Cengiz Çekil (21.08.1945-10.11.2015) hakkında bir söyleşi

Yolgeçen
-
Aa
+
a
a
a

SALT’ın yeni yayını Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015 ve beraberinde basılı ve sanal ortamda sunulan Cengiz Çekil Okulu kitaplarını, emeği geçen isimlerle konuştuk. Yayınlar, 1970’ler sonrası Türkiye’de sanat pratiğini öğrenci, sanatçı ve eğitimci rolleriyle etkileyen Çekil’in hayatı ve çok yönlü çalışmalarına, toplu bir bakış getiriyor
 

Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015
Salt Araştırma

SALT, Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şekillenen sanat ortamını anlama ve aktarmaya yönelik araştırma temelli projeleri kapsamında Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015 yayınını basılı olarak erişime sundu. 

Türkçe ve İngilizce dillerinde ayrı hazırlanan yayın, arşivi, kendisiyle İstanbul Tarabya’daki atölyesinde 2012-2013 tarihlerinde yapılan atölyeler ışığında SALT Araştırma tarafından sınıflandırılarak dijital ortama da aktarılan Çekil’in işleri hakkında derinlikli çözümlemeler içeriyor; ‘Cengiz Hoca’ olarak tanınan sanatçıya dair yeni çalışma ve okumaların önünü açacak kalıcı bir referans kaynağı olma özelliği taşıyor. 

Niğde’nin Bor ilçesinde doğan Cengiz Çekil, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nün ardından, 1970-1975 yıllarında Paris’te École nationale supérieure des beaux-arts’ın Heykel Bölümü’ne devam etmişti. İstanbul’daki Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptığı dönemi takiben 1978’de, otuz yıl boyunca etkin akademik görevlerde bulunduğu İzmir’e yerleşti. Cengiz Hoca, şehirde nitelikli bir güncel sanat ortamının kurulmasına da önayak oldu. 

Ezgi Arıduru ve Merve Elveren editörlüğündeki Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015 öncelikle, Erden Kosova’nın kaleme aldığı monografiyle açılıyor. Bu detaylı metin, Çekil’in Bor’dan yola çıkıp Ankara’dan Van’a, Paris’ten İzmir ve İstanbul’a uzanan hikâyesinin izini sürerek iç içe geçen öğrenci, eğitimci ve sanatçı rolleriyle ürettiklerini irdeliyor. Yayın ayrıca, Ahu Antmen, Sevgi Avcı, Vasıf Kortun ve Sarah Neel-Smith’in yazıları ile Vahap Avşar ve Hans Ulrich Obrist’in söyleşilerini bir araya getiriyor. 

343 sayfalık, 120 TL karşılığında SALT Beyoğlu ve SALT Galata’daki Robinson Crusoe 389 kitabevinden edinilebilen yayının beraberinde, bağımsız bir kitap formunda oluşturulan Cengiz Çekil Okulu ise, öğrencisi Vahap Avşar’ın 2015’te ürettiği aynı adlı videonun dökümünü sunuyor. 

Vasıf Kortun tarafından düzenlenerek yayıma hazırlanan metin, Avşar’ın 1995’te Ankara’da başlayarak yirmi yıl boyunca Çekil ile belli aralıklarla yaptığı samimi ve incelikli söyleşilerden meydana geliyor. Bu yayına, ePUB formatında, saltonline.org üzerinden de erişmek de mümkün. Çalışmalar üzerine, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner ile, Erden Kosova, Ezgi Arıduru ve Merve Elveren ile (elektronik mecrada) söyleştik. 

             Cengiz Çekil, Fani Bir Anıt (No. 1), 1990. Büyük Sergi II’den görünüm, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1990. (SALT Araştırma, Cengiz Çekil Arşivi)Cengiz Çekil, Fani Bir Anıt (No. 1), 1990. Büyük Sergi II’den görünüm, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1990. (SALT Araştırma, Cengiz Çekil Arşivi)

 

- Erden Kosova’nın monografisi ile açılan ‘Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015’ kitabı ve ‘Cengiz Çekil Okulu’ isimli yayınlar, bize kişisel bir sanat tarihi için de geleceğe dönük vaka çalışması sunuyor diyebilir miyiz? 

Meriç Öner: Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015 çalışmalarına sanatçının o dönemki galerisi olan Rampa’da başlanan, SALT’a devredilen bir yayın. Esra Sarıgedik Öktem’in galeri direktörlüğü sırasında 2014’te cisimleşmeye başlayan kitabın oluşumu ve basımını Leyla Tara Suyabatmaz’ın hamiliğine borçluyuz. Bu işi 2019’da teslim alınca, Erden Kosova monografinin yazımına devam ederken hayli olgunlaşmış olan kurguya, kitabın editörlüğünü üstlenen Ezgi Arıduru ve Merve Elveren’in önerileri doğrultusunda bazı ekler getirdik. Yayının bütünündeki yaklaşım en başından beri Cengiz Çekil’in pratiğini tartışarak ele almak ve başka soru, yorum ve çalışmalara vesile olacak bir içerik sağlamak. Bu ilk soruyu niyetle örtüşük buluyorum. 

- Kitabın Hans Ulrich Obrist ile söyleşi bölümünde Çekil, kendisi için babası, Duchamp, Van Gogh ve Beuys’un etkisini vurguluyor. Bu sözü üzerinden sizlerin kitabı-kendisini anlatırken nasıl katkı ve etkiler içinde olduğunuzu öğrenebilir miyiz?

Erden Kosova: Cengiz Bey’in etkilendiği pek çok kaynak var: Gazi Eğitim’deki hocalarından Paris’te tanıştığı Sarkis’e, yetmişli yılların farklı Kavramsalcı damarlarından birlikte çalıştığı öğrencilere kadar geniş bir zeminden bahsedilebilir. Zaten monografik metinde bunları açmaya ve bağlamları içine yerleştirmeye çalıştım, kendimce. Fakat oyunsuluğuyla özdeşlik kurduğu Marcel Duchamp’ı ve insanlığın genel dramıyla uğraşan ve içinde yaşadığı toplumla didişen Beuys’u özellikle kendisine kerteriz olarak aldığı isimler olarak öne çıkarabiliriz. Eğer soru bu kitap projesi içinde benim yazım aşamasında nerelerden etkilendiğim yönünde ise, diyebilirim ki, olabildiğince birebir şekilde Cengiz Bey ile zihinsel bir iletişim içinde olmaya çalıştım. Maalesef daha henüz birlikte çalışma aşamasının en başında kendisini kaybettik. İki saat bile değil karşılıklı konuşmamız. Ama öğrencisi Vahap Avşar’ın zamanında yaptığı video çekimleri, Hoca’nın katıldığı konuşmaların ve radyo programlarının kayıtları, kaleme aldığı metinler, not defterleri, İstanbul’da, İzmir’de, Paris’te arkadaşları, öğrencileri ve ailesiyle yaptığım söyleşiler, Necmi Sönmez’in daha önce yazdığı ve YKY tarafından basılan monografik çalışma aracılığıyla, tek taraflı kalmak zorunda da olsa, Cengiz Çekil ile uzun zamana yayılan bir muhabbete girdiğimizi düşünüyorum. En baştaki konuşmalarımızda çizdiğimiz genel hatlara ve Çekil’in düşünsel hikâyesine olabildiğince sadık kalmaya çalıştım. 

- Günümüz resmi ve özel öğretim kurumlarının eğitim politikalarına, ya da Türkiye’deki aile yapısının dönüşümüne baktığımızda Cengiz Hoca’nın (Gazi Eğitim gibi) kişisel tecrübeleri üzerinden emanet ettiği ilke veya pratikler bize ne söylüyor olabilir? 

: Cengiz Hoca’nın tariflediği ilke ve pratiklerin yalnızca yaşadığı dönemden ve içinde bulunduğu kurumlardan kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Bulunduğu ortamlardan kendisi için doğru olarak seçtiği ve müthiş saygı uyandıran bir kararlılıkla uyguladığı bir değerler bütünü var. Temelini hayat hikâyesinde aramak ve sezmek mümkün gözükse, onun ifadeleriyle belirginleşse de ortamların süzgeci kendisi. Yani ilke ve pratikler aslında ona ait. Tecrübelerin aktarımından faydalanmak, onları yaşayarak edinmekle aynı değil. Tam da bu sebeple Cengiz Hoca’nın eğitimdeki yeri çok kıymetli. Hayatı ve üretimi onunla birlikte tecrübe edenler başka bir refleksle kendilerine katıyor olabilir. Sözünü ettiğin çoklu ve sürekli dönüşümler içerisinde, herkesin kendisi için doğrularını seçmesi ve sürdürmesi hayatın değerine yakışır. 

EK: Cengiz Çekil’in yaşamını izlemeye çalışırken aslında bütün bir Cumhuriyet tarihini masaya yatırıyoruz gibi hissetim çoğu zaman. Kimi zaman umut ve coşku dolu, kimi zaman buruk ve kırılmış; mücadelelerle, küsüp barışmalarla, yenilgiler ve kazanımlarla bezeli bir hayat. Gözlemlediğim kadarıyla, Cengiz Çekil’in pratiğinde birkaç ana ilkenin öne çıktığını söyleyebilirim: insanlığın, dünyanın ve içinde yaşanılan toprağın meselelerine dair yüksek bir farkındalık; düşünselliğin toplumsal yaşam üzerindeki belirleyiciliği; oluşan sanatsal fikirleri fetişleştirmeden, gösteriye dönüştürmeden olabildiğince minimal, ölçülü, temkinli ama doğrudan bir şekilde aktarmak konusunda gösterdiği özen; hep daha iyisinin olabileceği düşüncesiyle sürekli olarak kendine sorular sorma, sağlamalar kurma alışkanlığı; ve yaptığı işin hakkını vermek konusunda üstlendiği yük ve sorumluluk. 

- Sözgelimi emeğin, dayanışmanın, akılcı ve laik yurttaşlık algısının vb., bir sanatçının varoluşundaki etkileri için ne yorumlarda bulunulabilir? 

EK: Evet, çekincesiz biçimde dünyanın ve Türkiye’nin nasıl daha iyi bir geleceğe doğru ilerleyebileceği üzerine kurmuş Cengiz Bey düşünsel yapısını, 1968 kuşağına mensup olmanın getirdiği itkiyle beraber. Bunun yanında yaşamsallığın öne çıkan dinamiklerinden cinsellik ve belki de kendi yaşadığı travmalar sonrasında ağırlığını hissettiren ve aslında bütün insanlığın trajik hikâyesinin kaçınılmaz biçimde bağlandığı ölüm olgusu Çekil’in yapıtını şekillendiren ana dinamikler. 

- Türkiye’de günümüz sanatının pratiği ve kendini ifadesini yönlendiren bir çok isim-ekol bulunuyor. Füsun Onur, Gülsün Karamustafa, Nil Yalter, Komet, Mustafa Altıntaş, Osman Dinç gibi, Paris kökenli bir grubun içinde yer aldığı kuşağın mensubu Cengiz Hoca, kendini hem Batı, hem de Doğu’nun kıymetlerine hürmet ve merakla yetiştiriyor, eğitiyor. Bu tutumu nasıl yorumlardınız? 

EK: Cengiz Bey’in düşünce sisteminde Batı ve Doğu terimlerinden başka ikiliklerin işlerlik kazandığını düşünüyorum. Paris yıllarında ABD’nin kurmaya çalıştığı kültürel ve militer hegemonyaya karşı anti-emperyalist bir tonun izlerini görebiliriz işlerinde, dolayısıyla daha çok Kuzey-Güney ayrımı var gibidir başlangıçta. Ama daha sonraki yıllarda Beuys’un terminolojisini devralarak (ya da kendi yaşadığı topraklara uyarlamak için ters çevirerek) ‘sıcak toplum’ ile ‘soğuk toplum’ arasında bir farklılaşımın izini sürüyor. Bunun yanı sıra, üretiminin başlangıcında, Paris yıllarından başlayarak, daha ziyade evrensel kültüre ait referanslar daha belirgin konumdayken, daha sonraları Osmanlı-Türkiye sürekliliğine ait bazı göstergeler görünürlük kazanıyor Çekil’in yapıtlarında.

Merve Elveren: Füsun Onur eğitimini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi sonrası Fulbright bursuyla Amerika’da tamamlarken Gülsün Karamustafa Akademi sonrası uzun bir Avrupa seyahatine çıkar ve yaklaşık bir ay İngiltere’de kalır. Bu sebeple Füsun Hanım’ı ve Gülsün Hanım’ı bu grubun dışında tutmak gerekir diye düşünüyorum. Cengiz Çekil’i, Mustafa Altıntaş ve Osman Dinç ile birlikte düşünmenin, üçü de Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu olduğundan, daha doğru olacağı kanısındayım. Bahsettiğin merak ve hürmetin, Doğu-Batı ekseninden bağımsız olarak, Gazi’de aldıkları eğitimle belirlenmiş olduğu söylenebilir. Bir yanda, Cengiz Hoca’nın deyimiyle, ‘multimedya’ eğitimin verdiği ‘yeniyi’ deneme merakı öte yanda da Enstitü’nün kuruluş ilkesinde yer alan bilginin ve etkileşimin aktarımı.

- Hoca, yapıtlarıyla Harald Szeemann ve Sarkis’in dikkatini çekiyor. Buradan yine bir projeksiyon - soru olarak alırsak, siz Çekil’in ömrü ve üretimi üzerinden günümüzde aynı yaratıcı ve ifadeci samimiyeti bugünkü sanatta görebiliyor musunuz? 

: Sözünü ettiğin karşılaşmalar kuşkusuz çok çok önemli. Ayrıca döneme özgü olarak ihtimalleri daha düşük. Bunu, Cengiz Çekil’in yani sanatçının tarafından görmeyi bir an bırakalım ve izleyici tarafında düşünelim. Kabaca son kırk yıldır, sanatın çevresinde kurulan müthiş bir büyüme iradesi izledik. Kurumlar, fuarlar ve bienaller gibi profesyoneller aracılığıyla izleyici ve alıcı çoğaltma derdi ön plandaydı. Bu durum, kesinlikle soruyu meşru kılıyor. Ancak koşullar ne olursa olsun sanattaki samimiyetin döneme özgü olması mümkün değil. Üreten, sergileyen ve inceleyen arasında bir geçirgenliğe özgü. Bu bakımdan meseleler, yaklaşımlar ve yöntemlerin değişiklik gösterdiği çok çeşitli samimiyetlerin kesinlikle var olduğunu biliyorum. Bunun yaygın bir tavır olmadığı açık. Senin verdiğin örneklerde de yaygın olduğunu söyleyemeyiz. 

EK: Kavramsalcılık yönündeki deneysel arayışları motive eden dinamiklerden biri sanat yapıtını meta olmaktan, retinal haz veren bir nesne olmaktan çıkarma çabasıydı. Bu arayışın başlangıçta ne tür sorunlar içerdiği ve uzun bir hikâye sonrasında nasıl etkisizleştirildiği ve bugünkü boğucu sinizm tarafından nasıl yutulduğu tartışıldı, tartışılıyor. Evet ‘samimiyet’ doğru bir kelime; ve doğrusu Cengiz Çekil’in de sahiplendiği bir kelime. Ama hatırlamak gerekir ki, o dönemin bütün toplumsal yaşam alanlarında mevcut bu samimiyet, başka bir toplumsallığa dönüşme umuduna bitişik biçimde. Bugün ise kapitalist kapanın içinde, küresel ölçekte yaşanan siyasal depresyon bir yandan, Türkiye özelindeki istibdat koşulları bir yandan sanat üretimi ciddi bir felç hâli içine sürüklenmiş görünüyor. Ama umudu kaybetmek demek sinizme yamanmak demek. 

Cengiz Çekil, Saplantı, 1974, ayrıntı. (SALT Araştırma, Cengiz Çekil Arşivi)Cengiz Çekil, Saplantı, 1974, ayrıntı. (SALT Araştırma, Cengiz Çekil Arşivi)

- Sözgelimi Çekil Hoca'nın bugün kitapta da yer alan ‘Kilit Üstüne Kilit’ (1973), ‘İçerde mi, Dışarda mı?’ (1973) veya Saplantı (Saplantılar Çakışınca, 1974/2013) veya ‘Korkuluk’ (Epouvantail, 1972) gibi işlerini çağrıştıracak güçte yapıtlar günümüz sanatında ortaya konulabiliyor veya sergilenebiliyor mu? 

: Günümüz tartışmalarının bu dilde işlere sebep olması gerektiğinden emin değilim, samimiyetle. 

EK: Saydığın yapıtların çoğu 12 Mart muhtırasının sosyalist aydınlar ve üniversite gençliği üzerinde uyguladığı vahşi yıldırma politikasıyla alakalı işler. Bugün de benzer, hatta bazı parametreler açısından daha ağır bir baskı atmosferi içindeyiz. Ben de sanat alanında bu anlamda bir geri çekiliş olduğunu düşünüyorum ama belki de belli bir süre sonra yeniden baktığımızda aynı frekansa ve güce sahip işler üretildiğini fark edebiliriz, olanları yan yana getirip daha farklı bir analiz üretebiliriz. Yine de hissettiğimiz gibi bir geri çekiliş yaşıyorsak eğer, bunu hazırlayan bazı unsurlardan bahsedilebilir: sanatın kapitalle girdiği ilişki içinde siyasi inandırıcılığını yitirmesi; daha önce farklı baskıcı ideolojilerle yoğun biçimde didişildiği için bu sefer bir tür kendini tekrar etme endişesi; kültürel üretimlerle giderek daha fazla şekilde kamusal mekanlarda değil de özel mekânlarda ilişki kurulması; siyasal gündemin başdöndürücü değişkenliği ve sanatsal dolayımın artık geriden takip ediyor oluşu; söylemsel müzakerenin ve görsel üretimin sosyal medyaya kaymış olması; ve bu ortamın sanatı talep ettiği emek, dolayım ve düşünüm ritimlerine yer vermemesi. 

- Çekil’in kişisel arşivini bu kadar itina ile tutmuş olması, kendi emeğine gösterdiği ihtimam, onu bugün de anlayıp tanımamız ve yorumlamamız adına önemliydi, değil mi? 

: Cengiz Bey’in arşivini tutması ve içeriği dijital olarak SALT Araştırma’ya devrederken arşiv üzerine karşılıklı çalışılmış olması büyük bir imkândı. Basılı bir yayında olası hataları önlemek adına dikkatimiz iyice keskinleşiyor. Merve burada hayli emek verdi. 

EK: İşin doğrusu Çekil’in kendi kişisel arşivine çok itina gösterdiğini söylemek zor olur. Öncelikle sanat yapıtını korunması gereken bir meta olarak görmeye direndiği için bir çok işi elinde tutmadığı söylenebilir. Ama bunun yanında Paris’ten İstanbul’a, oradan İzmir’e geçiş, akademik kariyerin başlaması, kampüslerin taşınması, mütevazı ev koşulları da bu konuda etki etmiş olmalı. Paris döneminden fiziksel olarak bugüne kalabilmiş bir yapıtı yok. 2010 senesinde Rampa’daki retrospektif nitelikli kişisel sergide pek çok yapıt aslına uygun biçimde yeniden üretilmiş mesela. İşlerin doksanlı yıllara kadar çok iyi fotoğraflanmış olduğu da söylenemez sanırım. Paris’te gerçekleştirdiği bir kaç yapıtın, fotoğrafları bile kalmamış bugüne. Büyük ölçüde, üniversitede asistanlığını yapmış olan Sevgi Avcı’nın büyük gayreti sözkonusu bütün yapıtların ve dökümanların bir araya getirilmesinde. Daha sonra Rampa ve SALT Araştırma devralmış ve tasnif etmiş bu önemli birikimi.

Ezgi Arıduru: Cengiz Hoca iyi bir arşivci mi emin değilim; onun adına işlerini özenle belgelemeye çalışanlarla çevrili olduğu söylenebilir belki. Hoca’nın işlerinin belgelenmesi ve bunların bir arşiv oluşturması yönündeki çabasının daha çok eğitimci refleksleriyle şekillendiğini düşünüyorum. Bir tür “dediğimi yap, yaptığımı yapma” hali. Zamanında yapıtlarının korunmasıyla ya da arşivlenmesiyle ilgili kendisi hatırı sayılır bir çaba göstermezken öğrencilerine örneğin yapıtlarını nasıl fotoğraflamaları gerektiğine dair uzun uzadıya dersler veriyor. Sonuçta da Çekil’in üretiminin ve yapıtlarının başlıca vakanüvislerinin bu dersleri özümsemiş öğrenciler arasından çıkıyor olması şaşırtıcı değil. Zaman içinde, imkanlar da el verdikçe daha çok yapıtın üniversitedeki atölyesinde fiziksel olarak korunmaya başladığını görüyoruz. Yine de, aslında Cengiz Hoca’nın yapıtlarıyla ilgili belki de en kapsamlı bilgi defterlerinden geliyor. Not tutmak ve bu notları kaydettiği defterleri korumak da kanımca pedagojik formasyonunun bir yansıması. Öte yandan, Cengiz Çekil’in ciddi bir biriktirici olduğunu da yadsımamalıyız. Beuys’un öldüğü 1986 yılında okulun koridoruna astığı afişi kitabın çalışmaları sırasında sanatçının deposunda bulmamız bu “biriktiricilik” dediğim dürtünün sonucu. Cengiz Hoca’nın saklayacak yeri olsaydı eminim yaşamını ve işlerini aydınlatacak daha çok fiziksel parça, bilgi ve belge bugüne ve yarına kalabilirdi. O zaman Sevgi Avcı’nın, Rampa’nın, BüroSarıgedik’in, SALT Araştırma’da Cengiz Çekil Arşivi’ni kuran Sezin Romi’nin ve kitap için çalışırken Merve’nin üzerine düşeceği çok daha fazla malzeme olurdu şüphesiz. 

ME: Cengiz Hoca’nın yokluğunda arşivin eksiksiz olduğunu söylemek mümkün değil tabii ancak ben Hoca’nın iyi bir arşivci olduğunu düşünüyorum. Erden’in de belirttiği gibi şehir değiştirmeler ve maddi imkânsızlıklar işlerin korunamamasında etkin olmuştur. Fakat Hoca yazarak, çizerek düşünmüş. İşlerin büyük bir kısmı bugüne ulaşmamış olsa da ders notlarını, sergi hazırlıklarını, söyleşileri, işlere dair detaylı çizimleri ve kişisel tarihini kaydettiği defterler paha biçilmez birer kaynak oldu bizler için. Katıldığı sergileri, gösterdiği işleri de imkânı oldukça belgelemiş, negatiflerini saklamış; bu durum da Çekil’in arşivini özel kılıyor. 

- Kendisinin icada yatkın, pedagojik ve sentezci üretim anlayışı için sizlerin yorumlarını alabilir miyiz?

: Söylediğin özelliklerin Cengiz Çekil’in öğrenmeye ve paylaşmaya açık karakterinde temellendiğini düşünüyorum. Bu yüzden üretimi anlamlı olmasının ötesinde ne maddi, ne manevi yapısı bakımından kısıtlı değil. Dolayısıyla bizim tarafımızda da keşfe açık. 

EK: İcat konusunu Çekil pek çok söyleşisinde kendi babasının karakteriyle ve icra etmiş olduğu teknik mesleklerle bağlantılandırıyor. Duchamp sempatisi de bununla alakalı. Pedagoji ise Gazi Eğitim üzerinden aldığı altyapının ve düşünsel şekillenmenin sonucu. Kitap projesinin başlangıcında eğitimci yanının göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamıştı kendisi. Yine de iki alanın birbirinden ayrı bir şekilde geliştiği ve hatta birbiriyle rekabet ettiği söylenebilir diye düşünüyorum Çekil için; yani akademik kariyer ve sanat üretimi. Kendisi söyleşilerinde bu iki alan arasındaki zigzaglardan bahsediyor sıklıkla. 

ME: Cengiz Hoca Vahap Avşar ile söyleşisinde “İcatlar yapıyorsun. Neden? Modern çağın nimetlerinden yararlanmak istiyorsun ama o yaşantının nesneleri yok. Olmayınca oturup kendin üretiyorsun,” der. Yani bir çeşit yokluktan doğan mecburi icatçılıktan bahseder. Bu mecburiyetin izlerini Van Alparslan İlk Öğretmen Okulu’nda öğrencileri ile çer çöpten iş üretirken, Paris’te bir yandan eğitimini sürdürüp bir yandan Avrupa’da olmanın tadını çıkarmaya çalışırken, İzmir’de Nejla Hanım’la oturdukları eve suntadan mobilya üretirken veya herhangi bir üretim bütçesi olmadan iş üretmeye çalışıp sergilere katılırken sürmek mümkün.

- Kişisel olarak bu kitaba yaptığınız katkıların sizlere mesleğiniz veya özel yaşamınız adına nasıl etkisi olduğunu öğrenebilir miyiz? 

EK: Sanat yapıtı hiç bir zaman tekil bir üretim değil. Onu gerçekleştiren kişinin uzun soluklu üretiminde bir halka sadece. Dolayısıyla o düşünsel zincirin tamamını görmeye çalışmak zenginleştirici bir çaba. Bunun da ötesinde o zincirin söze geldiği tarihsel, kültürel bağlamı anlamaya çabalamak da söz konusu. Sonuçta benden önce söylenmiş bir sözü, yaşanmış bir dönemi ve hayatı bir nebze de olsa içime katmış oluyorum. Dediğim gibi iki saat konuştuk belki ama Cengiz Bey’i yakından tanıyormuşum, onun bilgeliğiyle yıllarca sohbet etmişim gibi hissediyorum. Bu bir şans tabii. Kendisine ait bibliyografyanın bir parçası oldum; bu yüzden gurur duyuyorum. 

EA: Cengiz Hoca’nın ömrünü aşan, daha doğrusu ömründen taşan bir yaşam enerjisi var. Bu enerjiye tanık olup etkilenmemek kolay değil. O enerjiden bir parça da bana bulaştı. Hiç yüz yüze gelmediğim Cengiz Çekil’e Cengiz Hoca demekten kendimi alamamam ondan. Bir de, Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015’i elime aldığımda sabrın ve sahiplenmenin ve biraz daha sabrın sonunun esenlik olduğunu görmüş oldum.

ME: 2010 yılında Cengiz Hoca ile tanışma, işlerini ondan dinleme, sergi hazırlığında sürecinde yanında olma şansım olmuştu. Yeniden bu işlere dönmek, Hoca’nın da hayalini kurduğunu bu yayınının parçası olmak muhakkak ki kıymetli benim için.

: Maalesef basım tamamlanmak üzereyken Cengiz Bey’in eşi Nejla Hanım’ı kaybettik. Kitabı bitmiş hâliyle Nejla Hanım’a sunamamış olmanın üzüntüsü büyük. Her aşamada yayına desteklerini esirgemeyen Çekil ailesinin diğer üyeleri Elif ve Eda’ya yeniden teşekkürlerimizi iletirim. 

Cengiz Çekil: 21.08.1945-10.11.2015’e burada sohbet edenlerin yanı sıra Ahu Antmen, Sevgi Avcı, Vasıf Kortun ve Sarah Neel-Smith metin, Hans Ulrich Obrist söyleşi ile katkıda bulundu. Ayrıca, Vahap Avşar’ın Hoca’yla uzun soluklu söyleşisine dayanan Cengiz Çekil Okulu işinin metin deşifresi Türkçe’de kitabın eki olarak konumlandı. İngilizce edisyonda bu bölüm e-yayın olarak hazırlanıyor. Basılı kitapların tasarımını Vahit Tuna ile çalıştık. Elbette böyle kapsamlı bir işte, şu anda adı geçenlerin ötesinde çeviriden, basıma çok kişinin emeği var. Herkese katkılarından ötürü müteşekkiriz.