‘Asıl gündem’ diyerek bir ‘sır’ aramanın âlemi yok. Türkiye’nin ortalama ahalisi ‘büyük oyunları’ çözmeye meraklı olabilir ancak uzun süredir bizlerden gizlenen bir şeylerden söz etmek mümkün değil. Yönetim hiç bu kadar ‘şeffaf’ olmamıştı!
(Murat Sevinç'in bu yazısı Diken'in internet sitesinden alınmıştır.)
Ülkede ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım, onun ‘gerçek gündem’ olmadığını iddia eden muhalif söylem hakikaten kabak tadı verdi. ‘Gündemi’ hayat pahalılığına, işsizliğe, dövizdeki son duruma, ezcümle geçim sıkıntısına indirgemiş haldeler. Bunun dışındaki gelişmeleri, o bir ve tek gerçek sorunu perdelemeye yönelik ‘hamleler’ olarak ele alıyorlar.
‘Demokrasi’ ve ‘hukuk’ kavramlarını da genellikle ekonomi bağlamında anıyor ve eğer hukuk devleti tesis edilirse ekonominin canlanacağını vs. iddia ediyorlar. Son derece otoriter bir yönetimin de ‘istikrarlı’ olabileceğini, bunun tarihsel örnekleri bulunduğunu, cüzdan için demokrasinin her koşulda şart olmadığını, Avrupa’nın göbeğindeki Franco’nun yatağında öldüğünü işitmeyi, görmeyi, anlamayı istemiyorlar.
Aynı tavır cuma sabahı yaşanan gözaltılarda da sergilendi. Onlarca HDP’li 2014’teki Kobane soruşturması kapsamında kelepçelendi. İsimleri tek tek saymaya gerek yok sanırım, tanınan ve tanınmayan siyasetçiler, partililer. Muhalefetten farklı düzeylerde sesler yükseldi. Seslerin sahipleri, seslerinin tonunu ‘tabanlarının’ rahatsız olmayacağı (ki tabanlarının partilerinden daha duyarlı ve cevval olduğunu düşünüyorum!) şekilde ayarladı her zaman olduğu gibi.
HDP’ye açık destek ve dayanışma mesajı olarak algılanmayacak, daha ziyade ‘kardeşliğe’ ve ‘sorunların çözümüne’ ya da iktidarın ‘yönetim zaafiyetine’ vurgu yapan, gözaltına alınanlar içinde tanınan isimlerin öne çıkarıldığı (değerli Sırrı Süreyya Önder ve Ayhan Bilgen gibi) ifadeler.
Tepkilerin bir ortak noktası da altını ısrarla çizdikleri ‘gündem değiştirme’ konusu. Gerçek gündem olan yoksulluğu, iç ve dış siyasetteki kötü gidişi gizleme kaygısı. Tabii bir de, olası ittifakların önünün kesilmek istendiği yönündeki tespit. Bana kalırsa bunların hepsi ‘doğru’ varsayımlar. Ve bana kalırsa, bir yandan yakıcı sorunları unutturmaya çalışıp diğer yandan rejim değiştiren adımlar atmak mümkün. Uzun süredir tanık olduğumuz gibi. Bir adımın tek bir amacı ve işlevi olabileceğini düşündüren nedir, anlamak mümkün değil!
Her hukuk dışı ya da anormal davranış, hukuk dışılık ya da anormallik çaresizliğin/tükenmişliğin ürünü de olsa, bir süre sonra o hukuk dışılığın ve anormalliğin ‘hukuk’ ve ‘olağanlık’ olarak görülmesini, kabul edilmesini sağlıyor.
Göbeğim çatlarcasına 1930’lar Avrupası, özellikle Almanya’sından örnekler verip o yılların kitaplarını tanıtmaya çalışmamın nedeni bu. Milyonlarca sıradan insan, çok kısa süre içinde en akıl almaz işleri yapar ya da onaylar hale geldi. Yalnızca Nazi Almanya’sında değil, başka ülkelerde de. Anormallik duygu ve düşüncesi, ilanihaye devam etmiyor.
Yalnızca üç beş yıl öncesinin Türkiye’sini düşünmek dahi hâlihazırdaki en katlanılmaz uygulamaların nasıl kısa sürede günlük yaşamın parçası haline geldiğini görmemize yardım edebilir. Sürekli büyük skandallar üzerinde durmak, en basit görünen, sessiz sedasız geçiştirilen ayrıntılarla örülmüş yeni düzenin ‘olağan’ hukukunun fark edilmesini güçleştirebiliyor. Bakın, örneğin İçişleri Bakanlığı ‘genelgesiyle’ yurttaşa ‘ceza’ vermeye yeltenmek, ülkede bir hukuk tartışmasına dahi yol açmıyor artık.
Hal böyleyken, iktidarın her adımının ‘hal ve gidişi gizlemeyi’ ya da ‘ittifakları dağıtmayı’ amaçlamadığını, aynı zamanda yeni düzenin hukuk ve ilkelerini, siyaset yapma biçimini de belirlediğini kabul etmek çok zor olmamalı. Kemal Can’ın Gazete Duvar’da (26 Eylül Cumartesi) yayınlanan ‘Gündem budur işte’ başlıklı yazısında geçen şu satırlara yürekten katılıyorum:
“Olup bitenin ‘asıl gündemi’ saklamak için yaratılmış bir gölge oyunu olduğunu söylemek, işletilen ‘asıl gündemi’ idrak etmeyi imkansız hale getiriyor. İktidar bir şey yapamadığı için bir sanal gündem üretmiyor, tam da bir sürü şey yapmakta olduğu için, yapabileceklerine olağanüstü alan açarak sert bir gündemi dayatıyor.”
Şöyle soralım: HDP’lilere yapılan gündem değiştirmek ise asıl gündem ne? 80’in üzerinde siyasetçinin, eski vekillerin, Kars belediye başkanının, daha geçen hafta nikâhının ardından damatlığıyla Saray’a giden savcı tarafından (‘Kobane olaylarının’ üzerinden altı yıl geçmişken) yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınması ‘gerçek’ gündem değilse, Allah rızası için o gerçek gündem ne olabilir? Kürt siyasal hareketinin başına gelenlerin gerçek bir gündem olabilmesi için nasıl bir gelişme bekleniyor.
Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in, daha önce boşu boşuna cezaevinde yatmasına ve sonrasında AYM kararıyla devleti tazminata mahkum ettirmesine neden olan suçlamalar nedeniyle bir kez daha gözaltına alınmasının (ve tabii diğerlerinin durumunun) ‘hukuksal değerlendirmesini’ yapmaya çalışmak sinir bozucu. Bu işi TV’lere çıkan ve kendilerine uygun bulduğum sıfatları burada yazamayacağım şahıslar yapar nasıl olsa. Mesele şu: Yapıyorlar, çünkü yapabiliyorlar. Bu kadar. Üstüne söylenebilecek her şeyin boş laf olacağı kanısındayım.
Söz konusu HDP’liler olduğunda, en açık adaletsizliğin dahi dile getirilmesinde böylesine zorlanılmasının, ‘layk sever’ kimi sosyal medya yıldızlarının birden bire suskunlaşmasının, şöhretli kanaat önderlerinin havaya bakıp ıslık çalmalarının nedeni, elbette Türkiye’nin az gelişmiş demokrasisi ve hiç olmayan ‘asgari hukuksallık’ duygusu. Nihayetinde, milyonlarca seçmeni olan ‘yasal’ bir parti için mealen ‘onlara verilen oy tüfeğe sürülen mermidir’ satırlarını yazabilen ama neyse ki ‘Atatürk milliyetçisi’ olan insanların büyük şöhret ve saygınlığa kavuştuğu bir toprak burası. Irkçılık konusuna girmiyorum, çünkü Türkiye’de ırkçılık yok! ABD, Avusturya ve Almanya’da var.
HDP’lilerin gözaltına alınması, gerçek gündemimiz. Diğer pek çok sorunumuz gibi. Ayasofyayı ve Kariye’yi, ‘velev ki’ gündem değişsin diyerek camiye dönüştürmüş olmaları, Ayasofya ve Kariye’nin bunca yıl sonra Diyanet’e devredildiği ve siyasal İslamcıların tarihsel düşlerinden birine daha kavuştukları gerçeğini değiştirmiyor. Baroların gündem değişikliği için kullanılması, onların bölündüğü gerçeğini değiştirmiyor.
‘Asıl gündem’ diyerek bir ‘sır’ aramanın âlemi yok. Türkiye’nin ortalama ahalisi ‘büyük oyunları’ çözmeye meraklı olabilir ancak uzun süredir bizlerden gizlenen bir şeylerden söz etmek mümkün değil. Yönetim hiç bu kadar ‘şeffaf’ olmamıştı! Her şey bu güne dek görülmemiş ölçüde ‘açık’ yapılıyor. Eskiden gazetecilerin ‘ortaya çıkardığı’ ve ‘skandal’ olarak tanımlanan ilişkiler şimdilerde gözümüzün önünde, bir sır perdesine gereksinim duymadan sergileniyor.
Ülkedeki her dönüşümü, iktidarın attığı her adımı ‘gündem değiştirmek’ olarak yorumlamak kabul edilebilir değil. Muhalefet partileri tarihe, ‘neler neler yaşandı ama bir gün bile oyuna gelmediler’ takdiriyle geçebilir elbet. Ancak belki bu kez İlhan Cihaner’in önerisini dikkate alıp ‘birlikte’ tepki vermek gerekiyordur. Belki artık belli başlı ‘ilkeleri’ ödün vermeden, yüksek sesle, hep birlikte savunmak gerekiyordur. Belki de bazen ‘oyuna gelmeyi/girmeyi göze almak’ gerekiyordur.
Muhalefetin dile getirdiği sorunların hepsi, birer ‘gündem’ kuşkusuz. Ancak her biri ‘gerçek’ gündemimiz.
Ne kadar duyar ya da cidiye alırlar bilemem; muhalefet partilerine bir ‘işsiz’ olarak sesleniyor ve diyorum ki; yaşamım, yaşamlarımız, çocuklarımızın geleceği, özgürlüğümüz, döviz kurundan ve borsa işlemlerinden daha değerli. (Ne olur birileri de, ‘biri diğerine bağlı’ diyerek ‘seçeneksizliği’ ve ‘ezberlerini’ bir seçenek olarak sunmaktan vazgeçsin artık; insanoğlu bu kavram ve kurumlar ‘icat edilmeden’ önce de vardı!)
Özgürlük, adalet, barış içinde birlikte yaşam ideali ve bunların gereği olarak adaletsizliğe tahammül etmeme zorunluluğu; ekmek gibi, su gibi hayati. Özgürlük yoksa, sağlıklı üretilen ve eşit paylaşılan ekmek de yok. Özgürlüğe ve korkusuz-endişesiz yaşama yönelik hevesimiz, öncelikle insan olduğumuzdan ve insan gibi yaşama isteğimizden kaynaklanıyor. Döviz hesaplarının ve borsanın selametine ilişkin kaygılardan değil…