"Hatırlatma dozunun mRNA ile olması gerek"

-
Aa
+
a
a
a

Türkiye'nin güncel Covid-19 karnesini değerlendirdiğimiz bu programda CHP'nin Covid-19 raporu, aşılar hakkında yapılan yeni araştırmalar ve tedavi yöntemleri üzerine konuştuk.

virüsü yumruklayan aşı illüstrasyonu
"Hatırlatma dozunun mRNA ile olması gerek"
 

"Hatırlatma dozunun mRNA ile olması gerek"

podcast servisi: iTunes / RSS

(17 Şubat 2020 tarihinde Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Merhabalar, günaydın!

Osman Elbek: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın herkese!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Bugün Salgınlar Çağı’nda ne konuşuyoruz?

OE: İsterseniz sayın sağlık bakanının 15 Şubat sosyal medya paylaşımıyla başlayalım. Çünkü söz konusu paylaşım Türkiye’nin vaka tablosunu bence çok güzel özetliyor. Sayın bakan söyle bir twit paylaşmıştı 15 Şubat’ta: “Bugünlerde karşılaştığınız herkes sanki taşıyıcıymış gibi dikkatli olun. ‘POZİTİF’ düşünün ve kendinizi koruyun.” Bu paylaşımın mealen anlamı; ‘Karşınıza gelen herkes PCR pozitiftir, ama biz sadece semptomlu hastalara yaptığımız için, hızlı testler devreye sokmadığımız için bakmayın, akşamları şöyle 90-100 bin bir rakam açıklıyoruz, karşılaştığınız her hasta pozitif gibi düşünün’dür. Bağlanmadan dinliyordum sizi, sürü bağışıklığından söz ediyordunuz. Yani beyaz adam döndü dolaştı sürü bağışıklığına geldi. Peki hastalığı geçirmek sürü bağışıklığını sağlıyor mu? Saygın bir bilim dergisi olan New England Journal of Medicine’de 9 Şubat’ta yayınlanan bir makale var. Bu araştırmada Katar verileri incelendi ve daha önceden Covid-19 geçirmek alfa varyantına karşı %90, delta varyantına karşı %92 oranında yeniden geçirmeyi önlerken, omikron’da bu koruma %56’ya düşüyor. Yani beyaz adamın anlatmaya çalıştığı sürü bağışıklığının da fiilen mümkün olmadığını görüyoruz, hayat da bunu böyle doğruluyor. Bugün Güney Afrika’da, İngiltere’de ve Danimarka’da, yani omikronu’u geçirmiş olan toplumlarda, omikron’un ikinci alt varyantı olan BA2 baskın varyant haline geliyor. Bir kere daha bugün beyaz adamın dünyaya anlattığı hikayenin doğru olmadığını görüyoruz. Aslında biz bu hafta vefatları daha ağırlıkla konuşmak istiyoruz, çünkü Türkiye’nin vefat sayıları uzunca bir süredir yüksek ve daha da kötüsü yükselme trendinde. Örneğin son haftada vefat oranlarımızda %19’u bulan bir artış oldu, son iki haftayı dikkate alırsak %38’lik bir artış oldu. 1 Şubat’tan bu yana 3701 insanımızı kaybettik ki bu ortalama günlük 246 insana karşılık geliyor. Dün 271 idi, bir önceki gün 300’ü aştı, hani giderek de ölüm sayıları artıyor. Ben Kayıhan’ın elinde bu mevcut resmi verilerin ötesinde vefatlara ait bilgi olduğunu biliyorum. Ne dersin Kayıhan bu vefatların görünmeyen yüzü konusunda?

KP: Çok haklısın Osman, ama vefatlardan önce Türkiye’ye ilişkin de bu reenfeksiyonla ilgili birkaç bilgiyi vereyim. Benim izlediğim üç tane kurum var, üçünde de çalışan sayısı 1000’in üstünde ve yeniden enfekte olanların oranı birinde %4,5, birinde %5’in üstünde, birinde yine %4 civarında. Biz ‘sürü bağışıklığı’ terimini çok sevmeyiz, ‘toplum bağışıklığı’ yaklaşımını benimseriz ama işte kapitalist sistemin iddia ettiği sürü bağışıklığı açısından da çok ciddi sorunlarla karşımıza gelebilir. Şimdi senin soruna gelince; biliyorsun iki gün önce CHP 21 ilde bulaşıcı hastalık nedeniyle hayatını yitirenlerin bir dökümünü yayınladı. Bu döküme baktığımızda çarpıcı bulgular var. Bunu bir süredir yayınlıyor biliyorsunuz CHP, ama 1 Mart 2020 – 31 Ocak 2022 tarihleri arasında bu 21 ilde bulaşıcı hastalık nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 86,607 olarak kayıtlara geçmiş. Bu sürede Türkiye için Sağlık Bakanlığının yayınladığı sayı ise 87,341, neredeyse birbirine eşit. Bu arada bu CHP’nin verisini paylaştığı illerin Türkiye nüfusuna oranı da yaklaşık %47 olduğunu söyleyelim. Dolayısıyla buradan bir hesaplamayla Türkiye’de aslında Sağlık Bakanlığının açıkladığından en az 2.1 kat daha fazla ölümün gerçekleştiği ve bu sayının da 184.636 olarak tahmin edildiği bu rapora yansımış. Bu raporda bence çarpıcı başka birkaç bulgu daha var ama bir tanesini söyleyeyim -zaman sınırı nedeniyle hepsine değinemeyeceğim: Biliyorsunuz sağlık bakanı Türkiye’nin Wuhan’ı olarak İstanbul’u sıklıkla işaret ediyordu, bu rapordaki iller arasında milyon kişi başına ölüm hızına baktığımızda İstanbul’dan daha fazla ölümün gerçekleştiği altı tane il var. Bu rapora göre en fazla ölüm Artvin’de, sonra Bolu’da, sonra Kırşehir’de, sonra Edirne’de, sonra Tekirdağ ve Hatay’da gerçekleşmiş. Bunları İstanbul izliyor. Dolayısıyla İstanbul Wuhan’sa buralarının ne olarak adlandırılması gerektiği de ayrı bir tartışma gibi görünüyor. Bugüne kadar, işte sevgili Güçlü Yaman’ın da şu anda ilk aklıma gelen isimlerden birisi olduğu için analım kendisini, fazladan ölümler yaklaşımıyla gündeme getirdiği Sağlık Bakanlığının açıkladığı Covid-19 ölüm sayılarındaki sınırlama bu raporla bir kez daha gündeme gelmiş oluyor. 

Türkiye'de ölüm oranları resmi açıklamaların iki katı: Saatte 20-25 ölüm

ÖM: Bir tek şey soracağım, yani normalde açıklanan resmi rakamlara bakıldığı zaman da sizin de söylediğiniz gibi artmakta olan ölümlerde yükselme var ve bakabilirsek saatte 11-12 kişiye kadar, her saat 11-12 kişinin hayatını kaybettiği gibi feci bir durumdan bahsediyoruz.

ÖÖ: Ve resmi rakamlar.

ÖM: Her saat ve resmi rakamlar, o zaman sizin biraz önce söylediğinize ek olarak 20-25 kişiden bahsediyoruz…

KP: Yani iyimser bir bakış açısıyla bunun iki katı kadar olduğu tahmin ediliyor. Niye iyimser bakış açısı onu da söyleyeyim; çünkü bizzat bizim de tanıklıklarımız var. Örneğin kişi PCR pozitif iken hastaneye yattığında ölmeden önce bir defa PCR testi negatif olursa ölüm kayıtlarına Covid-19 olarak geçmiyor ya da kişi -yine benim kişisel tanıklığım olan bir olgudan söz edeyim size- çok ciddi bir akciğer tutulumuyla hastaneye yatmış ama PCR testi bir defa alındığında negatif çıkmış, ondan sonra da hayatını kaybetmiş ise yine kayıtlara Covid-19 ya da bulaşıcı hastalık ölümü olarak geçmiyor, örneğin kalp krizi olarak geçiyor. Eğer bunları da bu kapsam içine alacak olursak -ki bunu alabilmenin en iyi yollarından birisi fazladan ölümleri takip etmek- o zaman rakamın daha da yüksek olabileceğini öngörmek mümkün olabilir. 

OE: Yine Güçlü Yaman’ı referans verelim; Güçlü Yaman’ın fazladan ölüm hesaplarında Türkiye’de pandemi boyunca 250 bini aştı fazladan ölüm sayısı. Sarkaç’ta -ki Sarkaç, Bilimler Akademisi’nin popüler yayın organıdır- ise fazladan ölümler İstanbul için geçen yılların ocak ve şubat ayından, yani daha önce aşısız dönemdeki pandemi sürecinden de daha fazla olmak üzere devam ediyor. Belki de tartışmayı alevlendirecek noktalardan birisi herkesin ölmemesi, sosyo ekonomik kırılganlık, mekansal kırılganlık gibi faktörlerin belirleyici olmasıdır. O yüzden hani ötekilerin ölmesi çok da kritik bir süreç değil, bu öteki bazen “yaşlı” olarak tariflenebilir, bazen “aşısız” olarak tariflenebilir, bazen “yoksul” olarak tariflenebilir, önemli olan üretimin çarkları döndürecek genç ve sağlıklı neslin ayakta kalması ve çalışması. Bu dünya böyle bir dünya. İstanbul verileri de herhalde buna işaret ediyor Kayıhan değil mi?

KP: Çok haklısın, CHP’nin raporuna İstanbul verileri üzerinden yine bakacak olursak; bütün ölümler içerisinde bulaşıcı hastalık ölümlerinden, ölüm oranlarından yola çıktığımızda örneğin Adalar, Kadıköy gibi ilçelerde ölümler içerisinde bulaşıcı hastalık ölümleri %10-15 civarında iken Sancaktepe, Sultanbeyli gibi ilçelerde ölümler %25’lerin üstüne çıkıyor. Dolayısıyla bazı ilçelerde özellikle sosyo ekonomik düzeyi daha düşük ilçelerde bütün ölümler içerisinde bulaşıcı hastalık ölümlerinin daha yüksek olduğu yine raporun çarpıcı bulgularından bir tanesi. 

OE: Aşı konusuna da biraz değinmek istiyoruz. Biliyoruz ki üçüncü doz, yani hatırlatma dozu aşısını yapan insan sayısı 26 küsur milyon Türkiye’de. Yani hatırlatma dozu yapılmış kişilerin Türkiye’nin resmi nüfusuna oranı %31, eğer düzensiz göçmenleri de dahil edersek %29. Hani bakanlıktan tam alamadığımız veriye yine sosyal medyada sevgili Zeki Berk’i analım, o verdi ve aşısız oranının Türkiye’de %30’larda olduğunu paylaştı. Özetle; kabaca ülkenin %30’u aşısız, %30’u hatırlatma dozu aşısını yaptırmış, kalan %40’ı da eksik aşılı. Ama burada sadece bu rakamlara değinip geçmemek gerekiyor, hangi aşı sorusu da önemli hale geldi omikron söz konusu olunca. Bununla ilgili gurur verici birtakım araştırmalar var; örneğin 21 Ocak’ta Journal Medical Virology’de sağlık çalışanları üzerine 9 Eylül Üniversitesi’nin araştırması yayınlandı. Kritik bir şey ifade ediyor bu araştırma; eğer Coronavac olmuşsanız -yani Sinovac şirketinin ürettiği Coronavac- aşısı olmuşsanız, dördüncü ayda aşılıların %80’inde antikor var demektir. Benzer bir şekilde Kuzey Kıbrıs’ta Burç Barın ve arkadaşlarının bir araştırması yayınlandı. Biliyorsunuz Kıbrıs’ta üç ayrı aşı kullanılıyor hem Pfizer-Biontech’in ürettiği Comirnaty hem Oxford Astra-Zeneca’nın ürettiği viral vektör hem de Sinovac şirketinin ürettiği Coronavac. 9 Şubat’ta Lancet Mikrobiyoloji’de yayınladılar ve şunu gösterdiler; en yüksek antikor düzeyine mRNA aşıları, sonra viral vektör ve en düşük ölü virüs olarak Koronavac aşısı ulaşıyor. Düşüş hızı ise bunun tam tersi, yani antikor düzeyleri Koronavac’ta çok hızlı düşüyor. Kritik bir veri daha var bu araştırmada; eğer 60 yaşın üstündeyseniz ve Koronavac olmuşsanız üçüncü aya geldiğinizde antikor düzeyi aşılı grubun sadece %60’ında koruyucu düzeyde, halbuki mRNA’da bu oran %100. Bu araştırmaları destekleyen önemli bir veri de üçüncü doz çalışmalarından geldi. Clemens ve arkadaşları Lancet’te 21 Ocak’ta yayınladılar araştırmalarını. Bu araştırma Türkiye’de olduğu gibi “İlk iki aşısını Koronavac olmuşsa üçüncü aşı tercihi ne olmalıdır?” sorusunun yanıtını arıyor. Araştırma verilerine göre eğer üçüncü aşı hatırlatma dozu Koronavac ise omikron’a karşı etkili antikor bulma oranı %35, ama üçüncü aşıyı mRNA aşısı olarak Pfizer-Biontech şirketinin ürettiği Comirnaty olursa antikor bulma oranının %90’nın üzerinde olduğuna işaret ediyor. Özetle sadece üçüncü doz olmak yetmiyor, üçüncü dozun hangi aşı olduğu da çok kritik omikron’da. Ne yazık ki Türkiye’de bu üçüncü doz aşı, bireylerin seçimine bırakıldı. Halbuki bireylerin neyi seçebilecekleri iyi bir bilgilendirmeyle yönlendirilebilirdi. Bunu hiç yapmadı Türkiye. Öte yandan üzücü ama Munro ve arkadaşları 18 Aralık’ta Lancet’te yayınladıkları araştırmada şunu gösterdiler; ölü inaktif aşıyla üçüncü dozu yapmak antspike antikorunu yedinci günde arttırmıyor, nötralizan antikor yanıtını yeterli düzeye ulaştırmıyor ve T hücre cevabını oluşturmuyor. Bu araştırmalar, Türkiye’de hem üçüncü dozun Koronavac olup olmamasıyla ilişkili hem de daha önemlisi bugün dünyada ilk kez yapılan araştırma olan iki doz mRNA aşısı olmuş insanlara Turkovac’la üçüncü doz hatırlatma araştırmasıyla ilgili. Şüphesiz araştırmalar yapılabilir, yeni bilgiye böyle ulaşılır ama burada benim açımdan kritik olan yürütülen bu Turkovac araştırmasında üçüncü doz hatırlatma araştırmasına giren kişilere ne kadar aydınlatılma yapıldığıdır? Yani bunun bir “araştırma” olduğu ve muhtemelen bugüne kadarki eldeki kanıtların bu araştırma sonucunda Turkovac’ın üçüncü doz kullanılmasının mRNA kullanılması kadar etkin olamayabileceğinin öngörüldüğü bilgisinin paylaşılıp paylaşılmadığıdır? Bilim, aydınlatılmış onam üzerinden ürer, ben bu aydınlatmanın bu ülkede yeterince sağlıklı yapılmadığı kanaatindeyim. O yüzden ne kadar aşı olduğumuz, kaç tane aşı olduğumuz kadar omikron için hangi aşı olduğumuz da önemli. Unutmayalım bilimi referans alan Türk Toraks Derneği, KLİMİK, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği hep üçüncü doz hatırlatmanın mRNA ile olması gerektiğini söylediler. Bilmiyorum ne dersin bu konuda Kayıhan?

Türkiye’de aşıların etkisine dair bilgi eksiklikleri bulunuyor

KP: Osman bu vurgu çok önemli, ben burada iki noktanın altını çizmek isterim; bir tanesi Turkovac aşısıyla ilgili faz3 sonuçlarına ilişkin henüz yayınlanmış herhangi bir bilimsel veri yok. Dolayısıyla şu anda Turkovac aşısı senin de söylediğin gibi rutin kullanıma girmiş bir aşı olmaktan öte, saha çalışması yapılan belki de faz3 çalışması yapılan bir aşı niteliğinde. O yüzden gerçekten bu aydınlatmanın çok iyi yapılması ve özellikle risk grupları söz konusu olduğunda bilimsel bilgiye dayanarak Sağlık Bakanlığının burada bir tercihi insanlarla bunların anlayabileceği şekilde paylaşması çok önemli, yoksa ölümler ve hastaneye yatışlar açısından sıkıntılı sonuçlar karşımıza gelebilir ki Türkiye’de ölüm sayılarının fazlalılığı da zannediyorum bu konuya daha ayrıntılı olarak eğilmeyi zorunlu kılıyor. İkincisi ise biliyorsun Türkiye’den biz aşı etkililiği sonucunu hiçbir şekilde bilmiyoruz. Aşılarla ilgili şurada bir hatırlatma yapalım, iki tür sonuç üzerinden değerlendirme yapılır; ilki, aşılar ilk çalışmalarını yaparken bizim aşı etkinliği dediğimiz, yani bir tür sınırlanmış kişilerin katıldığı, bunların sayısı 10-20 bin olsa bile bir veri setidir bu. Örneğin ilk mRNA aşıları aşı etkinliği söz konusu olarak topluma duyurulduklarında %90-95’ler koruma oranı olarak açıklanıyordu. Fakat bu aşılar toplumda uygulanmaya başlanınca -100 milyonlarca dozdan söz ediyorum- bu sefer yaş gruplarına, cinsiyete, eşlik eden hastalıklara göre aşı etkinliğinin değiştiği bilgileri gerçek dünya verileri üzerinden bizim aşı etkililiği dediğimiz sonuçlarla açıklanmaya başlandı. Şimdi sen bazı verileri sundun, işte İngiltere’den, AB’den, İsrail’den, Çin’den, ABD’den, Kanada’dan verileri görüyoruz ve bunlar üzerinden bir değerlendirme yapabiliyoruz. Türkiye’de bugüne kadar 144 milyondan daha fazla doz uygulandı. Bu uygulamaların sonucunda uygulanan temel iki aşının uygulama dozlarına, yaş gruplarına, cinsiyete, eşlik eden hastalıklara göre aşı etkililiği sonuçlarının ne olduğu konusunda hiçbir fikrimiz yok. Bakanlık maalesef bugüne kadar bunlarla ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Örneğin İngiltere’de Sağlık Bakanlığı bunu haftalık olarak açıklıyor ve biz haftalık olarak oradan bütün ayrıntıları takip edebiliyoruz. Dolayısıyla bunu büyük bir eksiklik olarak vurgulamak isterim. Bir başka önemli not da şu Osman, biz yapılan dozu Türkiye nüfusu üzerinden oranlayarak bir rakam vermeye çalışıyoruz aşılılık oranıyla ilgili ama biliyorsun Sedat Ergin bunu birkaç defa gündeme getirdi, bakanlık yetkilileriyle de konuşmuş köşesinde de yazdı; bu aşılar içerisinde Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara yapılan aşı dozlarının da olduğu doğrulanmış oldu. Dolayısıyla 2021 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemi ve ülkemizdeki sığınmacı nüfusunu da ekleyecek olursak aşı yapılanlar değerlendirmesinde aşı yapılması gerekenler nüfusunu 90 milyon olarak almak gerekiyor. Buraya baktığımızda da az önce senin sıraladığın oranlardan çok daha düşük oranlarda bir tam aşılı ve hatırlatma dozu yapılmış olan nüfusun olduğunu da burada söylemek isterim. 

OE: Son bölümde ise tedavi konuşmak isteriz ama bundan önce senin fikrini almak istediğim bir cümle var Kayıhan; Samsun İl Sağlık Müdürlüğü 15 Şubat’ta dedi ki “Böyle devam ederse Covid yataklarının %90’ı dolacak.” Türkiye’nin son haritası kıpkırmızı ve halk sağlığı önlemi olmadan gidiyoruz. Almanya 3G gibi, 2G plus gibi kimi kısıtlamalar eşliğinde “ölçülü gevşeme” kararları aldı. Türkiye’de bir kere daha halk sağlığı politikası vurgusuna ihtiyacımız var herhalde. Çünkü Türkiye’nin illeri kıpkırmızı gibi görünüyor gerçek haritada. 

KP: Osman, Avrupa’da birçok ülke bizden önce konuşmaları sırasında -bu programda da dile getirdik- bazı kısıtlamaları kaldırıyorlar. Türkiye’de ‘böyle bir karar sürecine ihtiyaç yok’ zaten, Türkiye’de kısıtlama yok ama vurgun çok değerli. Bir yandan, örneğin bu programa bağlanmadan önce bana ulaşmaya çalışan bir hasta yakınıyla ilgili Bursa’da bir kamu hastanesinde hasta yatağı araştırılması olduğunu öğrendim, yatak bulmakta bir sıkıntı var. Bir yandan da dün, biliyorsun, yine medyaya ulaştı, sekiz ilde ek yoğun bakım yatağı konulmasına ilişkin bir çabadan söz ediliyor. Dolayısıyla şu anda olgu sayılarının artışının özellikle risk gruplarında hastaneye yatışları da arttırdığı ve yoğun bakım ihtiyacının da çok yüksek düzeyde karşımıza çıktığı anlaşılıyor ama Sağlık Bakanlığı bu süreci başından beri bilimsel bir perspektifle yürütmek konusunda çekinik davrandığı için ne veriye dayalı bir değerlendirme yapmak mümkün ne de asıl sorunun hangi ilde kimlerle karşımıza çıktığını tartışabilmek mümkün. Öyle anlaşılıyor ki ‘bırakınız hastalansınlar, bırakınız hastalandırsınlar’ yaklaşımı bakanlığın benimsediği bir strateji olarak daha da önümüzdeki günlerde maalesef devam edecek. 

Covid-19'a karşı tedavi yöntemleri

OE: Senin bıraktığın cümleleri devam ettireyim, risk gruplarının hasteneye yatırılmasını önleyen tedavilerden biri molnupiravir -ki bu hafta itibariyle Sağlık Bakanlığı tarafından filyasyon olarak evlere dağıtılmaya başlandı. Bu “ev dağıtımı” çok tartışmalı gerçekten. Öncelikle ifade edeyim; molnupiravir geçmişte kullanılan klorokin, hidroksiklorokin ve favipiravirden farklı olarak etkili bir molekül, bu anlamıyla iyi ama mevcut tedavi seçenekleri içerisinde de en az etkili olan. O yüzden bu olumlu adımın diğer tedavi şekillerini de barındıracak şekilde genişletilmesi gerekli. İkincisi, molnupiravir ağırlıkla 65 yaş üzerine, immün yetmezlik, kanser, organ nakli veya kemik iliği nakli olan hastalara tanımlandı. Doğru bir tanımlama, ama eksik bir tanımlama bu, çünkü molnupiravirin bilimsel araştırmalarında kronik böbrek yetmezliği, şeker hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, kalp yetmezliği ve ciddi derecede şişman olan vücut kitle endeksi 30’un üstünde olan kişilerde de kullanıldığı ve olumlu yanıt aldığını biliyoruz. Bu yüzden kronik hastalıkları da bu sürece dahil etmek gerekiyor tedavi açısından. Bir başka önemli durum FDA’nın Mayıs 2020’den bu yana onayladığı ve artık acil kullanım onayı değil, tam onay verdiği remdesivir hâlâ Türkiye’de ruhsatlı bir ilaç olarak tariflenmemiş durumda. Benzer bir şekilde FDA’nın Kasım 2020’de onayladığı, DSÖ’nün Eylül 2021’de onay verdiği ve hatta DSÖ’nün 14 Ocak’ta sotrovimab için bu ilaç omikron’a da etkilidir diyerek bir daha altını çizdiği monoklonal antikor tedavisi hâlâ Türkiye’de ulaşılabilir noktada değil. Son olarak da FDA’nın Aralık 2021’de onay verdiği nirmatrelvir-ritonavir yani yaygın adıyla paxlovid’in Türkiye’de ulaşımı mümkün değil. Bu yüzden molnupiravirin kronik hastaları da içerecek şekilde hekim gözetiminde kullanılmasını ve diğer etkili tedavi seçeneklerinin temel sağlık hakkı gerekçesiyle ulaştırılmasına ihtiyacımız var. Çünkü bu ülkede Covid-19’dan çok fazla insan ölüyor ve kronik hastalık yükümüz fazla.

KP: Osman bir şey sorabilir miyim?

OE: Tabii.

KP: Çok soruluyor, mesela bu ilacın doğrudan Sağlık Bakanlığı tarafından PCR pozitif çıkan 65 yaş üstündeki herkesin evine bırakılması uygulamasına nasıl bakıyorsun bir klinisyen olarak?

OE: Uygun bakmam çünkü bu ülkenin kültüründe şöyle bir şey var “Ben de pozitif çıktım, annem de kullandı, iki günde de ateşi düştü, ben de alayım” demeye başlayacaktır insanlar. Ancak molnupiravir’in en önemli kısıtlılığı gebeliğin mutlak olmaması gerekiyor, 18 yaş altına kullanılmaması gerekiyor ve molnupiravir kullanan kişilerin en az üç ay süreyle gebelikten korunması, kontrasepsiyon yapması gerekiyor. Evlere dağıtılınca bu sorunun yaşanması mümkün. İkincisi, evde özellikle birinci basamağımızın ne yazık ki güçsüz olduğu, ev gözetiminin yapılamadığı, hekim gözetiminin, hemşire gözetiminin yapılamadığı yerlerde yan etkileri yakalamak da sorunlu olacaktır. Bunun yerine güçlendirilmiş bir birinci basamakla, birinci ve ikinci basamakla bu hastaları takip edebilecek güçte olduğumuzu düşünüyorum. Öte yandan molnupiravir’in -FDA tartışmalarında önemli bir vurguyu hatırlamak gerek- bu ilacın virüsün varyantını da değiştirebilme, mutasyona uğratabilme ihtimali var. Bu yüzden iyi seçilmiş, herkesi kapsamayan, uygun risk faktörlerine sahip insanlara hekim gözetiminde ulaştırılmasının daha doğru olduğunu düşünürüm ve elbette diğer tedavi seçeneklerini de dahil etmek kaydıyla. Son olarak, ne yazık ki Türkiye’de çok yaygın bir şekilde kullanılan “Ben bir vitamin alayım bağışıklık sistemim düzelsin” ya da “N-asetil sistein alıyorum akciğerimi temizlesin” diyen ya da “Antibiyotik kullanmam lazım akciğere inmemesi için” diyen ve hatta aspirinin temel tedavi haline geldiği bir süreç ve erken dönemde başlanan yanlış başlanan kortizon tedavileri var ülkemizde. Bunların hiçbirinin bilimsel karşılığı yok. Yani bu yaklaşımların hiçbirinin bilimsel kanıtla alakası yok. Çünkü vitamin içtiğimiz zaman bağışıklık sistemimiz düzelmez. Şehir efsanesine dönüşmüş aspirin kullanımını engellememiz lazım. Bunun için de sevgili Ömer bey, siz de girişte ifade ettiniz 26-27 Şubat’ta Türk Toraks Derneği olarak “Halk İçin Akciğer Hastalıkları Covid-19 Kongresi” düzenliyoruz, sosyal medya hesaplarımızdan ücretsiz ve canlı olarak yayınlanacak. Konuşmaların yanı sıra yurttaştan, halktan gelecek sorularla onları doğru bilgiyle buluşturmayı ve bilgiyi toplumsallaştırmayı istiyoruz. Çünkü tedavi konusunda atmamız gereken çok adım var. 

ÖM: Evet, çok kapsamlı bir kongre bu, Türk Toraks Derneği’nin 26 Şubat Cumartesi ve 27 Şubat Pazar günü olacak olan kongresi. Hatta “Pandemi neden bitmiyor, bu bizim kaderimiz mi?” diye sizin de konuşmanız var. 

OE: Evet, evet.

ÖM: Yoğun bakım meseleleri, pandemide yitirdiklerimiz var, hava kirliliği ve iklim krizi meselesi konuşuluyor. Yani olabilecek bütün önemli konular var. Hastalık çocuklarda nasıl seyrediyor meselesi gibi pek çok kronik akciğer hastalıkları, solunum rehabilitasyonu gibi teknik gibi görünen ama hayati konuların hepsinin ele alınacağı çok kapsamlı bir kongre. Belki onu birkaç gün kala buradan bir kez daha duyurma ve etraflıca üzerinde konuşma fırsatı buluruz. 

OE: Sağ olun desteğiniz için. Yavaş yavaş sona gelelim, yine bir müzik parçası ile veda etmek istiyoruz. Bizi arabalarından dinleyen dinleyicilerimize söylemek isterim, yüsek volümlü bir müzik gelecek, o yüzden mümkünse arabalarını sağa çekmelerini eğer çekmeyeceklerse de müziğin ritmine kapılıp gaza basmamalarını özel olarak isteyeceğim. Apokaliptik bir dünyadayız, bir boşluk ve hiçlik ortasında ölümü soluyoruz. Hakikaten zihinsel bir çöküş yaşıyoruz, toplumsal nefret artıyor ve bildiğimizi sandığımız dünya sönüp yok oluyor. O zaman şarttır Pentagram’ın Apocalips şarkısın dinlemek, daha iyi bir dünya için. Hoşça kalın.

ÖM: Çok teşekkürler 

KP: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere