AK Parti'nin Yeni Türkiye'si kapitalizm öncesi devlet projesidir

-
Aa
+
a
a
a

Yeni Türkiye devleti, yasama, yürütme ve yargı erklerini Cumhurbaşkanı’nın uhdesinde toplamak suretiyle eski devlet yapısını kökten değiştiren bir ‘tek adam’ rejimidir. Dayanağı kapitalizm öncesi ideolojidir. 

Kaynak: Gazete Duvar (7 Ağustos 2017)

Kemalizm’in savunucuları anayasada değiştirilmesi yasaklanan ilk üç maddenin korunmuş olmasını eski rejimin devam ettiğini sanmakta ve teselli bulmaktadırlar. Oysa Yeni Türkiye’yi karakterize eden erkler birliğine dayalı ‘tek adam’ rejiminin kurulmasından sonra anayasanın 2'nci Maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti (…) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmü işlevini yitirmiştir.

Atatürk ve arkadaşlarının 1923’te kurdukları Kemalist rejim 16 Nisan 2017’de kabul edilen anayasa değişikliği ile ustaca tasfiye edildi. Yerine Sayın Erdoğan’ın riyasetinde ve Sünni İslam eksenindeyeni bir rejim kuruluyor. Bu bir yorum değil, Sayın Erdoğan’ın tasfiye amaçlı bir KHK münasebetiyle “Türk devletindeki tasfiyeler sayesinde ‘sıfır kilometre’ bir devlet” kuracaklarını açıklamasıyla resmiyet kazanan bir gerçekliktir (1).

Kemalist devlet, Kurtuluş Savaşı’nın bitimini izleyen ortamda devrimci bir yöntemle kuruldu. Yeni Rejim ise evrimci bir yöntemle kuruluyor. Yeni Türkiye’nin kuruluşunda tedrici geçiş yolunun seçilmesinin nedeni Kemalist rejim yandaşlarının tepkisini asgari düzeyde tutmak ve yeni rejimin sorunsuz biçimde kurulup yaygınlaşmasını sağlamak olduğu açıktır. Yeni Türkiye mimarlarının diğer bir becerisi de Kemalist rejimin sözel dayanaklarını anayasada koruyarak onu işlevsizleştirmeyi başarmış olmalarıdır.

Yeni Türkiye devleti, yasama, yürütme ve yargı erklerini Cumhurbaşkanı’nın uhdesinde toplamak suretiyle eski devlet yapısını kökten değiştiren bir ‘tek adam’ rejimidir. Dayanağı kapitalizm öncesi ideolojidir. Kemalizm’in savunucuları anayasada değiştirilmesi yasaklanan ilk üç maddenin korunmuş olmasını eski rejimin devam ettiğini sanmakta ve teselli bulmaktadırlar. Oysa Yeni Türkiye’yi karakterize eden erkler birliğine dayalı ‘tek adam’ rejiminin kurulmasından sonra anayasanın 2’nci Maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti (…) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmü işlevini yitirmiştir. Yeni Türkiye devleti artık demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti değil, tek adamın yönettiği bir organdır. Sünni İslam ideolojisini esas alan Yeni Türkiyedevletinin laik kalmaya devam edeceği olasılığı da söz konusu değil. Nitekim devletin eğitim sistemi, Sayın Erdoğan’ın sıkça yinelediği üzere, “dinine ve kinine bağlı” bir gençlik yetiştirmek amacıyla yeniden örgütlenmektedir. Böylece Kemalizm’in amaçladığı seküler toplum düşüncesi de bir düş olacak.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE DEVLETİ YÖNETEN SINIFLARIN KONUMU

Türkiye Cumhuriyeti devleti asker-sivil bürokrasi tarafından kuruldu. Bu, sınıf tabanı olmayan üstten bir kuruluştu. Batı’daki burjuva devlet yapılanması örnek alınmıştı. Bürokratik iktidar var olmayan burjuva sınıfının görevlerini üstlenmişti. Devlet bir yandan burjuva demokratik devrimleri yapıyor, diğer yandan Osmanlı devlet düzeninden kalma kapitalizm öncesi kurumları ve çağın dışında kalan değerleri tasfiye ediyordu. Burjuvazisi olmayan bir burjuva devleti kurmak isteniyordu. Yeni devlet kurucu önderin ismine izafeten Kemalist rejim, kısaca Kemalizm olarak adlandırıldı. Yeni rejimin teorisyenleri zamanla devletin desteğiyle milli bir burjuvazinin yetişeceğini ve bürokrasinin kurduğu devletin sınıfsal bir temele oturacağını varsayıyorlardı. Batı’daki burjuva devrimlerinin tam tersi bir yol izleniyordu. Oysa Batı’da burjuvazi aristokrasiye karşı halk yığınlarıyla birlikte devrim yapmış ve sınıf iktidarını halkın desteğiyle kurmuştu.

Toplumun katılmadığı tepeden kurulan bir rejimi sürdürmenin tek yolu vardır: zor kullanmak. Kemalist rejim de kaçınılmaz olarak baskı ile sürdürülmüş ve çizgi dışı sapmalar ordu müdahalesiyle düzeltilmiştir. Gerçekten Türkiye’de devlet desteğiyle giderek güçlenen bir burjuva sınıfı oluştu. Ama hiçbir zaman devlete egemen bir sınıf olamadı ve Batı burjuvazisi gibi iktidara damgasını vuramadı. Asker-sivil bürokratik iktidar blokuna bağımlı bir sınıf olarak varlığını sürdürdü. Bugünkü büyük burjuvazi (TÜSİAD) bile sınıf iktidarını kurmak ve devlete yön vermek gibi bir işlevinin olduğunu kabul etmek istemiyor. Çünkü büyük ihaleleri yöneten bürokratik devlettir. Dünkü cılız burjuvazi, kuruluş aşamasındaki devletin kimi ihtiyaçları için ithalat ve ihracat yapmakla yetiniyordu. Bugün de büyük holdingleri yöneten montajcı sanayi burjuvazisi, yabancı ortaklarıyla birlikte, ordunun silah ve mühimmat ihtiyacı, tank ve gemi inşası, elektronik cihazlar, İHA’lar ve Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların sağlanması vb. için sıkça açılan büyük kazançlı devlet ihalelerinin peşindedir. Türkiye burjuvazisi dışa açılamadı. Batı burjuvazisiyle rekabet edecek güçte değil. Sermaye sınıfının kazancı büyük ölçüde iç sömürüye dayanıyor. Bu nedenle devlete egemen güçlerle ihtilafa düşmekten özenle kaçınmaktadır. Örneğin, anayasada yapılan köklü rejim değişikliği karşısında tepkisiz kalmıştır. Bu, açıkça bir sınıfsal körlüktür. Burjuvazinin sınıf çıkarlarıyla örtüşmesine karşın, Kürt sorununun çözümü ve toplumsal barışın sağlanması, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve gerçek bir hukuk devletinin kurulması için mücadele etmekte çekingen davranması da sınıfsal varlığının inkârıdır. Keza sınıf çıkarlarına ters düşmesine karşın OHAL rejiminin süreklilik kazanmasına ilgisiz kalması kabul edilemez bir zaaftır.

Görüldüğü gibi Türkiye burjuvazisi büyük holdinglere ve görece güçlü bir sanayi sektörüne sahip olmasına karşın, yapısal nedenlerle, Batı burjuvazisiyle eşdeğer nitelikte bir sınıf devleti kurmayı başaramamıştır.

Sonuç olarak Kemalist Cumhuriyetin bir burjuva devleti olduğunu söylemek gerçekçi değildir. Keza Türkiye’nin bir burjuva devleti olduğu varsayımı ile yapılan siyasal ve sosyolojik çözümlemeler de yol gösterici olmaktan uzaktır. Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalar bir yana, burjuvazinin Yeni Türkiye modeline bigâne kalması bile, tek başına, bu gerçeği kanıtlamaya yeterlidir.

AK PARTİ’NİN KURMAKTA OLDUĞU YENİ TÜRKİYE’NİN İDEOLOJİSİ VE SINIFSAL DAYANAKLARI

AK Partinin Yeni Türkiye projesi uzun bir sürecin ürünüdür. Projeyi başlatan Sayın Erbakan’dır. Yeni Türkiye, Milli Nizam Partisi’nin kurulduğu 1960’lı yıllardan başlayarak devam edegelen bir siyasetin günümüzdeki ürünüdür. Yeni Türkiye düşüncesinin hayata geçmesi için asker-sivil bürokrasinin baskısından kurtulmak, özellikle silahlı kanadı pasifize etmek gerekli bir zorunluluktu. Parti kapatmaları, tutuklamalar, vakıf, tarikat ve benzeri dinsel amaçlı kuruluşların tasfiye edilmesi, yayın organlarının kapatılması hareketin iktidar amaçlarına set çekiyordu. Yeni Türkiye hareketinin öncü kadroları uzun yıllar CHP+Ordu=Devlet denklemi karşısında çaresizdi. Hem CHP’yi alt etmek, hem de orduyu kışlasına kapatmak aşılması gereken ağır sorunlardı. AK Parti, iktidara geldiği 2002 tarihinden başlayarak etkin ve tutarlı bir mücadele başlattı. İlk beş yıl boyunca demokratik hak ve özgürlükleri genişletme ve hukuk devletini güçlendirme yönündeki politikalar sayesinde içte ve dışta büyük itibar kazandı. Ordunun radikal unsurlarına karşı başlattığı Ergenekon ve Balyoz davalarında kamuoyundan destek gördü. Önemli tasfiyeler yapıldı. Daha sonra yenilgiyle sonuçlanan 15 Temmuz Fetöcü hain ve caniyane kalkışma hareketini yapanların tutuklanarak tasfiye edilmeleriyle de ordu önce Kemalist unsurlardan, sonra da Yeni Türkiye projesinin karşıtlarından tamamen arındı. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığı’na, Kuvvet Komutanlıkları da Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Böylece Silahlı Kuvvetler AK Parti iktidarına bağlı bir kuruluş haline geldi. Miadını dolduran Ordu+CHP=Devlet denklemi yerine AK Parti+Ordu=Devlet denklemi kuruldu. Yüksek yargı, vesayet rejiminin denetiminden çıkarıldı. Anayasa Mahkeme’sinin (AYM) parti kapatma tehditleri son buldu. Yeni Devlet denkleminde AYM de AK Parti’nin yörüngesine girdi. Milletvekillerinin tutuklu olarak yargılanamayacağına ilişkin içtihadını unuttu. 12 HDP milletvekillinin makabline şamil bir anayasa değişikliği ile yargılanıp tutuklanmaları karşısında sessiz ve ilgisiz kaldı. Eski kararını uygulayabilmek için adeta talimat bekleyen bir konuma girdi. En azından toplumdaki algı bu yöndedir ve bu algı devam ediyor.

Bugün artık asker-sivil bürokrasi siyasetin dışına çıkmış. Sosyolojik tabanı olmayan Kemalizm de gücünü kaybetmiştir. Yandaşlarının tabulaştırma çabalarına rağmen Kemalist ideolojiye dayalı bir siyasetin umut vaat etmesi olanaklı görünmüyor. Artık siyasal yaşama yön verme ve iktidarı oluşturma gücü halk yığınlarına geçmiştir. Halka rağmen, halk için siyaset yapma dönemi kapanmıştır.

Siyasi partilerin gücünü sağlayan dayandıkları sosyal sınıflardır. Başarılarını sağlayan da yığınları harekete geçirecek güçlü ve uyumlu ideolojidir. Diğer bir deyimle siyasi partilerin başarısı toplumda kurdukları ideolojik ve kültürel hegemonya ile mümkündür. Bugünkü siyasal ortamda bu olanaklara sahip tek parti AK Partidir.

AK Parti, kapitalizm öncesi değerler sistemini modern çağın teknolojisiyle uzlaştırmayı amaçlayan bir politika izlemektedir. Temel ideolojisi dindir. Sünni İslam’ı referans almaktadır. Kapitalizm öncesi kurumların canlandırılmaya çalışması AK Parti’nin Parti-Devleti projesiyle de uyumludur. Yeni anayasa buna elverişlidir. Toplumun büyük çoğunluğu AK Parti’nin inanç temelli ideolojisini ve geliştirdiği kapitalizm öncesi değerler sistemini desteklemektedir. Diğer bir deyimle AK Parti, toplumda, halkın genel eğilimine uygun ideolojik ve kültürel bir hegemonya kurmayı başarmıştır. Eğitim sistemini bu doğrultuda yeniden düzenlenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı, vb. kuruluşlarla yaptığı sözleşmeler uyarınca bunların ürettikleri ve üretecekleri kapitalizm öncesi projeler doğrultusunda bir eğitim politikası izleyecektir. Sayın Erdoğan’ın 19’uncu Milli Eğitim Şurası’nda “bizim bazı sıkıntılarımız var hâlâ… Bu sıkıntıyı Anadolu’dan başlayarak bir hayat tarzı sunarak yeneceğiz” derken, anılan kuruluşların ürettikleri düşünceler temelinde Yeni Türkiye devletinin kültürel eksikliklerini gidermeyi ve AK Parti’nin toplumdaki kültürel hegemonyasını pekiştirmeyi amaçladığı açıktır.

Sayın Erdoğan kapitalizm öncesi değerler sistemini canlandırırken uzun erimli ve rakipsiz bir iktidar kurduğunun bilincindedir. Yeni Türkiye için öngörülen ‘tek adam’ yönetimi kapitalizm öncesi değerler sistemiyle uyumludur. İslamiyet’in gelişme sürecindeki Müslüman devletlerin tümünde olduğu gibi, Osmanlı devleti de tarihi boyunca ‘tek adam’ tarafından yönetilmiştir. Tarihteki Müslüman devletlerin yöneticileri tanrısal iradenin yeryüzündeki temsilcisi olarak algılanıyordu. AK Parti’nin ‘tek adam’ yönetiminde ısrarcı olmasının nedeni de İslami yönetim geleneğine bağlılığın bir gereğidir. Müslüman halkımızın tercihi de bu yöndedir. Eğitimin politikasının inanç ağırlıklı olması kapitalizm öncesi değerler sistemine uygun bir hayat tarzı oluşturmakta gerekli olan bir yöntemdir.

Sayın Erdoğan’ın öncülük ettiği ‘Yeni Türkiye’ devletinin bugünkü yurt ve dünya koşullarında ne ölçüde başarılı olacağını zaman gösterecek. Ama Yeni Türkiye iktidarının uzun ömürlü ve rakipsiz bir iktidar olacağını söylemek bir kehanet değildir.

TÜRKİYE SİYASETİNDE AK PARTİ SEÇENEKSİZ MİDİR?

Bugünkü Türkiye’de AK Parti, halk yığınlarına nüfuz eden, toplumda kültürel ve ideolojik bir hegemonya kurabilen tek partidir. Burjuvazi, açıklanan tarihsel ve sosyolojik nedenlerle sınıf iktidarını kuramamıştır. Ama işçi sınıfı ve müttefikleri kurulan sisteme karşı toplumun tarih dışı maceralara sürüklenmesini önleyecek siyasal ve sosyal bir güç olarak varlığını koruyor. Ne var ki bu gerçeği zamanında algılayan Sayın Erdoğan kullandığı hukuk dışı yöntemlerle, en azından, bu gücü sembolize eden (HDP) hareketi hizaya getirmiş ve şimdilik pasifize etmeyi başarmış görünüyor.

Türkiye’de işçi sınıfı ve müttefiklerinin iktidar alternatifi siyasal bir güç olduğu iddiası pek çok kimse için istihfafla karşılanan hayal ürünü bir düşünce olarak algılanabilir. Ama 7 Haziran 2015 tarihli seçimlerden sonra gelişen olaylar ve Sayın Erdoğan başta olmak üzere iktidarın izlediği saldırgan politikalar kronolojik olarak gözden geçirildiğinde bu tezin hafife alınamayacak kadar gerçekçi olduğu kolayca anlaşılır. İşçi sınıfı siyasal partileri, sendikalar ve emek örgütleri başta olmak üzere, demokratik Kürt özgürlük hareketi, Aleviler ve dışlanan diğer farklı toplumsal grupların ortak bir siyasi hareketi oluşturulduğu takdirde Türkiye’nin tarih dışı maceralara sürüklenmesini önlemek mümkündür.

Demokrasi mücadelesi bağlamında ele alınması gerek bu sorun bir sonraki yazının konusu olacak.

(1)Nakleden Koray Düzgören, Artı gerçek Gazetesi, 05. 08. 2017