Covid-19 sonrası hayat: Hayvan kullanımı

-
Aa
+
a
a
a

Hayvan kullanımı sebebiyle insanlara bulaşan hastalıklara tarihten birçok örnek vermek mümkün. Brusella, tüberküloz, domuz gribi, deli dana, kuş gribi, salmonella, leptospirosis hatta şarbon gibi hastalıklar hayvanlardan ve  hayvanların sütünden dahi bulaşabiliyor. 

Hayvan kullanımı kendi başına ciddi bir etik sorun olmasının yanında çok önemli başka olumsuzluklara da sebep oluyor: İklim krizinin en büyük ikinci etkeni hayvancılık, aynı zamanda çevresel etkileri var, yarattığı kirliliğin boyutları çok kritik. Bunların dışında ayrıca global sağlık sorunlarına sebep oluyor.  Hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklara bu dönemde sıkça duyduğumuz gibi zoonoz veya zoonotik hastalıklar deniyor. Covid-19 da diğer koronavirüs türleri gibi bir zoonotik hastalık. Zoonotik hastalıklar sığır, koyun gibi çiftlik hayvanlarından da kaynaklanabiliyor; kedi, köpek tavuk, kuş vb. kanatlı hayvanlar, maymun, fare, yabani memeliler ve tavşanlar gibi pek çok hayvan türü bu hastalıkların taşıyıcısı olabiliyor. Hayvan kullanımı sebebiyle insanlara bulaşan hastalıklara tarihten birçok örnek vermek mümkün. Brusella, tüberküloz, domuz gribi, deli dana, kuş gribi, salmonella, leptospirosis hatta şarbon gibi hastalıklar hayvanlardan ve  hayvanların sütünden dahi bulaşabiliyor. 

Geçmişteki Covid19 benzeri örneklere baktığımızda: 2002’de çıkan ve yine bir koronavirüsün sebep olduğu SARS hastalığına dünyada 8098 kişi yakalandı ve 774 kişi hayatını kaybetti; Sars’ın öldürücülük oranı %10’du. 2012’deki MERS hastalığı Ortadoğu’da develerden insana bulaştı, 2494 kişi yakalandı ve 858’i öldü;  öldürücülüğü %34 oranındaydı. Bu hastalıkların bulaşıcılığı ve dolayısıyla etkilediği kişi sayısı düşüktü ve o nedenle Covid 19 kadar etki yaratmadı dünyada. Covid-19’un öldürücülüğü ise %4 civarında ancak bulaşıcılığı çok daha yüksek. Bizim bu kaydı yaptığımız 2 Haziran günü itibariyle enfekte olan kişi sayısı dünyada 6,5 milyonu geçmiş durumda ve hızla artmaya devam ediyor. Öldürücülüğü %4 bile olsa bu kadar fazla sayıda insanı enfekte ettiği için ölüm sayısı da bu önceki hastalıkların çok çok üstünde, bugün itibariyle 378 bin kişi Covid19 sebebiyle hayatını kaybetmiş.

Covid-19’un nasıl çıktığı epeyce tartışıldı; kabul edilen genel görüş virüsün Çin’in Wuhan kendindeki wet market denen hayvan pazarından yayılmış olduğu. Normalde yan yana gelmesi pek mümkün olmayan bir çok hayvan türünün, binlercesinin bir arada bulunduğu, ölülerinin canlılarının alınıp satıldığı bir hayvan pazarı burası. Virüsün ana konağı olan yarasadan başka bir memeli türüne yani başka bir ara konağa geçtiği, bu ara konaktan da insana geçtiğini biliyoruz. Hayvanların alınıp satıldığı ve çok acımasız koşullarda yan yana bulundurulduğu bu ortamlarda virüslerin hızla çoğalıp yayıldığını ve hatta hızla değişime uğradığını söylüyor uzmanlar. Esas tehlike de burada aslında; biz hayvan kullanımına devam ettikçe Covid19 kadar veya çok daha tehlikeli başka virüslerin ortaya çıkması kaçınılmaz. 

Geçtiğimiz haftalarda Çin’in Wuhan kenti yaban hayvanları ticaretini yasakladığını açıkladı. Ancak bu yeterli değil; zira insanları hasta edebilen bu virüsler sadece yarasa gibi yaban hayvanlarında bulunmuyor, daha önceki zoonotik hastalıkların gösterdiği gibi, çiftlik hayvanları dahil birçok hayvan türü virüsü bulaştırabiliyor. Yeni virüslerin çıkma ihtimaliyle ilgili Dr. Oğuzcan Kınıkoğlu’nun verdiği bir kötü senaryo örneği var, bu tehlikeyi gayet güzel açıklamış: “Örneğin H5N1 virüsü kuş gribine yol açar ve kuştan insana bulaştığı zaman %60 öldürür. Neyse ki insandan insana bulaşma özelliği yoktur fakat  H5N1 virüsünün (kuş gribi), hayvanların binlercesinin dip dibe bulunduğu çiftliklerde, insandan insana geçebilecek bir forma evrilmesi dünyada milyarlarca insanın ölmesine sebep olabilir”, diyor. Yani öldürücülüğü H5N1, veya Sars veya Mers virüsü kadar olan, bulaşıcılığı ise Covid19 virüsü kadar olan yeni bir virüs ortaya çıkacak olursa Covid19 pandemisini mumla arar hale gelebiliriz. 

Tüm dünyada yaşanan bu pandemi krizinin sebebi olarak Çin, Çin’in yaşam pratikleri ve özellikle de yemek kültürü çok fazla eleştirildi. “Çinliler bu “iğrenç şeyleri” yedikleri için bunlar oldu.” “Ne bulurlarsa yiyorlar, yarasa,yılan, böcek yenmez ki.” “Onlar zaten barbar; kedi-köpek de yiyorlar.”gibi söylemler kamuoyunda oldukça fazla yer aldı.

Peki tüm bu suçlamaları yöneltirken; kendi kültürümüzü ve yaşam pratiklerimizi sorguladık mı diye de sormak gerekiyor sanırım. Kültürel farklılıklar; eylemin özünü değiştirmiyor. Eylemin özü, hayvanların bedenlerini ve bedenlerine ait olanları yemek ya da kullanmak.Bir kültürde yemek olarak kodlanmış bir hayvan, diyelim ki Çin’in bazı bölgelerinde yenen köpekler; başka bir kültürde “dost” olarak kodlanmış olabilir. Ancak köpekten; ona atfedilen kültürel kod dışında hiçbir farkı olmayan örneğin inek; batı kültüründe hiç düşünülmeden yenmekte. Ve bu durum, ineğin yemek olarak görülmediği başka bir kültür için oldukça garip ve kabul edilmez bir durum olarak algılanabilir. Ve ilerleyen zamanlarda ineklerden bize bulaşan deli daha gibi bir hastalık tekrar çıktığında o zaman neyi ya da kimi suçlayacağız diye düşünmek gerekiyor.

Bu nedenle;olayları münferit  durumlar olarak ele almak yerine; buradaki sebep-sonuç ilişkilerini görmek önemli.. Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin verilerine göre bulaşıcı hastalıkların %75’i hayvanlardan bulaşıyor. Hastalık ekoloğuve EcoHealth Alliance’ta çevre korumacısı olan Kevin Olival şöyle diyor: “Genel olarak herhangi bir veya birden çok  hayvan grubunu doğal olmayan şartlarda bir araya getirdiğinizde; insanlara bulaşan hastalıkların olması riskini arttırmış olursunuz.” 

Pandemi süresince şöyle bir algının da kamuoyunda, bu virüslerin sadece yaban hayvanlarından bulaşabileceğini çünkü hayvancılıkta  “evcilleştirilmiş, antibiyotik verilen ve aşılanan, temiz ortamda bulunan hayvanlar kullanıldığı. 

Öncelikle virüs ve antibiyotikler açısından konuşacak olursak; antibiyotikler virüsleri engellemezler; bunu viral hastalıkların antibiyotik ile tedavi edilememesinden biliyoruz. Çünkü, virüs bakteriden farklı bir organizma. Ve özellikle Covid19 gibi yeni çıkan virüsler, varolan aşılarla da kontrol edilemediği için; hayvanların normal ortamları dışında bir arada tutulduğu ve insan temasının olduğu her koşulda oluşabilir. 

Ayrıca,virüsün hayvanlardan bulaşması; yalnızca hayvanların bir arada tutulduğu yerlerde onlara temas eden insanları kapsamıyor; örneğin sadece hayvanları öldüren mezbaha görevlisikapmıyor bu virüsü. Hayvanların bedenlerini ya da salgı ve çıktılarını yiyen, kullanan ya da bunlara temas eden insanlar da  kapabiliyor. 

Bununla beraber; bu hayvansal tüketim ile sadece virüsler değil; salmonella, coli basili gibi bakteriyel hastalıklar ve  besin zehirlenmeleri de oluşabiliyor.

Günümüzde artık, hayvansal kaynaklı bir beslenme yerine; bitki kaynaklı beslenmenin hem insana, hem gezegene getirdiği faydalar bilimsel araştırmalar ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumlar tarafından bile destekleniyorken, hala vegan olmayı zor veya aşırı gibi görebiliyoruz. Etik olarak gereğini kabul etsek bile sağlık açısından mutlaka hayvansal tüketmek zorunda olduğumuza inanan bir kesim var. Fakat araştırmalar gösteriyor ki bütüncül bitkisel beslenme ile yerine koyamayacağımız hiç bir besin maddesi yok.

Günümüzde artık gittikçe daha fazla sayıda doktor ve sağlık kurumu da bu görüşü destekliyor.  Amerikan Beslenme Derneği, - Birleşik Krallık Beslenme Uzmanları Derneği, - Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi bunlardan bazıalrı. İlgilenenler bu sağlık kurumlarının listesine abolisyonistveganhareket.com sitesinden de ulaşabilirler. Dolayısıyla şunu net olarak söyleyebiliriz: sağlık için hayvansal ürün tüketmek mecburiyetinde değiliz. 

Peki buna rağmen neden tüketmeye devam ettiğimizi kendimize sorduğumuzda, hakikaten dürüst olursak yanıtımız büyük ihtimalle tadını çok sevdiğimiz ve vazgeçmek istemediğimiz gerçeği olacaktır. Peynirsiz veya yoğurtsuz yaşayamayacağımızı söyleriz. Ama gayet güzel yaşayabileceğimiz yani -hayatta kalmak anlamında yaşayabileceğimizi içten içe biliriz, sadece o anlık zevkleri bırakmak istemiyoruz. Bu bize çok değerli bir şeyi feda ediyormuşuz hissi veriyor. Fakat alacağımız o birkaç dakikalık zevk için hayvanlara yaşatılan eziyetlerle, ölümlerle, akıtılan kanla yüzleştiğimizde, ve diğer yandan da bu zevkin gezegene ve diğer canlı türlerine ödettiği bedeli öğrendiğimizde ne hissediyoruz? Ve buna gerçekten değer mi, sorularını kendimize sormamız önemli görünüyor. 

2020 yılında, artık birçok bitkiye ulaşımımız var. Bitkileri işleyerek onları farklı ihtiyaç alanlarındaki ürünlere dönüştürebilecek teknolojilere sahibiz. Örneğin yaşadığımız yüzyılda artık, soğuktan korunmak için hayvanların derilerini yüzerek, onların derilerini ya da kürklerini giymeye ihtiyacımız yok.Bitkileri kullanarak soğuğa, ısıya, suya dayanıklı kumaşlar üretebiliyoruz. Son teknolojiler sayesinde; mantar ve ananastan bitkisel deriler, hindistan cevizinin normalde atılan tüylü dış kısımlarından kazaklar ya da vegan deri gibi tekstil ürünleri yapabiliyoruz. 

Hayvanlara olabilecek en zalimce şeylerin yapıldığı ve oldukça düşük doğruluk payı içeren sonuçların alındığı hayvan deneyleri yerine, insan hücreleriüzerinde yapılan ve bilgisayar modellemeleri ile insan biyolojisini ve tepkilerini taklit eden test yöntemleri var.

Bitkileri anlamaya ve tanımaya başladıkça; onlarla yapabileceklerimizin ne kadar geniş bir yelpazede olduğunu fark etmeye başlıyoruz. Bu yemek için de geçerli.Hayvanlar yerine bitkileri kaynak olarak kullanarak; alışık olduğumuz tatları ve yemek çeşitlerini elde edebiliyoruz.. Yiyeceğe olan bakış açımız, yalnızca raflarda satılanların yiyecek olduğunu inanmamıza neden olmuş ise; belki de bitkilerin nelere dönüşebileceklerinden henüz haberdar olmadığımız içindir. 

Örneğin süt ve süt ürünleri olarak tabir edilen şeyleri ele alalım.

Sütün sözlük anlamına da baktığımızda şu şekilde anlamları olduğunu görüyoruz: Google ve Oxford sözlükte şu şekilde sıralanmış anlamları:

1. Memeli hayvanların yavrularını beslemek için vücutlarının ürettikleri salgı

2. Bazı bitkilerin içinde bulunan beyaz,kremamsı dokudaki sıvı.

3. İnek, koyun ya da keçi gibi hayvanlardan gelen ve insanların tükettikleri süt

Bu tanımlardan ilki ve sonuncusu aynı şeyi referans gösteriyor olmasına rağmen ikisi arasında büyük bir çelişki olduğunu görüyoruz. Ve aslında bu çelişki bize şunu da söylüyor; hayvansal süt, insanlar için tasarlanmış olduğu için  değil, insanlar bunu kullandığı için kullanılıyor. Ancak şunu da unutmamak gerek; bir şeyi yapabiliyor oluşumuz onu yapmamız gerektiği ya da buna ihtiyacımız olduğu anlamına gelmiyor.

 2. Tanımdaki badem, fındık, yulaf, hindistancevizi, kaju, kenevir gibi yemiş ve tohumların içindeki sütün, büyüme hormonu içmeye ihtiyacı olmayan ve inek, koyun ya da keçi türünden olmayan biz insanlar için çok daha uygun bir içecek olduğunu söyleyebiliriz.

Bitki sütleri ile bitkisel yoğurt, kefir, peynir yapmanız da gayet mümkün. Çünkü bu yiyeceklerin esas özelliği kullandıkları süt kaynağından ziyade; belirli bakteriler ile fermente oluyor olmaları.

Örneğin bademi ya da ya da hindistancevizini su ile blenderdan geçirdiğinizde; bitkisel süt elde edersiniz. Bu sütü belirli bakteriler ile, fermantasyon süreci için doğru ortamı kurarak fermente ederseniz bitkisel kaynaklı yoğurt/peynir gibi yiyecekler elde edersiniz. 

Yiyeceklerin kimyasını anladıkça, yenilebilir bitkileri keşfettikçe; karşımıza inanılmaz geniş bir yemek teknolojileri alanı çıkıyor. Örneğin günümüz teknolojileri ile, yalnızca bitkileri ve içerdikleri protein, demir gibi bileşenlerini kullanarak tat, doku, koku açısından hayvansal etten ayırt edilemeyecek bitkisel etler üretilmekte. Yüksek protein değerine sahip sarı maş fasülyesinden bitkisel yumurta yapılabilmekte. Konjak bitkisinden bitkisel deniz ürünü yapılabilmekte.

Elbette bunları da yemek bir zorunluluk değil. Bitkileri oldukları halleri ile tüketerek, dengeli bütüncül bitkisel beslenme ile çok sağlıklı bir yaşam sürebiliriz. Bu teknolojiler, global düzeyde insanların hayvansal ürünlerden vazgeçemediği durumlar için fark yaratabilecek alternatifler.

Bu alternatifleri satın almaya gerek kalmadan; farklı bitkilerle değişik baharatlama, soslama ve  pişirme yöntemlerini kullanarak her yönden tatmin edici bitkisel et alternatifleri, bitkisel süt ürünü alternatiflerini evde kendinizin yapması da çok mümkün. Ben örneğin bitkisel sütümü ,peynirimi yoğurdumu, çok büyük oranda evde kendim yapıyorum. Ve gerçekten hiç zor değil. Üstelik katkısız, atık oluşturmadan yapabiliyorsunuz, daha düşük maliyetli oluyor. 

Peki bitki bazlı sistemin sağlayacağı faydalar neler?

Öncelikle; çok daha sürdürülebilir başka bir seçeneğimiz varken; hayvanlara sürekli ve sürekli gereksiz yere acı çektirilen ve onların öldürüldüğü  bir sistem içinde barışçıl bir dünyayı görmek çok zor. Bu başta hayvanlar olmak üzere; herkes için çok fazla acı, çok fazla duygusal yük, çok fazla travma demek. Bundan bütün bilinç sahibi canlılar olarak kötü etkileniyoruz. 

Eğer istersek; insanlık olarak,bu etik tutarsızlığa hemen şu an son verebiliriz.Bizim gibi hisseden hayvanlara acı vermeden; mutlu, sağlıklı, ve karbon ayak izimizin çok daha az olduğu bir yaşamımız olabilir.. 

Peki bir kişinin vegan olması neyi değiştirir? Bireysel seçimlerimiz gerçekten hayvan sömürüsü üstüne kurulmuş bir sistemi değiştirebilir mi? Cowculator adında uygulamaya göre; 1 sene boyunca vegan olan bir kişi bir senede  1.534.000 litre temiz su, 7.500 kg tahıl, 1000 m2 ormanlık alan kurtarmış oluyor. Ayrıca 3.320 kg karbondioxit salınımını engellemiş ve 366 hayvanın da hayatını kurtarmış oluyor. Durduğumuz yerde böyle bir etki yaratmak mümkün ve gezegen açısından büyük bir kazanım.

Bir kişinin vegan olması talebi etkilemesi açısından da çok önemli. Artan-azalan talebin şirketler üstündeki etkisine bir örnek olarak; Dr. Michael Greger’in köpek balığı yüzgeci çorbasından bahsediyor. Çin’de çok yaygın olarak tüketilirken 2013 yılında talep %50-70 oranında düşüyor. Düşüşün sebebini Çin’de yapılan kampanyalara ve eğitimlere bağlıyorlar. Hem köpek balıklarının soyu tükenme tehlikesinde olduğu için hem de sağlıksız olduğuna dair araştırmalar çıktığı için düşüş olduğundan bahsediliyor. Buradan hareketle diyebiliriz ki talebimizi değiştirmekle yani bireysel seçimlerle sistemsel değişimleri tetiklememiz oldukça mümkün.

Ve bitki bazlı bir sistem inşa ederek; gelecekteki pandemi risklerini de ciddi oranda azaltabiliriz. Üstelik sadece viral salgınların değil; Covid 19’dan çok daha fazla ölüme her yıl yol açan kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet gibi; salgın boyutunda olan  kronik hastalıklara yakalanma riskimizi de azaltmış oluruz. 

 

Kaynaklar:

https://ankara.tarimorman.gov.tr/Belgeler/liftet/zoonozhastaliklar.pdf

https://gaiadergi.com/dr-oguzcan-kinikoglu-ile-soylesi-korona-virusun-etkiledigi-populasyonda-olmak-istemiyorsak-hayvansal-urunlerden-de-uzak-durmaliyiz/

https://beyinsizler.net/zoonotik-hastaliklar/

https://abolisyonistveganhareket.org/post/142476828006/vegan-beslenmeye-onay-veren-sa%C4%9Fl%C4%B1k-kurumlar%C4%B1

https://www.scientificamerican.com/article/trade-in-shark-fins-takes-a-plunge/ 

https://www.peta.org/issues/animals-used-for-experimentation/alternatives-animal-testing/#:~:text=These%20alternatives%20to%20animal%20testing,and%20studies%20with%20human%20volunteers.

https://www.euronews.com/2020/04/01/the-best-way-prevent-future-pandemics-like-coronavirus-stop-eating-meat-and-go-vegan-view

https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/milk_1#:~:text=the%20white%20liquid%20produced%20by,a%20bottle%2Fcarton%20of%20milk