Doktorların yüzde 37’si Covid-19’un en etkili tedavi şeklinin hidroksiklorokin olduğunu düşünüyor

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Prof. Selim Badur, hidrosiklorokinle alakalı doktorlarla yapılmış bir araştırmayı paylaştı, çeşitli ülkelerden son gelişmeleri paylaştı. 

(9 Haziran 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.

Selim Badur: Günaydın, merhabalar.

Özdeş Özbay: Günaydın.

SB: Günaydın Özdeş. Dünya Bankası’ndan bahsettiniz, benim okuduğum kaynaklarda son 150 yıldır yaşanan en büyük ekonomik krize vurgu yapmıştı; Dünya Bankası raporuna göre 70-100 milyon kişi aşırı yoksulluğa giriyor. DSÖ’nün de bir açıklaması oldu biliyorsunuz: DSÖ belirli aralıklarla basın toplantısı yapıp COVID-19 un güncel durumuna değiniyor ve basından gelen sorulara yanıt vermeye çalışıyor bu kuruluşun yetkilileri. Dün yapılan açıklamada Avrupa’da ve ABD’de olgu sayısında azalma olduğunun altı çizildi, ABD’de uzun süreden beri en az olgu saptanmış ve yeni olgu sayısı 1000’lerin atına düşmüştü. DSÖ “ancak gelişmiş ülkelerde olup bitenin aksine, dünyanın geri kalan ülkelerinde işler tam aksine ciddileşiyor. Son 10 günün 9’unda yeni olgu sayısı her gün 100 binin üzerinde” diyor. Örneğin son gün itibarıyla 136 bin yeni olgu eklenmiş bu kümülatif covid sayısına. Pazar günü saptanan olguların %75’i de Latin Amerika ve Güney Asya ülkelerindenmiş. DSÖ’nün bu açıklamasının ilginç bir bölümü de ABD’ndeki protestolara ayrılmıştı. “Protestolara saygılıyız, ayrımcılığa karşıyız ama lütfen protesto ederken kurallara, sosyal mesafe ilkesine uyum gösterin, bunu ihmal etmeyin” diye bir açıklaması var. DSÖ’nün bu açıklamasına paralel olarak hafta sonu Polonya’dan ilginç bir haber geldi, ilginç ve beklenmedik bir gelişme: kömür madenlerinde yeni enfeksiyon odağı ortaya çıkmış. Cumartesi günü 576, pazar günü ise 575 maden işçisinin enfekte olduğu bildirildi Polonya’dan. Bu hem yüksek bir oran bu ülke için hem de yine bir süreden beri bizim de üzerinde konuştuğumuz odak gruplarda hastalığın çok yayıldığı ve bunlara dikkat etmek gerektiği konusuna da iyi bir örnek. 

ÖM: Sembolik olarak da çok ilginç çünkü hem küresel ısıtma yani bütün iklim kriziyle kömür arasında muazzam bir bağlantı var, bir de koronavirüs krizi, işte ikisi bir arada.

SB: Evet. Polonya’daki maden işçilerinin durumu. Hidrosiklorkoin konusunda savaşlar devam ediyor, yeni bir rapor yayınlandı Sermo anketi, Sermo kuruluşunun yaptığı bir anket. 30 ülkede 6227 doktorda, ki bunlar koronavirüs hastalarıyla ilgilenen ve onların tedavisiyle uğraşan hekimler, bu grup hekim arasında dünyada ortalama %37’si en etkili tedavi şeklinin hidrosiklorokin olduğunu belirtmişler. İspanya’da tedavi gören tüm hastalarda kullanım oranı %72, İtalya’da %49, Almanya’da %17, Japonya’da %7, bu oranlarda hidrosiklorokin tedavisi uygulanmakta. 

Önemli bir nokta, bir süreden beri hep bu Korona Günleri’nde belki değineceğiz ama hep ötelenen antikor konusu. Dün Fransa’da Patrick Bersh, ki kendisi etik konularında çalışan bir epidemiyolog, COVID-19’u İspanyol gribiyle kıyaslamış; biliyorsunuz İspanyol gribi bir süre sonra ortadan kayboldu, söndü ve mevsimsel gribe döndü. Acaba bu covid-19 da sönecek mi? Bütün insanların sorduğu ve tartıştığı, özellikle gelişmiş ülkelerde olgu sayısının azalmasına paralel olarak acaba covid-19 ortadan kalkacak mı, ne zaman kalkacak? Tabii 2 nedenle ortadan kalkması mümkün, birincisi toplumsal bağışıklığın oluşması bu ‘herd immunity’ dediğimiz olgu; şöyle düşünelim, çeşitli virüs enfeksiyonlarında toplumda belirli bir oranda insan bağışık olduğu zaman virüsün dolaşımı engellenmiş oluyor. Bu oran örneğin kızamık gibi çok bulaşıcı bir virüs söz konusu ise toplumun %90’ı bağışık olduğunda ancak salgınlar duruyor, diğer enfeksiyon hastalıklarında bu oran daha düşük ve ortalama %60-65 gibi bir bağışıklık toplumda gerçekleşir ise virüsün dolaşımı durmakta. Koronavirüs için de en iyimser tahminle toplumdaki bireylerin %60’ı bağışık olursa eğer virüsün dolaşımının duracağını düşünürsek, bu demektir ki dünya nüfusu 7.6 – 8 milyar olarak kabul etsek, 4,6 milyar insanın dünyada virüsle temas etmiş olması ve bağışık olması sonucunda virüsün dolaşımdan kalkması ya da pandeminin sönmesi söz konusu olacak. Ancak, bırakın %60’ını İngiltere’de toplumun ancak %6,8’i, Fransa’da %4,4’ü, Türkiye’deki oranları bilmiyoruz, bu kadarı virüsle temas etmiş. 

ÖM: Türkiye’deki oranları neden bilmiyoruz?

SB: Çünkü yaygın bir antikor taraması yapılıp toplumdaki kaç kişinin ya da taranan bireyler arasında kaçının enfekte olduğu ya da virüsle temas ettiğine dair herhangi bir veri yok. Çeşitli üniversitelerde bu tip çalışmalar belki yapılmakta ama bilmiyoruz çünkü herhangi bir yayın ya da sonuç bildirmek biliyorsunuz otoritenin, sağlık yetkililerinin iznine tabi. Böyle bir zorunluluk getirildi, onun için resmi ağızlardan yapılacak açıklamalar dışında herhangi bir çalışma sonucunu görmemiz şu an için mümkün değil ülkemizde.

ÖM: O açıklama da yapılmıyor?

SB: Yapılmıyor. Sadece bu antikor testleri değil demografik özelliklerini de bilmiyoruz şimdiye kadar saptanan olguların ve resmi rakamlarla açıklanan olguların yaş gruplarını, herhangi bir yan hastalık oranı ne kadar olduğunu, diyabeti, astımı olanların oranını bilmiyoruz. Tekrar bu örneğe dönersek küresel toplumsal bağışıklığın sağlanması, yani doğal yoldan enfekte olan bireylerin %60’a varması, bu aşamaya gelmenin çok uzağındayız. Bırakın %60’ı %10’larda bile değiliz. Peki nasıl oluyor da bu çok bulaşıcı dediğimiz enfeksiyon etkeni toplumlarda sadece %10’u enfekte ediyor. Bu bir soru işareti. İkincisi biliyorsunuz biz bu virüsü sars-cov-2 diye tanımlamaktayız; ama klasik sars hastalığına 2003 yılında sorun yaratan virüsü ise, sars-cov-1 diyoruz, sars’ların birinci ve ikinci tipi diyelim. Sars-1 2003 yılında Uzakdoğu Asya’da ortaya çıktı, bu salgına da pandemi dendi, 26 ülkeye yayıldı. Uluslararası seyahatler sonucunda tamamen farklı kıtalarda da görüldü, 5 ülkede ciddi sorun yarattı ama kısaca yaklaşık 8000 kişi enfekte olduktan sonra ki ölüm oranı, mortalite oranı %10 gibi çok yüksekti, 8000 kişiyi enfekte ettikten sonra kendi kendine söndü. Peki nasıl oluyor da sars-1 böyle 8000 kişide durdu da sars-2 olgularının sayısı 7 milyonu geçti? Bunun yanıtına dair bir takım bilimsel veriler ortaya kondu artık. Nedir bu virüsü, bu sars-2 virüsünü 1.den ayırt eden? Her şeyden önce biliyoruz ki, ikinci virüsün 2019’un sonunda sorun yaratan covid-19 etkeninin reseptörlere yani hücre üzerindeki bağlanma bölgelerine afiniteleri çok yüksek; o nedenle az miktarda virüs bile bu yüksek afinitesi, eğilimi ya da bağlanma yeteneğinin yüksek olması nedeniyle az sayıda virüs bile insanlarda enfeksiyon oluşturabiliyor, bu önemli bir nokta. İkinci önemli nokta, sars-1 enfeksiyonunda semptomlar ortaya çıktıktan sonra yani hastalık belirtileri ortaya çıktıktan sonra hastalar virüsü yaymaya başlıyorlardı. Bu ikinci tip olan 2020 etkeni ise daha semptomlar ortaya çıkmadan ortalama 6 gün önce herhangi bir belirti olmaksızın, o aşamasında bile enfekte olan kişiler virüsü yayıyorlar. Yani bu asemptomatik dediğimiz belirtisiz olguların önemi çok yüksek. Buna dikkat etmemiz lazım. Ayrıca virüs atılımına baktığımız zaman diyelim bir birey virüsü saçıyor, bir kere hasta tarafından ya da bir taşıyıcı tarafından saçtığı Sars-2 virüs miktarda çok fazla, çok yüksek. Demin de belirttiğim gibi semptomlardan 6 gün önce başlayıp uzun bir süre devam ediyor. Yani asemptomatik olguların hastalığı yayma biçimi, şekli ve yoğunluğu esas sorunu oluşturmakta. Bir diğer önemli nokta etken ile temas eden olgularda oluşan antikorlara gelelim isterseniz, son olarak da ona değinelim bu sabah.

ÖM: Lütfen.

SB: Bunun nedeni de aslında bu antikor konusunda toplumsal bağışıklığı ölçmek için antikor testleri yapılıyor, yapılmıyor, işte İngiltere’de, Fransa’da belirli oranlarla pozitif var. Antikor testleri seroepidemiyolojik çalışmalar dediğimiz virüsün toplumda ne kadar yayıldığı, hangi kesimlerde, hangi yaş gruplarından bireylerin virüs ile temas etme oranını ölçmek için kullanılabilir ve bu açıdan yararı vardır. Bireylerin “acaba ben bağışık mıyım? Acaba ben virüsle temas ettim mi?” şeklinde bir soruyu yanıtlamak için kullanımında ise birtakım sakıncalar var. Sakıncaların başında, Covid-19 için kullanılan antikor testlerinin hâlâ özgürlük ve duyarlılık sorunlarının olması gerekiyor. Neden söylüyorum bunu? Çünkü düşük özgürlük olduğu zaman yalancı pozitiflik ortaya çıkabilir, siz covid-19’la temas etmemişsinizdir ama temas etmişsiniz gibi düşünülebilir; düşük duyarlılık söz konusu olduğunda ise yalancı negatiflik söz konusu olur. O zaman da siz virüsle temas etmişsinizdir ama bu saptanamamış olur. Bunlar testlerle ilgili sorunlar, bir de esas önemli olan biz hâlâ covid-19 bağışıklığının ayrıntılarını iyi bilmiyoruz, hâlâ bizi şaşırtan, hâlâ bizim için farklı değişik birtakım bulgular ortaya çıkıyor. Antikor dediğimiz moleküller, herhangi bir etken ile, bir virüs ya da bir bakteriyle temas eden bireylerde vücudun oluşturduğu koruyucu bir takım protein molekülleri. Biz buna endirekt ya da dolaylı tanı aracı deriz çünkü siz eğer mikrobun kendisini saptayamazsanız vücudun bu mikroba karşı oluşturduğu antikoru saptayarak, arayarak dolaylı yoldan bireyin o virüsle temas ettiğini, o viral etken ile temas ettiğini saptarsınız. Örneğin HIV virüsü tanısında anti HIV Elisa testleri kullanılır, HIV virüsünü aramak yerine anti HIV antikorlarına bakarak “bu kişi HIV ile temas etmiş ki antikor oluşturmuş” denir. Mekanizma böyle, bu hem tanıda yararlıdır, hem de bu antikorlar sizi ileride aynı etkenle karşılaştığınızda sizi koruyacak olan moleküllerdir; glikoprotein yapısındaki moleküllerdir ve aşının temeli de budur zaten. Aşıyı yaptığınız zaman antikor oluşturursunuz ve gerçek virüsler ya da mikroorganizmalarla karşılaştığınızda bu antikorlar aracılığı ile korunursunuz. Esas sorun bir kere covid-19’da bu antikorların ne kadar koruyucu olduğu bilinmiyor, bazen antikor oluşur ama işe yaramaz antikorlardır. İkincisi oluşan antikorların süresi bilinmiyor, 6 ayda mı kaybolacak, ömür boyu mu kalacak, 10 yılda mı azalacak? Bu konu da bilinmiyor. Bunu niye bu kadar uzun uzun anlatmaya çalıştım, çünkü özellikle Açık Radyo dinleyicilerinin bunu duymasında yarar olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde nedense sağlık sektörü çok fazla ticari bir sektöre dönüştü; çeşitli özel laboratuvar ya da özel hastaneler bu antikor testlerine baktırmak için çağrılar yapmaya başladılar. İyi de siz bu antikor testine baktınız, iş yerinde çalışanlarınızı tarattınız ve kimlerde antikor var kimlerde yok diye sonuçlar elde ettiniz. Peki pozitif çıkanları ne yapacaksınız, negatif çıkanları ne yapacaksınız? Negatif çıkanlara “siz virüsle temas etmediniz, evinizde kalın, gelmeyin!” mi diyeceksiniz? Acaba o negatiflik doğru bir negatiflik mi? Pozitif çıkanlarda ise iş daha da karmaşık “siz virüsle temas etmişsiniz, bağışıksınız istediğinizi yapabilirsiniz, hatta maske bile takmayabilirsiniz, önlemlere de o kadar özen göstermeyebilirsiniz” böyle mi diyeceksiniz? Bu da çok yanıltıcı. İşte bu nedenle bu taramalara, seroepidemiyolojik çalışmalarda kim, toplumun hangi kesimi, ne oranda antikor taşıyor, ne oranda enfekte olmuş? Bu tip bilimsel çalışmalarda kullanılabilir bütün dezavantajlarına rağmen, olumsuzluklarına rağmen testler. Ancak belirli bir iş yerinde o iş yerine girecek insanların ayrımını yapmak için böyle bir test yapmak kadar yanlış bir yaklaşım olamaz. Bunu vurgulamakta yarar var diye düşündüm bu sabah.

ÖM: Çok iyi oldu, çok teşekkür ederiz, devamını getiririz.

SB: Rica ederim, yarın biraz Balkanlar’daki ülkelerin kıyaslamasına değinelim. 

ÖM: Tamam memnuniyetle, çok teşekkürler.

SB: Görüşmek üzere, iyi yayınlar.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

SB: Sağ olun.