“Türkiye toplumu için Covid-19 aşısı kadar rejime güven aşısına ihtiyaç var”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

Ekonomi Politik: 7 Aralık 2020
 

Ekonomi Politik: 7 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar! 

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, Özdeş, Feryal, herkese merhaba, iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Yılın son ayının ilk programını yapıyoruz, yılı da tüketiyoruz. 

ÖM: Evet, bugün esas olarak bu AB ve ABD kongresinden Türkiye’ye yaptırım meseleleriyle biraz başlayacağız galiba değil mi?

AB: Evet. Artık Türkiye, yaptırımlar uygulanacak bir ülke olma aşamasına geldi. Acı ama maalesef bu durumdayız. Dış dinamiklerin Türkiye’yi, yaptırımlarla zorlamaya, format atmaya başlayacağı bir döneme giriyoruz. 

Önümüzdeki günlere 10-11 Aralık tarihinde AB toplanacak, Avrupa Konseyi önceki gün bir bildiri yayınladı. Üçüncü olarak, ABD’nin savunma bütçesi tasarısı içerisinde de Türkiye’ye yönelik yaptırımlar olduğunu görüyoruz. Bir yaptırımlar kuşağına girdiğimizi ve girdiğimiz bu kuşağın da hiç iyi olmadığının belirtelim. Ülke içi dinamikler, yani siyasi ve toplumsal muhalefet, dış yaptırım sürecini göz önünde bulundurarak siyasa geliştirmeli, pozisyon almalı, iç mücadele pratiklerini buna göre ayarlamalı. 

Artık, yurt dışından, uluslararası kuruluşlardan, müttefiklerden bugünkü ülke yönetime güven duyulmuyor. Yaptırım uygulamak demek, aslında ülke yönetimine duyulan güvenin bitmesi demek. Yurt içinde yönetime azalan güven, yurt dışında da tükenmiş durumda. Bugün, Türkiye’de yaşayan halklar için, Türkiye toplumu için, Covid aşısı kadar rejime güven aşısına ihtiyaç var. İhtiyaç duyulan güven aşısı aslında rafta bulunuyor, yeniden keşfe gerek yok. Güven aşısının terkibi de belli; demokrasi, insan hakları, özgürlükler, yargı ve medya bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığına dönüş. 

Bunları zerk ederseniz, hem içeride hem de dışarıda güven duyulan bir ülke oluyorsunuz. Ülkenin altından kayan en önemli şey, yönetime olan güven. Yurt dışında güven duyulmayan bir ülke olduğunuzda da sonuç; yaptırımlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Çatışmaların ve anlaşmazlıkların demokratik ve diplomatik kanallardan yürümemesi yaptırımları gündeme getiriyor. Güvensizlikten çıkışta demokrasiyle çözümlenebilecek bir husus. Siyasal ve toplumsal muhalefetin bir araya gelmesi, bir demokrasi cephesi kurması gerekiyor. Belirtelim; millet cephesi değil, demokrasi cephesi kurulması gerekiyor. 

Türkiye 1970’li yıllarda da yaptırımlarla karşılaştı ancak aradaki farkı da hemen ortaya koymamız lazım, 70’li yıllar Türkiye’si iktisadi olarak kapalı bir ülkeydi, soğuk savaş denkleminde yer alan bir ülkeydi. Bir ülkenin iktisadi olarak dışa kapalı veya açık bir ülke olması yaptırımların etkisi nedeniyle önemlidir. ABD ile 1970’lerde önce Afyon krizi yaşandı, afyon ekiminin yasaklanması istendi, direnince yaptırımlar geldi. Ardından Kıbrıs harekâtı nedeniyle ikinci büyük bir dalga Amerikan ambargosu uygulandı. 12 Eylül de Avrupa Konseyi’yle ilişkiler sorun teşkil etti, ilişkiler dondu. Yakın zamanda da yine yaptırımlar yaşadık. Rus uçağının düşürülmesi sonucunda bugün ‘dost ülke’ dediğimiz Putin Rusya’sının uyguladığı yaptırımlarla karşı karşıya kaldık. Sonra ABD’li rahip Bronson meselesinde yaptırım durumuyla karşı karşıya kaldık. Velhasıl son 4 yılda hem ABD ve Rusya ‘dan gelen yaptırımlara ve tehditlerine muhatap olduk. Her ne hikmetse yaptırımlar uygulayan ABD Başkanı da, Rusya Başkanı da, Türkiye’nin Başkanının dostları. Yaptırımlar tarihimizi burada keseyim. Ekonomiye ilişkin bir kesit vereyim.

Türkiye kazanılmamış dövizlerle, yani dış borçlarla uzun yıllar harcama yapan bir ülke oldu. Yapılan harcamalarda döviz kazandıran, teknoloji geliştiren alanlara yapılmadı. İnşaat ağırlıklı döviz kazandırmayan alanlarda harcandı. Aldığınız borçla yüksek gelir elde ediyorsanız, katma değer yaratıyorsanız, istihdam ve teknoloji elde ediyorsanız, aldığınız o borç, işe yaramış bir borç demektir. Ancak gelen borçlar, verimsiz alanlara harcandı, borçla sultan olundu, develer kurban edildi. Açılışlar, inşaatlar, betonlar, plazalar, AVM’ler. Borcu/dövizi kendisinin kazandığını olduğunu düşünen Sultan, kazanılmayan bu dövizlerle, borçla otokrasisini kurdu, demokrasiyi rafa kaldırdı. Son 2 yılda tam teşekküllü bir otokrasiyle yaşıyoruz. 

Ülke bir taraftan da militarist eğilimleri güçlenen bir ülke haline geldi, bunlar için de ciddi para harcıyor. Türkiye’nin 14 ülkede askeri bulunuyor, güvenlik harcamaları, silah geliştirme, savunma sanayi harcamaları çok arttı, geçtiğimiz programlarda bu hususlara çok çok değindik. Bir ‘savunma bankası’ bile kurmayı öngören stratejiler tespit edildi. Ciddi savunma- silah harcamaları var Türkiye’nin, bunlardan biri mesela dronlar. Bu konuda bir yazı çıktı geçtiğimiz hafta yurt dışında yayınlanan RT isimli bir dergide. Bianet çevirmiş ve yayınlamış, yazarı Scott Ritter isimli bir kişi. https://bianet.org/bianet/siyaset/235461-turk-dronlariyla-libya-ve-karabag-da-yeni-savas-tipi

Hiç bilmediğimiz bilgilerle karşılaşıyoruz. İlginç bir makale. Makaleden anlıyoruz ki, Türkiye drone’larda dünya çapında bir gelişme kaydetmiş, liderlerden biri olmuş. Hem Suriye’de, hem Irak’ta PYD ya da PKK, Libya’da ve en son Karabağ’da geliştirdiği dronları kullanmış, İsrail’le birlikte, biliyorsunuz İsrail ‘de çok drone geliştirmiş bir ülke, Ermenistan savaşında Türkiye drone’ları aktif bir şekilde kullanılmış. Türkiye drone’ larının nasıl mükemmel olduğunu anlatan bir yazı, okunmasını tavsiye ederim, ilginç bir yazı, bilmediğim şeyleri öğrendim https://www.rt.com/op-ed/508000-turkey-drone-swarms-war/ T Erdoğan’ın galiba dünürlerden biri de bu işle uğraşıyor, değil mi? 

ÖM: Damatlardan biri başında zaten!

AB: Evet. Damatlardan biri başında, henüz sürgüne gitmeyen damatlardan!

ÖM: Bayraktar.

AB: Bayraktar evet, dolarlar drone’lara geçmiş ama bunların hepsi borçlarla yapıldı. Sonuçta borçlarda muazzam devasa boyutlara ulaştı. Nitekim kazanılmamış dövizleri harcaya harcaya rezervler eksiye düştü. Türkiye’nin döviz rezervi, eksi 55 milyar dolara geldi. Eksi rezervler inanılmaz bir gösterge, 82 milyon nüfusu olan bir ülkenin, eksi döviz rezervleriyle yaşama imkânı mümkün değil! Borç içerisinde yüzüyorsunuz, borçlarınız milli gelirinizin 2/3’üne ulaşmış bir durumda.. Böyle bir ülkenin nefes alması mümkün değildir. Sadece biz değil, uluslararası iktisadi örgütler, borçlandığınız fonlar, bankalar derecelendirme kuruluşları böyle söylüyor. 

İşte böyle bir borç batağı içindeyken, ABD ile, Ortadoğu ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle, AB ülkeleriyle, NATO ülkeleriyle aranız iyi değil, bozuk, yaptırımlar aşamasına gelmiş durumdasınız. Rusya dostumuz diyoruz, onlarla da inişli çıkışlı bir hayatımız var, Putin’le şeker renk bir durumumuz olduğu, tadımız olmadığı ortada. Yani dönüp de diğer tarafta gidecek olsanız, kapısını ardına kadar açacak bonkör dostlarınız, yeni dostlarınız yok. ABD’nin bu 740 milyar dolarlık ulusal savunma bütçesine komite onay verdi. Savunma bütçesinin içinde yer alıyor Türkiye’ye yaptırımları, ‘caatsa yaptırımları’ dedikleri ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele etme düzenlemesi, bir yaptırım zinciri, bu şekilde hasımları ikna ediyorlar. Üzerinde anlaşmaya varılan tasarının en önemli maddelerinden biri de Rusya’dan S400 hava savunma sistemi alan Türkiye ‘ye yönelik yaptırımları zorunlu kılması.

NATO ülkesi olarak S400 almayı anlatmak mümkün olamıyor, biliyorsunuz bunların birinci parti alımı gerçekleşti. Bunun deneme uçuşları Ankara oldu, sonra Sinop’ta test edildi. İkinci alımı için de sözleşme imzalandı ama mali modeli kurulamadığı için henüz bildiğim kadarıyla alım gerçekleşmedi. ABD’nin hasımlarıyla yaptırımlar yoluyla mücadele dediği pek çok yaptırım maddesi bulunuyor, 10-15 maddelik bir liste var, önemli kısmı mali konular. Mali yaptırımlar, hem devletin, hem bankaların, hem şirketlerin, hem ailelerin, kişilerin borç batağında olduğu bir ülkede, dudak uçuklamasını, derin yaraya dönüştürecek yaptırımlar. Yaptırımlar uygulamaya geçtiğinde kredi alamazsınız, uluslararası kuruluşlardan da kredi verilmez, ABD Merkez Bankası’yla doğrudan alış-veriş yapma izin verilmemesi gibi çok ağır mali maddeleri olan, ayrıca hukuki süreçler açısından da çok ağır müeyyideleri içeren yaptırımlar bulunuyor. 

Bunların ne kadarı başlangıçta devreye girecek? Bilmiyoruz, görevi bırakmadan önce Trump’ın önüne geliyor bu yasa, Trump bunların hangilerini tercih edecek ama eninde sonunda Biden yönetiminin önüne gelecek yaptırım listesi. Yaptırım listesinden hangilerinin Trump’ın ya da Biden’in seçeceği ve bu yaptırımlardan covid döneminde, kuraklık döneminde, borç batağı döneminde Türkiye’nin nasıl etkileneceğini tahmin etmek hiç güç değil. 

Hemen başka bir hususa sıçrayıp tekrar meseleye döneceğim, Türkiye’de zombi şirketler diye adlandırılan aslında batmış, bitmiş şirketler hurdalığı var, bunlar bankaların bilançosunu işgal ediyor, bir hurdalık bu! Saray bunlara bir çözüm getiremiyor, aylardır, yıllardır getiremiyor. Bunlar yüzdürülüyor, bunlar normalde bilanço dışına çıkması gereken şirketler, BBDK bunları ‘yüzdürüyor, tabir böyle, aslında batmış şirketi ayakta imiş gibi bir uygulamaya tabi tutmak demek, kaynak bulup bunları tamir edemiyorsunuz ya da tasfiye edemiyorsunuz. Covid nedeniyle bu yıl iki kez uzatılan uygulama, yeni bir kararla yine yüzdürülmeye devam edecek. Banka bilançolarında batık olmamış gibi görmeye devam edeceğiz, o şirketler aslında batmış, işi bitmiş, kaynağı yok, çalışanına para ödemiyor, çalışanı kalmamış, faaliyeti yok, gelir üretemiyor, üretim yapamıyor. Bir önlem geliştirmeniz için taze kaynağa ihtiyacınız var, ama kaynak yok. 

Zombi şirketler pek çok sektörde olduğu gibi savunma sanayi şirketlerinde de bulunuyor. Önceki programlarda da değinmiştim, ciddi problemleri var, Drone üretenler buna dahil değil herhalde, orada işler tıkırında olsa gerek. Enerji şirketleri çok zor durumda, şirketler kesiminin çok fazla taze kaynağa ihtiyacı var. Borcunu ödemeyen hane halkları, aileler, kişilerde inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Aynı durum Hazinede yaşanıyor, Merkez Bankası döviz rezervleri eksi 55 milyar dolar... 

AB zirvesi 11 Aralık’ta, AB temsilcisi Borrell bir de şuna işaret etti, virüsün Türkiye’den Avrupa’ya taşındığına dikkat çekti. Salgın hastalıkların Doğu’dan Osmanlı üzerinden Batı’ya geçtiğini ileri sürerek Tanzimat sonrasında bir karantina müessesi oluşturulmuştu. Bu nedenle oluşturulmuş karantina müessesesi. Yönetimi de yabancılara bırakılmıştı, karantinaların işletmesi, gelirleri ve teknik ve tıbbi servisi yabancılar elindeydi. Bu durum Lozan’a kadar devam etti, Lozan’da da bir başlıktır karantinalar, hatırladığım kadarıyla Lozan devam ederken yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde de karantinalar üzerine konuşmalar oldu. Borell in Covid Türkiye’den taşınıyor demesi bana bunları anımsattığı için bu hususu eklemek istedim. Göçte olduğu gibi virüsünde Türkiye’den Avrupa’ya taşındığına dikkat çekilmesi ilişkilerin ulaştığı vahameti gösteriyor. 

Doğu Akdeniz meselesinde derdini diplomatik yollardan dost edinerek açıklayan bir ülke değil Türkiye, gerilim yaratarak yürüyor. Dolayısıyla hem Libya’daki pozisyonu, hem Suriye’deki pozisyonu nu anlatamıyor. Biden mesela, Türkiye’nin Afrin’den çekilmesini, PYD ile iyi geçinmesini, Suriye’de bulunduğu topraklardan çekilmesini isteyebilir mi? İsteyebilir. Afrin’nin tekrar eski sahiplerine verilmesini isteyebilir mi? İsteyebilir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye’nin cepheleri durumu pak iç açıcı olmayabilir. Ki bu cepheler harcama demek. 

Peki gelinen böylesi kara tabloda Erdoğan yönetimi tornistan edebilir mi? Rahip Bronson geriliminde Trump, “ekonomini mahvederim!” diye bir twit atmıştı. “malvarlığını araştırırım!” dendi. Çark edilip Trump’la yeniden ahbap olundu. Şimdi tekrar iyi ilişkiler kurulabilir mi? Sanmıyorum, dış dinamikler açısından bu ilişki artık güvenilmez bir noktaya gelmiş durumda. Çok gelgitler yaşandığı için mümkünü çok zor bir durum. Diğeri, en önemlisi de içeride bir ortağınız var, Cumhur İttifakı’ denilen, etnik, dini ve milliyetçi iktidarın orakları var, en önemlisi işte Bahçeli var, işte Perinçek var, başka güçler var, Susurluk fotoğrafları var. Tornistan etmenize müsaade ederler mi? Bahçeli ile ortaklığı bozmak, iktidarınızdan olmak demek. 

Kafanızı Rusya’ya çevirip gidecek olsanız, size çok da bonkör davranacak bir ülke olmadığı ortada. Türkiye’de Amerikan emperyalizminden söz edilir ama Türkiye’de şu anda Amerika etkisinden çok Rusya etkisi söz konusu hem ekonomik hem de siyasal olarak. Rusya ile Türkiye ilişkilerinin geldiği yer bir bağımlılık içermekte özellikle enerjide ve turizmde. Ama Rusya’nın bize IMF gibi kredi açacak hali yok, kendi sorunları var. Rusya’nın savunma sanayi şirketlerinde bile sorunları var. Bakın bize verdikleri S400, 2007 model, üstelik bunun teknolojisini alıp almadıklarını da bilmiyoruz ABD ile sorun zaten teknolojiden kaynaklanmıştı. Tüm bunları bir kenara koyun, artık iş işten geçti, “döndüm ben sana yine “deseniz bile, Türkiye’ye borç veren ülkeler ve Batılı finans kuruluşları ve piyasalar, ‘hadge ’ fonlar, emeklilik fonları, bu fonları yöneten bankalar, Türkiye ile ilişkilerin iyileşmesini artık bir yönetim değişikliğine bağlamış durumdalar. Foregn Polcy Dergiside bunu yazdı diğerleri de aynısını söylüyor; “Erdoğan’ın reform yapmasını beklemeyin, yaptığı reformlara da inanamayız, aslında Erdoğan’ın yönetiminin, rejiminin değişmesi lazım” diyorlar. 

AB ülkeleri ve Avrupa Konseyi Osman Kavala ve diğer mahkumiyetleri bir yaptırım kriteri haline getirdi. “keyfi mahkumiyetler veren bir ülke olduğun müddetçe benimle ittifak kuramazsın!” diyorlar. Dünya sersem değil, görüyor. Yıllar boyunca gelişmekte olan az demokrasimizden hep söz ettik, bugün gelişmekte olan demokrasi hiç oldu. Dolayısıyla ‘hiç’ demokrasiyle; ne demokrasi ile yönetilen ülkelerin, ne iktisadi uluslararası kuruluşların, ne Türkiye’ye borç verecek yatırımcının gündemindesiniz, ne de bunlarla birlikte bir entegrasyon yolculuğu içerisinde olabilirsiniz. Derdinizi, diplomasi ile değil militarist bir mantıkla açıklamayı seçmeniz nedeniyle de çok yalnız kalan bir ülke haline gelmiş durumdasınız.

ÖM: Ben de birkaç şey ilave edeyim izninizle. Bir kere bu covid19 pandemisi sırasında muazzam bir bu militarizme yönelik, askeri şeylere yönelik çalışmaların sürdürülmesi de çok büyük sorun yani bu tank-palet fabrikası açıklamasında “yapılan işlemin adı satış değil işletme devridir” diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. İlk milli helikopter motoru HİTS1400’ün teslim ve tasarım merkezi açılış töreninde yapmış. Bunu tam anlamak mümkün değil ama aynı zamanda helikopter motoru töreninde bir sabotaj serzenişi de var “hakkımızı helal etmiyoruz” filan diye şirket yetkililerinden birisi öyle demiş. Çok tuhaf durumlar ama bu silah şeylerinin bu Covid’e aktarılmak yerine böyle şeylere ağırlık verilmesinde bir tuhaflık var. ABD’de de aynı şey var “silah satışları müthiş artmış” filan diye bir haber var. İkincisi de Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı Yunanlı bir kadın Margaritis Schinas da “Türkiye’ye yaptırımlar orta ve uzun vadeli de olacak” diye Gazete Duvar’dan bir haber var. Dahası bir de silahların dışında “Türkiye Karadeniz’de de sondaj faaliyetlerini genişletiyor” diye bir haber var Deutschewelle’den. Yani 2021’de faaliyetlere başlaması öngörülen bir sondaj gemisi Kanuni’nin faaliyetlerine yakında başlayacağını duyurmuş. Yani Filyos’da Zonguldak’ta demirli sondaj gemisi, Kanuni’nin görüntülerini içeren bir video paylaşıp “hırçın Karadeniz’de sondaja açılmak için hazırlanıyor. Kule birleşti geri sayım başladı” diye bir militarist bir ifade de kullanılmış. Ben de bunları ekleyeyim dedim.

AB: Enerji ve savunma adımlarına, ataklarına bakarak bazı konuları açıklamak mümkün. Erdoğan yönetimi önce bölgesel güç olmak sonra da mali darboğazdan kurtulmak için acul bir şekilde petrol ve doğalgaz bulma arayışına girdi. Tabii şunu söylemek gerekiyor, tüm bunlar demokratik bir süreç içerisinde açık cereyan eden hususlar değil. Türkiye demokrasisini bırakmış, askıya almış, rafa kaldırmış durumda, otokrasiyle ayakta kalmaya çalışan, borca batmış bir ülke. Hatırlarsınız Ömer bey, Sovyetler Birliği ve doğu ülkeleri rejim değiştirdiğinde, 90’lı yılların başlarında, Turgut Özal ve Süleyman Demirel gibi merkez siyasetin öncüleri; “Adriyatik’ten Çin denizine Türk dünyası hareketi başladı” gibi bir bayrak açmıştı, sonra bundan Avrasyacılık çıktı, başkaları bu bayrağı aldı. İyi hatırlıyorum, o zaman yayınladığım dergide; “bu yaklaşıma dayanak olan bir ekonomik gelişmişlik var mı” diye konuşmuştuk. Lider ülke olmak için gerekli zenginliğe sahip olmadan liderler uçup coşmuştu. Ülke o zamanda döviz açığı veren bir ülkeydi. Erdoğan yönetiminin imkanı, şansı dünyadan çok rahat borçlanabiliyor olmasıydı, şuursuz ve sınırsız borçlanıldı ama artık tıkandı. Aslında, şu anda 17 trilyon Dolar dünyada bankalarda, fonlarda ekside duruyor. Ancak artık siz, iktisadi ve siyasi olarak güvenilir değilsiniz, bu paradan ihtiyacınızı görecek kısmının gelmesi artık mümkün değil. Türkiye ayarı ülkeler borçlanıyor. Dünyada en fazla yüksek faiz vermenize rağmen para gelmiyor, kırıntılar geliyor. İktidar, “el eliyle sultanım, develer olsun kurbanım” diyerek ülkeyi borca batırdı. Saray iktidarı borçla militarist devlet, emperyal devlet, bölgesel güç devlet olmaya kalktı. Doğalgazı da başkasının kiralık gemisiyle ararım, başkasının teknolojisiyle gazı kıyıya taşırım, drone üretirim, onu Azerbaycan’a satarım, İsrail’e düşmanım ama Ermenistan’a karşı, dost olarak pozisyon alırım. Böyle gitmeniz mümkün değil, kadar da hasımla ve borçla olmaz. 

Son olarak motorun çalışma hikayesi. Otokrasinin çaresizliği diye söz ettiğim bir duruma işaret ediyor. Dolayısıyla hikâyenin sonuna gelmiş durumdayız. Türkiye’nin iç dinamikleri, demokrasi cephesinden başka çıkış olmadığını bilmek ve yapmak durumundadırlar. İç toplumsal ve siyasal muhalefetin dış dinamiklerin hareketliliğini görerek siyasa oluşturması lazım. Yaptırımlar nedeniyle Türkiye halklarını zorluklar bekliyor. Eski yaptırımlarda kapalı bir ülkeydik, sabit kur rejimi vardı. O günleri yaşayan kuşak, şu anda sanırım nüfusun %20’si filandır. Bugünkü nüfusun %80’i başka bir dünyaya doğdu, tercihleri, bakışı, tüketim tercihleri farklı oluştu. Gündemde olan yaptırım açıklamalarına bakarak vahim durumun nasıl gelişeceğini değerlendirmeye devam edeceğiz. 

ÖM: Göreceğiz. Çok teşekkür ederiz.

AB: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

ÖM: Görüşmek üzere hoşça kalın!

AB: Hoşça kalın!