Ekonomi Politik: "Büyüme paradigması iklim sorunsalını içermeden oluşturulamaz bir tez halindedir"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge, gündemdeki son gelişmeleri Açık Radyo dinleyicileri için değerlendirdi.

Ekonomi Politik: 23 Aralık 2019
 

Ekonomi Politik: 23 Aralık 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhaba!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Can.

ÖM: Can yok bugün.

AB: Selahattin’e merhaba diyelim, herkese merhaba!

ÖM: Kusura bakmayın, 5-6 dakikalık bir gecikmeyle girdik. Adalarla ilgili, atlarla ilgili çok acil durumlar var, onları naklettik arkadaşlardan gelen notları, biraz sarktı yani.

AB: Hallederiz.

ÖM: Telafi ederiz.

AB: Telafi ederiz. Prof. Daron Acemoğlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Amerika’da bulunan dünyanın en saygın üniversitelerinden birisi olan MIT’de görevli iktisatçı bilim insanı. Daron Acemoğlu, hem ABD’de yayımlanan, Türkiye’de de yakında yayınlanacak olan kitabı hakkında, hem de dünya ve Türkiye meselelerini ele aldığı konuşmalar yaptı ve söyleşiler verdi. Bugün, Acemoğlu’ndan ve üstünde durduğu konulardan bahsedelim isterseniz?

ÖM: Lütfen, evet, siz de katıldınız galiba?

AB: Evet katıldım, bazı dinleyiciler de biliyordur belki, 1986-2016 arasında 30 yıl boyunca akademik bir iktisat dergisi yayınladım. Daron Acemoğlu’nu bu nedenle daha erken bir tarihte öğrendik, derginin danışma kurulu üyesi ve yazarı Abdullah Akyüz’ün 2002 yılında yayımlanan bir yazısıyla öğrendik ve kendisini izledik. Kısa bir süre sonra derginin de akademik kurul üyesi oldu. Acemoğlu’nun biraz da geçmişinden de bahsedelim. Galatasaray Lisesi sonrasında yurt dışına gidiyor ve doktora derecesini de London School of Economics’ten alıyor, sonra MIT’ye kabul ediliyor. MIT’de de 32-33 yaşında ömür boyu profesörlük hakkını alıyor, iktisatta, pek çok alanda, çok çeşitli alanlarda katkısı olan bir bilim insanı, üretkenliği çok yüksek, yani akademik performansı hem kantitatif tarafıyla, hem de politik iktisat tarafıyla öne çıkıyor çok alanda yazıyor, gelir, ücret, insan, beşeri sermaye, politik iktisat gibi pek çok alanda makaleleri ve çalışmaları, kitapları var. Acemoğlu’nun arkadaşlarıyla birlikte çıkarttığı ve dünyada ses getiren ilk çalışma tarih boyunca fakir ülkelerin zenginleşmesi, zengin ülkelerin fakirleşmesi üzerine ilişkin çözümlemelerdi, bunun nedenleri üzerine alan açıcı çalışmalardı. 500-600 yıl öncesinden bugünlere ülkeleri analiz eden çalışması ile tanıdık. Bu çalışma ülkelerin fakirliğin ve zenginliğin nedenlerinin sınandığı bir tez oldu. Ülkelerin fakirlik ve zenginliğin nedenlerini üzerine daha önceleri Montesquieu’den, ‘Toynbee’ye ve Myrdal’a kadar pek çok filozof ve tarihçi ve iktisatçı Braudel’de eklemek lazım, onlar iklimle toplumların refahı arasındaki ilişkileri araştırmışlardı. Daron ve arkadaşı James Robinson ise iklimle olan ilişkiyi bulamadılar ama onların ortaya koyduğu şey kurumsallaşma hipotezi oldu. Hem ekonomik kurumların hem de siyasal kurumların, siyasal ve iktisadi alt yapının, siyasal rejimin yarattığı kurumların sağlamlığıyla zenginlik ve fakirlik arasındaki nedenleri, gelişmişlik ve az gelişmişlik arasındaki ilişkiyi ortaya koydular. Bu çalışmayla daha yakından tanıdık, dünyada da ses getiren bir çalışma oldu, yeni bir alan yaratan bir çalışmaydı. Bahsettim yeni kitabı Türkiye’de de yayınlanacak, kitabın da tanıtımı oldu, kitabın adı “Dar Koridor”. Acemoğlu’nun Türkiye’de ilk yayınlanan yazı ve söyleşiler bildiğim kadarıyla bizim dergide  olmuştu. Bunları gönderebilirim size, siteye koyabiliriz, Daron Acemoğlu’nu takip etmek isteyenler için tamamlayıcı olabilir.

ÖM: Tabii.

AB: Ocak ayında Acemoğlu’nun yeni kitabının Türkçe baskısı çıkıyor, konferansların ilkinde “Dar Koridor” isimli kitabından bahsetti. TÜSES tarafından düzenlenen benim de katıldığım ikincisinde   Türkiye’de ve dünyada ekonomilerin büyüme ve verimlilikle ilgili meselelerine değindi. Ülkelerin iktisadi büyümesinin çeşitli unsurları vardır, toplam faktör verimliliği dediğimiz üretkenlik artışını açıklayan göstergeye katkı, eğer teknoloji kaynaklı değilse gerçekleşen büyüme verimsiz bir büyümedir, yani buna “obez büyüme” diyebiliriz. Türkiye ekonomisi işte böyle bir büyüme performansı gösterdi son yıllarda.. Teknoloji kullanımın yetersizliği, eğitimin yetersizliği iktisadi büyümeyi zayıflatıyor ve kalitesizleştiriyor. Sonuçta Türkiye ekonomisinde olduğu gibi, ülkelerin iktisadi büyümeleri, tüketime dayalı ve borçlanmanın itkisinde bir büyüme olarak gerçekleşiyor. Üretimde teknoloji kullanımlı bir artışa dayanmayan büyüme oluyor.

Borca dayanan iktisadi hayatımızın durumuna ve ülkenin borçlarına geçen hafta değindik. 

Türkiye’de ailelerin, şirketlerin, bankaların ve devletin borç düzeyini açıkladık, işte bu borç zincirine dayalı, kamu ve tüketim kaynaklı büyüme durumu, yani teknolojiye dayalı üretkenlik artışı sağlamayan iktisadi büyümeyedir, verimsiz büyüme dediğimiz durum budur, Türkiye uzun yıllardır  tam böyle bir durumdadır. Yurt dışından alınan borçlar, teknolojiye yatırım şeklinde gerçekleşmedi,  verimsiz sektörlere gitti. Türkiye’de de en fazla kaynakların yöneldiği alan hep söylediğimiz gibi  betona dayalı, inşaata dayalı alanlar oldu. Daron Acemoğlu’na göre kaynakların yüzde 70’i inşaata ayrıldı, geçen hafta, ülkede son 17 yılda 1.1 trilyon dolarlık bir inşaat yatırımı olduğunu yapılan akademik çalışmalarda dayanarak söylemiştik. Programlarda hep söyledim, bu kadar kaynakla/borçla her hangi bir sektörde ileri mi gittik, teknoloji mi yarattık, marka mı yarattık? Ne kadar Ar-ge yaptık? Tez bir endüstri mi yarattık? Hayır, doğayı katlettik, şehirlerimizde Çin Seddi yarattık..

2001 krizi sonrasında 2006’ya kadar hem AB beklentileri, hem de uyum yasaları gerçekleşen yapısal düzenlemeler, bağımsız iktisadi kurumların oluşturulması, demokratikleşme hamleleri özellikle yabancı fiziki sermayenin Türkiye’ye gelmesine yabancı sermayenin teknoloji ağırlıklı yatırımlara girmesine neden oldu. O dönemde o zamanki sağlanan büyümenin önemli bir kısmı teknoloji üzerinden yani verimlilik üzerinden, üretkenlik üzerinden kaynaklandı. 2006’dan sonra bu durumun negatife dönüştüğünü, Türkiye’de yapılan yatırımların yüksek teknolojiyle değil verimsiz alanlara  gittiğini, bunun da bir gelecek problemi yarattığını söylüyor Daron Acemoğlu.

ÖM: Evet, gelecek problemini nasıl, ne şekilde tarif edebiliyoruz? Yani neler olabileceğini ana hatlarıyla?

AB: Şöyle, kalitesiz eğitimle yığınlar oluşuyor, işsizlik problemi karşımıza çıkıyor, - teknolojik gelişme, otomasyon zaten bir işsizlik problemi yaratıyor ama işte bunu iyi yönetirseniz insanları başka alanlara kaydırıyorsunuz-  bir de krizden kurtulamıyorsunuz. Büyüyorsunuz, inşaatla verimsiz, obez bir şekilde büyüyorsunuz, Türkiye böyle bir grafik izliyor, büyüyor krize giriyor, büyüyor krize giriyor. Büyümenin ortalamasına nüfus artışını da eklediğinizde, ülkenin temel ekonomik sorunlarını çözen bir durum karşınıza çıkmıyor. Üstüne üstlük de doğayı katlediyorsunuz, çevre katliamı yapıyorsunuz ve iklim sürecine de olumsuz katkılarda bulunuyorsunuz.

ÖM: Evet yani kalitesiz eğitim tamamen bir merak unsurunun da dışında tutulduğu insan beyinlerinin daralmasına ve merakının, vizyonunun yok olmasına da yol açan bir duruma yol açıyor denebilir herhalde?

AB: Evet, zaten eğitimdeki rakamlar ortada, zaman zaman gündeme getirdik, getiriliyor da. Pisa öğrenci kalitesizliği, okul ve eğitim kalitesizliğini ortaya koyuyor. Üstelik bir taraftan da Türkiye’de eğitim; laik bir eğitim olmaktan da hızla çıkıyor, dini eğitimin ağırlıklı bir vaziyette olduğu bir Türkiye gerçeği artık karşımıza çıkıyor. Ekonomik tarafta verimlilik artışı söz konusu değil, büyüme oluyor ama bu büyüme tüketime dayalı bir büyüme oluyor ve bu tüketimi sağlayabilmek için de dış kaynaklara gidiyorsunuz, zincirleme borçlanma gerçekleşiyor. Geçen hafta söylemiştik, Türkiye’de hane halkı borçları 2013-2019 arasında yüzde 100 artmış, 100 milyar doların üstüne çıkmış vaziyette. Borçla gerçekleşen büyüme teknoloji- makine sanayinde olmadı, Türkiye’nin ihracat kapasitesine baktığımızda zaten bunu görmek mümkün, onun da altını çizdi Daron Acemoğlu. Yüksek teknolojiye dayalı ihracatımız  yok gibi..

İhraç ettiğimiz ürünler; teknoloji yoğun özellikleri olmayan ürünler, katma değerinde yüksek teknolojik katkı olamayan düşük mallar, teknolojik rekabet üstünlüğü az olan, emek yoğun, daha çok ucuz iş gücüne dayanan ürünler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye 2006’dan sonra toplam faktör verimliliği, üretkenliğe ve teknolojiye dayalı yatırımlar söz konusu değil. Zaten Türkiye’de şu anda yabancı- özel fiziki sermaye yatırımı yapılmadığı gibi doğru dürüst yatırımda yapılmıyor, kimse ülkenin geleceğine güvenmiyor, gerçekleşen yatırımlar daha çok kamu kaynaklı ve inşaat sektöründeki stokları çözmeye dönük bir şekilde kredi mekanizması oluşturulmaya çalışılıyor. Son 2 yılda kamu bankları ve merkez bankası döngüsünde bir kredi- faiz mekanizması oluşturulmaya çalışılıyor, özel sektör ve yabancı bankalar bu işleyişe tüm zorlamalara rağmen girmiyor. Hazineye   yük getiren uygulamalar bunlar. Acemoğlu konuşmasında Türkiye ekonomisindeki kronik durumu ve gidişata ilişkin endişeleri de ortaya koydu. Verimlilik ve üretkenlik meselesini ayrıntılı bir şekilde gündeme getirdi, verimlilikle bağlantılı tüm alanlara değindi, eğitim düzeyi, teknolojinin kullanılması,  orta sınıfların bu süreçten ekilenimi diğer ülkelerden de örnekler verilerek değerlendirdi. Ancak önemli konu Daron’un da kitabına ilham olan en önemli husus - bir anlamda bir önceki kitabın da devamı niteliğinde olan- demokrasiyle büyüme arasındaki ilişki.

ÖM: Oraya geçmeden deminki konuda son bir cümle daha üzerinde konuşmak istiyorum. Bu özellikle kalitesiz eğitim, bir yandan da siz de belirttiniz şeriatla ilgili yani dini kuralların yerleştirilmesiyle ilgili konular da kaygı verici bir yapıda bulunuyor. Bugünkü gazetelerde Cumhuriyet ve Birgün gazetelerinde bu konuya değinen manşetler var, her iki gazetenin manşeti de böyle yani “ilahiyatçı ve hukukçulara göre her alanda dini kurallar yerleştiriliyor” demiş Cumhuriyet gazetesi bugün, diyanetin de özellikle adım adım alt yapıyı hazırladığı, işte hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu ile ve Türkiye Barolar Birliği başkan yardımcısı Hüseyin Özbek’le yapılmış konuşmalarda hukuk devletinin zedelenip daha çok referansların hukuk kaynaklı olmaktan çok dini referanslarla adım adım şeriat altyapısı hazırlanmasına devam ediliyor. Niyet şeri İslam devleti kurmak diye mesela ilahiyatçı Cemil Kılıç’la da konuşulmuş, özellikle bazı cemaat ve tarikat liderlerinin diyanetten maaş aldığını anlatmış. Böyle bir durum var. Birgün gazetesinde yuva eğitimi de dahil olmak üzere diyanete teslim edildiğine dair eğitimin, diyanete bağlı dini vakıflara ait yuva sayısı son 3 yılda 2500’ü geçerek 3,5 kat artmış ve eğitim alanı 4-6 yaş grubundaki çocuk sayısı da 95 bine yaklaşmış, 4,5 katlık bir artış var. Yani atananların da 1/10’u din öğretmeni. Böyle de bir durumdan bahsediliyor.

AB:  Galiba okulların açılması sırasında bir program yapmıştık, ayrıntılı olarak şimdi hatırlamıyorum ama gözden kaçan bir husus vardı. Diyanetin Türkiye milli eğitimi içindeki yerini analiz etmiştik, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında sayısını bilmediğimiz  protokoller var. http://acikradyo.com.tr/ekonomi-politik/piyasa-ve-din-arasinda-turkiyede-degitim-sistemi Protokolleri ilçe düzeyinde bile görüyorsunuz, ilçe müftülüğü ile ilçe milli eğitim müdürlüklerinin eğitim protokolleri, bunların tamamı eğitimin dini yönlendirilmesine ilişkin. Merkezi olarak yapılan protokoller dışında –o yüzden sayısını da bilmiyoruz-  ilçe müftülüğü ile okullar arasında, il ilçe müdürlükleri ile diyanet birimleri arasında eğitimin dinselleştirilmesine, dinin eğitim içindeki yerinin artırılmasına dönük, programlara içeriklere kurslara yönelik müfredatı anlatmıştım, çocuk gençlerin  sosyal hayatı belirleyecek dini derneklerle yetiştirilme süreçlerini anlatmıştık. Dolayısıyla Türkiye’de bugün laik bir eğitim sisteminden söz etmek ancak belli adacıklar için belki mümkün ama genel olarak milli eğitim politikası diyanet içerisinde belirlenen bir politika haline gelmiş durumda.

Daron Acemoğlu konuşmasında Malezya’dan da bahsetti, Malezya eğitimi ve teknolojisi üzerinde durdu ve ileri kapasitesinden söz etti. Hatırladım, yıllar önce 2000 başları olmalı, Alvin Toffler  Türkiye’de bir konuşma yapmıştı, belki siz de oradaydınız, bir örnek vermişti, “Malezya da bir İslam devleti ama sizden çok ileri bir teknoloji ve eğitim düzeyinde” demişti. Toffler; “Sizden teknoloji olarak çok ileri durumdalar, onlar Kuranı Kerim’i tabletten okuyorlar” demişti.

Türkiye iktisadında teknoloji işin neresinde? Seçiminiz beton ve inşaat olunca bir yerinde olmadığı kesin. Hatırlarsanız Milli Eğitim Bakanlığı’nın her öğrencinin bilgisayarlandırılması projesi de çökmüş durumda, eğitim kalitesizliği nedeniyle matematikte, okumada, bütün derslerde OECD’nin sonuncusuyuz, dünya sıralamalarında da çok gerideyiz. Artık dini bir eğitim anlayışı bulunmakta, eğitimin paspartusu da çerçevesi de böyle artık. Dindar nesiller yetiştirmek düsturumuz dememişler miydi, geçekleşiyor. Dolayısıyla Türkiye’de yakın dönemde hem üretkenlik artışı sağlayacak teknoloji üretecek, teknolojiyi kullanacak nesiller görmek çok zor, zaten yatırımlar böyle yatırımlar değil, inşaata gitmiş durumda, o da krizde, eğitimin bugünkü düzeyi de cevaz vermiyor açıkçası.

Dediğim gibi Acemoğlu’nun politik iktisatta önemle üzerinde durduğu husus demokrasiyle ekonomi ve büyüme ilişkisi. Kendisi kitaplarında; “Demokrasiye geçen ülkelerde ekonomik büyüme daha belirgin ve yüksek oluyor” diyor. Son yıllarda özellikle Çin’den kaynaklanan, otokrasi ve diktatörlüklerin ekonomik büyüme üzerinde daha büyük bir katkıda bulunduğu savı var. “Bu sav  işleniyor ama yapılan çalışmalarda bu gözükmüyor” diyor Acemoğlu, çünkü demokrasiye geçen ülkelerde demokratik alanlar açılıyor, demokrasi tanımlanıyor, bağımsız kurumlar, insan hak ve özgürlükler belirginleşiyor. Daron’un da söylediği, hepimizin bildiği, eğer bir ülkede dünyada hapisteki gazetecilerin yüzde 20’si Türkiye’de bulunuyorsa, birinciyiz, böyle bir ülkede  demokrasinin varlığı hiçtir, böyle bir ülkede verimlik üretkenlik artışı söz konusu olamaz, iktisadi büyüme-verimlik demokrasi arasında ilişki söz konusu değildir. Ülke hesaplarına ve verilerine bile güven yoktur. Devletin değil tek adamın belirleyici olduğu bir ekonomik rejim bulunuyor, böyle bir ekonomiye ne fiziki sermaye geliyor, ne de yerli yatırım söz konusu oluyor. Gelenlerde plazalara, tower’lara, TOKİ’lere, inşaatlara gidiyor ve tüketime harcanıyor.

Dolayısıyla demokrasiyle ekonomik büyüme arasındaki kopukluk eşitsizliği de beraberinde getiriyor,  sosyal devlete kaynak aktaramıyorsunuz. Demokrasi ile büyüme arasındaki ilişkiyi görmezden gelen iktidarların saplandıkları bu süreç  krizle sonuçlanıyor, ülkeler derin ekonomik krizler sonrasında iktisadi ve siyasal reform yapmak, demokrasiye geçmek durumunda kalıyorlar. Çıkış ancak bu şekilde olabiliyor. Acemoğlu’nun söylediklerini böyle özetlemem mümkün. Şunları da eklemeliyim: Türkiye’de 2000’le 2006 arasında kabul edilen AB demokratikleşme paketleri, hem yerli hem yabancı sermayenin yatırım yaptığı, bağımsız kurumların oluştuğu,  Merkez Bankası’nın saraydan yönetilmediği, kamu bankalarının saraydan yönetilmediği, rekabet kurumu ve düzenleyici kurumların politikayla olan bağlantısının, bırakın tek insanla olan bağlantısının olmadığı zamanlarda, güven veren düzenlemelerin, yapılandırmaların olduğu dönemlerde, ülkeler daha fazla ileri teknoloji katkılı verimli büyüyorlar, daha kaliteli büyüyorlar. İktidarlar daha dikkat ediyorlar, demokratik denetim düzenin olduğu durumlarda, meclislerin doğru dürüst çalıştığı durumlarda, bütçe üzerinde kamuoyunun şeffaf bir şekilde eğilebildiği ortamlarda, yani demokrasinin bir şekilde işlediği  ortamlarda ekonomik büyümenin kalitesi de yükseliyor.

Acemoğlu’nun dikkat çektiği hususların başında bu husus geliyor, yani demokrasiniz iyi ise ekonominiz de iyi oluyor. Böyle bir ortamda da kötü ekonomi yönetimi ayrı bir konu, ancak  kurumları ortadan kaldırırsanız, parlamentonun işlevini bitirirseniz, parlamento ve kamuoyu denetimi olmazsa, Sayıştay icra faaliyetini sürdürmekten alıkonursa, kurumlar güdükleştirilirse ve tek adama bağlanırsa, hiç demokrasiyseniz, ekonomik krizler kaçınılmazdır. Bir de üstelik sizin ekonominizde ciddi bir tasarruf açığınız var, cari açığınız var, buna rağmen ihtiyacınız olan kaynak girişi sadece dünyadaki faizlerin düşüklüğü nedeniyle risk alan sıcak paraya bağlı ise, gelen sıcak parayı da inşaata yatırıyorsanız, teknolojiye yatırmıyorsanız, yılları ıskalıyorsunuz demektir. Sıfır gelecek demektir. Boşuna söylemiyorum,  21.yüzyılı Türkiye ıskalamıştır, bugün iktidar değişse  toparlanması bile çok ciddi zamanı alacak hususlardır.

Tabii o toplantıda vurgulanmayan iki şey var benim açımdan, konuşma fırsatımız, soru sorma fırsatımız olmadı zaman darlığı nedeniyle. Birincisi; iktisadi büyüme ile iklim sorunu arasında olan negatif ilişki, Acemoğlu yaşanan iklim krizi ile var olan büyüme paradigması arasında, gezegeni yok eden ilişkiye değinmedi. Artık kitap çıktığında göreceğim ama Daron Acemoğlu’nun bu konuları ihmal ettiğini zannetmiyorum ama ancak  büyüme meselesinin konuşulduğu bir toplantıda iklim kelimesi geçmedi, değinilmedi. Bu bir eksiklikti, rahatsız oldum..

ÖM: Ben de onu soracaktım, bu çok önemli çünkü daha yeni elimizdeki şeylere göre şimdi sürekli olarak buna saplantılı bir şekilde dönmek gibi olsun istemiyorum ama buna rağmen de dünyanın önde gelen bilim insanlarına, Eric Holdhouse’un verdiği mesela hesapta 2020’nin 2019’dan daha sıcak geçeceği önümüzdeki yılın ihtimali yüzde 68 olarak veriliyor ve 2019 da tarihteki en sıcak ikinci yıl olarak kayda geçiyor, artık kesinleşti bu. 2020’nin de onu geçmesi söz konusu, belki de tarihteki en sıcak yıl olacak. Son 7 yıl tarihteki 2014, 2015, 2016, 2017, 2018, 2019, 2020 diye gidiyor yani hepsi son 7 yıl içinde en sıcak yıl. Artık küresel ısınmanın var olup olmadığını tartışacak bir halimiz filan hiçbir şekilde kalmadı, tam tersine bütün ekonomik gelişmeleri hatta dünyanın en önemli bilimcilerinden bir tanesi olan Rokström’ün net olarak söylediği gibi milyarlarca insanın ölmesinin söz konusu olabileceğini 4 derecelik bir artışla. Milyardan bahsediyoruz milyon da değil yani, dünya nüfusunun yarısına yakınının yok olacağını Extinction Rebelian’ın internet sitesinde yani Twitter şeyinde net olarak görmek mümkün.

AB: Büyüme paradigması iktisatçıların en fazla üzerinde durduğu husustur, ancak iklim sorunsalını içermeden oluşturulamaz bir tez halindedir. İklim meselelerini içselleştirdiğiniz ölçüde, iklim ve  istihdam dostu düşüncesinden hareket etmeden, istihdam ve ikilimi başat olarak görmeden iktisadi büyüme paradigması oluşturmak doğru değildir, isterseniz bu büyüme teknoloji kaynaklı büyüme olsun, iklim krizini göz ardı etmişse gerçeklikten uzak bir düşüncedir. Gezegenin durumu ortada iken,  tüm yıkım ortada iken, büyüme sorunsalına iklim sorunsalı ile ilişkilendirerek bakmak gerekli olmaktadır.

Konferansta değinilmeyen diğer bir konu da; Kürt sorunu, büyüme ve demokrasi ilişkisi. Evet, Türkiye’nin temel sorunu ekonomide üretkenlik, teknoloji kullanımı, eğitim vb., ancak ülkemizin deve dişi bir sorunu bulunuyor, demokrasimiz ortadan kalkmış durumda, otokratik bir yönetim içindeyiz, ülkenin 100 yıllık kadim bir meselesi var: Kürt sorunu. Kürt sorununun çözümü ile demokratikleşme iç içe geçmiş süreçlerdir, içselleşmiştir. Ülkenin mali kaynaklarının yüz yıl boyunca muazzam harcandığı bir meseledir. Dolayısıyla, iktisadi büyümeyi konuşurken bu iki hususu göz ardı edemezsiniz. Kürt sorunu ile demokratikleşme birbiriyle kapsar vaziyettedir. Bu sorunu çözmeden demokratikleşme gerçekleşmiyor, onu gördük, Kürt sorunu ile demokratikleşme iç içe.  

Sorunun çözümü ile iktisadi büyüme ve verimlilik kavramları da çok iç içe, yüzyıl boyunca harcanan mali ve insani kaynakların haddi hesabı yok, bilmiyoruz bile, 1900’lerin başından itibaren, cumhuriyetin kuruluşundan beri bu sorunla iç içe yaşıyoruz. Şimdi üstelik bu sorun, ülke sınırlarımızın dışına da çıkmış vaziyette, dolayısıyla Türkiye’nin büyüme paradigması üzerinde konuşurken,  iklim krizinden ve kadim Kürt sorunundan bağımsız ele alan analizin yeterli olmayacağı  düşüncesindeyim.

Son olarak Acemoğlu’na çok değerli katkılarda bulunan bir bilim insanı ve biliyorsunuz onun akademik hayatında çok önemli bir ödülü bulunuyor, 40 yaş altı Nobel olarak algılanan Clark ödülü almıştı,   Nobel öncesi verilen ödüllerden biri olarak adlandırılır. Kurumsallaşma, demokrasi ve büyüme arasındaki ilişkilerde gerçekten çok önemli katkıları var ama iklimle ve Kürt sorunuyla meseleyi bağlamanın yararlı olduğunu düşünüyorum, son kitabında iklimle bağlantılı bir analiz olacağını düşünüyorum, umuyorum. Daron Acemoğlu ile ilgili aktarımı burada keseyim isterseniz.

ÖM: Evet burada bitirelim, yani bu çok döne döne üzerinde konuşmamız gereken çok temel meseleleri içeren bir şey onun için de zaten bunu konuşmaya devam edeceğiz herhalde.

AB: Evet. Başka konulara vaktimiz yok, değinemeyeceğiz.

ÖM: Evet çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere hoşça kalın!

AB: Hoşça kalın!