“Dünyada doğal yoldan toplumsal bağışıklığın henüz çok uzağındayız”

-
Aa
+
a
a
a

Prof. Selim Badur, çeşitli ülkelerden antikor taşıyıcılığı yüzdelerini hatırlatıp ‘sürü bağışıklığı’ konusunda henüz yolun başında olduğumuzu belirtti. 

(26 Haziran 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Bey, merhabalar.

Selim Badur: Günaydın, merhabalar.

Özdeş Özbay: Günaydın.

SB: Günaydın Özdeş.

ÖM: Başlarken iki tane küçük haber iletmek istiyorum size, bir tanesi ABD’nin uzmanlar kurulu 20 milyondan fazla ABD vatandaşının Covid-19’a yakalanmış olabileceğini söylemiş. Bu inanılmaz bir rakam. Bir de gene onların Avustralya’nın kuruluşu da, yani Amerika’da resmi söylenen enfeksiyon rakamlarının 10 katı olduğunu, Avustralya’da da büyük bir şey başladığını söylemişler yeniden yükselmiş.

SB: Ben de sizin söylediklerinize paralel bir takım sayısal değerleri vereceğim zaten, ancak bir duyuruyla başlayayım, bugün Önce Sağlık programında saat 13:00’de Açık Radyo’da Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyesi Dr. Halis Yerlikaya konuğumuz, kendisini Diyarbakır’dan katılacak ve Cizre’de olup bitenleri konuşacağız. Diğer konuğumuz ise Manisa Tabip Odası Başkanı Dr. Şahut Duran, her ikisiyle de farklı illerimizde covid-19 konusunda bir değerlendirme olanağı bulacağımız. İlginç bir program olacağını düşünüyorum. 

ÖÖ: Cizre’de bütün hastanenin Covid hastalarıyla dolduğu söyleniyordu, herhalde bunun üzerine konuşacaksınız?

SB: Evet. Ömer bey bahsettiniz, bazı ülkelerde verilen sayıların aslında 2 misli diye, ben de bu duruma bir katkı da Şili üzerinden vereyim. 25 Haziran itibariyle, 18 milyonluk nüfusu olan bu ülkede 260 bin olgu, 4900 kadar da yaşamını yitiren Şilili vatandaş varmış. DSÖ “hayır, ölenlerin sayısın bunun 2 misli. Önlemler uygulanmaz ise bu 4’e katlanır” diyor, bu DSÖ’nün değerlendirmesi. Devlet Başkanı Sebastian Pinera oldukça zor bir durumda, kendi bir yakınını kaybetmiş, onun cenazesine katılmıştı, az sayıda, kısıtlı sayıda insanın katıldığı cenaze törenleri, defin işlemleri oluyor. Şili’deki gazeteler bu fotoğrafları yayınlayıp orada olup bitenleri çok eleştirmişler. Bir eleştiri de Fransız Devlet Başkanı Emmanuel Macron’a, ilginç bir şey yapmış Macron, Covid-19 nedeniyle buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık krizinin yönetiminin değerlendirilmesini, Fransız değil İsviçreli bir doktora vermiş Didier Pittet. Kendisi jel halindeki el dezenfektanlarını bulan kişi, İngiltere’deki hükümete de danışmanlık yapmıştı, biraz “politiko-bilim” insanı Didier Pittet ama Fransızlar çok eleştiriyorlar “nasıl oluyor da ülkemizde olup bitenleri değerlendirme işini için bir Fransızı değil de bir İsviçreli’yi seçiyorsun” diyorlar. Fransa’da geleceğe yönelik senaryolar hazırlanmaya başlandı “uzun vadede yeni bir dalga olur, ikinci bir dalga olmaz, olursa 2-3 yıl içinde olur yahut 2024’de bile olabilir ve nihayet yeni dalga olmaksızın her an Covid’le birlikte yaşarız” bu dört senaryo üzerinden bir takım matematik modellemeler yapılıyormuş. 

DSÖ’nün sayısal değerleri çok çarpıcı tabii, ilk 3 ayda 1 milyon sayısına erişildi, daha sonra 1 milyona 1 ayda erişildi, şimdi 1 haftada erişilmesi söz konusu 1 milyona. Bu böyle giderse korkarım 1 günde 1 milyon olgu dünyada bildirilebilir. İşler pek iyi gitmiyor, bırakın gelişmekte olan ülkeleri Avrupa’da bu hastalık iyice azaldı deniyordu ama dün itibariyle Avrupa’da endişe başladı. Günlük ortalama 20 bin yeni olgu ve 300’den fazla kaybedilen Avrupalı var. Son 2 haftada Avrupa’da 30 ülkede ciddi artışlar var, bunların 11’i etkili önlemler almaya başladılar, Polonya, Almanya, İspanya ve İsrail. İsrail diyorum çünkü DSÖ’nün Avrupa bölgesinde ele alınıyor. Özellikle okullarda, mezbahalarda ve gıda üretim merkezlerinde ciddi patlamalar oldu, bu nedenle bu ülkeler işi sıkı tutmaya başladılar ve yeni önlemlere doğru gidiyorlar. ABD’de çarşamba günü şimdiye kadar en fazla olgu sayısı, 38 binin üzerinde olgu bildirildi. ABD’de, özellikle New York filan gibi eyaletlerde “hastalık azalıyor, her şey yoluna giriyor” deniyordu, hayır öyle değil, özellikle güney illerinde, daha çok cumhuriyetçi bölgelerde örneğin Teksas’ta ‘evden çıkmayın’ çağrıları yapılmaya başlandı, rekor sayılara gidiyor bu ülkeler. 

Durum böyle, ben geri kalan sürede birtakım çalışmalara değinmek istiyorum. Bir tanesi kanser tedavisinde kullanılan ilaçların Covid-19 ağır olgularında şikayetleri, belirtileri azalttığı saptandı. Bunun mekanizması aslında kanser tedavisinde kullanılan immünosüpressif, yani immün sistemi baskılayıcı ilaçlar ile immün yanıtı baskılamak.  Hastalığın ileri evrelerinde, immün sistemin artık vücuda zarar vermeye başladığı evrelerde, deksametozon gibi ilaçların kullanıldığını biliyoruz. Özellikle ‘sitokin fırtınası’ dediğimiz bir mekanizma var, onu baskılıyor. Bir parantez açayım, bu sitokin dediğimiz maddeler aslında küçük haberleşme molekülleridir; immün sistem harekete geçtiği zaman, uyarıldığı zaman hücrelerin birbirleriyle haberleşmeleri, etkileşmeleri lazım. Bu haberleşmeyi hücreler sitokinler aracılığıyla yapıyorlar; kısacası, A hücresi uyarıldığı zaman sitokin salgılayıp B hücresine “hadi sen de aktive ol” ya da “dur sen yeterince çalıştın, sen bir kenara çekil” sinyalini veren sinyal iletici küçük moleküller. Eğer bu moleküllerin sayısı çok fazla artarsa yani bunların üretimi gereğinden fazla ortaya çıkarsa ki bu gelişmeye ‘cytokine storm’ ya da “sitokin fırtınası” adı veriyoruz. İşte o zaman hücrelerin bol miktarda, gereğinden fazla sitokin üretmeleri diğer hücrelerin aktivasyonunu da arttırıyor. Bütün bu durum immün sistemin abartılı çalışmasına yol açıyor, bu da zarar veriyor. İşte kanser hastalarında kullanılan bir dizi immünosüpresif ilaç, sitokin fırtınasını dindirerek, bastırarak etki etmekte. Bu da covid-19’lu hastaların, ağır hastaların tedavisinde bir alternatif tedavi yolu olarak gözükmekte. 

İlginç bir yazı Philip Mapheton ve arkadaşları yayınladılar Frontiers in Public Health Dergisi’nde çıktı, obez insanlarda ne oluyor da daha ağır seyrediyor bu hastalık diye bakmışlar. Aslında adipoz doku dediğimiz yağ dokusu obezlerde oldukça fazla miktarda bulunuyor; bu yağ dokusunun içinde bol miktarda T hücresi ve makrofaj varmış yani immün sistem hücreleri var bu yağ dokularının içinde, işte biraz önce söylediğim bu immün sistemin aşırı çalışması bu yağ dokuları içine de gizlenmiş T lenfositleri ve makrofaj’ları da aktivite ettikleri için bu şekilde yağ dokusu da immün sistemin abartılı ve zarar verici boyutta çalışmasına yol açıyormuş. Sonuçta hastalık obezlerde daha ağır seyrediyor. 

Dün yayınlanan yazılardan bir tanesi de hücre üzerinde saptanan CD47 molekülü ile ilgili; bu molekülün sayısı arttıkça, hücre üzerindeki ekpresyonu yani hücre üzerindeki varlığı, sayısı arttıkça makrofaj dediğimiz koruyucu hücrelerin görevi azalıyor, zayıflıyormuş. İşte bu CD47 molekülünü bloke ederek makrofajların daha doğru dürüst çalışmasını ve böylece makrofajlar üzerinden Sars-cov-2 ile mücadele yolları aranmakta. Bu da bir tedavi alternatifi. 

Biz Korona Günleri’nin ilk programlarında bir ‘pron’ pozisyonundan yani hastaların yüzüstü yatırılmasından bahsetmiştik hatırlarsanız, “Türkiye’de de bu uygulanıyor” demişti Sağlık Bakanı. Bu pron pozisyonunun yararına ve ne kadar etkili olduğuna dair dün Lancet’te bir yazı çıktı; Anna Coppo ve arkadaşlarının. Bunun mekanizmasını anlatıp kanın oksijen dolaşımını arttırdığı ve bu pozisyonun alınmasının hastaların ne kadar yararına olduğunu anlatan bir yazıydı. 

Bugün böyle kısa kısa farklı yayınlardan bilgiler aktarmaya çalışıyorum haftanın son programında. İsviçre’den bir çalışma, Lancet’te yayınlandı, Sylvia Stringini ve arkadaşları yayınlamışlar. İsviçre’de yapılan çalışmada da toplum genelinde seropozitifliğin yani antikor taşıyıcılığının yüzde 4,8 olduğunu saptamışlar. Hatırlarsanız Fransa’da yüzde 4, İngiltere’de yüzde 6 idi bu oran; bu şunu gösteriyor: toplumun ancak yüzde 10’undan daha düşük oranda insan bu virüsle temas etmiş ve antikor geliştirmiş durumda. Yani doğal yoldan toplumsal bağışıklığın, ‘herd immunity’ ya da “sürü bağışıklığı”, nasıl tanımlarsanız, bunun çok uzağındayız. Bunu belirtmekte yarar olduğunu düşünüyorum. 

Yine 2 yazı var, son değineceğim bilimsel makaleler bunlar. Birisini Jean Waits isminde bir araştırıcı ve grubu, diğeri de Francis Colins ve arkadaşları yazmışlar. Bunlar da yine birkaç program önce değinmiştim, “acaba Covid-19’a yatkınlık genleri var mı insanlarda”? Bunları araştırıyorlar, çok küçük bulguları var ve şu anda henüz bir genelleme yapacak ‘evet şu geni taşıyan insanlar daha yatkındır hastalığa’ demek pek mümkün değil. 

Dün bir yazı yine Lancet’te çıktı, Sanjiet Bacsheet isimli bir araştırıcı, pandemi sırasında stigmayı yani dışlamayı anlatan, özellikle sağlık çalışanlarına ki bu konuya daha önce değinmiştik, artık bunlar başlangıçta ipuçlarını verdiğimiz ama günler ilerledikçe daha da somut ortaya çıkan veriler. Meksika’da doktorların, hemşirelerin yani sağlık çalışanlarının toplu taşıma araçlarına binmeleri yasaklanmış. Çok ilginç bir şey, bisikletle gidip geliyorlarmış işlerine. Afrika’da Malavi’de özellikle sokakta hakarete uğruyorlarmış, kiraladıkları dairelerden dışarıya çıkartılıyorlarmış, atılıyorlarmış. Bunlar hep “siz bize hastalığı bulaştırabilirsiniz” endişesiyle, kaygısıyla, korkusuyla, bu yersiz korku sonucunda ortaya çıkan birtakım olumsuzluklar, tuhaflıklar.  Benzer durum Hindistan’dan, Zimbabwe’den de bildirilmiş, sadece sağlık çalışanları değil hastalıktan iyileşip evlerine dönenlere de, örneğin Zimbabwe’de Harare mahallesinde bir hasta iyileşip dönüyor sonra aynı sokakta 2-3 kişi daha iyileşip evlerine dönünce o sokağa ‘corona road’ (korona yolu) adı veriliyor. (Flamingo Yolu diye bir dizi vardı değil mi?) Oradaki gibi sanki ‘corona road’ adı verilmiş, yani o sokaktan kimse geçmiyor, kimse girmiyormuş, böyle birtakım kaygılar, korkular. Sonuçta, hastane içinde hizmet verdiklerinde, sağlık çalışanlarının çabalarına büyük takdir söz konusu iken, sokağa çıkar çıkmaz ‘vay sen bana bulaştırabilirsin!’ korkusu. Tabii çok çelişkili insan davranışları bunlar. İngiltere’de filan daha farklı, orada özellikle takdir konusunda birtakım olaylar, örnekler var. 

Bugün öğleden sonra bir webinar’da DSÖ’nün rolüyle ya da DSÖ iyidir, kötüdür konularını tartışacağım bir grupla beraber. Bu konuşmaya biraz hazırlık yapıp okurken Bill Gates’in durumuna ait bazı bilgiler edindim. Bill Gates’le ilgili birtakım bilgiler topladım, çünkü DSÖ’nün finansörü listesine baktım. Kimler DSÖ’ye para yardımı yapıyor? Birinci sırada ABD var, bu hani tahmin edilebilir, ikinci sırada Bill Gates ve Melinda Gates Vakfı: ABD’den sonra 194 milyon dolarlık yardım yapmışlar 2019’da DSÖ’ye, üçüncü sırada GAVİ geliyor, bu Global Alliance Vaccine Initiative kuruluşu, dördüncü sırada İngiltere, beş Almanya, altı BM, yedinci dünyadaki Rotary kulüpleri, sekizinci Avrupa Komisyonu, dokuzuncu Dünya Bankası, onuncu Japonya. Yani ilk 10’da ABD, İngiltere, Almanya, Japonya, Avrupa Komisyonu olmak üzere 5 ülke ya da devlet yardımı var onun dışında Bill Gates başta olmak üzere Rotaryenlerden, BM’den ve Dünya Bankası’ndan para alıyorlar. Bill Gates’i niye söyledim? Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın bütçesi çok fazla, 2018’de 46,8 milyar Dolar imiş, buradan hesapla eğer bir devlet olsaydı bu vakıf İzlanda, Yemen, Fildişi Sahili gibi ülkelerin bütçesinden daha fazla bütçeye sahip; en güçlü 91. ülke oluyormuş 200 küsur ülke arasında, yani büyük bir vakıf. Neden söyledim bunları? Bill Gates propagandasını yapmak için değil ama Bill Gates TED konferansları sırasında pandemiden bahsetmişti ve “aşıları, aşılamayı destekleyerek kendisi insan nüfusunun ortadan kaldırılmasına çalışıyor” gibi birtakım söylemler var etrafta. Bunun böyle olmadığına dair ve Bill Gates’in aslında aşılar konusuna, anne-çocuk sağlığı konusuna ve çocuk ölümlerini engelleme çalışmalarına büyük destekler verdiğini, UNICEF’E, GAVİ’ye ve DSÖ’ye para yatırdığını vurgulamakta yarar var. DSÖ’nü yönlendirdiği söyleniyor, aslında böyle bir şey yok çünkü devletler üstü bir kuruluş DSÖ, onun da bir anayasası, bir yönetmeliği var. Örneğin Avustralya’da 8 kişiden 1’si Bill Gates’in bu virüsün ortaya çıkışında rolü olduğunu düşünüyorlarmış. Bu ilginç bir durum tabii, pandemi ile ilgili bu komplo teorilerine belki bir program ayırmamız ve kafa yormamız lazım. Belki Güven beyle bu konuyu tartışmalıyız.

ÖM: Evet bunu yapmalıyız. Ben de bu arada son bir şey de ilave edeyim, ABD DSÖ’nün bütçesine destek olmaktan vazgeçtiğini açıkladı Donald Trump da tabii, en büyük katkıda bulunan ülke.

ÖÖ: Yani Bill Gates birinci sıraya yükseliyor böylelikle.

ÖM: Evet.

SB: Amerika’nın verdiği desteği telafi etmek için diğer ülkeler, örneğin Fransa ve İngiltere filan “aramızda paylaşıp o parayı biz tamamlayacağız” dediler ama ben Trump’ın bu açıklamasını, demeçlerini ne kadar ciddiye alıyorsunuz bilmiyorum, çünkü çeşitli söylemleri arasında çelişkiler çok fazla.

ÖM: Ama bu konularda son derece ciddiye alıyorum; Paris iklim zirvesinde de yani Paris iklim anlaşmasından da çekildi ABD, “çekeceğim” dedi ve çekti, dünyanın bir numaralı sorununa karşı. Bu da iki numaralı sorun olsa gerek, oradan da çekebilir. Yani inanmamak için fazla sebep yok, neyse bunu sonra konuşuruz.

SB: Bitirelim bu haftanın son programını, dediğim gibi saat 13:00’de Önce Sağlık programında iki tabip odası başkanıyla saat 13:00’de Cizre ve Manisa’da olup biteni konuşacağız. Pazartesi görüşürüz, büyük bir olasılıkla hafta sonu yine sayılarda artış olacaktır diye düşünüyorum. 

ÖM: Evet. Çok teşekkür ederiz.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

SB: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar, sağ olun.