İş Sanat sahnesinde 25. sezon

-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi'de İş Sanat’ın Sanat Yönetmeni Defne Turaç'la, İş Sanat'ın 25. yılını, yıl boyunca devam edecek etkinlikleri ve Defne Turaç'ın sanat yönetmenliğine yaklaşımını konuşuyoruz.

""
Defne Turaç'la İş Sanat'ın yeni sezonu üzerine
 

Defne Turaç'la İş Sanat'ın yeni sezonu üzerine

podcast servisi: iTunes / RSS

İlksen Mavituna: Evet, Açık Dergi'yi dinliyorsunuz. İş Sanat'ın yeni sezonunu konuşmak üzere. Defne Turaç'la birlikteyiz. İş Sanat’ın Sanat Yönetmeni. Her sezon geleneğimiz olduğu üzere, başbaşayız yine. Merhaba Defne!

Defne Turaç: Merhaba!

İ. M: Teşekkürler, yoğun bir performans halinde sezonu açmaya hazırlanırken bu zamanı ayırdın.

D. T: Aaa olur mu öyle şey? Sana ayırmayacağım da kimi ayıracağım? Açık Radyo, her zaman. Ritüelimiz oldu artık seninle bu zaten.

İ. M: Aynen öyle. Biletler satışa çıktı.

D. T: Çıktı dün.

İ. M: Evet. Sezon da açıldı açılacak, neredeyse bir ay gibi bir süre var. Ayrıntıları konuşalım istiyorum. Hem dünyadan hem Türkiye'den çok kıymetli müzisyenler ve orkestralar, İş Sanat’ta dinleyicisiyle buluşacak. 

Şöyle bir toplu bakış atalım seninle. Biz sene boyunca tabii takip edeceğiz olup bitenleri. Açılış konseriyle başlayalım. Kasım'da, Aralık'ta çok kıymetli etkinlikler var. Baharı da, tabii ki, boş bırakmıyorsunuz. Bütün sezon çok önemli işler olacak.

D. T: Önce, birazcık bankanın 100. yılından başlayayım. Çünkü Cumhuriyet'in 100. yılından hemen sonra bankanın 100. yılı etkinliklerini de biz düzenledik. Geçen seneki programda bankanın 100. yılı etkinlikleri de vardı.

En son Plácido Domingo yaptık; Murat Karahan ve Elena Stikhina ile kocaman bir şey yaptık ve böyle kapattık. Ondan sonra hızlıca bu sezonu çalışmaya başladık. 

Çok merak edildiği için hemen kısacık bir parantez edeyim, "Ne zaman sezonu yapıyorsunuz?" kısmı şöyle oluyor, biz neredeyse bir yıl evvelden sezonu bitirmiş oluyoruz; yurt dışındaki, özellikle klasik müzikli topluluklarının turnelerine girmeye çalıştığımız için, turne ayaklarından bir tanesi olmaya çalıştığımız için. Bunu herkes böyle yapar. Genel olarak bu anlaşmalar, özellikle klasik müzik anlaşmaları bir sene veya iki sene öncesinden yapılıyor. Çünkü Avrupa ve Amerika öyle çalışıyor. Hep iki sene sonrasını çalışıyorlar. Biz de gittiğimiz konferanslarda hep bir sezon sonrasını, iki sezon sonrasını konuşuyoruz. Cazlar için de hemen hemen aynı şey geçerli. Bir tek yerli projeler o senenin içerisinde oluşuyorlar. Bilet satışına yakın, biz bile bir sürü şey ekliyoruz, ki ekleyeceğiz daha. Caz ve dünya müziğinde de aynı şey geçerli. Dolayısıyla, zaten biz bir sezonu yaparken bir sonraki sezonu çalışmaya başlıyoruz hızlıca. O yüzden de bu sezon hazırdı, saklıyorduk sizin için. Şimdi açıkladık.

İ. M: Ve eklenecek etkinlikler de oluyor.

D. T: Eklenecek etkinlikler oluyor zaten. Sonuçta bütün bir sezonun biletini açmıyoruz ki biz. İş’te bizim de öyle bir yöntemimiz var, metodumuz. Diyoruz ki klasik müzik konserlerin hepsini açalım. Neden açmayalım ki? Bunlar büyük etkinlikler, herkes bunları alsın. Bir de biz zaten klasik müzik ağırlıklı bir salonuz. Cazlarımız da hazır oluyor ama yeni yıl konseridir, dünya müziğidir, birtakım yerli projelerdir -çünkü o yerli projelerle konuşuluyor oluyor hâlâ, prodüksiyonları, içerikleri- böyle etkinlikleri sonra açıyoruz. 

Çok büyük bir kapanış yaptık Plácido Domingo’yla zaten bu sene İş Sanat’ın da 25. sezonu. Bir kutlama yapmıyoruz bizim her sezonumuz zaten kutlama gibi geçtiği için ama tabii yirmi beş, dile kolay. Ben de ne yapalım, ne yapalım diye düşünürken Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile açacağımız vakıaydı zaten. Ben de çok istedim, büyük eserlerle açalım diye. Sonra aklımıza Güher ve Süher Pekinel geldi, dedik ki Murat Karahan ve Plácido Domingo’yla ile kapattıysak zaten Güher ve Süher ile açmak çok mantıklı. Güher Hanım’la ve Süher Hanım’la konuşmaya başladık. Onlar tabii ki mutlulukla kabul ettiler.

Ben şöyle bir sanat yönetmeniyim: Aslında menajer ve ekibin, entourage’ın, hiç sevmediği bir insanım, çünkü programa da karışıyorum; geçmişimden dolayı. Şunu da mı ekleseniz, yoksa şunu da mı yapsanız diye sorarım. Özellikle klasik müzik repertuarlarına müdahale ederim. Borusan İstanbul Filarmoni de bunu çok iyi bilir. Ne çalalım? dediklerinde, Leonard Bernstein’ın Candide Üvertürü ile başlayalım dedim. Büyük bir üvertür olsun, fanfar gibi görkemli bir açılış olsun. Bu eser, renkli ve büyük bir orkestraya çok yakışır.

Sonra, Güher ve Süher Pekinel kardeşler çalsalar, ne kadar güzel olur, dedim. Daha önce de bizimle çaldılar, hazır büyük orkestramız da var. Sonra, şef Şefkar Loteran bana haber yolladı. Maestro Maçlura, tamam, o zaman senfoniye ben karar vereceğim, dedi.

Bu kadar işin içine karışmak ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışılır, tabi. Eğer bilgin varsa karışmak iyi olabilir, ama bilgin yoksa bir katkı sunmak zor olabilir. Sonuçta ben de işin her yerinde olmak istiyorum. Heyecanlı biriyim, tez canlıyım ve işimi yaparken gözlerim parlar. Sen zaten biliyorsun, her şeyi büyük büyük ve hızlı hızlı anlatırım.

O yüzden katkı sağlayabileceğim her yere katkı sağlamaya çalışıyorum. Ama Maestro'dan mantıklı bir karşılık gelirse, ısrar etmiyorum. O da zaten her şeyi bana mantıklı bir şekilde açıklar. Yani her şeyin içinde olmayı seven biriyim. Elimi hamura sokmayı seviyorum.

İ. M: Ondan sonra da Maestro 7. Senfoni'yi seçmiş.

D. T: Evet, Beethoven 7'yi seçti. Bence harika program oldu. İmece usulüyle, benim aklıma Beethoven 7 gelmedi, onun aklına da Candide Uvertürü hayatta gelmedi. Ortada bir yerde buluştuk yani.

İ. M: 7 Kasım Perşembe, 20.30’da İş Kuleleri Salonu’nda.

D.T: Biletler 2 Ekim’de satışa çıktı ve tabii ki hızla tükendi; Kasım ve Aralık ayının biletleri neredeyse tamamen bitti. Ben biraz Kasım ayından sonrasına geçeyim. Alfredo Rodríguez Rio konserini yapacağız. Bu da bizim için ilginç bir olay. Komik mi bilmiyorum, ama ilginç olduğu kesin. Daha önce Richard Bona konserini yapmıştık, pandemi patlak verdi ve dünya durdu. O konserde Alfredo Rodríguez piyanistti. Şimdi, 4-5 yıl, tam olarak 4.5 yıl sonra, Alfredo Rodríguez’i tekrar kendi projesiyle davet ettik.

Alfredo Rodríguez’i Türk seyircisi zaten çok iyi tanıyor. Ayrıca oldukça iyi bir triyosu var. Küba ezgileriyle dolu, tınıları ve müzikal yapısıyla dikkat çekiyor. Çok eğlenceli bir sanatçı. Bu konserimiz de 26 Kasım’da olacak. O konserle ilgili küçük bir sürprizim var ama şimdilik açıklamayacağım. Belki konser dışında, kulelerin dışında başka bir yerde ikinci bir gece yapabiliriz. Onu da zamanı gelince açıklarız, hatta bunu Açık Radyo'dan duyururuz.

İ. M: Çok seviniriz, heyecanlandım.

D.T: Bir gece sonra da, yerini şimdi açıklamayacağım gizli bir yerde bir sürpriz yapacağız. Gerçekten çok güzel görünüyor. Hatta anlaştık, yapacağız. Ondan sonra benim araştırmalarım sonucunda, ki bunu henüz grupta konuşmadım, Les Talens Lyriques adlı bir topluluk var. Letalenlirik oldukça eski bir barok müzik topluluğu ve Metro seyircileri onları çok iyi bilir çünkü Metro’da birçok konser verdiler. Ben onları çok severim; çok farklı bir sanat anlayışları var. Christophe Rousset inanılmaz bir klavsencidir, zaten Grammy adayıydı. Letalenlirik de onun kurduğu bir topluluk. Genellikle sahnede operalar seslendiriyorlar, ama bize bambaşka bir projeyle geliyorlar. Kontrtenor Zoltan Darago ile birlikte olacaklar. Zoltan Darago'nun kariyeri hızla parladı çünkü Helsinki'de Philip Glass'ın bir operasında başrol oynadı. Zaten Philip Glass’ın projelerine dahil olduktan sonra Avrupa’da ve Amerika’da yıldızınız hızla yükselir. Zoltan Darago genç bir kontrtenor ve bize Bach’ın kantat ve aryalarını seslendirecekler. Bu eserler alto sesi için yazılmış ve bir erkek tarafından seslendirilecek. Kontrtenorlar seslerine göre alto ve soprano olarak ayrılıyor. Zoltan Darago alto kontrtenor. Bu konseri kesinlikle kaçırmamalısınız, 5 Aralık'ta olacak. Gerçekten muhteşem bir repertuar. Bu tür gruplar sık sık turneye çıkmıyorlar, asıl önemli nokta bu. Bbuna da gidemedik demeyin çünkü Les Talens Lyriques’i bir daha Fransa’dan getirip burada izleme şansı bulmak zor olur. Bu yüzden bu konser çok önemli.

İ.M: Nadir bir fırsat.

D.T: Özellikle klasik müzik severlerin mutlaka dinlemesi gereken bir konser, çünkü barok müzik deyince bu, Avrupa’nın en iyi bilinen topluluklarından biri. Les Talens Lyriques, 5 Aralık'ta sahnede olacak. Tabii, yerli projelerimiz de olmazsa olmaz. Mor ve Ötesi konseri mesela, seninle programdan önce de biraz konuşmuştuk. Mor ve Ötesi, yıllar önce İstanbul'da bir akustik konser vermiş. Ben izleyemedim. Sonra dedik ki, bir tane daha yapar mısınız? Galiba başka bir yerde de böyle akustik bir konser yapmadılar. Projeye çok ağırlık vermemişler gibi görünüyor. Zaten dev projeler yapan bir grup; senfonik konserler, stadyum konserleri… Müthiş bir grup. Sağ olsunlar, Türkiye’nin medarı iftarı diyebilirim onlar için. Birkaç grup için bunu söylerim. Sonra, Mor ve Ötesi bize “Keyifle İş Sanat’ta her şeyi yaparız, nasıl isterseniz öyle olsun” dediler ve 10 yıl sonra ikinci bir akustik konser yapacaklar. Biz çok heyecanlandık çünkü Mor ve Ötesi sık sık konser vermiyor, verdiklerinde de çok büyük konserler yapıyorlar. Ama bu sefer 800 kişilik bir salonda, oturarak ve akustik bir konser verecekler. Sanki 2025’e kadar erteleyebilirlerdi, ama hemen kabul ettiler. Bu beni çok mutlu etti. Buradan Harun’a sevgiler ve selamlar! O konserin biletleri de neredeyse tükendi.

İ. M: Çok hızlı. Biz bu kaydı yaparken, iki gün geçti biletler satışa çıkalı. 11 Aralık'ta konser.

D. T: Bitti, özür dilerim. İkinci bir gün yapamayacağım, maalesef. Ne bizim salonumuz uygun, ne de onların tarihleri. O yüzden ikinci bir gece olmayacak. Belki başka bir sezonda ikinci bir konser yapabiliriz. Bu tamamen bir şans meselesi artık. Ondan önce, 22 Kasım’da Zuhal Olcay sahne alacak. Zuhal Olcay zaten bir diva. Herhalde sadece benim için değil, herkes için bir diva. Harika bir oyuncu ve harika bir şarkıcı. Ona aslında kabare tiyatrosundan parçalar söylemesi için gitmiştim; yani tiyatro geçmişi olan şarkılar söyler misiniz diye. O da bana dedi ki, “Ben sadece bunları söylemiyorum ki, benim albümlerim de var. Zaten tiyatro ve kabare şarkıları söylüyorum.”

Bir de hayatıma dokunan çok özel şarkılar var, bunları da hikayeleriyle, belirli anekdotlar üzerinden anlatmak isterim dedi. O an anladım ki bu zaten bir tek kişilik oyuna dönecek. Ve dediği gibi, hızla biletleri tükenen bir etkinlik oldu. Bu da 22 Kasım’da gerçekleşecek. Herhalde muhteşem bir konser olacak, öyle görünüyor. Çünkü biliyorsunuz, daha önce yapılmamış projelerle ilgili nasıl bir şey çıkacağını ancak provalarda görebiliyorum. Geçen sene Emre ile Kayahan şarkılarını çalışırken de sizinle şu an bulunduğumuz yerde bu konuları konuşmuştuk. O projeye de çok müdahil olmuştum: “Bu şarkı olmasın, şu olsun, bu da eklensin” gibi bitmeyen telefon konuşmaları ve masa başı çalışmalarıyla ilerledi proje.

Zuhal Olcay’ın projesinde de sağ olsun beni dahil ettiler. Nasıl yapsak, şöyle mi olsa diye sürekli fikir alışverişi yapıyoruz. Ama Zuhal Olcay zaten hep kafasında projeleri olan bir insan. “Ben şunu şunu yapacağım” diyor ve o kadar iyi anlatıyor ki, ne çıkacağını daha en başından biliyorum. Bu da öyle bir proje. Birlikte oturup tartıştığım ve ürettiğim sanatçı dostlarım var. “Şöyle bir şey mi yapsak?” dediğimde “Dur, ben bunun üstüne şöyle bir şey koyayım” diyerek heyecanla kendi başına çalışan sanatçı dostlarım da var. Zuhal Olcay da onlardan biri. Bu sene yerli sanatçılardan devam edeceğiz.

İ.M: Bu arada, seni böleceğim ama… Şimdiye kadar saydığımız konserlerin çeşitliliğine baktığımızda, yıl kapanmadan İş Sanat’ın tüm renklerini zaten kapsül halinde vermiş olduk.

D.T: Evet, aslında bu bir yöntem. Çünkü şöyle düşün, Kasım ve Aralık ayları hem senenin sonu hem de sezonun başlangıcı. Çok garip bir dönemdeyiz, tam bir geçiş noktası. Adeta bir fragman gibi oluyor; tüm sezonda ne izleyecekseniz, onun bir “trailer”ı gibi. Yani tüm sezon boyunca yapacaklarımızın kompakt bir halini sunuyoruz. Bu, bir çalışma yöntemi, bir iletişim stratejisi değil. Öyle çalışıyoruz, öyle seviyoruz. Seyirciler ne göreceklerini bilsinler diye. Bu dönemde sadece dünya müziği eksik. Dünya müziklerini daha çok Şubat’ta seviyorum.

Şimdi, yerli projelere gelirsek, 2025’te de birçok yerli projemiz olacak. Bunlardan biri, 14 Şubat haftasında yapacağımız etkinlik. Herkes aşk şarkıları yapıyor, ama biz Sevda Türlüleri yapacağız dedik. Çünkü biliyorsun, hep anlatıyorum; bu kadar caz ve dünya müziği programı içinde, özellikle geniş bir yelpazede çalışan bir konser programında, kendi kültürel değerlerimize ait müzikleri koymazsan bu bir eksiklik olur. En hafif tabirle eksiklik.

Ben zaten türküleri, Türk Halk Müziği’ni ve Türk Sanat Müziği’ni çok seviyorum. Bunlar bizim öz değerlerimiz. Akademik olarak da çok önemli, konservatuarları, arşivleri var, notaları var. Dolayısıyla programımızda bunlara mutlaka yer veriyoruz. Bunlar çok kıymetli. Ayrıca Türk Sanat Müziği’ni illa bir Türk Sanat Müziği sanatçısına söyletmek zorunda değilsin. Türk Halk Müziği’ni de illa otantik bir biçimde sunmak zorunda değilsin. Şimdi Sevcan Orhan ve Hüseyin Turan’ı bir araya getirerek Sevda Türküleri isimli bir konser yapacağız. Bu, aşk şarkılarına bir karşılık olacak, daha eğlenceli ve Türkiye’ye özgü bir yerden yaklaşacağız.

Aynı şekilde, Türk Sanat Müziği’ni de farklı projelerle ele alıyoruz. Geçen sezonlarda bunu Cem Adrian’a yapmıştık ve çok güzel geçmişti. Cem Adrian, sesi ve yeteneği sayesinde harika Türk Sanat Müziği söyleyebiliyor. Gayet Su Akyol da bunu çok iyi yapabiliyor; o kadar alternatif bir yerde durmasına rağmen harika bir Türk Sanat Müziği gırtlağı var. Şimdi onu da Serkan Halili ile bir araya getirip bir Türk Sanat Müziği projesi oluşturuyoruz. Hem türkü projeleriyle hem de Türk Sanat Müziği projeleriyle programı zenginleştiriyoruz. Aynı zamanda bu kültürel değerlere başka bir perspektiften bakmanın imkanını yakalıyoruz. Bunlar önemli şeyler.

Tabii ki bu tür projeler riskli de olabilir. Bir şey denersin, tutmaz. Ama o da bir deneyimdir. Dersin ki, tamam, bir daha böyle yapmayalım. Çünkü bazı şeyleri denemeden bilemezsin. Özellikle canlı konserlerde ya da yeni projelerde, sahnede duymadan, seyirci tepkisini almadan bazen ne olacağını kestiremiyorum. Mesela açılış konseri gibi klasik müzik projelerinde bile, eğer getirdiğin topluluk daha önce burada bulunmamışsa, ne olacağını bilemezsin.

Örneğin Ensemble Resonanz ve Patricia Kopatchinskaja’yı bir araya getirdik. Repertuarda öyle bir eser olabilir ki çalışmaz, ama genel olarak her şey mükemmel olur. Bu tür durumları çok yaşadık. Mesela Mahler Chamber Orchestra geldiğinde, Berlin Filarmoni Horncusu Stefan Dohr ile Haydn ve Ligeti çaldılar. Seyirciyi tebrik ediyorum, kimse Ligeti’de salonu terk etmedi, dinlediler. Çünkü orkestra harika çalıyordu.

Aynı şekilde, Ensemble Resonanz ve Patricia Kopatchinskaja konserinde de aynı başarıyı bekliyorum. Orada Bartok, Necek ve Dai Fujikura olacak. Dai Fujikura neredeyse bizim yaşımızda bir besteci ve harika bir yetenek. Ancak bu repertuarın yanında Handel ve Bach da olacak. İşte bu tür hibrit programları çok seviyorum. Çünkü sadece Handel ya da sadece Bach konserleri düzenlemek, benim için çok bilinen bir formül gibi geliyor. O yüzden herkes bu hibrit programlardan kendi seçimini yapabilir, alacağını alabilir.

İ. M: Daha canlı bir bağlam.

D. T: Daha canlı bir bağlam evet, çok organik sinir uçları var çünkü. Ve seyircinin sinir ucuyla birleşiyor onlar. Ve çok enteresan oluyor gerçekten bu. Z kuşağı çok seviyor bunu. Z kuşağıyla da çalışıyoruz. Bana diyorlar ki biz deneyime para vermeyi çok seviyoruz. O zaman konsere gelin. Çünkü konser dediğin şey başından sonuna kadar deneyim. Hele böyle konserler, Ensemble Resonanz ve Patricia Kopatchinskaja gibi bunlar gerçekten deneyim. Eğer başından sonuna kadar gerçekten oturup dinleyebilirsen o konseri dikkatini vererek çok acayip yollar ve kapılar açar. Bu tür büyük konserleri, bu kadar yurt dışından getirmemizin, bu kadar enteresan şeyler yapmamızın sebebi bu. Ufuk açsın diye. 40 yaş üstü, 45 yaş üstü seyirci için söylemem çünkü onlar zaten o kadar tecrübeliler ki. Bunun gibi 15 bin tane daha dinlemiş olarak geliyorlar oraya ve başka bir şekilde değerlendiriyorlar o konseri ve çok doğru değerlendiriyorlar ama 25-35 yaşarası bunları deneyimlesin isterim. Bunlar biraz da onlar için yapılan programlar.

İ. M: İş Sanat bu yüzden yapıyor bu programı.

D. T: Evet, eğer deneyimlere para harcayacaksanız, konserlere gitmenizi öneririm. Bunun dışında da yeni bir projemiz var. Leta Leander’i tamamen bir Bach projesi olarak yapıyoruz. Solistimiz Deepavya ve Giuseppe Gibboni de bu projede yer alacak. Deepavya daha önce Türkiye'ye gelmişti, ancak özel bir etkinlik için küçük bir ekiple gelmişti. Giuseppe Gibboni ise Türkiye’ye ilk kez gelecek. Kendisi 2021 Paganini Yarışması’nı kazandı ve bu yarışmayı 15 yıl aradan sonra kazanan ilk İtalyan kemancı oldu. Paganini bir İtalyandı ve bu zafer onun için büyük bir başarı. Gibboni, İtalyan bestecilerin eserlerini seslendirecek; Respighi, Verdi ve tabii ki Paganini çalacak. Bu bir konsept konser olacak. Diğer tarafta ise daha klasik eserler var.

İ. M: Belki sen söylemek istemezsin ama ben tutucu olduğunu belirteyim.

D. T: Yok yok, bu kesinlikle tutucu. Çünkü klasik müzik zaten çok konservatif bir alan. İnsanlar şimdi bunu genişletmeye çalışıyor, modern bestecileri ve çağdaş eserleri dahil ederek. Yeni besteciler, klasik müziğin bu tutucu yönünü reddederek yaratıcılıklarını genişletiyorlar. Bu süreçte enstrümanların sınırlarını da zorluyorlar. Klasik müzik başlığı altında topluyoruz ama bu bambaşka yollar ve dünyalar açıyor.

İ. M: Belki bu bizi The American Beauty Project’e götürür.

D. T: Evet, kesinlikle götürür. Açıkçası ben de bu grubu çok iyi bilmiyordum. İlk biyografilerini okuduğumda çok dikkatimi çektiler. Dünyanın dört bir yanından en bilinen yaylı kuartet üyelerini bir araya getirip bir proje orkestrası oluşturmuşlar. Yaylı dörtlülerin içsel uyumu, orkestradaki diğer üyelerle çalınan yaylılardan farklıdır. Bir yaylı kuartette her enstrümandan sadece bir tane var, bu da onları tamamen farklı kılıyor.

Dolayısıyla senin o birliktelik hissin, toplulukla çalma hissin sensin çok yukarıda. Dolayısıyla, sen bunların hepsini toplayıp bir tane orkestra oluşturursan buradan çok ilginç bir şey çıkar.

İ. M: Evet kesinlikle.

D. T: Bu bir proje orkestrası ve çok proje yaratıyor. Bu American Beauty'de tamamen Kuzey Amerika ve Güney Amerika bestecilerinin bazılarının eserlerini seslendirecek bir soprano, bir baritonumuz var. Bir tane de keman var. Bunlar solist. Bir de tabi ki caz songbookundan bir takım eserler seçilmiş. Onları seslendirecekler ve bu daha dünyaya çıkmamış bir proje.

İ. M: Çok ilginç. İsminde Grateful Dead referansı var.

D. T: Evet. American Beauty. Yani inanılmaz. Onun için çok merak ediyorum. Ben mesela şey dedim işte ajansa aldı yani birlikte çalıştığımız ajanslarına bana bir şey yollasınlar yani bir ne derler video yollasınlar. Merak ediyorum nasıl çalıyorlar böyle bir projeyi nasıl şey. Dedi ki o da daha yani proje yeni çıkacak. Ya birkaç haftaya çıkacak. Sonra da hemen zaten o turne bağlamında size gelecekler. Onun için çok merak ediyorum.

İ. M: Nisan'da olacak bu konser. Çok heyecan verici.

D. T: Çok acayipler. Kesinlikle.

İ. M: Söyleşimizi yavaş yavaş sonlandırmamız gerekiyor. Zaten ana etkinlik hakkında konuştuk. Ayrıca bir anne-oğul buluşması ilan ettiğinizi de hatırlayalım.

D. T: Evet, Michael Barenboim ve Elena Bashkirova. İkisi de kendi alanlarında oldukça önemli isimler. Michael Barenboim, babasından hemen sonra Divan Orkestrası'nın başına geçti. Bu iki büyük isim, aslında farklı ajansta, ayrı ayrı solist olarak duruyordu. Ben bir konferansa gittiğimde, bana sordular: "Hangisiyle konser yapmak istersin?" dediler. Elena Bashkirova piyanist, Michael Barenboim de oğlu, o da kemancı ve viyolacı. Ben de, "Neden bu ikisini birleştirip bir şey yapmıyoruz?" dedim. Menajeri de "Nasıl yani?" diye sordu. Ben de dedim ki: "Uluslararası Anneler Günü diye bir şey var. Gel bu projeyi birlikte yapalım." Bu proje birkaç yıl önce ortaya çıktı. Eğer kabul ederlerse harika olur dedim. Anne-oğul Anneler Günü konseri olurdu. Sonrasında bu projeyi Avrupa’da dolaştırırsınız dedim. Bu fikir onların çok hoşuna gitti ve projeyi birlikte gerçekleştirdik.

İ. M: Peki, bu son yaptığın şey müzik profesyonelliği açısından neye karşılık geliyor?

D. T: Bu, her şeyle ilgilenebilmek anlamına geliyor. Yani tam anlamıyla her yere burnunu sokmak.

İ. M: Estağfurullah.

D. T: Aslında tam olarak sanat yönetmenliği bu. Bu tür projeleri yaratmak gerekiyor. Çünkü işin kolay tarafı şu: Eğer yeterli bir bütçeniz varsa, size zaten belirli seçenekler sunulur. Siz de bu seçenekler arasından seçim yaparsınız ve güzel bir konser olur. Yani, yeter ki bütçeniz olsun. Para varsa her şey yapılabilir. Ancak ben sanat yönetmenliğini daha aktif, daha yaratıcı bir yerde tutmayı seviyorum. Daha canlı, hassas noktalara dokunan işler yapmayı tercih ediyorum. Bence bu da sanat yönetmenliğinin önemli bir parçası. Bir projeyi sadece olduğu gibi kabul etmek yerine, "Dur, bunu böyle değil, şöyle yapalım" demek de bu işin bir parçası. Tabii bazen fazla karıştığımı düşünebilirsiniz, ama zaten bir noktada menajer veya sanatçı beni durduruyor. O durduğum noktada da kendime soruyorum: Bu projeyi hala yapmak istiyor muyum? Bu dengeyi sağlamak, karşılıklı anlayışla mümkün oluyor. Eğer bir fikir üzerinde anlaşabiliyorsak, harika bir iş çıkar. Anlaşamazsak, o noktada karar veririm: "Bu projeyi yapsam ne olur?"

İ. M: Ama yaratıcılık kapısı her zaman açık.

D. T: Benim için kesinlikle öyle. Yaratıcı bir fikir geldiğinde değerlendirmeyi çok seviyorum. Ya da "Şöyle bir şey mi yapsak acaba?" demeyi de seviyorum. Tabii bu ikinci seçenek işleri biraz uzatıyor ama, benim hayatım ve kariyerim buna odaklı. Hayatımı bu şekilde yaşıyorum.

Az önce de söylediğim gibi, günler keşke 36 saat olsa, o zaman her şeyi rahatlıkla halledebilirim. Ayrıca yeni projelerimiz de yakında çıkacak. Şimdi onları da sana anlatayım. Tabii ki, ilk defa burada, Açık Radyo’da açıklamış olalım.

Tiger Lilies benim için çok özel. Çünkü ben bunu lansmanda da söylemiştim. Ben ilk işe başladığımda, iş sanatı işe başladığımda benim ilk buraya bu salonu getirdiğim konser Tiger Lilies'di. ve müthiş bir ilgi görmüştü. Ben de o gün zaten böyle biraz kendime güvenmeye başlamıştım. Ha ben bu işi yapabileceğim galiba diye. Çünkü benim de daha evvelden sanat yönetmenliği konusunda, sanat yönetimi, kültür sanat yönetimi konusunda pek bir tecrübem yoktu. "Ben bu işi yapabilirim galiba"ya o zaman başlamıştım. Sonra Tiger Lilies şimdi İspanya'ya gidiyor 2025'te. Orada bir tiyatro müziği yapacaklar, bir tiyatro ve müzik yapacaklar ve kendileri de o işin içindeler. Sonra hemen arkasından İspanya'dan bize geliyorlar. Evet ayaklarının tozuyla.

Ondan sonra Hiromi var. Geçen geldiğinde bize gelmemişti. Başka bir yere gelmişti. Zorlu'ya gelmişti. Orada bir solo proje yapmıştı. Kuartetiyle birlikte bir şey yapmasını çok istiyordum Hiromi'nin. Çünkü bizde daha evvel de triosu'yla bir şey yapmıştı. Bir konser yapmıştı. O da turnede ve biz de bir şekilde uydurabildik tarihlerini. Onlar var.

Daha açıklayacağım birkaç tane daha konser olacak zaten seninle.

İ. M: Tabii, takipte oluruz. Şimdilik Tiger Lily ve Hiromi'yi de buradan bulmuş olduk.

D. T: Evet, söylemiş olduk.

İ. M: İki çok heyecan verici isim hakikaten. Hiromi’nin de son çalışmaları sanırım kuartetleydi değil mi?

D. T: Evet, evet. Son çalışmaları da kuartetle ilgili.

İ. M: Son projelerini geliştirmişler.

D. T: Evet, son projeleri üzerinde çalışıyorlar. Onların repertuarına hiç karışmıyorum... Tabii, bu bir turne repertuarı. Ben ne diyebilirim ki? Ne çalmak istiyorlarsa onu çalacaklar. Ayrıca Parlayan Yıldızlarımız var. Onları da belirteyim. Parlayan Yıldızlarımızın başvuruları sona erdi ve birkaç gün önce seçmeleri yaptık. Yakında 20 genç müzisyenimizi açıklayacağız. Tekrar altını çiziyorum, bu konserler öğrenci konseri değildir; tamamen profesyonel konserlerdir. Lütfen gelin, destek verin ve bu yetenekli müzisyenleri ilk siz izleyin, çünkü daha sonra Avrupa'da solistik kariyer yapmaya başlıyorlar çoğu. Şiir ve hikâye dinletilerimiz de var. Bu yıl dinletilerimizi tamamen yeniledik ve 5 yeni prodüksiyonla sahneye çıkacağız. Bu eserler, edebiyatımızın çok kıymetli isimlerinden Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, Cahit Külebi gibi isimlerin eserleri olacak. Bu prodüksiyonları Mehmet Birkiye ve Atilla Birkiye sahneye uyarlıyor. Bunu da belirtmiş olayım. Kapsamlı bir sezon oldu. Sezon başladığı gibi devam ediyor, ancak yakında ara verip bahara kadar bekleyeceğiz. Şimdilik yola devam ediyoruz.

İ. M: Harika. Kaydı burada durdurabiliriz ama konuşacak daha çok şey var.

D. T: Bilirsin, ben konuşmayı asla bırakmam.

İ. M: Sezon yeni başladı, nasılsa fırsat buluruz. Seni dinlemek çok heyecan vericiydi. 

Defne Turaç, İş Sanat'ın sanat yönetmeni bu akşam radyomuzdaydı. Haberleşmek üzere.

D. T: Görüşürüz, hoşçakalın.