Bilim Kurulu maske takma ve HES kodu zorunluluğunu kaldırdı

-
Aa
+
a
a
a

Uzmanlarımız Bilim Kurulunun son açıklamasındaki maske takma, HES kodu zorunluluklarının kaldırılması üzerine yorumlarda bulunuyor.

çöpe atılan maske
Sağlık kısıtlamalarının kaldırılması kararı
 

Sağlık kısıtlamalarının kaldırılması kararı

podcast servisi: iTunes / RSS

(3 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın, merhabalar!

Osman Elbek: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydınlar herkese!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Herkese merhaba dedikten sonra siz girmeden ben ilk sorumu sorayım, genel açıklama yapılmış Sağlık Bakanlığı tarafından etraflı bir açıklama ve pandemi bitmiş anladığım kadarıyla. Ne diyorsunuz?

OE: Evet, öyle görünüyor Ömer bey ama isterseniz birtakım verileri verelim ondan sonra konuşalım. 

ÖM: Lütfen, evet.

OE: Öncelikle epidemiyolojik verilere göre açıklama yapılması gerekiyor. Öte yandan biz bu programı Kayıhan’la kurgularken yüzyılın salgınlar çağı olacağını öngörmüştük ama savaşlar çağı olabileceğini öngörmemiştik. Salgınlarla savaşlar ne yazık ki bir arada gitmemesi gereken iki şey, çünkü savaşlar doğası gereği salgınları daha çok arttırıyor. Bu yüzden örneğin DSÖ’nün son savaş sürecinde Ukrayna’da düşük tıbbi oksijen arzı olduğunu yani hastaların oksijensizlik nedeniyle ölme risklerinin çok arttığını açıkladığını ifade etmek lazım. Covid-19 salgınını bu savaşın arttıracağını bildiğimizi söylememiz lazım. Bir de Ukrayna’nın geleneksel olarak çocuk felci problemi var, savaşın çocuk felci sorununu da arttıracağını DSÖ açıkladı, çünkü savaş bir halk sağlığı sorunudur. Bu cümleyi söylemek özellikle bu topraklarda geçen dönemde Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyelerinin gözaltına alınmasına neden olmuştu ama bugün belki Rusya’nın açtığı savaş bu cümlenin ne kadar değerli olabileceğini, ne kadar doğru bir cümle olabileceğini düşündürebilir herkese. Gerek bir savaş örgütü olan NATO’nun, gerek Rusya’nın yayılma heveslerine karşı çıkıp kayıtsız şartsız barıştan yana taraf olmak gerekiyor. Bu bağlamda da hani son cümlem şu olsun: Rusya’nın açtığı savaş nedeniyle batı dünyasında Rus kökenli insanlara karşı yöneltilen bir tür cadı avının da bir utanç olarak insanlık hanemize yazılması gerektiğini düşünüyorum. Bilmiyorum Kayıhan ne dersin bir halk sağlığı hocası olarak savaş konusunda?

KP: Osman, sen söylenecekleri söyledin bence, gerçekten de savaş, çatışmalar ve şiddet bir halk sağlığı sorunudur. Şu anda hepimizin içini yaralayan, özellikle sivil toplumun çocukların, kadınların, yaşlıların, gençlerin ölmelerine, yaralanmalarına ve ülkelerini terk etmelerine yol açan bu savaş bir an önce sonlandırılmalıdır. Hem sağlık açısından hem de gelecek kuşakların hayatlarını sürdürebilmesi açısından oldukça sıkıntılı günler yaşanıyor şimdi Ukrayna ve Rusya’da. 

ÖM: Evet, dört milyon hatta beş milyon kadar Ukraynalı’nın ülkelerini terk edip kaçmak, başka yere sığınmak zorunda kalacaklarını söyleyen resmi rakamlar var yani, korkunç rakamlar.

KP: Evet, şimdiden bir milyonu geçtiğini de uluslararası medyadan öğreniyoruz, maalesef öyle. 

"Pandeminin %25’lik döneminde %40 ölüm saptandı"

OE: Bu saptamanın ardından Covid’e, pandemi sürecine dönersek DSÖ’nün son iki haftalık raporlarında sevindirici bir husus olarak hem vaka sayılarında hem ölüm sayılarında %20’lere ulaşan azalmalar var -Batı Pasifik bölgesi hariç. Ancak bu azalmalar sayısal olarak düşük olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin son haftada dünya genelinde 10 milyondan fazla yeni vakaya tanık olundu. Ne yazık ki 60 binden fazla insan Covid nedeniyle hayatını kaybetti resmi, doğrulanmış verilerle. DSÖ’nün son haftaki raporuna Türkiye ne yazık ki iki yerde atıfla anıldı, Türkiye’nin ismi iki kez zikredildi; biri, Türkiye yeni vaka sayında dünya dördüncüsü olarak. Yeni vaka sayısı geçtiğimiz hafta Almanya’da en yüksek oldu, ardından Güney Kore, Rusya ve Türkiye sıralandı. Geçtiğimiz haftayı Türkiye 77 bin günlük ortalama vakayla geçirdi. Yine son 14 günlük test pozitifliğimiz %15’lerde. DSÖ’nün Türkiye’ye ikinci atıfta bulunduğu veri ne yazık ki ölümler konusunda oldu. Türkiye dünyada en çok ölümün görüldüğü beşinci ülke. İlk sırada Amerika, ikinci sırada Rusya, sonrasında Brezilya, Meksika ve Türkiye geliyor. Türkiye’de günlük ortalama 263 ölüm kaydedildi geçtiğimiz hafta. Görüldüğü üzere batı Avrupa’nın çoğu ülkeleri örneğin Almanya’da en yüksek vaka saptanmasına rağmen ölüm sıralamasına girmiyor yüksek aşı oranları nedeniyle. Sevgili Cavit bizimle paylaştı, 14 günlük analiz yaptığımız zaman vaka sayılarında Türkiye’de %20’lik bir düşüş olmasına rağmen ölüm sayılarında 14 günlük takipte bir düşüş yok. Şubat ayını kapattık ve ne yazık ki şubat ayında 7029 insanımızı resmen Covid-19’dan kaybetmiş durumdayız. Bunun anlamı günlük 251 kişiye karşılık geliyor, her saat 10-11 kişiyi kaybediyoruz veya başka bir ifadeyle söylersek her altı dakikada bu ülkede bir insan Covid-19 nedeniyle ölüyor. Şubat 2022, 24 aylık pandemi sürecinin en kötü beşinci ayı oldu ölümler yönünden. Bir önceki ocak ayına göre de %39 oranında ölümlerde artışımız var. Sadece 2022 yılında, yani ocak ve şubat’ta 12 binden fazla insanımızı Covid-19’dan kaybettik. Son altı aylık ölüm verilerine baktığımız zaman ise 24 aydır bu ülkede pandemi gidiyor yani son altı ay bunun zamansal olarak %25’ine karşılık gelirken, ölümlerin %40’ına karşılık geliyor. Yani “Omikron hafifledi, virüs gücünü yitirdi, hafif hastalık yapıyor” cümlelerini en azından ölüm, vefat sayılarında göremiyoruz. Son altı ayda, pandeminin %25’lik döneminde %40 ölüm saptandı. Şimdi bu epidemiyolojik verileri düşünerek dün akşam açıklanan, hani açık ifade etmek gerekirse açık ve kapalı ortamlarda maskeyi kaldıran, HES’i iptal eden, hiçbir önlemi bırakmayan süreci de Kayıhan sana bırakmak isterim bir halk sağlığı hocası olarak. Nasıl bakarsın bu konuya?

KP: Osman senin sunduğun veriler Türkiye’de henüz salgının kontrol altına alınmadığını çok net gösteriyor. Bu koşullarda kararlar alırken bu kararların gerçekten bilimsel verilere dayanmış olması gerekir. Ancak Sağlık Bakanlığı kararları açıklarken bu kararların hangi verilere dayanarak açıklandığına ilişkin bir açıklama bizlerle paylaşmış durumda değil, ama ben hemen elimizdeki bilimsel veriler ışığında alınan kararlarla ilgili birkaç noktayı söyleyeyim: Birincisi, açık havada eğer fiziksel mesafe korunabiliyorsa zaten maske takılmasına gerek yok. Ancak fiziksel mesafenin korunamadığı koşullarda ben yurttaşlarımızın hem kendilerini hem de sevdiklerini korumak için maske takmaya devam etmelerini öneririm. Çünkü, örneğin açık havada yürüyorsunuz, yarım metre mesafede birisiyle karşılaşıyorsunuz, hatta koşan, o sırada şarkı söyleyen birisiyle, dolayısıyla bu sizi risk altında bırakabilir. İkincisi, kapalı ortamlarda havalandırmanın yeterli olması diye bir şeyden söz ediyor Sağlık Bakanlığı, yani günaydın demek lazım! Bugüne kadar havalandırmayla ilgili hiçbir düzenleme yapmayan, bunun nasıl ölçüleceğine ilişkin bir ölçütü ortaya koymayan bir tutum bu kararı geçersiz kılıyor bana soracak olursan, çünkü bir kapalı ortamda havalandırmanın yeterli olduğunu nasıl anlayacağız? Üstelik sen de biliyorsun, havalandırma yeterli olsa bile kapalı ortamlarda bulaşı tamamen önlemek şu an için mümkün değil. Bu nedenle yine yurttaşlarımıza hem kendilerini hem sevdiklerini korumak için kapalı ortamlarda salgın kontrol altına alınana kadar maske takmaya devam etmelerini önermek lazım. HES kodu uygulaması ne kadar iyi bir uygulamadır tartışılabilir ama senin az önce verdiğin sayılardan yola çıkarak aktif vaka sayısının çok yüksek olduğu dönemde HES kodu uygulamasını tamamen kaldırmak doğru bir yaklaşım değil. Çünkü kendisi PCR pozitif ve bulaştırıcı olduğu dönemde eğer kişilerin kamuya açık mekanlara serbestçe girebilmesine izin verilecek olursa bu yine bulaşı arttırmak açısından önemli bir risk etmeni olarak karşımıza çıkacaktır.

ÖM: HES kodu uygulamasının kaldırılması demek, yani hiçbir kurum ve kuruluşa girerken artık bir kontrol yapılmayacağı anlamına geliyor. Bu da dediğiniz gibi çok ürkütücü, yani kaygıları bayağı arttırabilecek, vakaları da arttırabilecek, bulaşmayı da arttıracak bir şey gibi göründü bana. 

KP: Öyle tabii Ömer bey, yani düşünün her gün 50 bin civarında yeni vakanız var ve bir gün sonra bu yeni vaka tespit edilmiş olan kişi siz ona “evde kalın, izole olun” dediğiniz halde izole olmayıp da dışarı çıkarsa bir kamuya açık alan, resmi daire, okul, işyeri, AVM, ulaşım, otobüsten uçağa metroya kadar kolaylıkla dolaşabilecek. Üstelik de kapalı alanlarda bile maske takmayı kaldırdığımız için bu kişi “burada havalandırma yeterli” deyip maskesini takmadığında sizin ona söyleyecek bir şeyiniz de yok. Bu bulaşmayı arttırmak açısından önemli bir risk.

Sağlık Bakan Koca : “maskeyi cebimizde taşıyalım”

OE: Vurgulayalım, sayın bakan “maskeyi cebimizde taşıyalım” dedi, cepteki maske belki koruyor!

KP: İstersen yorum yapmayayım Osman! Burada susma hakkımı kullanıyorum ama iki noktayı daha vurgulamak isterim; bir tanesi bu semptom göstermeyenlerden rutin olarak PCR testi istenmemesine ilişkin. Bu yaklaşım bence doğru olabilir, ancak semptom göstermeyenler meselesini hastalığın bulaşmasını kontrol altına almak çerçevesinden değerlendirdiğimizde hem yakın temaslar hem de risk grupları için Türkiye’nin bir an önce hızlı antijen testlerini devreye alması gerekmekte. Aksi halde yine kimlerin hasta olduğunu bilmeden onların bulaştırmasına izin verildiği koşullar salgının kontrol altına alınmasını geciktirebilir. Okullarla ilgili düzenleme yapılmış, yalnız okullarla ilgili düzenleme yapılırken eğitimin tabii sürmesi hepimizin dileği ama burada sağlığı ön planda olan yalnızca öğrencinin kendisi değil, bir karar alırken eğitim emekçilerini ve öğrencilerin birlikte yaşadığı ailelerdeki özellikle risk gruplarını da gözetmek gerekir. Bu bağlamda sınıflarda vaka çıkması halinde henüz hızlı tarama testleriyle bir uygulamayı hayata aktarabilmiş değiliz. Bunun da bir an önce hayata aktarılmasında yarar var. Yeri gelmişken Osman, daha önce söylediğimiz üç noktayı vurgulayayım bu bölümde; birincisi halen bakın hem Covid-19 vakalarının hem de ölümlerinin yaş, cinsiyet, meslek, eşlik eden hastalık ve il-ilçe dağılımlarını bilmiyoruz. Bu vaka ölümlerin yaşa, cinsiyete, il bazında hastaneye yatışlarını, yoğun bakıma yatışlarını ve ölümlerini gösteren trend analizlerini bilmiyoruz. Yani ne oldu ki bu kararı şimdi verdik günde 200’ün üstünde ölüm, 50 binin üstünde vaka varken? Son olarak da aşı çeşitleri ve doz sayısına göre hem enfeksiyona yakalanma hem hastaneye yatış hem yoğun bakıma yatış hem de ölüm açısından aşı etkililiği sonuçlarını da henüz bilmiyoruz. Bu kadar bilinmezlik üzerinden yeni kararlar alınması salgına karşı bir müdahaleden daha çok hayatın karşısında ekonominin galip çıktığı izlenimini yaratıyor bana maalesef. Dolayısıyla yurttaşlarımızı halen salgının kontrol altına alınmadığını, bu nedenle de hiç olmazsa kendilerini ve sevdiklerini korumak için bazı önlemlere şimdilik uymaya devam etmeleri gerektiğini vurgulayalım. 

OE: Bir vurguyu da belki sayın bakanın cümleleriyle yapalım; Bilim Kurulu’nun kararlar konusunda hemfikir olmadığını duyduk sayın bakanın ağzından. Demek ki Bilim Kurulu’nun kimi üyeleri bu kararların erken olduğunu ifade ediyor. İkincisi, TTB Merkez Konseyi Başkanı Sayın Fincancı’nın bir paradoks vurgusu var; maskenin kalkmasının açıklandığı toplantıda Bilim Kurulu üyeleri arasında uygun mesafe olmasına rağmen yüksek koruyucu maske kullanımı vardı. Hani kendileri maske kullanırken nasıl olur da topluma kapalı bir ortamda maskenin çıkarılmasını önerdiklerini sormuştu sayın Fincancı. Bu soruyu da tekrar hatırlatmak gerekiyor. Bir üçüncüsü de geçtiğimiz hafta TTB, Türk Toraks Derneği, KLİMİK, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin bakanlığın yapacağı bu toplantı öncesinde hızlı ve radikal kararlar alınmaması, epidemiyolojik ölçütlere göre özellikle maskenin kapalı ortamlarda devam etmesine yönelik vurgularını hatırlatmak gerekiyor. Bir de enteresan nokta; açıklamalardan tiyatro ve sinema gibi yerlerde mesafe korunamaz deniyor ki sinema koltukları arasında mesafeyi korumak çoğu restoranın kapalı ortamlarında dip dibe masalara göre çok daha kolay. Burada da kendi içerisinde paradoks görüyorum Kayıhan, sen ne dersin? Bir de Turkovac aşısı hakkında ne dersin? Aile hekimleri üzerinden bütün sağlık kuruluşlarında başlatmak istiyoruz açıklaması var Turkovac hakkında, bir yorumun olur mu?

KP: Önce bu tiyatrolarla ilgili söyledin, ben de katılıyorum üstelik yeri gelmişken söyleyeyim, müzik halen neden yasak? Dolayısıyla bazı kararlar salgın bilimi açısından değerlendirilebilecek kararlar değil. 

ÖÖ: Onun da yakında kaldırılabileceğini söylemiş aynı zamanda. 

KP: Ama neden yasak? Yani ben bunun salgınla bir ilgisini kurabiliyor değilim, ki salgınla yakından ilgilendiğim halde. Turkovac’a gelince ben halen bir şey söyleyebilecek durumda değilim Osman. Çünkü Turkovac aşısının bilimsel verileri ne faz2 ne faz3 verileri henüz ortaya konmuş değil. Üstelik sen de biliyorsun, Esin hocayı da buradan analım, Esin hoca ilk kez bunu gündeme getirdi; Turkovac aşısının faz3 uygulaması ilk vaka alınmadan sonlandırıldı diye uluslararası veri tabanında bir açıklama var. Dün akşam bunu bakana sorduklarında öyle bir şey olmadığından söz etti ama uluslararası veri tabanında böyle yazıyor gerçekten. Dolayısıyla Turkovac aşısıyla ilgili şu anda yorum yapabilecek bilgimiz söz konusu değil. Ne zaman ki bilimsel raporlar yayınlanır, o zaman biz bu aşıları hem enfeksiyon hem hastaneye yatış hem yoğun bakıma yatış hem de ölümlerle ilgili aşı etkinliği verilerini değerlendirebiliriz. Sonra da gerçek hayattaki işte bir milyon dozdan söz ediliyor, bu bir milyon doz verileri açıklandığında o zaman da aşı etkililiği sonuçlarını tartışabiliriz ama şu anda bunu tartışabileceğimiz bir veri maalesef henüz bilim ortamına sunulmuş değil. 

OE: Ben de sana sayın Aziz Sancar’ın açıklamasını hatırlatayım ki sayın bakan da twit’lemişti bu açıklamayı; Turkovac konusunda sayın Sancar şunu demişti “Duyduğum kadarıyla bu aşı etkili.” Bir bilim insanı, bizim açımızdan gurur duyduğumuz bir insan bilimsel araştırmaların, makalelerin yani okunarak bilimin sonuçlarının tartışıldığını çok iyi bilen bir kişi olarak “Duyduğum kadarıyla Turkovac etkili.” demesi de bize özgü bir problem herhalde, bilemiyorum.

ÖM: Nereden duymuş acaba?

KP: Ben de onu soracaktım.

OE: Tevatür muhtelif! Bu aşılar zaten antikorlarımızı zıplatıyor, hoplatıyor, sayın Ceyhan’ın deyimiyle çok iyi “jimnastik hareketleri yaptırıyor” zaten. Hakikaten böyle bir süreç işliyor Türkiye’de, trajikomik bir noktadayız. 

"Yeniden açılma politikaları bilim ve kanıt temeli üzerinden gitmiyor"

KP: Osmancığım yani şunu söylemek lazım, biz Turkovac aşısının hem hastaneye yatışta hem de ölümde enfeksiyondan koruma açısından çok işe yarar bir aşı olmasını ısrarla bekliyor ve istiyoruz, gönlümüz bundan yana ama buna ilişkin hiçbir veri yok. İşte bu işle uğraşan kişinin hem senin söylediğin gibi “zıplatıyor” demesi hem Sinovac’la karşılaştırıp “ona göre daha iyi” demesi gerçekten bizim için yeterli değil. Bunun daha iyi olmasına ikisi de inaktif aşıyken ne yol açıyor mesela ben bunu görmek isterim. Kaç kişi üzerinde denenmiş, bunun etkinlikleri nedir, güvenlik verileri nedir bunları görmek isterim. Üstelik şöyle bir şey var, bunu dünyaya da göndermek istediklerine ilişkin açıklamalar var. E peki Türkiye dışında bu aşının acil kullanım onayı için herhangi bir bilimsel kuruma ya da işte bir ülkenin kurumuna başvurusu var mı yok mu? Bunlar konusunda da bir bilgi yok, dolayısıyla bu kadar bilinmezlik içerisinden “duyduğum kadarıyla” diye bir yaklaşımın gerçekten tartışılabilir olduğunu düşünüyorum. 

OE: Bu arada bir ilginç araştırmayı dikkatinize sunmak istiyorum. 25 Şubat’ta Jama’da yayınlandı, Liu ve arkadaşları tarafından yürütülen bu araştırma. CDC gibi çok güvenilir kurulumların dahi ekonomiyi nasıl öncelediğini ve nasıl kanıt dışı kararlar aldığını çok iyi gösteriyor bu araştırma. Çalışma ABD’de dört üniversite kortunda karantina süresiyle bulaşma riski arasındaki ilişkiyi araştırdı. Eylül 2020 ile Şubat 2021 arasında, yani omikronu da dahil eden bir süreç içerisinde sürdürülmüş. Katı izolasyona tabi olan bir grup olduğu gibi hane iletişimine izin verilen bir grup da var çalışma kapsamında. Toplam 301 öğrenci ve personel PCR pozitif ve olguların %25’i asemptomatik; yani her dört kişiden biri asemptomatik. Daha da önemli bir sonuç; CDC yedinci günde “En fazla PCR pozitifliği asemptomatik kişilerde %5 olur.” demişti. Yani “20 kişinin birinde olur ve bu da toplumsal bulaşmayı arttırmaz diyerek karantina süresi asemptomatiklerde yedi günde sonlandırılabilir.” denmişti. Bu araştırma gösterdi ki yedinci gün sonunda asemptomatik kişilerin %13’ünde hâlâ PCR pozitif, yani her yedi kişiden biri pozitif. CDC’nin öngördüğü – istediği %5 sınırı ise 10. günde oluştu, 14. günde %1,5’a kadar düştü. Bu araştırmanın sonucu karantina süresinin her halükarda en güvenli sınır olarak 10 günden daha az olmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Bir kere daha CDC ile başlayan Türkiye’yi de kapsamına alan bu 5-7 günlük karantinanın toplumsal bulaşmayı arttırdığına ilişkin önemli bir araştırmaydı. Ne dersin bu konuda Kayıhan?

KP: Çok önemli bir veriden söz ediyorsun. Ben de bu veriye Türkiye’den bir araştırma verisini ekleyeyim; yaklaşık iki hafta kadar önce Ankara’daki KLİMİK Derneği’nin sempozyumunda Türkiye’den yapılmış bir çalışma paylaşıldı. Şimdi bir dergiye gönderilmiş, yakın zamanda yayınlanacağını umuyorum. O çalışmaya göre yedinci günde Türkiye’de henüz vakaların %30’u negatif değil ve bulaştırma aşamasında. Dolayısıyla senin söylediğinden daha yüksek bir oranın Türkiye’de geçerli olduğunu görüyoruz. O nedenle de bilimsel verilere dayanmayan bir izolasyon süresi yaklaşımı gerçekten hastalığın bulaşının artmasına da maalesef olanak sağlıyor. 

OE: Ne acı ki karantina süreleri de karantina önlemlerinin gevşetilmesi de yeniden açılma politikaları da bilim ve kanıt temeli üzerinden gitmiyor. Biz aslında bu hafta biraz gelecek senaryosu da konuşmayı planlamıştık ama onu iki hafta sonrasına erteleyelim, yavaş yavaş sürenin sonuna geliyoruz, Kayıhan son sözleri de sana bırakmak isterim.

KP: Bugün kapanışı John Lennon’ın “Imagine” adlı, herkesin bildiği şarkısıyla yapmayı düşündük. Biliyorsunuz John Lennon Yoko Ono’nun bir şiirinden etkilenerek yazdığı bu şarkıyı 1971’de yayınlamıştı. Bugün sizlerle bu şarkının UNICEF tarafından “dünya versiyonu” olarak adlandırılan 2014 yılındaki bir sürümünü paylaşacağız. Bu şarkıda bir sürü, hepimizi etkileyen ve içselleştirdiğimiz kavramlar var ama bugün bu şarkıyı sizlerle paylaşmamızın temel gerekçesi, orada hani diyor ya John Lennon “Düşle, bütün insanların hayatı barış içinde yaşadığını”, dolayısıyla bir an önce herkesin barış içinde yaşadığı bir dünya özlemiyle bugün sizlerle vedalaşıyoruz. Hoşça kalın!

OE: Hoşça kalın!

ÖM: Çok teşekkür ederiz, hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

ÖM: Görüşmek üzere.