklılığı başka bir kavramdır uğrayacağımız zararların tazmini başka bir kavramdır. Bir başka deyişle biz istediklerimizi fazlası ile alsak dahi önce bu savaşın, sonra bu mantalitenin, bu kabulün dökeceği kanlar elimize bulaşmış olacaktır.

NOT: Sayın okurlar, bu yazı aslında 19 Şubat tarihinde Açık Site’ye gönderildi. Daha doğrusu ben gönderdiğimi sanmışım. Bugün Sn. Melih Kafa ile yaptığımız yazışma sonucunda ulaşmadığı anlaşıldı. Ancak güncelliğini kaybetmediği için bu hafta konusunu yeniden bu yazıya bıraktım.