Küba, dört farklı yöntemle dört farklı aşı hazırlıyor

-
Aa
+
a
a
a

Prof. Selim Badur, Korona Günleri’nde güncel verilen yanı sıra aşılar konusunda da ayrıntılı bilgileri paylaştı. 

Selim Badur'la Korona Günleri: 7 Aralık 2020
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 7 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

ÖM: Günaydın Selim Badur merhabalar!

Selim Badur: Günaydın efendim, günaydın! İyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

SB: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal! Geçtiğimiz hafta yapılan son Korona Günleri programını perşembe günü yapmıştık. O günden bugüne olgu sayısı 4 günde olgu sayısı 2 milyon 558 bin artmış, yani ortalama günlük 639 bin yeni olgu listeye eklendi. Hep altını çizmeye çalışıyorum, bu sadece PCR testi yapılıp pozitif çıkan olgular ama biliyoruz ki klinik ve görüntüleme açısından Covid-19 tanısı alan ama PCR’ı negatif çıkan da en az %40 olgu var dünyada. Hafta sonu nedeniyle herhalde bazı ülkelerin laboratuvarlarında işler biraz yavaşlıyor, bu nedenle geçen hafta biz günlük 730 bin olguya varmıştık, bu kez 640 binlerde. Böyle devam ediyor ama yine de oldukça fazla. Farklı ülkeler rekor kırıyorlar, bu tip haberler geliyor. Hafta sonu olup bitenlere bakarsak Moskova’da cumartesi günü sağlık çalışanları ve öğretmenleri aşılamaya başladı. Önce askerleri aşılayacaktı ama strateji değişikliği olmuş ve öncelikle sağlık çalışanları ve öğretmenleri aşılamaya başlamış. Başkentteki 70 merkezde sürdürülüyor aşılama çalışmaları, aşıyı uygulamaya başlayan ilk ülke olarak en azından pandemi tarihine geçmiş oldu Moskova ve Rus yetkililer. Tabii Rusya’da günlük olgu sayısı 28 binlerde, oldukça yüksek bir oran. Bu nedenle Rusya başladı, bu önemli; aşıya onay veren ülkelere baktığımızda, Avrupa ülkeleri arasında İngiltere Pfizer-BioNTech aşısına onay verdi. İkinci ülke de Bahreyn oldu “aşıyı uygulayacağım ve onay veriyorum” diyen ikinci ülke Bahreyn, bu da ilginç bir gelişme. ABD’de hatırlayacaksınız “bu Halloween kutlamaları hastalığın yeniden bulaşmasına yol açtı” demiştik. Siz “Şükran Günü’nün etkisi daha belli değil” demiştiniz, etkisi belli oldu. 24 saatte rekor!

ÖM: Öyle mi?

SB: Şükran günü bir araya gelmeler rekor çünkü çarpıcı bir sayı 225bin 201 yeni olgu var 24 saatte, 2 bin 500 ölü var ABD’de. Bu çok büyük bir sayı. Kanada’da bir haftada yeni 100 bin olgu aşıldı, 100 binden fazla olgu var. Dünyada son hafta her gün 10 binden fazla ölüm oluyor. İtalya, Latin Amerika ülkeleri ve Karayip ülkelerinde haftada ortalama %18’lik artış oluyor. Kısacası işler hiç sanıldığı gibi düzelmiyor ve alınan kısmi kısıtlamalar, yasaklar, sokağa çıkma yasakları bütün bunlar çok küçük azalmalara yol açıp biter bitmez olgu sayılarında tekrar artış oluyor. İlginç kararlar da örneğin Kanada’da Quebec eyaleti ve Güney Kore Noel’de aile yemeklerinin yasaklanmasını istedi. Bunlar tartışılmakta. Buna karşılık Noel sonrası sorunların artması gerçekten beklenen ve şaşırtıcı olmayan bir gelişme diye düşünülüyor çünkü Brezilya alışveriş için dükkanlarını 24 saat açık kalmasına karar verdi. Buna karşılık Peru ve Kırgızistan havaalanlarını uluslararası uçuşlara açmış durumda. Yani bu açılmalar, kapanmalar hep biraz göstermelik gibi. Elbette önemli ama devamı gelmiyor, “ekonomik nedenlerle yaşam devam ediyor” diyorlar ama birtakım insanlar için de yaşam devam etmeyip kesintiye uğruyor. Bu da ilginç çelişkiler, gerçekten dünya pandemi yönetiminde bir çaresizlik çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. 

ÖM: Özellikle de sağlık çalışanları için tabii inanılmaz trajediler var, sadece TTB’nin açıklaması Kasım ayında 63 sağlık çalışanının koronavirüs sebebiyle hayatını yitirdiği haberi vardı dün BBC’de.

SB: Evet. Romanya’da 6 Aralık’ta seçimler yapıldı ama sağlık sisteminin de çöktüğü gündemde ve bu konu seçimlerden çok bu konuşuluyor. Bu arada örneğin Avrupa’da koronavirüsle ilgili haberlere baktığınız zaman ilk sırayı hemen hemen bütün Avrupa basınında “kayak merkezleri ne olacak? Ne kadar açılacak? Bunun riski var mı? Nasıl kayak yapacağız?” tartışmalarını görüyorsunuz. Bir yandan dünyada eski alışkanlıklar sürsün, sürdürelim kaygısı var ama bu nanometre çapındaki virüs buna doğrusunu isterseniz alay edercesine karşı çıkıyor. Tuhaf bir durum var. İki konu var ilginç tartışılan ya da gözardı edilmemesi gereken. Kreşlerde 0-3 yaş çocuklar sürekli sürekli yüzü maskeli erişkinlerle karşılaşıyorlar. Bu, çocuklara nasıl etki yapmakta? Bunu bilmiyoruz, bu arada biliyor musunuz, fark ettiniz mi? Belki arada bütün bu haber yoğunluğunda gözden kaçmış olabilir. Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı kreşler ile Aile Bakanlığı’na bağlı kreşlerdeki yaklaşım tamamen farklı; biri kapadı biri kapamadı. 

ÖM: Hangisi haklı?

SB: İkisi de haklı! Bir de Batı ülkelerinde özellikle bu faz3 çalışmalarının yapıldığı ülkelerde biliyorsunuz on binlerle ifade edilen sayılarda çeşitli gönüllü gruplarının bir kısmına aşı bir kısmına plasebo veriliyor. Çalışmalar bitince sorun şu, plasebo verilenler ne olacak? Bu insanları aşılayalım mı? Öncelik tanıyalım mı? Bu konu tartışılıyor, bu da ilginç bir durum. 

ÖÖ: “Biz size aşı yaptık dedik ama” diye bir sorun çıktı ortaya.

SB: Çok tuhaf bir durum yani garip.

ÖM: Karagöz gösterisine döndü yani “aşılayalım mı aşılar mısın?” “Evini taşlıyalım mı?” olacak yani.

SB: Pasteur Enstitüsü bir açıklama yaptı, bir rapor yayınladı Fransa’da 10 kişiden 1 tanesi %10’u virüsle temas etmiş durumda ama bölgeler arasında inanılmaz farklılıklar var. Paris civarı, Ile de France’da %27’nin üzerinde antikoru olan kişi sayısı ama kuzey batıya Bretagne bölgesine gittiğiniz zaman %3’lere düşüyor oran. Yani bölgeden bölgeye çok büyük farklar var Fransa’da. Bir takım yurt içinden haberler, hafta sonu Sağlık Bakanlığı’nın Ulusal gazeteye verdiği röportajda “koruyuculuk konusunda bu aşamada hiçbir aşı için net süre veremiyor” diyor. Haklı, bunu zaman gösterecek, aşılama için planlama yapıyoruz, birinci basamağı etkili kullanmak istiyoruz. Demek ki Türkiye’deki doğru bir karar çünkü iyi organize olmuş bir sistemleri var, aile hekimleri üzerinden aşılama yapılacak.  Doğal olarak buradan pratik bir mantık yürüttüğümüz zaman aile hekimlerinin genellikle -70 derecelik dondurucular bulunmadığı için yani Pfizer-BioNTech aşısının ya da -20’lik dondurucu bulunmadığı için Oxford aşısının Moderna’nın kullanımı pek mümkün değil gibi görünüyor şu aşamada. En azından pratik nedenlerle böyle bir engel var. Bir diğer önemli nokta, aşıların menşeinden ziyade üretim yöntemi, güvenlik ve etkinliğine bakılmalı demiş Sağlık Bakanı. Buna da katılıyorum, en güvenilir olan geleneksel yöntemle geliştirilen inaktif aşı türü. Bu da doğru bir tanımlama çünkü ben de Çin aşısı demeyeyim, inaktif aşı klasik bir yöntemdir, bu nedenle daha da güvenilir dediğin zaman ‘old school conservatism’ filan gibi eleştiriler yöneltiliyor. Bu süreçte konuyla ilgisi olan/olmayan herkes konuşuyor. O nedenle Çin aşısının savunuculuğu filan değil ama onun daha bildik bir yöntem olduğunu vurgulamanın dışında Çin aşısına ait herhangi bir yorum yapmamıştım. Nedense böyle bir eleştiri demeyeyim ama serzenişte bulunuyor insanlar. Bu arada “yerli aşımız güvenilir ve uluslararası düzeyde” demiş Sağlık Bakanı. Hatırlarsanız eğer Önce Sağlık programında “Bilim Kurulu üyeleriyle bir konuşma yapmaya çalışacağız” demiştim. İlginçtir iki Bilim Kurulu üyesi arkadaşımız önce kabul etti daha sonra bir mesaj yollayıp katılamayacaklarını belirttiler radyo programına. Nedenini bilmiyorum ama biz bu cuma günü Bilkent Üniversitesi’nde Türkiye’de üretilen Covid-19 aşılarından bir tanesinin yöneticisi olan bir bilim insanıyla konuşacağız. En azından Türkiye’de aşı üretmeye çalışan ekiplerin ne yaptıklarını daha yakından birebir öğrenmek imkanını bulacağız. 

Hatırlayacaksınız veribilimci Dr. Nick Brown, “Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerinin doğru olma ihtimali milyarda 1 yani neredeyse imkânsız” demişti. Bazıları itiraz ediyorlar, bazen “olur mu canım böyle şey” diyorlar. DSÖ’nun ‘merkezi insani ve sağlık acil durumlarına hazırlık ofisi geçici başkanı’ uzun bir isim, Dr. İrşat Ali Şaik “biz bu verilerin farkında değiliz, Türkiye’den bize bir veri gelmiyordu” deyip haberin başlığı ‘Türkiye’deki verilerden DSÖ haberdar değil’ idi. Asemptomatik kişi sayılarının paylaşılması rahatlatıcı çünkü gerçekten salgının yayılımını engellemekte bu önemlidir. Ancak bu DSÖ yetkilisi iki noktaya değiniyor, birincisi “endişe verici seviyede yüksek sayılarınız var. İkincisi Batı ülkelerinde olduğu gibi her ne kadar Avrupa ya da Amerika’daki kadar kötü durumda olmasa da sağlık sistemimizde çöküş yaşanabilir” demiş. Bunlar önemli açıklamalar. 

ÖM: Dr. İrşat Ali Şaik Deutsche Welle’ye söylemiş bunları değil mi?

SB: Evet. Tabii bizim genel anlamıyla baktığımızda DSÖ aynı zamanda başkanı da “pandemi sonrası dünyayı daha zorlu sorunlar bekliyor” deyip pek iyimser bir gelecek tablosu çizmemiş. Bu arada ülkemize özgü sorun, bu herhalde başka yerlerde olmaz, filyasyon ekiplerinin birtakım saptamaları var. Bunlardan iki tanesi biraz ironik olduğu için söylememe izin verin. Birincisi Doğu Karadeniz’de üç aile bir araya geliyorlar turşu kurmak için. “En doğalından turşumuzu kuralım da bağışıklığımız gelişsin” diye bir araya gelip turşu kurarken üç aileden 21 kişi pozitif olgu saptanıyor. Bir diğeri daha da kötü, yine Karadeniz yöresinde izole bir yerleşim birimi orada yatalak 80 yaşlarında bir kişi var. Hastaneye kaldırılıyor ağırlaşınca ve pozitif çıkıyor sonuçları. Ancak ilginçtir, adamcağız hiç evinden dışarı hiç çıkmamış, yanına da kimse gitmemiş. Meğerse o adamcağız hastalanınca eve bir üfürükçü çağırmışlar. Üfürükçü-şifacı yaşlı bir teyze geliyor ve sonra takip edilince teyzenin 120 kişiye daha üfürük işlemi yaptığı…

ÖÖ: Üfürmüş yani!

SB: 136 kişi pozitif çıkmış, yani bir üfürükçü 136 kişiyi kontamine etmiş. Bunlar da bize özgü bir durum. Bu arada düğünlerde gariplikler var, bir düğünde birisi pozitif çıkıyor, filyasyon ekipleri takip ediyorlar, düğün sahiplerinden birisi kaçıyor, saklanıyor. “Neden saklandın?” diyorlar “ben ünlü birisiyim” diyor. Düğün fotoğraflarından takip ediliyor, böyle birazcık karmaşık ve tuhaf birtakım olaylar. 

ÖM: Özdeş, Selim Badur’dan sonra bunları ‘memleketimden insan manzaraları mim’ için alırsan iyi olur doğrusu, yıl sonunda değerlendiririz!

SB: Evet gerçekten birikiyor. Bilim kurulu üyelerinden bir açıklama var “BioNTech aşısının Türkiye’nin gündeminde yok” demesi. Dediğim gibi “ancak 2-8 derecede muhafaza edilebilecek aşılar gündemde olacaktır Türkiye için, farklı aşıları böyle -80’de -22’deki aşıları gündemimize getirmemiz şu an için pratik açıdan söz konusu değil” demiş. Bu da yadsınmaması gereken bir yaklaşım. Aşılarla ilgili hep Çin’den, Amerika’dan, Almanya’da bahsediyoruz, Küba’yı atlıyoruz. Küba’da 2 yeni aşı adayı ‘manbisa’ ve ‘abdala’ isimli iki aşı. Daha önce yaptığı aşı çalışmalarıyla beraber bu ikisi de eklenince 4 tane farklı yöntemle aşı hazırlıyor Küba. Bu iki yeni aşıyı da belki bir süre sonra dünya aşı pazarında ya da gündeminde görebileceğiz, en azından bunu bilmekte yarar var. Çeşitli sosyal dallardan Covid’le ilgili yorumlar var. Dönem dönem işte Bruno Latour’dan başladık, işte farklı Fransız ya da Avrupa’nın farklı ülkelerinden düşünürler, sosyologlar İtalya’dan var. Bir de Güney Koreli felsefeci ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han var. O bir demeç vermiş, bunu Kitap Kriter sitesinde gördüm. Koronavirüsün gözetleme rejimleri ve bio-politik karantinalar dayatmasına, özgürlükleri daraltmasına, hazza son vermesine ve kitlesel isteri ve korku ortamında bir insaniyet yoksunluğunu açığa çıkartmasına dair endişelerini dile getiriyor. Gizli sosyal farklılıkları ortaya çıkarttığını vurguluyor ve önemliydi, tabii “insanlarda sağ kalma isterisinin toplumu fazlasıyla acımasız yaptığını, sağ kalmak için hayatı yaşamaya değer kılan her şeyi gönüllü olarak feda ettik; sosyalliği, topluluğu ve yakınlığı” diye birtakım gözlemlerini, düşüncelerini aktarmış. Bana kalırsa ondan daha önemlisi 1+1 Forum’da yayınlanan Kadıköy’deki Mola Ev Yemekleri işletmesini 16 yıldır işletmeciliğini yapan Nurhan Karagöz’ün demeci. O gerçek hayatla ilgili bir durumu anlatmış “bu sefer battık! 16 Mart’ta bizi kapattıklarında bir destek gelmemişti, ikinci kez kapatmalarına rağmen bir destek açıklanmadı. Bu tam olarak bir kapatma değil çünkü kapatma kararı alırlarsa ekonomik sorumlulukların doğacağını biliyorlar. Sorumluluktan kaçmak için ‘belli saatlerde çalışmana izin veriyorum, paket servisi yap’ diyorlar. Paket servisi yapmanın en azından küçük işletmeler için ne kadar zor ne kadar işin içinden çıkılmaz, hiçbir şekilde bir çözüm olmadığını anlatıp devlet ne çalışmak zorunda bıraktı ne de dükkanını kapattığı insanları destekledi. İşçilere sen çalışarak öl, esnafa da açlıktan öl demiş oldu” diyen çarpıcı önemli, gerçek hayattan bir tabloyu bize çiziyor. 

Aşılarla ilgili konuşmalar yapılırken bir tanımlamaya değinmek istiyorum, bunu belki daha önceden yapmamız lazımdı ama aşıların biliyorsunuz işte Çin aşısı, Amerikan aşısı, Alman aşısı, İngiliz aşısı derken herkes birtakım rakamlar açıklamaya başladı; %94’ler, %96’lar, %100’ler, %92’ler. Bu açıklananlar aslında aşıyla ilgili iki tane kavram vardır, bunları herhalde önümüzdeki günlerde tartışacağız. Birincisi vaksin “efficacy”” (aşı etkinliği), diğeri ise vackin “effectiveness” (aşı etkililiği) bu iki kavramı birbirinden ayırt etmekte yarar var. Şu ana kadar bütün aşı çalışmalarının açıkladığı sayılar “vaksin efficacy” yani aşı etkinliği. Bu aşı etkinliği ideal koşullar altında aşılarda aşısızlara göre ilgili hastalık insidansındaki görülme sıklığındaki azalma yüzdesidir. Bu nedenle bu tanıma bakarak ideal koşullar dediğimiz yani seçilmiş belirli gruplarda belirli özelliklere sahip kişilerle yapılır. İşte aşılılar ve plasebo grubundaki insidans yan etki hızları karşılaştırılır. Daha sonra aşılar kullanıma girdikten sonra o zaman biz aşı etkililiğini yani ‘vaksin “effectiveness” i görürüz, bu aslında hiçbir aşının 100% etkili olmadığından ve gerçek hayat verilerine dayanan rakamların, oranların daha farklı olacağından kaynaklıdır. Aşı etkililiği aslında daha gerçektir, diğer bir deyişle kâğıt üzerinde ilk yaptığınız faz3 çalışmalarında aşı etkinliğini (yani “efficacy”) eğer %96 bulursanız bilin ki gerçek hayatta, ‘real world’ gerçek dünya verilerinde bu %96 olarak yansımayacaktır gerçek hayata. Muhakkak biraz daha düşük olacaktır çünkü burada örneğin ideal olmayan saha koşullarına, depolama, taşınması, uygulaması, farklı bireylerin seçilmiş belirli özelliklere sahip insanların değil gayet heterojen bir insan toplumunun aşılanmasında aşı etkililiği yani ‘vaksin effectiveness’ yani gerçek hayat verileri her zaman bu ilk faz3 çalışmasında bulunandan daha düşük olacaktır. Bu önemli bir nokta, acaba farklı aşılarda uygulanan teknolojilerde bu iki değer arasında fark çok mu olacak, az mı olacak? Bunu bize zaman gösterecek. İşte bu nedenle bazen yeni tekniklerin ya da hazırlanan, herhangi bir yöntemle hazırlanan aşının gerçekten ne kadar koruyucu olduğunu, ne kadar uygun sonuç verdiğini, ne kadar koruduğunu söylemek için erken. “Bekleyip göreceğiz” derken bu kastedilmekte, bu önemli bir nokta. Bir diğer tartışılan konu da daha önceki bir programda da çok kısaca söz etmiştim. Acaba biz aşıladığımız kişilerde ağır bulgularla hastalığın oluşunu mu engelliyoruz yoksa bu hastalık oluşumunun yanı sıra o kişilerin virüsü alıp virüsü yaymalarını da mı engelliyoruz? Bu bilinmiyor çünkü Oxford Üniversitesi resüs makak maymunlarında yaptığı çalışmada aşıların, maymunların hastalanmasını engellediği, onlarda ağır hastalık tablosu ve şikayetlerin oluşmasını engellediğini, buna karşılık aşı yapılsa da virüsü alan maymunların o virüsü kendi vücutlarında replike edip etrafa yaymaya devam ettiklerini gösterdi. Bu maymunlarda oluyor, insanlarda nasıl oluyor? Hangi aşıda oluyor, hangisinde olmuyor? Bunu bilmiyoruz. Bunlar önemli ayrıntılar ama şu anda ne olursa olsun gelecek olan aşıya böyle burun kıvırıp eleştirmeden hangi aşı olursa olsun bu aşının uygulanmasına çalışmamız lazım hepimizin. Herhalde bilimsel bir sorumluluğumuz diye düşünüyorum. Elbette eleştirilerin daha iyisinin yapılmasına, daha iyisinin uygulanmasına çalışalım ama dünyada da bu konuda bir bilimsel bir fikir birliği olmadığını, bazı doğruların ancak zamanla yaşanarak görüleceğini, saptanacağını unutmayalım. Bunları söylememin nedeni birdenbire çok fazla eleştirili ve her kafadan ses çıkıyor, konuyla ilgili olan olmayan, aşı hakkında bir bilgi birikimi olmayan kişiler de konuşuyor. Türkiye’de herkes bir konuşma ihtiyacı duyuyor sanki konuşmaları gerekiyormuş gibi, bu nedenle kafalar çok karışabilir. İşte Bilim Kurulu diyoruz, oradaki arkadaşlarımız bizim programımıza katılmayı kabul etmediler, tereddüt yaşıyorlar ya da kabul etmiyorlar. Bakıyorsunuz toplumda konuyla gerçekten hiçbir ilgisi olmayan, tıp dünyasından olsa da uzmanlığı aşılar olmayan insanlar konuşuyorlar. Bu bilgi kirliliği ve böyle birçok haber bombardımanı, doğru yanlış haber bombardımanının olduğu bir ortamda dikkatli olmak lazım. Bir yandan aşı karşıtlığı aldı başını gidiyor, bu konuda önlemler alınması lazım. Yani iş ve süreç biraz karmaşık gibi görünüyor. Haftaya böyle başladık ama sanırım burada durmam lazım. 

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz.

SB: Rica ederim efendim. İyi haftalar! Size tekrardan iyi günler!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

SB: Sağ olun, teşekkürler.