Ne ararsak onu buluruz…

-
Aa
+
a
a
a

Bugün, karşılaşmaya başlayacağımız durgunluk, fakirlik, cehalet, çaresizlik… Hep demokratik ilkelerle yönetilen partilerimiz ve köy ve mahalleden başlayan yerinden demokratik bir yönetimimiz olmadığındandır. Önce ne istediğimizi bilip, tanımlayalım; bizi güdecek adam mı arıyoruz, yoksa halk idaresi mi?

T24 (25 Haziran 2018)

Yürütme gücünün toplandığı Cumhurbaşkanı'nı ve yetkileri azaltılmış Meclis üyelerini seçtik.

İktidar yandaşlarına göre, “halk muhalefeti sandığa gömecek”; İktidar karşıtlarına göre ise, “Halkımız durumu tam anlamıştır, gereğini yapacaktır!”

Bu aşırı görüşleri açıklayanlar milyonlarca insanın sandığa gömülemeyeceğini, halkın çoğunluğunun durumun gereğinde uzlaşmadığını bilmiyorlar.

Önümüzdeki aylarda, neredeyiz diye şaşırıp kalacağız; alaca karanlık, ıslak, ıssız, taşlı çukurlu değişik yollardan birini, nasıl seçeceğiz de, nereye gideceğiz?

Çok partili seçim sistemine böyle şaşkınlıklar yaşamamak için geçmemiş miydik?

Evet ülkemizde yargı denetimindeki demokratik ilk seçim 68 yıl önce yapıldı, iktidardaki tek parti CHP yerine Demokrat Parti geçti.

Seçimli yıllarda ne aradık, kimleri seçtik? Hangi partileri niçin seçtik?

Çok partili ilk seçimden sonra geçen 68 yılda 47 hükümet kuruldu, iki kez askeri darbe ile karşılaşıldı. Darbelerde, pek çok yetişmiş insanımızı hapishanelerde kaybettik, bazı gençlerimizi ölümle cezalandırdık, binlerce iyi yetişmiş gencimiz yurt dışına kaçtı.

İlk darbeden 17 ay sonra, ikinci darbeden 3 yıl sonra seçim yaptık.

Halkın seçtiği üç siyaset adamı; Menderes, Demirel, Özal  ve Erdoğan, çok partili 68 yılın 48 yılında, yarım asra yakın zaman Türkiye’yi yönettiler. Erdoğan’ın son yedi yılını çıkarırsak, dört liderin temel siyasal tercihlerinde benzerliklerin az olmadığını söyleyebiliriz.

Geriye kalan 18 yılın, 7 yılında İnönü ve Ecevit koalisyon hükümetleri, 3 yılında Ecevit’in iki partiyle oluşturduğu koalisyon hükümeti ve 1 yılında Erbakan’ın kurduğu  koalisyon hükümeti tarafından yönetildik.

Kalan 7 yılında da darbe ve müdahaleyle boğuştuk.

Şu düşüncemi açıkça yazmak istiyorum:  2. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1950’de başlayıp 2018’de vardığımız sonuç, esas itibariyle Menderes, Demirel, Özal  ve Erdoğan’ın  eseridir.

Bu sabahtan itibaren karşılaşacağımız sorunlar niçin çıktı, niçin çözemedik? Nasıl çözebiliriz?

Cevaplamaya çalışacağım: 68 yılda kendi içinde demokratik olan bir parti kuramadık. Üye-parti yönetimi, üye-örgüt-parti merkezi-parti örgütü ilişkileri açık ve demokratik olan bir partimiz olmamıştır. Bütün partilerimiz lidere  bağlı ve bağımlıdır. Oysa Avrupa’da, demokratik ülkelerde liderler parti örgütüne bağlıdır; örgütün kararlarını duymadan kendileri bir karar açıklamazlar.

Demokratik partiler kurulmak istenmemiş midir? Hemen cevaplayayım:

Partileri demokratikleştirme girişimleri olmuştur ancak liderler, maalesef basının da yardımıyla partilerin demokratikleşmesini önlemişlerdir.

1955’ten beri CHP’de çeşitli demokratikleşme  girişimlerini bizzat  yaşadım.

Demokrat Parti’den başlayarak, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Ak Parti’de de demokratikleşme istek ve girişimleri olmuş, hepsini liderler önlemiştir.

Parti merkez karar organları üyelerinin seçilmeleri, görevden alınmaları ve yerine yenilerinin atanması, partinin milletvekilleri adaylarının hepsinin lider tarafından belirlendiği ülkemizde, partilerimizin halka demokrasi vaat etmesi ne kadar inandırıcı olabilir? Hiçbir partimizde, liderin karşı olduğu bir kişinin milletvekili adayı, il ve ilçe başkanı, belediye başkanı adayı olması söz konusu değildir!

Memleketimizin sorunlarını çözecek bir parti arıyorsak, kazanabilir-kazanamaz demeden önce, o partinin demokratik olup olmadığına bakmalıyız.

Türkiye’de demokratik bir parti yoktur!

Dolayısıyla ilk ihtiyacımız hemen bugünden tezi yok, içinde ve dışında demokrat olan bir parti kurmalıyız! Lütfen lider aramayalım, bir programda birleşen kurucuların kuracağı bir partiye muhtaç olduğumuzu bilelim.

İkinci ihtiyacımız, “yerinden yönetim" sistemidir. Demokratik ülkelerin hangisinde vardır bizim köy idaremiz, kaymakamımız, bakanımız? Bizim geldiğimiz yer yönetim değildir, aklımıza geleni, ihtiyaç diye düşünüp kanun yapmışız. Her  defasında merkezin yetkisini arttırdık. Sonunda, halka hizmet sanarak, kanun maddeleriyle, yargı kararlarını  hükümsüz kıldık!

Demokratik bir parti kurulmadan ve yerinden yönetime geçmeden, demokratik ve insan haklarına saygılı bir düzen kuramayız; heveslilerine söylüyorum, otoriter bir düzen de kuramayız!

Bugün, karşılaşmaya başlayacağımız durgunluk, fakirlik, cehalet, çaresizlik… Hep demokratik ilkelerle yönetilen partilerimiz ve köy ve mahalleden başlayan yerinden demokratik bir yönetimimiz olmadığındandır.

Önce ne istediğimizi bilip, tanımlayalım; bizi güdecek adam mı arıyoruz, yoksa halk idaresi mi?