Yeşil Havadis'le iklim-ekoloji gündemi ve F. Bulut'la Karacehennem Ormanı tahribatı üzerine söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta gündemimizde COP26’ya yaklaşırken hareketli iklim haberleri, biyoçeşitlilik krizi ve çevre mücadeleleri odaklı ekoloji haberleri ve  Karacehennem Ormanı’ndaki ağaç kesimine dair yerel gazeteci Fırat Bulut ile yaptığımız söyleşi var.

Gazeteci Fırat Bulut'la Bingöl Karacehennem Ormanı ağaç kesimi üzerine söyleşi
 

Gazeteci Fırat Bulut'la Bingöl Karacehennem Ormanı ağaç kesimi üzerine söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

Ekoloji Gündemi

  • İklim Müzakereleri Taraflar Konferansı (COP) kadar önemli başka bir COP buluşması da Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi için gerçekleştirilen Taraflar Konferansı. En az iklim kadar önemli bir küresel krize karşı Birleşmiş Milletler çatısı altında uluslararası müzakereler yapılıyor. Konferansın 15’incisi bu sene Çin’in güneybatısındaki Kunming kentinde düzenlendi. Konferansta konuşan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Çin tarafından gelişmekteki ülkelere 232 milyon dolarlık biyoçeşitlilik koruma fonu verileceğini açıkladı ve diğer ülkeleri de Kunming Biyoçeşitlilik Fonu‘na katkıda bulunmaya çağırdı. Bazı bilim insanların "Altıncı Yokoluş" olarak tanımladığı bir dönemde biyoçeşitlilik kaybına karşı acilen harekete geçmek gerekiyor.

Bu konferansa Türkiye’den 16 sivil toplum kuruluşu da bir mesaj gönderdi. Açıklamada liderlere, "Türkiye’de Çin’in doğrudan yatırımı olan Adana’daki Hunutlu ithal kömürlü termik santralın, neden küresel ölçekte tehlike altında olan yeşil deniz kaplumbağası koruma alanına yapılıyor?" diye soruldu ve Hunutlu Termik Santrali’nin inşaatının durdurulması çağrısı yapıldı. Ayrıca, Çin’in Adana’da yeşil deniz kaplumbağası yuvalama alanına kömürlü termik santral inşa etmesinin ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu vurguladı.

  • Geçtiğimiz hafta Gökçeada’daki imar artışı riskinden kısaca bahsetmiştik. Yıldızkoy çevresi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından konut gelişim alanı olarak belirlendi. Ardından belediye meclisinde imar planı bu doğrultuda onaylandı. İmar planı yapılan yer Türkiye’nin ilk ve tek sualtı parkı Yıldızkoy. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, buranın yapılaşmaya açılmak istenmesine tepki göstererek "Bu yanlıştan bir an önce dönün" dedi. Açıklamada “Konunun uzmanlarına danışılmadan, imar planlaması sonucunda ortaya çıkacak olası zararlara ilişkin hiçbir çalışma yapılmadan Yıldızkoy için alınan bu karar geri dönüşü olmayan zararlara yol açacaktır” ifadeleri de yer aldı. 

Gökçeada Yıldızkoy

Peki Sualtı parkı nedir? Sualtı parkları; denizin belli bir bölgesini korumak, özellikle nesli azalan türler ile endemik canlıların yaşam alanlarını garantiye almak, sualtının benzersiz ekosistemini insanlara göstermek, kitleleri çevre koruma konusunda bilgilendirmek ve denizel ortama dair bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kuruluyor. Yıldızkoy da bir deniz müzesi gibi biyolojik zenginliğe sahip bu alan henüz bozulmayan, kirlenmeyen yerlerin başında geliyor. Nesli tehlike altında türlerin üreme alanı olarak biliniyor. 

  • Bir başka haber ise Muğla Köyceğiz’den geldi. Sandras Dağı’nda maden sahalarına yönelik ÇED gerekli değildir kararı verilmişti. Bu karara karşı CHP Muğla Milletvekili Avukat Burak Erbay‘ın açtığı davada bilirkişi heyeti maden sahasında keşif yaptı. Erbay inceleme sonrası açıklamasında “Daha önce de doğamızın katledilmesine karşı mücadele etmiş ve başarılı olmuştuk. Şimdi de bütün doğasever hemşerilerimizle birlikte mücadele ederek bu katliama izin vermeyeceğiz. Biliyoruz ki Sandras ölürse Muğla ölür” dedi. Açıklamaya Eğitim-Sen Köyceğiz Şubesi, Köyceğiz Doğa Derneği, CHP Köyceğiz Kadın Kolları, ADD Köyceğiz Şubesi, MUÇEP ve Sandras Platformu temsilcileri katıldı.
  • İzmir‘in Karşıyaka ilçesindeki Bostanlı sahilinde kıyıya yakın noktalar, “deniz marulu” adı verilen yeşil renkli deniz yosunlarıyla kaplandı. Ayrıca Bostanlı’nın karşı kıyısında kalan İnciraltı‘ndaki Çakalburnu Lagünü‘nde de deniz marulları görülmeye başlandı. Flamingo, ördek, ak balıkçıl, sakarmeke, martı gibi kuşları konuk eden lagünde suyun üzerinin önemli bir kısmı deniz marullarıyla örtüldü. Konuyla alakalı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tevfik Tansel Tanrıkul Anadolu Ajansı’na konuştu. Tanrıkul, “Sularda, özellikle körfezlerde azot ve fosforun artmasının nedeni ise yüzde 90 ihtimalle evsel atığa bağlı kirliliktir. Evsel atıklar dereler ya da kanalla denize ulaşıyor. Sudaki değerleri kritik noktalara geldiği zaman alglerin üremesinde iyi bir besleyici ortam oluşturuyorlar” ifadelerini kullandı ve eğer gerekli önlemler alınmazsa ardından müsilajın gelebileceği uyarısını yaptı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ekipleri, Bostanlı sahilindeki deniz marullarının toplanması için çalışma yürütüyor.
  • Buğday Derneği ot öldürücü kimyasallar ve tarım zehirlerine dair yeni bir açıklama yaptı. Bu zehirlerin kullanılması dünyanın bazı yerlerinde sınırlandırıldığını belirtti ve Türkiye’de de benzer adımlara ihtiyaç olduğunu vurguladı. Buğday Derneği, Avrupa Pestisit Eylem Ağı (PAN Europe) ortaklığı ve Zehirsiz Sofralar Pestisit Eylem Ağı (ZSPEA) iş birliğiyle başlattığı “Zehirsiz Kentlere Doğru” projesi ile, kentlerde kullanılan pestisit ve biyosidal ürünlerin zararlarına dikkat çekiyor. Şu anda pestisitler, çocuk oyun alanları, okul bahçeleri gibi yaşam alanlarına yayılmış durumda. Bu kimyasallar hormonal aktivite bozucu etki gösteriyor ve özellikle hamileler ile çocukları etkiliyor. Ayrıca Türkiye’de içme suyu arıtma tesislerine ulaşan sularda saptanan 49 mikrokirleticinin 33’ünün pestisit olduğu ortaya çıktı.

Pestisit uygulamalarında karar mekanizmasının işleyişi bir sorun teşkil ediyor. Son yapılan açıklamada herbisitlerin ve pestisitlerin kentlerde kullanımına kimin karar verdiği bilinmediği söylendi. Belediyeler, özel sektör ve site yönetimlerinin bu zehirleri neden hâlâ kullandığı da ayrı bir merak konusu. Buğday Derneği'nin vurgusu kaldırımlarda veya boş arazilerde çıkan bitkilere müdahale etmeyip olduğu gibi bırakmak daha ekolojik, sağlıklı ve ekonomik olduğu yönünde.

  • Ekoloji haberlerini bir kitap önerisiyle bitiriyoruz. Botanikçi bilim insanı Stefano Mancuso ve “Slow Food” ve “Terra Madre” fikirlerinin temelini atan gazeteci-yazar Carlo Petrini tarafından kaleme alınan "Biyoçeşitlilik" isimli kitap, Yeni İnsan Yayınevi‘nden çıktı. Tanıtım yazısında şu ifadelere yer verildi: “Petrini ve Mancuso ikilisi, ayrı ayrı yollardan yürüseler de önemli kavşaklarda buluşuyorlar. Onların sözleri gezegenin yarını için. Sevgi dolu ve barışın çağrısı. Tam da her taraf yangın yerine dönmüşken, böyle bilgelerin yol göstericiliğine ihtiyacımız var”. Kitap listenize almak için iyi bir seçenek olabilir. 

Biyoçeşitlilik – Carlo Petrini ve Stefano Mancuso

Bingöl Karacehennem Ormanı’ndaki Kesim: Gazeteci Fırat Bulut ile Söyleşi

6 Ekim’de Bingöl’ün Karlıova ilçesindeki Karacehennem Ormanı’nda gizli kapaklı başlayan ağaç kesimini ve yöre halkının tepkisini konuştuk.

Bingöl Karacehennem Ormanı

Bize başından itibaren yaşanan süreci anlatabilir misiniz: Kesim yapılacağı ne zaman duyuldu? Halktan ve sivil toplumdan ne gibi tepkiler geldi? Ve kesimin başlayışından bugüne neler yaşandı?

Ağaç kesimini yaklaşık 10 gündür takip ediyorum. Kesim ihale tarihi 4 Ekim olarak görülüyor kayıtlarda, ancak kesimin yapılacak iki aydır bölge halkının gündeminde. Zira bu ağaç kesimine başlanmadan önce, köy muhtarına bir yazı gönderiliyor ve ağaç kesimine köylülerin kayılması isteniyor. Köylüler de ağaç kesilmesini istemediklerine istinaden bir yanıt yazıyorlar, bununla da yetinmeyip 16.09.2021 tarihinde resmi makamlara dilekçe veriyor yaklaşık 50 köylü.

Orman İşletme, bu dilekçeyi dikkate almıyor. İhale bir şekilde gerçekleşiyor. İlk önce ihaleyi EKAP’ta da Orman İşletme’nin sitesinde de göremedik. Dolayısıyla hem nasıl yapıldığı hem de kime verildiği konusunda bir muğlaklık vardı. Ancak kamuoyu tepkisini takiben ihaleyi sitelerine koydular.

4 Ekim’de yapılan ihalede 76 bin TL karşılığında yaklaşık 13 bin ağacın kesileceği öngörülüyor. Bu ihaleye köylüler muhtarla birlikte itiraz ettiler. Ancak bu itiraz süreci beklenmeden 6 Ekim sabahı ağaç kesimine başlandı.

Yapılan görüşmeler neticesinde genel beklenti, bu ihalenin iptal edilmesiydi. Fakat böyle olmadı. Bölgeye gelen araçların sesiyle kesimin başladığını anlayan köylüler, toplanıp ormana yürüdüler. Ancak korucu ve askerler tarafından engellendiler.

Ardından köylüler ve askeri yetkililer arasında görüşmeler oldu. Bu görüşmelerde köylülerin aktardığı bir şey var, komutanın kendilerine, kesimin güvenlik gerekçesiyle yapılacağını ve müteahhit firma çalışanlarını korumak için alanda bulunduklarını ifade ettiğini söylüyorlar.

Ancak bütün bu açıklamalara rağmen Orman İşletme Müdürlüğü, kesimin güvenlik kaygılarıyla yapılmadığını söylüyor. Dolayısıyla burada bir gizleme var. Güvenlik nedeniyle yapılacak kesime, kamuoyu tepkisi nedeniyle "gençleştirme" dediler.

Tabii hiç kimse kesim yapılan alana giremediği için, orada gerçekten 13 bin ağacın mı kesildiği yoksa daha büyük bir alanın mı tahrip edildiği bilinmiyor.

50 futbol sahası büyüklüğünde bir alanda kesim yapılması planlanıyor. Bugün dokuzuncu gün ve onlarca kamyon geçti, hepsi tonlarca kesilmiş ağaç yüklüydü. Bu da bölge halkını ve sivil toplum kuruluşlarını kaygılandırıyor.

Karacehennem Ormanı’nın bölge için öneminden bahsedebilir misiniz?

Karacehennem Ormanları’nın etrafında aslında 7-8 köy var. Ancak bu ormanın ilişkisi, yalnızca bu köylerle sınırlı değil. Karacehennem Ormanları, biz yokken vardı. Bir taraftan Bingöl’ün su kaynaklarını besleyen bir orman. Dolayısıyla bu ormanın kesilmesi sadece birkaç köyün sorunu değil.

Evet, bu köylüler bu ormanın içine doğdular ve bu ormandan besleniyorlar, hayvanlarını burada otlatıyorlar, kışlık odun ihtiyaçlarını buradan karşılıyorlar. Ama bundan da öte, orman üzerinden tanımladıkları bir yaşamları var. Dolayısıyla bu ormanları kesmek, bu köylülerin hayatlarını kesmek demektir.

Zaten geçmişte bu bölgedeki kesimler, güvenlik adına yapılıyordu. Ancak bugün güvenlikten bahsedemedikleri için gençleştirme diyorlar. Dün güvenlik adı altına bölgede ağaç kesenler, ormanların yanmasına göz yumanlar, bugün gençleştirme adı altında rantçıların odun ticaretine göz yumuyorlar, imkan sunuyorlar.

Kamu bürokrasisinde böyle bir bakış açısı var, doğaya ormana düşmanca yaklaşan bir bürokrasi var ama mesele sadece güvenlik değil. 2021’de ağaçların kesilmesi tamamen ranttır.

Köylüler açısından değerlendirmek gerekirse, bu köylüler, her ağacın altında bir hatıralarının olduğunu söylüyorlar. Bu köylüler 40 yıl boyunca burada yaşamış ve bir ağaç kesmeye kıyamamışlar.

‘Kışlık odun ihtiyacı için bir kamyon kestiğimizde vicdan azabı çekerken, bugün ağaçlarımızın, ormanlarımızın, müteahhitlere peşkeş çekilmesini kabul etmiyoruz,’ diyorlar.

Özellikle kadınların bu konuda ciddi bir tepkisi var. Ağacı kendi çocuğu, kendi yaşamı gibi gören bir anlayış var.

Kadınlardan biri şöyle demişti, ‘Erkeklerin ormana ve ağaca bakış açısı ranttır ve odundur, ama biz kadınlar öyle bakmıyoruz. Bizim yaşamımızdır, bizim çocuğumuzdur.’

Bu da ormanın bu köylülerin hayatındaki anlamını iyi ifade eder diye düşünüyorum.

Bir de Karacehennem’in tarihselliği hakkında bir şey söylemek istiyorum. Bu orman, 10, 20, 100 yılda oluşmuş değil. Tarihi çok gerilere giden bir orman. Aslında Milli Park ilan edilip korunması gerekirken, ne yazık ki gençleştirme adı altında kesilmek isteniyor.

Bingöl’ün orman varlığı, yüzde 28,4. Bu, yangınlarla ve kesimlere sürekli yok ediliyor. Bütün bunlar da Paris İklim Anlaşması’nı imzaladığımız dönemde gerçekleşiyor.

Peki bundan sonra ne olacağını düşünüyorsunuz? Kesimlerin devam etmesi durumunda, bir sonraki adım ne olacak?

Benim röportaj yaptığım kadınlar, eğer kesim devam ederse biz gerekirse kendimizi o ağaçlara bağlayacağız, bizi öldürsünler ama Karacehennem’e dokunmasınlar, demişlerdi.

Bu anlamda köylülerin de arayışı var. Dün, köy derneklerinin oluşturduğu platformdan bir açıklama geldi. 86 STK açıklama yaparak orman kesiminin durdurulmasını istediler.

Köylülerin ağaç kesimine dair görebildikleri tek şey, kesilip kamyonlara koyulan odunlar. Dolayısıyla böyle olunca, yıllardır bu ormanla yaşamış insanlar kaygılı. Bunun için bütün kamuoyuna çağrıları var, biz de iletmiş olalım. Bundan sonra da arayış içerisinde olacaklar, gerek milletvekilleriyle ve resmi kurumlarla görüşmek, gerekse kesim durmadığı takdirde ormanlık alana gitmek gibi bir eğilimleri olduğunu görüyorum.

Bu da bölgede gerginliğe neden oluyor. Bu ormanlık alanın büyük bir kısmı 1990larda güvenlik vesilesiyle yasaklanan bir bölge. Dolayısıyla mayın patlayabilir, korucularla köylüler karşı karşıya kalabilir, bütün bunların önüne geçmek için köylülerin bu sürece katılması ve yetkililerin de bunun önünü açması gerektiğini düşünüyorum.

İKLİM BÜLTENİ

  • G20 ülkelerinin iklim eylemlerini karşılaştıran İklim Şeffaflığı Raporu yayınlandı. Raporda, pandemi nedeniyle kısa bir süre düşen sera gazı emisyonlarının yeniden yükselişe geçtiği açıklandı. Özellikle Arjantin, Çin, Hindistan ve Endonezya’nın emisyon seviyelerinin, 2019 yılını geçeceği öngörüldü. Geçtiğimiz yıl, enerji sektörü karbon emisyonları yüzde 6 oranında azalmıştı, bu sene ise yüzde 4 artacağı tahmin edilmiş. Çalışmanın genel koordinasyonundan sorumlu Climate Analytics’ten Kim Coetzee şöyle demiş:

G20 hükümetlerinin daha iddialı ulusal emisyon azaltma hedefleriyle masaya gelmesi gerekiyor. Bu rapordaki rakamlar, G20 hükümetleri olmadan gözle görülür bir değişim yaratılamayacağını doğruluyor. Bunu biz de biliyoruz, onlar da biliyorlar. COP26 öncesinde top artık onların sahasında.

Raporun Türkiye bölümünde, mevcut taahhütlerine göre Türkiye’nin karbon emisyonlarının 1990’a göre yüzde 355 artacağı uyarısı yapılıyor. Oysa ısınmayı 1,5 derecede sınırlandırmak için bu emisyonlarının 1990’a göre en fazla yüzde 28 oranında artması gerekiyor. Raporda, Türkiye’de planlanan kömürlü termik santral ve yeni nükleer santraller de eleştirilmiş, yenilenebilir enerji alanındaki 2023 hedefine 2019’da ulaşılmasından ise olumlu bir gelişme olarak söz edilmiş. 

  • Türkiye’nin enerji dönüşümüne dair başka bir rapor CHP Merkez Yürütme Kurulu tarafından hazırlandı. Raporda, Türkiye’nin Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nın yetersizliği vurgulandı ve planın hazırlanma sürecini Ticaret Bakanlığı’nın koordine etmesi eleştirildi. CHP MYK, Ankara’nın enerji dönüşümü konusunda acilen bir strateji belirlemesi gerektiğini söyledi.  

Türkiye gibi G20 ülkelerinin 2030 iklim hedeflerini iyileştirmesi gerekliliği, COP26’nın başkanlığını yürütecek olan Alok Sharma’nın da bu hafta gündeme getirdiği bir konuydu. Sharma, ülkelerin Ulusal Katkı Beyanları’nı geliştirmek için COP26 öncesi baskıyı artırmayı amaçlıyor. Öne çıkardığı bir diğer önemli nokta ise, iklim değişikliği karşısında en savunmasız ülkelerin desteklenmesi ve uyum içim kamu ve özel finans konusunda yeni taahhütlerde bulunulması. 

  • Uluslararası Enerji Ajansı yeni yayınladığı Dünya Enerji Görünümü 2021 raporunda, 2030 yılına kadar temiz enerji kaynaklarına yılda dört trilyon dolar yatırım yapılması gerektiğini söyledi. Ajans’a göre bu yatırımlar, 26 milyon kişiye istihdam sağlayabilir. Bu raporda da karbon emisyonlarındaki artış eleştirildi ve 2021’in karbon salımı artışının en fazla görüldüğü ikinci yıl olabileceği belirtildi. Raporun mevcut politikalar senaryosuna göre, ülkelerin bugüne kadar uyguladığı önlemlerle küresel sıcaklık artışının 2100’de 2,6 dereceyi bulacağı tahmin ediliyor. Eğer ki ülkeler mevcut taahhütlerine uyarlarsa, ısınma 2,1 dereceye ulaşacak ve yine 1,5 derece hedefinin epey üzerinde olacak. 

Taahhütler konusunda geçtiğimiz hafta Fransa’da önemli bir gelişme yaşandı. Paris İdare Mahkemesi 3 Şubat’ta verdiği kararda, iklim konusundaki taahhütlerini yerine getirmediği gerekçesiyle devletten şikayetçi olan dört sivil toplum kuruluşunu haklı bulmuştu. Mahkeme, devletten, taahhütlerini yerine getirmemesinin neden olduğu hasarları yıl sonuna kadar telafi etmesini ve taahhütlerine uymasını istedi. 

Benzer bir şikayet, Greta Thunberg’in de dahil olduğu 15 çocuk ve genç tarafından Türkiye, Almanya, Fransa, Brezilya ve Arjantin hakkında yapılmıştı. Bu beş ülke, iklim krizine karşı yeterli önlem almayarak BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlanmıştı. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, bu şikayeti karara bağladı ve gençlerin önce ülke mahkemelerine başvurmaları gerektiğine hükmetti. 

Ulusal taahhütler konusunda olumlu sayılabilecek bir haber ise Rusya’dan geldi. Rusya Devlet Başkanı Putin, en geç 2060 yılına kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşmayı hedeflediklerini duyurdu. Putin uzun zamandır iklim değişikliği konusuna şüpheye yer varmış gibi yaklaşmasıyla biliniyor. Daha önce karbon emisyonlarını 2050 yılına kadar Avrupa Birliği’nin emisyonlarının altına düşüreceklerini açıklamıştı. Bu açıklama eleştirilere konu olmuştu çünkü Rusya’nın emisyonlarının hali hazırda AB’ninkinden epey az. Dolayısıyla bu hedefin de herhangi bir azaltım gerektirmiyordu. Haliyle bu açıkladığı 2060 hedefi için nispeten olumlu bir gelişme denebilir. 

  • Geçtiğimiz hafta yayınlanan bazı araştırmalar ve yapılan açıklamalar ise emisyonları sınırlandırmak ve ısınmayı 1,5 derecenin altında tutma yönündeki tüm bu çabaların neden bu denli önemli olduğunu hatırlatır nitelikte.

Afrika kıtasıyla ilgili bir araştırma Lancet Planetary Health dergisinde yayınlandı. Dünya Sağlık Örgütü verileriyle yapılan araştırmaya göre 2019 yılında, özellikle kömür ve gaz yağı kaynaklı hava kirliliği dolayısıyla Afrika kıtasında 697 bin kişi hayatını kaybetti. Dış ortamdaki hava kirliliğinin ise 394 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açtığı belirtildi. Rapora göre, hava kirliliğinin 2019 yılında yalnızca Etiyopya ekonomisine üç milyar dolarlık olumsuz etkisi oldu. 

İklim değişikliğinin bir diğer olası sağlık etkisi ise Nobel ödüllü iklim bilimci Rey Kun Çung tarafından gündeme getirildi. Bir iklim konferansında konuşan Chung, permafrostun erimesiyle bilinmeyen virüs türlerinin ortaya çıkabileceği ve ren geyiği, fok gibi bölgede yaşayan hayvan türleri arasında hızla yayılabileceği uyarısında bulundu. Bilim insanları, Rusya’nın dünyanın geri kalanından üç kat daha hızlı ısındığını söylüyor. Kuzey Kutbu ve Sibirya’da ise sıcaklık artışı, ortalamanın dört kat üzerinde. 

İklim krizinin Türkiye’ye etkileri konusunda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yeni açıkladığı sel raporu var. Bu rapor, TBMM Dilekçe Komisyonu’na sel ve taşkın zararlarının tespiti ve karşılanması konusunda gelen şikayetler üzerine hazırlandı. Rapora göre Türkiye’de 2011-2020 yılları arasında 1266 taşkın meydana geldi. Bu felaketlerde 127 kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 116 bin hektar alan sular altında kaldı. Sel ve taşkın sebepleri özellikle yaz aylarında Karadeniz’de yaşananların akabinde gündeme gelmişti. Bakanlığın sel nedeni olarak saydıklarından bazıları şöyle:

  • İklim değişikliğine bağlı yağış şiddetlerindeki artış, 
  • Yapılaşma için uygunsuz yer seçimleri, 
  • Yanlış mekansal planlama ve uygulamalar, 
  • Yanlış arazi kullanımları,
  • Bitki örtüsü tahribinin neden olduğu heyelanlar, 
  • Dere yataklarına yapılan uygunsuz müdahaleler, 
  • Yol yapım çalışmaları ile dere yataklarının daraltılması ve hafriyat dökülmesi.

Muğla'da hortum felaketi

  • Geçtiğimiz hafta bir hortum felaketi yaşandı. Muğla’nın Milas ilçesinde hortum meydana geldi. Evlerin çatıları uçtu, ağaçlar devrildi. En büyük hasarın Derince bölgesinde olduğu tahmin ediliyor. 

Fakat tüm bu yaşananlara karşı Türkiye’nin ciddi tedbirler almaması, uzun zamandır eleştiri konusuydu. Geçtiğimiz haftalarda nihayet bazı olumlu işaretler oldu. Öncelikle uzun bir gecikmenin ardından Paris İklim Anlaşması yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ismine “İklim Değişikliği”nin dahil edileceği duyuruldu. Bu plan çerçevesinde Meteoroloji Genel Müdürlüğü ile Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü de Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alınarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlanacak.

  • Konuyla ilgili muhabir arkadaşımız Elif Ünal, Yeşil Gazete için özel bir haber hazırladı ve aktivistlere, akademisyenlere ve STK temsilcilerine konuyla ilgili görüşlerini sordu. Bu yorumlarda genel olarak iki mesele öne çıkıyor diyebiliriz, ilki samimiyet. Ankara’nın çelişkili uygulamaları, bu isim değişikliğinin de yalnızca bir vitrin çalışması olduğu şüphesini doğuruyor. İkincisi ise bakanlığın “Şehircilik” adı altında üstlendiklerinin, çevre ve iklim krizinin gerektirdikleriyle çelişmesi.

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Prof. Dr. Murat Türkeş, gelişmeyi olumlu değerlendirse de, “Şehircilik” vurgusunun sorun yaratabileceğini söyledi ve aynı bakanlıktan birbiriyle çelişen kararlar çıkabileceği uyarısında bulundu. Benzer bir eleştiri, su politikaları araştırmacısı Gökçe Şencan’dan geldi:

Çevre Bakanlığı Şehircilik Bakanlığına bağlandıktan sonra çevrenin nasıl yıkıcı projelere kurban edildiğini gördüysek iklim konularında da aynı durumu göreceğimizden endişeleniyorum. İklim değişikliği gibi varoluşsal bir sorunu şehircilik bakanlığının altına sıkıştırmak da duruma gereken aciliyetle yaklaşmadığımızı kanıtlıyor.

İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, bu gelişmeyi, kamuoyunu ikna etme hedefli bir adım olarak yorumladı:

"En azından iklim konusunun genel müdürlük seviyesine çıkarılması gerekir" diyen Şahin, koordinasyon kurulunun da uzmanlara ve sivil topluma açılması çağrısında bulundu. 

İnsan ve Hayvan Hakları

  • Muğla Milas’ta 22 Ağustos günü afetzedeler yararına yapılması planlanan boğa güreşleri vardı ancak tepkiler nedeniyle iptal edildiği söylenmişti. Bu güreşler 19 Eylül’de tüm tepkilere rağmen gerçekleştirildi. 

İlk tepkilerin ardından Milas Belediyesi boğa güreşinin etkinliği ve izniyle alakası olmadığını açıklamıştı. Ancak daha sonra belediyenin boğa ve deve güreşlerine izin verdiği ortaya çıktı. 

Muğla’da yapılan ve yapılması planlanan boğa ve deve güreşleri için yasal izinler Muğla Valiliği İl Hayvanları Koruma Kurulu tarafından veriliyor. Boğa güreşleri görüşülürken üyelerden sadece hayvan hakları alanında faaliyet gösteren iki STK temsilcisi, Bodrum Belediyesi ve Fethiye Belediyesi temsilcileri ile il müftüsü ret oyu vererek şerh koydu. Buna rağmen oy çokluğuyla yapılması kararı alındı. Gerekçe olarak gelenek gösteriliyor.

  • Yeşil Gazete’den Merve Özçelik, Gazeteci, yazar ve hayvan özgürlüğü aktivisti Zülal Kalkandelen‘le Yeni İnsan Yayınevi‘nden çıkan "Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü" kitabı üzerine bir röportaj gerçekleştirdi. Kitabı, “Yaşadığı dönemi belgelemek isteyen bir fotoğrafçının duyduğu ihtiyaçla” yazdığını ifade eden Kalkandelen, yazmayı hayvan özgürlüğü aktivizminin bir parçası olarak gördüğünden bahsetti. Hayvan özgürlüğünün ilk aşamasının veganlık olduğunu belirtti. 

  • Önceki programlarımızda ABD’den bir kürtaj haberi paylaşmıştık. Kürtajı fiilen imkansız hale getiren bir yasa, Teksas Eyaleti Yasama Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi çoğunluk tarafından önerilmiş ve onaylanmıştı. Bu yasağın yürütmesi durduruldu. ABD’nin Teksas eyaletinin Austin Bölgesi Federal Yargıcı Robert Pitman, eyalette kürtajı yasaklayan yasanın, yürürlüğe girdiği 1 Eylül tarihinden itibaren “Kadınların anayasa ile güvence altına alınmış olan hayatları üzerinde kontrol sahibi olma hakkının yasadışı bir şekilde engellendiğini” kaydetti.
  • 2021 Nobel Barış Ödülü, Filipinler ve Rusya'da ifade özgürlüğü için verdikleri cesur mücadeleden dolayı gazeteciler Maria Ressa ve Dmitry Muratov'a verildi. Böylece ödül, 1935 yılından bu yana ilk kez gazetecilere verilmiş oldu. Maria Ressa geçtiğimiz günlerde Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün de sahibi olmuştu.