Covid-19 ve çevre

-
Aa
+
a
a
a

Türk Toraks Derneği kongresinde ele alınan Covid-19 ve çevre tartışmaları üzerine derneğin genel başkanı Prof. Dr. Oya İtil ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Maske takmış dünya uzatan el ve karşısında fidan uzatan el illüstrasyonu
"Pandemi bitti mi?": Prof. Dr. Oya İtil ile söyleşi
 

"Pandemi bitti mi?": Prof. Dr. Oya İtil ile söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Osman bey, merhabalar.

Osman Elbek: Günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın.

OE: Bir uzun aradan sonra tekrar sizlerle birlikte olmak çok güzel. Sevgili program eş yapımcım Kayıhan Pala’nın mazereti nedeniyle bu hafta olmayacak aramızda ama biz geçtiğimiz hafta Türk Toraks Derneği kongresinde Covid ve çevre tartışmaları yapmıştık. Bu yüzden de programa Türk Toraks Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Oya İtil’i davet etmiştik. Sağ olsun, kırmadı geldi. Hoş geldiniz hocam.

Oya İtil: Hoş bulduk Osman hocam, teşekkür ederim.

ÖM: Hoş geldiniz efendim.

Oİ: Hoş bulduk, sağ olun.

OE: Ömer bey isterseniz bir genel Covid pandemisi dünyada ne noktada onunla başlayalım. Dün akşam Dünya Sağlık Örgütü en son durum raporunu yayınladı. Genel olarak vaka ve ölüm sayılarımızda azalma olmakla birlikte, Dünya Sağlık Örgütü’nın bölgelerine göre farklı. Örneğin Doğu Akdeniz'de vaka artışı var. Batı Pasifik'te de ölümler artıyor. Vakalar açısından baktığımız zaman, dünyada en sık vaka saptanan beş ülke arasında olan Brezilya ve Almanya'da geçtiğimiz haftaya oranla %30’ları aşan bir oranda vaka artışı var. Ölümlerde de en fazla ölümün geliştiği beş ülkeden birisi olan Çin’de anlamlı oranda, kendi yapısına göre ölüm sayılarında %57 oranında artış var. Avrupa ya bakarsak, Almanya dışında Avrupa’da genel bir vaka azalması olmakla birlikte, Fransa, Birleşik Krallık, Avusturya’da vaka sayılarında %30’ları %50’leri bulan bir artış oldu. Özellikle bu BA2 varyantı ile birlikte Avrupa'da vaka sayılarında artış var. Hatta İsrail'i de eğer Avrupa ülkesi olarak tarif edersek %30’u aşan bir oranda İsrail'de de vaka artıyor. Türkiye'ye ait hiçbir veri veremeyeceğim, üzgünüm. Eskiden verilerimizi güven sorunuyla veriyorduk. Biliyorsunuz, Türkiye artık günlük yayınlamaktan vazgeçti, haftalık yayınlayacağım dedi. 31 Mayıs'tan itibaren de hiçbir veri yayınlamıyor. Bugün 9 Haziran, dokuz gün olmuş. Türkiye'nin haftadaki gün sayısı demek ki yedi değil. Verilerle, dünyadaki John Hopkins verilerine de Türkiye artık sıfır vakayla giriyor ne yazık ki. Sadece Türkiye ile ilgili bir veriyi paylaşabilirim. 2 Haziran’da Lancet’te yayınlanan bir mektup Uçar ve arkadaşları tarafından; Aralık 2021 ile Nisan 2022 arasında dünyadaki Covid-19 PCR test sayılarının değişimine baktılar. 25 ülkede test sayıları %70’ten fazla azalmıştı ki, Dünya Sağlık Örgütü başkanı da buna dikkat çekiyordu; “vakaları atlayacağız, yeni varyantları atlayacağız, test sayımız çok az alıyor” diye. Türkiye ile ilgisi, Türkiye; Danimarka, Gabon ve Kongo Cumhuriyeti ile birlikte %90’dan fazla oranda test sayısını azaltan dördüncü ülke oldu dünyada. Hani en güvenilmez verilere sahip ülkeden sonra test sayısını en çok azaltan ülke olarak Covid tarihine adımızı yazdırdık. Gurur duyan varsa bir şey diyemeyeceğim. Oya hocam, tüm bu verilerin üstüne size sormak isterim; hakikaten Covid-19 pandemi bitti mi, maskeleri çıkarıp attınız mı, toplu ulaşımda, kapalı ortamlarda nasıl davranalım? Kamusal bir yetkinlik yok, kişisel olarak bir öneriniz olur mu? Buyurun hocam.

Oİ: Bildiğiniz gibi iki yıla yakındır toplumları perişan etti pandemi. Ekonomik çöküntüleri de beraberinde getirdi. Hem dünyada hem ülkemizde önlemler kaldırıldı, maskeler çıkarıldı, eskisi gibi yaşam devam ediyor. Evet, şu günlerde eski şiddetini kaybettiği görünüyor, ölümlerin azaldığı görünüyor ama gerçekten pandemi bitti diyebilir miyiz, bu çok zor. biliyorsunuz. Dünya Sağlık Örgütü mart ayında üç senaryo söyledi. Bu senaryolardan bir tanesi -tabii istediğimiz senaryo bu- daha az varyant ile bu Covid-19 pandemisinin 2023 yılına kadar tamamen sonlanması. Bu en iyi senaryo. İkinci senaryo; varyantlar olacak ama aşılama istenilen düzeye ulaşacak, folayısıyla hastalık hafif geçirilecek, ağır vakalar azalacak. Son olarak da en kötü senaryo, en kötüsü, virüsün daha bulaşıcı ve şiddetli var yanıtlarının ortaya çıkması ve aşıların da işe yaramaması. Biliyoruz, tüm dünyada Afrika'nın %83’ü aşılanmadı. Halbuki ülkelerde en az %70 aşılanma düzeyinin sağlanması lazım. Dolayısıyla, henüz pandemi bitti diyemeyiz. Bana göre hâlâ kapalı alanlarda, toplu ulaşım araçlarında, uçaklarda maskelerin takılması lazım. Açık alanlar için bir şey demiyorum ama kapalı alanlarda mutlaka önlemlere devam edilmesi lazım. Ülkemizdeki aşılama henüz yeterli düzeyde değil. Hızlı ve yaygın aşılamanın devam etmesi lazım, bu çok önemli. Ve hâlâ 5-11 yaş grubunu aşılamıyoruz. Tüm dünyada aşılanmaya başladılar. 5-11 yaş grubunu mutlaka aşılamamız lazım. Bütün bunlar sağlandıktan sonra, toplumda %70 oranında aşılanma sağlandıktan sonra, ancak o zaman belki pandemi bitti diyebiliriz ama şu anda pandemi bitti diyemeyeceğim.

Sağlık çalışanlarının çocukları diğer çocuklara göre pandemiden daha çok etkilendi

OE: Hocam çok önemli; Türkiye için aşı verisini ifade edersem, çift doz ki artık tam korumadığını biliyoruz. Çift doz aşı oranımız bugün itibarıyla %62, %70 in altındayız. Hatırlatma dozu yapmış, üçüncü dozunu yapmış nüfusumuz %33, çok çok düşük. Dünyada da benzer eşitsizliğe dikkat çektiniz, gerçekten önemli. Zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasında aşı oranlarında sekiz buçuk kat farklılık var. Bu arada geçtiğimiz hafta haber portallarına düştü; ABD’de mayıs'a kadar  82 milyon doz aşı, raf ömrünü tamamladığı için çöpe atıldı. Bu Amerika’da tahsis edilen aşığının toplamının %11 ine denk düşüyor. Stok yaptı, bir gün kullanırım diye. Dünyada insanlar aşağıya ulaşamazken 82 milyon doz aşıyı ne yazık ki ABD çöpe attı. Böyle bir eşitsiz dünyada Covid-19 pandemisinin etkilerini görüyoruz. Ben biraz geçtiğimiz hafta yaptığımız Türk Toraks Derneği kongresinde bu konuda sunulan bildirilere dikkat çekmek istiyorum; ilk üç bildiriden bahsedip size bir soru yöneltmek isterim. Biri, Maide Gözde İnan’ın çok merkezli bir hekim çalışması; ilk dalgada hekimler üzerinde yaptığı araştırmada kaygılarının orta düzeyde, anksiyetelerinin orta düzeyde olduğunu, üç hekimden birinin istifayı düşündüğünü, iş yükünün dayanılmaz olduğunu ve bilgisinin ilk dalgada çok yetersiz olduğunu ortaya koydu. Sözünü etmek istediğim ikinci bildiri Merve Atılgan’ın Ege Üniversitesi'nde yaptığı reinfeksiyon oranları, yani ikinci kez Covid geçirme oranı üzerine. 5300’ü aşan hasta üzerinde yapılmış önemli bir araştırma. Bu araştırma gösteriyor ki, sağlık çalışanlarının ikinci kez Covid’e yakalanma oranı topluma göre dört kat daha artmış durumda. Hani iş yükünün altında ikinci Covid geçiriyor sağlık çalışanları. Bu konuyla ilgili son bir araştırma da -öncelikle teşekkür ederim - Ege Havlucu’dan geldi. O bir lise öğrencisi; Türkiye'den gençlerin kovulduğu bir ülkede kongrenizi lise öğrencilerini açıyorsunuz, çok değerli, teşekkür ederim. 219 lise öğrencisi üzerinde yaptığı araştırmada şunu saptamış durumda Ege Havlucu; sağlık çalışanlarının çocukları, ebeveynleri sağlık çalışanı olmayan çocuklara göre daha fazla hastalanmış. Onlarda, yani sağlık çalışanlarını çocuklarda daha yaygın anksiyete bozukluğu, ayrılık anksiyetesinin bozukluk skorları daha yüksek saptanmış. Okul başarıları daha kötü ve çok dramatik bir veri de bu çocukların ev dışında ailelerinden uzak kalma oranları %22. Başka bir ifade ile sağlık çalışanları için beş çocuktan biri hastalık gelmesin diye ev ortamından uzaklaşmış. Ona rağmen %27’si Covid’e yakalanmış. Tüm bu veriler üzerine, sağlık çalışanlarının ve çocuklarının bu Covid sürecinde yaşadıklarıyla ilgili neler söylemek istersiniz hocam?

Oİ: Özellikle başlangıçta henüz aşılar ortada yokken, sağlık çalışanlarına yeterli kişisel koruyucu ekipman sağlanmamışken gerçekten çok zor günler geçirdi. Covid ile ilgili bilgilerimiz azdı. Biz Covid’i sadece bir virüs olarak görmedik, sağlığın sosyal bileşenleri ile birlikte değerlendiren bir derneğiz. Dolayısıyla sağlık çalışanları, özellikle ailelerinden uzun süre ayrı kalmak zorunda kaldı, çocuklarına, eşlerine, aile içinde yaşadıkları insanlara bulaştırmamak için. Bu hem sağlık çalışanlarında hem de ailelerinde müthiş bir anksiyete ve kaygı bozukluğuna yol açtı. Çocuklar özellikle, sizin de dediğiniz gibi, çok etkilendi. Arada izin aldıklarında, çok ilginçtir, eve girmeden kapı aralıklarında, sandalyede oturarak çocukların yüzünü gördüler. Çocukları anneanne ya da babaanneye bırakarak kendileri evde kaldılar. Bütün bunlar o kadar zor ki… 24 saat süren nöbetler, ertesi gün devam eden, hiç dinlenmeden geçen nöbetler, ağır nöbet koşulları sağlık çalışanlarında müthiş bir tükenmişliğe yol açtı. Ayrı bir konu da haklarını alamadılar. Ek ödemeleri son derece yetersiz kaldı, söz verilen ücretler verilmedi. Bütün bu emeğin karşılığı aslında heba oldu. Bu da tükenmişliğe katkıda bulundu. Özellikle Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yalnız başına çalışan, bizim alanımızla ilgili söyleyecek olursam, göğüs hastalıkları uzmanları bundan çok etkilendiler, çok yoruldular. İstifalar, intiharlar; bir günde bir şehirde dokuz tane istifa oldu. Bu önemli bir rakamdır. Yine şimdi de yurtdışına kaçışları görüyoruz. Yani yurtdışına müthiş bir hekim göçü başladı. Özellikle uzmanlarımızda müthiş bir tükenmişlik olduğunu görüyorum. Onları motive etmeye çalışıyoruz dernek olarak ve buna devam edeceğiz.

OE: Hocam hatırlıyorum, kapanma dönemlerinde de sağlık çalışanlarının çocukları için hiçbir kreş vs. Tahsis edilmedi. Sağlık çalışanlarının çocuklarına bakacak olan kişiler kapanma, sokağa çıkma yasakları nedeniyle o çocukları ulaşamadılar. Çalışanlar çocuklarını hastaneye götüremedi, evde bıraktılar. Hakikaten böyle bir sorun yaşandı.

ÖM: Ben bir şey sormak istiyorum.

OE: Buyurun Ömer bey.

ÖM: Peki bunlar neden böyle Oya hanımın söylediği gibi oldu? Nasıl yorumlamak lazım? Yani bir pandemi ortamında toplumun en çok ihtiyaç duyduğu, hizmetlerine ihtiyaç duyulduğu kesimden bahsediyoruz. Bu neden böylesine resmi makamlar tarafından kaygısızca, hatta olumsuz davranışlar içine girildi? Bunu nasıl açıklamak mümkün?

Oİ: Evet, Osman hocam?

OE: Hocam sizi alayım isterseniz, sonra ben birkaç şey söyleyebilirim.

"Hastayı bir müşteri şeklinde gören bir sağlık sistemi içindeyiz"

Oİ: Yani şöyle, sağlık çalışanları aslında değer görmedi diye düşünüyorum. Çok yoruldular, çok çalıştılar, hatta biz pandemi ekibi kurduk hastanemizde; hastanemizden örnek vereyim, psikolojik destek aldılar. Yani bizim ekibimizde bir psikiyatrist görevliydi. Sağlık çalışanlarına, hemşirelerden, hekimlere kadar, personellere kadar ihtiyaç duyanlara psikolojik destek verdi. Psikolojik ihtiyaçları arttı. Halbuki diğer bölgelerde pandemi yapılanmasında bir eşitsizlik oldu. Bazı yerlerde enfeksiyon hastalıklarına yük bindi, bazı yerlerde göğüs hastalıklarına yük bindi. Yine bu ek ödemelerden bahsettim, bunların dağılımı tamamen bağlı bulundukları devlet hastanelerinde, başhekimlerin inisiyatifine bağlı. Yani baş hekimler nasıl dağıtıyorsa o şekilde. Dolayısıyla ücretlerde bir eşitsizlik oldu. Çalışma koşullarında bir eşitsizlik oldu. Bazı bölümler çok daha fazla çalıştı, çok daha fazla yoruldu. Karşılığını da alamayınca daha da tepkileri arttı. Artı, sağlıkta şiddet arttı. Sanki bütün bu sistemin sorumlusu hekimmiş gibi hekime, hemşirelere şiddet arttı. Dolayısıyla aslında sağlıkta performans sisteminin başladığı ilk yıllardan beri bu sistem giderek bozuldu, çünkü eşitsiz bir sağlık hizmeti veriyoruz; performansa dayalı, yani hastayı bir müşteri şeklinde gören bir sağlık sistemi içindeyiz. Dolayısıyla, aslında sistemin tamamen değiştirilmesi, daha eşitlikçi bir sistem halk sağlığı için de son derece önemli.

OE: Zannederim hocam bu son vurgunuz çok değerli. Sağlıkta Dönüşüm Programı aslında temel sorunun yanıtını veriyor Ömer bey. Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlığı alınıp satılabilen bir mal, bir ticaret malı haline çevirince sağlık hizmetini sunanları da bir mala, bir köleye çeviriyor. O yüzden değersizleştiriyor, o yüzden bunları önemsizleştiriyor ve hani ne var ikame edilebilir, biri gider yerine başka biri gelir… Bir mal, bir ticari nesne haline getiriyor. İzninizle birazcık da Toraks Derneği’nin çevre bildirilerine girmek istiyorum. Covid’le bağlantılı, zaman zaman da radyomuza davet ettiğimiz sevgili Cavit Işık Yavuz’un Teori ve Eylem dergisinde yeni yayınlanan yazısından bir veri paylaşmak istiyorum; 1940’tan bu yana yeni gelişen enfeksiyonların %60 inin zoonotik, yani hayvan kaynaklı olduğunu söylüyor Cavit ışık Yavuz ve bunun biyoçeşitlilik kaybı ile doğrudan ilgisini ortaya koyuyor bu yazısında. Çünkü %72’si bu hayvan kaynaklı enfeksiyonların yabanıl yaşam kaynaklı, doğayı tahrip ettikçe, biyoçeşitlilik azaldıkça insanı tahrip eden -başta RNA virüsleri olmak üzere- çeşitli zoonotik enfeksiyonların arttığını söylüyor. Hocam, tam burada, siz Toraks Derneği olarak geçmişte Cerattepe'ye, geçmişte Ömer Madra ve Açık Radyo olduğu gibi bu yıl da Kuzey Ormanlarına bir savunuculuk ödülü verdiniz. Neden bu ödülü veriyorsunuz ve neden Kuzey Ormanları?

Oİ: Türk Toraks Derneği olarak biz dünyanın önemli halk sağlığı sorunlarından birisi olarak hava kirliliği, çevre tahribatı ve iklim değişikliğini görüyoruz. Bu konuda duyarlılığı artırmak istiyoruz ve bu alanda yapılan olumlu girişimleri de desteklemek amacıyla her yıl Çevre ve İklim Sorunları Savunuculuk Ödülü veriyoruz. Bu yıl neden biz Kuzey Ormanları Savunması’nı seçtik? İsterseniz önce Kuzey Ormanları Savunması ile ilgili kısa bir bilgi vereyim; 2013’te kurulmuş, özellikle Marmara ve Karadeniz kıyısındaki ormanlar, İstanbul'da bir akciğer, bir nefes sağlıyor. Dolayısıyla bu hareket İstanbul'da çevre mücadelesinin önemli adreslerinden birisi. Trakya’dan Marmara'ya geniş bir coğrafyanın ortasında bulunan ve İstanbul'a temiz hava sağlayan, su, gıda ve yaşam sağlayan çevredeki illere de Marmara bölgesi, Karadeniz bölgesi, Trakya bölgesindeki geniş bir ekosistemi oluşturuyor Kuzey Ormanları. Dolayısıyla ulaşım sorunları bahane edilerek bu coğrafyanın yağmalanmasına karşı çıkıyorlar. İsimleri ve kalkan yaptıkları yürekleri ile karşı çıkıyorlar, direniyorlar. Tamamen gönüllülük ve katılıma dayanan hiyerarşisiz, demokratik katılımcı bir yapıları var. Hazırladıkları bilimsel raporlar ve eylemleri çok değerli, bunlarla mücadele ediyorlar. Biz bunları modern zamanların hak savunucuları olarak görüyoruz. Son derece barışçıl, dayanışmacı, mücadeleci, yılmaz bir ekosistem savunucusu bir hareket. Bu nedenle bu yıl Türk Toraks Derneği, Çevre ve İklim Sorunlarını Savunma Ödülünü, Kuzey Ormanları Savunuculuk Hareketine verdik.

Türk Toraks Derneği, Çevre ve İklim Sorunlarını Savunma Ödülü, Kuzey Ormanları Savunuculuk Hareketine verildi

OE: Sağ olun, çok iyi yaptınız hocam. İki bildiriden bahsedip programın sonuna doğru yavaş yavaş yaklaşırken sözü bağlamak istiyorum. Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubunuzun yaptığı, Sabri Serhan Olcay’ın isminin olduğu araştırma verilerini dinleyicilerle paylaşmak istiyorum. Türkiye’de 2021 yılı itibariyle 344 hava izleme istasyonu var. Hani bunlar sayı itibariyle Türkiye'nin hava kirliliğini ortaya koymak konusunda yetersiz olsa da daha büyük problem yetersiz ölçüm. Bu istasyonlarda toplamın %62 sinde yeterli ölçüm yapılmış. Diğer, geri kalanlarında yıl boyu ölçümü yapılmamış. Örneğin İzmir'deki hava kirliliği -siz de 9 Eylül Üniversitesi'nde çalıştığınız için doğrudan ilgili olarak bu veriyi paylaşmak istedim- sadece yeterli ölçüm yapan istasyon %30 oranında… Yani izlemiyoruz aslında. Bu izlememe haline dair ulusal mevzuatımızdaki -ki Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çok daha yüksek sınırları olmasına rağmen- sınırları aşma oranımız %75. İzlenen istasyonların %75’i ulusal mevzuatımıza göre “havamız kirli” diyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün sınır değerlerini aldığımız zaman ise aşma oranı %99. Türkiye’de sadece Hakkâri ilinin hava kirliliğinin olmadığını, diğer tüm illerde insanların kirli hava soluduğunu, Batman, Iğdır, Muş ve Ağrı'da artık hani taammüden cinayet noktasına gelecek düzeyde kirlilik oranlarının olduğunu görüyoruz. Buradan asıl sorun, sevgili Sabahat Genç'in yaptığı araştırmayla ilgili; bu araştırma Yatağan kömürlü termik santralinin ölümler ve hastalıklar üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamış. Bunun için Sağlık Bakanlığı ve bugünlerde çok tartışılan Türkiye İstatistik Kurumuna başvurmuş bilim insanı. Ve ölüm ve hastalık verileri talep etmiş. Sağlık Bakanlığı ve TÜİK’ten kişisel bilgilerin korunması kanunu nedeniyle verilerini alamamış. Türkiye'de araştırma yapmaya çalışıyorsunuz, Türkiye toplumunun hastalık, hava kirliliğiyle Yatağın gibi bir yerde ilgisini kurmaya çalışıyorsunuz ve kapı duvar oluyor. Bunun üzerine yılmamış bilim insanı, belediye defin kayıtları, Muğla hastanelerinden verileri derlemiş ve 2015-2019 arasında Yatağan’la yanı başındaki Bodrum'daki ölüm oranlarını karşılaştırdığı zaman, Yatağan’da ölüm oranlarının bu 5 yılın ortalamasında %36 oranında yüksek olduğunu saptamış. Bir adım daha atmış, 2015 ve 2019 yılları arasında kanserde Yatağan’la Türkiye'yi kıyaslamış. Yatağan’da ne kadar, Türkiye'de ne kadar; Yatağan’da kanserin ortalama iki kata yakın daha fazla olduğunu göstermiş. 2015 ve 2017 yılları arasında ise akciğer kanserini Yatağan ve Türkiye olarak kıyaslamış; Yatağan’da yaşayan insanların Türkiye'ye göre yaklaşık dört kat daha fazla akciğer kanseri olduğunu ortaya koymuş. Hocam, sorum şudur: Hava kirliliği bu kadar ölümcül sorunlara neden olmasına rağmen neden kamusal otoriteler bilgi paylaşmıyor? Neden bu bilimsel araştırmaların önünü açmıyor? Hani Sağlık Bakanlığı sağlığı düşünmesi gerekirken, bu verileri sizlerle paylaşıp toplumda farkındalık yaratması gerekirken neden bunları yapmıyor? Hava kirliliği sorununu, kansere yol açan bu sorunu nasıl çözeceğiz? Sizin kendi açınızdan ne görüyorsunuz?

Oİ: Biz pandemi döneminde de bunu çok vurguladık; Sağlık Bakanlığının uzmanlık dernekleri ile, meslek örgütleri ile iş birliği yapması lazım. Bizim geniş bir veritabanıyla çalışmalar yapmamız lazım. Hatırlarsınız Covid-19 döneminde de biz çok merkezli bir bilimsel çalışma yapmak istedik ve veri toplamak istedik. Ama Sağlık Bakanlığı buna izin vermedi, “sadece bakanlık bünyesinde veriler toplanabilir”, dedi. O bakımdan o bilimsel araştırmayı en sonunda yaptık ama o kadar zor şartlarda yaptık ki ve güzel bir dergide yayınlandı. Yani bunu anlamak mümkün değil. Biz aslında yardımcı olmak istiyoruz. Bu ülke için bep beraber çalışabiliriz. Cerilerin paylaşılmamasını anlayamıyorum. Covid-19 ölümlerinde de aynı şeyi yaşadık. İstanbul'da fazladan ölümler saptadık. Yani bildirilen ölüm sayılarından çok fazla ölüm vardı İstanbul’da. Trabzon da keza ve ülkenin başka yerlerinde… Bunların paylaşılmasından bir zarar gelmeyeceğini düşünüyoruz. Sonuçta biz hepimiz doğanın ve çevrenin insan yaşamı ile birlikte korunmasını savunuyoruz. Tüm dernekler, tüm meslek örgütleri Sağlık Bakanlığı ile, Sağlık Bakanlığının bu örgütlerle işbirliği yapması lazım. İkincisi, hava kirliliğinden bahsettiniz; ben de Nilüfer Aytaç’ın çalışmasından bahsetmek istiyorum, Nilay Etiler ile birlikte yaptığı çalışma. İnanın, Covid-19 hava kirliliği ile çok etkili. Havası kirli olan İstanbul'un bazı semtlerinde Covid-19 ölümlerinin daha fazla olduğu görülmüş ve bu bölgelerin sosyoekonomik yönden de daha kötü durumda olduğu bilinen bölgeler. Onun için hava kirliliği aslında Covid-19’la ilgili. Bu semtlerdeki yaşlılarda ölüm daha fazla ve bu çalışmalarıyla Türk Toraks Derneği Çevre ve İklim Sorunları Araştırma Ödülünü aldılar arkadaşlarımız, evet.

OE: Hocam teşekkürler.

ÖM: Süreyi de bitirmek üzereyiz.

OE: Evet, o yüzden son sözleri, şarkı anonsu için Oya hocaya bırakmak istiyorum. Buyurun hocam, katıldınız, onur verdiniz, teşekkür ederim.

Oİ: Ben teşekkür ederim davetiniz için. Yani son söyleyeceğim şey; insan doğaya zararlı ama bizim insanı da korumamız lazım. Doğanın ve çevrenin insanla birlikte korunması gerekiyor ve toplumun tüm katmanlarında da bu duyarlılığın oluşması gerekiyor. Toplumsal yaşamı ve halk sağlığını tehdit eden tüm çevre sorunları karşısında sürdürülebilir bir gelecek ve yaşamdan yana taraf olmamız gerekiyor. Çok teşekkür ederim.

OE: “Yaşamaya Mecbursun” diyoruz.

Oİ: “Yaşamaya Mecbursun”.

OE: Teşekkür ederiz.

ÖM: Görüşmek üzere.