“İktisadi krize, otokrasiyle ilişkilendirmeden bakarsak yanılgılara düşeriz”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik programında Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

Ekonomi Politik: 9 Kasım 2020
 

Ekonomi Politik: 9 Kasım 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(9 Kasım 2020 tarihinde Açık Radyo'da Ekonomi Politik programında yayınlamıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Merhaba Özdeş, herkese iyi haftalar!

ÖÖ: Teşekkürler!

ÖM: Çok yoğun bir gündem var, bu sefer artık son dakika haberleri daha doğrulanmamış -tabir-i caizse- bomba gibi haberlerle dolu bir ortamdayız.

AB: Geceyi uykusuz geçirdik! Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak'ın istifa muamması ile uğraşıldı. İzmir depremi ve kayıplarının üstüne geldi, istifa muammasının depremi ve kayıpları unutturmasın istiyoruz. Aynı zamanda iki önemli ismi kaybettik bu hafta; Robert Fisk ve Timur Selçuk'a selam diyelim, unutmayalım. 

Gece boyunca istifa meselesi ile uğraşıldı ve maşallah 81 milyon da 'gazetecilik yaptı' herkes bu haberin peşinden koşturup durdu; sosyal medyada yapılan üretimler inanılmazdı! Öyle bir ülkedeyiz ki bir bakanın istifa etmesi dahi doğru dürüst becerilemiyor, istifanın yapılış biçimi bile beceriksizce, istifa müessesini bile yönetemeyen bir ülke durumundayız. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen otokratik sistem bir istifa olayını bile yönetemiyor ve sorun açıklığa kavuşamadan hâlâ devam ediyor, sabah oldu, piyasalar açıldı, istifa ettiği belli, ama istifanın sonrası yapılması gereken işlemler devreye girmedi. 

Biz bu programları 18 yıldır yapıyoruz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi isimli otokratik rejimin devreye girmesi sonrası yaptığımız ilk programda söylediğimi tekrar edeceğim, “bu sistem, bu lokomotif, bu ülkenin vagonlarını taşıyabilir mi? diye sormuştum. Daha sonra geçen 2 yıllık dönemde gördük ki, vagonları taşıyamıyor bu lokomotif, CHS denilen otokratik yönetim sistemi, vagonların raydan çıkmasına sebebiyet veriyor. 

Albayrak’ın istifası bize şunu gösteriyor: anlaşılıyor ki kavga, sarayın hem harem kısmında, hem de enderunda var! Enderun devlet adamlarının yetiştiği ve bulunduğu bölgedir, iç saraydır, harem de özeldir, ağırlıklı aile heyetinin bulunduğu bölgedir, olayımızda aynı zamanda haremle enderunu da kavgalı. Zaten böyle bir ekonomi yönetimin ilelebet devam etmesi de pek mümkün değildi. 

 

Gelelim Merkez Bankasına, son iki başkanda görevden alındı ki her ikisi de bizzat saray iktidarı tarafından atanan, sarayın sözünü dinleyeceği varsayımı ile atanan kişilerdi. Her ikisi de emirleri yerine getirmeye amade pozisyonundaydı, ama yetmedi, azledildiler. Cuma günü merkez bankası başkanı görevden alınmasının hemen akabinde de ekonomiden sorumlu Hazine ve Maliye Bakanı, sarayın damadı olan Berat Albayrak da garip bir istifa metni ve saatlerce doğrulanmayan sakil bir biçimde görevinden ayrıldı.

Böylesi istifalarda kurumsal bir açıklama olur, bu kurumsal açıklama sonrasında da yeni atama gündeme gelir. Açıklamalar yapılır mesele aydınlığa kavuşur. Ama Türkiye normal bir rejim içinde değil. Monarşiye yakın bir tarzı idare bulunuyor. Asıl mesele, tek adam rejimi içinde olmamız, tek adam rejimi otokrasidir, bugün otokraside çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Çaresizlik ve sorunlar aile içi çatışmaya da yol açmış bulunmaktadır. Söylediğim gibi sarayda hem haremde hem de Enderun’da kavga var, ayrıca harem ile Enderun’da kavgalı..

Hep tekrar ettiğim bir tespit var, Türkiye bir çaresizlik yönetimi içinde kıvranıyor, (CHS)- otokrasi siyasal ve iktisadi olarak çaresizliğe, bunalım, buhran içine soktu ülkeyi. Yönetimin çaresizliği ve iflası, merkez bankası başkanlarının görevden alınma ve atanma sakilliğinde kendini göstermektedir. Ekonomi bakanının istifa etmesi süreci de aynı sakillik. 

Covid ile mücadelede ve deprem sonrası yaşadıklarımız da benzer çaresizlikler. Şöyle bir sıralama vardır, ülkelerin kötü durumlara düşmesi üzerine; önce teknik kötü yönetim, sonra kozmik kötü yönetim, sonra hileli yönetim, daha sonra da çaresizlik içinde yönetim. Durumu böyle tarif ettik mi, geçişi böyle tarif ettik mi zaten adres belli, çaresizliğe varıyoruz.

Ayrıca MB başkanlığına son yıllarda getirilen isimler normal şartlarda merkez bankası bankacılığı yapabilecek kabiliyetten çok uzak insanlardı ama getirildiler. Son getirilen kişi de, 1 gün bile banka memurluğu yapmamış bir kişi, maliyeci para politikası ve merkez bankacılığı tecrübesi yok..

ÖM: Naci Ağbal'dan bahsediyoruz.

AB: Evet ve bu ehliyete sahip değil. Hatırlarsınız 2 önceki başkan Murat Çetinkaya için kanun değişikliği yapılmıştı başkan olabilmesi için. Bunun üzerinde neden duruyorum, MB başkanlarının eğitimi ve tecrübesi son derece önemlidir. 

Bugün geline aşamada, ister MB başkanını değiştirin, ister ekonomi bakanını değiştirin artık kesmez, yetmez, isterseniz neo-liberalizmin babası müteveffa Milton Freedman'ı ekonomi bakanı yapın, eski ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı, paranın imparatoru, çarı unvanı ile maruf Alan Greenspan'ı TC Merkez Bankası başkanı yapın ve onlara deyin ki “bizim saray “enflasyonun sebebi faizdir” diyor. Öncelikle her ikisi de sizi sopayla kovalarlar, onların dahi bir şey yapması mümkün değildir. 

Bu anlayış çıkmaz sokaktır, bu anlayış ile milyarlarca doları bulan rezervleri erittik, ekside sayıyoruz. İstediğiniz kadar en önemli isimleri getirin, mesele yapılması gereken yapmaktır, görülmesi gerekeni görmektir.

Ülkemizin bir rejim sorunu bulunuyor, rejim sorunuyla iktisadi buhran ve çaresizlik arasındaki ilişkiyi göremezseniz, iktisadi iflası otokratik tek adam rejimiyle ilişkilendiremezseniz çıkmaz sokakta dolanır durursunuz. 

Siyasal ve iktisadi iflas sonucu bir çaresizliğin içindesiniz; şişeden cin çıkaran isimleri getirin yetmez, doğru dürüst bir program ortaya koyulması lazım. Her şeyden evvel faizlere ilişkin bir operasyonun yapılması gerekiyor, asıl önemlisi tek adam rejimi dediğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne ilişkin çareler aramak gerekir. Meseleyi böyle görmezsek te havanda su dövmüş oluruz. 

2018 Mayıs ayı idi, iki evvelki MB başkanı ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Londra ‘da sürekli borçlandığımız finansal kuruluşlara “faizi ben belirlerim, artık rejim değişti Türkiye'de, ben başkanım, MB'yi ben tayin ederim, MB politikalarını ben tayin ederim” dedi. Dünya iktisat tarihinde eşine rastlanmamış bir tespit olan enflasyon/faiz ilişkisini yani enflasyonun sebebi faizdir yorumunu da paylaştıktan sonra zaten işler hızla kötüye gitmeye başladı, dikiş tutmadı ve bugünlere geldik.

Bugünkü duruma, yaşanan iktisadi krize, yönetim krizine cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yani otokrasiyle ilişkilendirmeden bakarsak yanılgılara düşeriz. Bu sabah itibarıyla Türkiye gerçekten içler acısı bir durumda, şu ana kadar Berat Albayrak’ın istifası ile ilgili bir saray açıklaması söz konusu değil, ekonominin başına bir bakan da atanmış da değildir, atansa da çare midir, değildir. Türkiye'de bu rejime geçildikten bu yana, daha önce bir bakan görevden alındı, bir bakan istifa etti tekrar görevine iade edildi. Ulaştırma bakanıydı sanırım istifa etti ya da görevden alındı, yanılıyor olabilirim, beni düzeltin lütfen! Yarın Sağlık Bakanı görevden alınabilir. Yürütmenin egemen olduğu, yürütmeye de tek adamın egemen olduğu bir rejimde Türkiye çaresizlik içerisinde kıvranmaktadır. 

Bugün ülke borca batmış bir ülke, kur freni patlamış bir durumda bir ülke, MB başkanına maiyet memuru muamelesi çeken bir ülke. Ülkenin normalleşmesi hukuk üzerinde demokrasi üzerinde adımların atılmasıyla gerçekleşir. Faizleri yükseltirseniz, diyelim ki Merkez Bankası 600 baz puan faiz yükseltti, reel faiz vermeye başladınız, malum dünyada trilyonlarca Dolar para basıldı. Bu paraların minik bir kısmı, rejimin niteliğine bakmadan gelir ama yetmez ve kesmez, ülkenin normalleşmesi rejimle ilgili değişikliklerin olmasına ve bu rejimin doğru dürüst bir iktisat programı ortaya koymasına bağlı. Yani mesele otokrasidir, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir, bunların dışındaki önlemler gerçekten geçici önlemlerdir. Sonuçta gittikçe kredibilitesi kalmamış değersizleşmiş bir ülke haline gelmiş durumdayız. Avusturya Dışişleri Bakanı'nın dünkü açıklamasını okudum “Türkiye 30 yıl etrafımızda dolaşmasın!” diyor. Böyle bir pozisyondayız.

ÖM: Ben bir şey soracağım, “T.C. Merkez Bankası'nın bağımsızlığı teknik ve fiili olarak ortadan kalkmıştır” diyor Işık Üniversitesi öğretim görevlisi Evren Bolgün. Bunu da zaten eski, bir önceki Maliye Bakanı Murat Uysal'ın görevden alınması ve Naci Ağbal'ın yeni başkan olduğunun açıklanması cumhurbaşkanlığı kararnamesi cuma gecesi, gece yarısı Resmi Gazete’ de yayınlanıyor. Son derece tuhaf bir uygulama olduğunu da kabul etmemiz lazım herhalde MB'nin tarafsızlığı açısından. Zaten daha önce de bu konuda tereddüt yoktu çünkü Cumhurbaşkanı'nın kendisi de “eski Merkez Bankası başkanı laf dinlemiyordu” diyor. “TCMB başkanını görevden alma yetkisini aldık çünkü laf dinlemiyordu” diyor. Bir önceki için söylemişti.

AB: MB’nın sarayın bankası haline geldiğini, yıllar önce söylemiştim “MB sarayın bankası oldu” diye. Merkez Bankası sarayın bankası olursa bağımsızlıktan zaten söz edilemez. Defalarca bu programlarda, 18 yıl boyunca MB bağımsızlığını gündeme getiren konuları işledik, son dönemde daha fazla işledik. Türkiye'de merkez bankacılığının bağımsız olma fikriyatı 80’lere dayanıyor. 30 yıl bir akademik dergi yayınladım. 1987 yılındaki bir kapağımız da “Merkez Bankası bağımsızlığı” idi. Bu konuyu da ilk gündeme getiren MB başkanlarından Rüşdü Saraçoğlu'ydu, MB bağımsızlığı özellikle neoliberal finansal küreselleşmenin çok önemli bir başlığı ve unsurudur. Kapalı ekonomilerde MB bağımsızlığından söz etmemiz mümkün değildir. Neden merkez bankaları değerlidir, dışa açık, finansal liberalizasyona, finansal küreselleşmeye eklemlenmiş katılmış ülkelerde?

Bu uzun bir konuşma konusu ama şunu belirtelim: merkez bankalarını sınıflarken, ilk grup rezerv paraya sahip merkez bankalarıdır, bunlar birinci ligde yer alır. ABD doları rezerv paradır, sahibi FED’dir, işte Euro'ya, Sterlin gibi paralara sahip ülkelerin merkez bankaları. Dünyada ticari işlemlerin %70’i 3 rezerv para üstünden olur. 

 İkinci grupta rezerv paraları olmayan ve rezerv paraya muhtaç ülkelerin MB'leri de değişik kategorilerde bulunurlar. Örneğin rezerv paraları kazanan ekonomiler vardır, bu ülkeler petrole dayalı, doğalgaza ya da bir madene dayalıdır. Bol bol rezerv para kazanırlar. Ya da, iyi iktisat politikaları ile döviz kazanan ekonomiler kurmuşlardır. Dış ticarette güçlüdürler. Bu ülkelerin MB’nın kazandıkları rezerv paraları yönetmesi de çok önemlidir. 

Birde bizim gibi, dövize kıt, rezerv paraları kıt ülkeler vardır, rezerv para açıklarını bu ülkeler uluslararası piyasalardan borçlanma ile temin ederler. Böyle merkez bankalarının idaresi çok zordur, çok kaliteli idare edilmesi gerekir. Çok iyi para ve kur politikaları çerçevesi olmalıdır, hükümetle uyumlu olmaları ve hükümetin çizeceği ekonomik çerçeve içerisinde MB politikalarını oturtup ekonomiyi ayakta tutmaya, parasal istikrarı ve fiyat istikrarını sağlamaya çalışmalıdırlar. Bu ülkeler bu işi beceremezse IMF yapar “al uygula” der. 

Şimdi bizim olayımızda; hem rezerv paran yok, hem de MB başkanına maiyet memuru muamelesi çekiyorsun, MB'yi Saray'ın MB'si yapıyorsun, üstelik rezerv paraya muhtaç ve dünyanın en borçlu ülkelerinden birisin, borçlular da kapıya dayanmış bir vaziyette. Şimdi böyle ülkelerin paraları değersizdir. Bu parayla dünyada alışveriş edemezsin. Bunlara biz argo deyimiyle 'dandik para' deriz, o zaman dandik paraya sahip ülkelerin MB'leri de dandik oluyor, ciddiye alınmıyor. Argo'da da 'dandik' düşük nitelikli, kötü, düzmece anlamına gelir! 

Şimdi son olaylara baktığınızda kabile devleti olduk deniyor, bence kabille şeklinde yaşayanlara yazık, ayıp ediliyor! Kabile devletlerinde, topluluklarında merkez bankası yok ki. Merkez bankaları modernite döneminde ortaya çıkan bir yapılanmadır. FED bile 1913'te kuruldu, öncesinde de birtakım yapılanmalar vardı elbette. Kabileler kendileri kazanıyor, avlanıyor, doğadan yiyor, içiyor ve doğaya veriyor tekrar, böyle bir zarar ve karar mekanizmaları yok ki.. Türkiye gerçekten bu sabah itibarıyla içler acısı bir pozisyonda. Bugün şu saate kadar hiçbir açıklama olmadı, meseleyi bir şekilde çözüme bağlandığını ifade edebilecek bir açıklama bile gelmiş durumda değil. 

Bu arada bu hususta şunu da unutmadan derkenar edelim, ABD'de süren bir dava var, Halkbank davası! Bu dava İran ambargosunun delinmesine ilişkin yapılan operasyonlar üzerine başladı. Bu davada Reza Zarrap aktör isim, Amerika'ya sığındı ve orada itirafçı oldu. Onun ve başkalarının açıklamalarıyla bu dava devam ediyor, bu davayı durduran en önemli kişinin Trump olduğu ayan beyan belli oluyor. Yeni Amerikan yönetiminin bu meselenin üzerine gideceği belirtiliyor, yapılan yayınlara üzerine davanın toplamına baktığımızda da bazı isimler göze çarpıyor. MB'den görevden alınan Uysal'ın daha önce Halkbank'ta genel müdür yardımcısı olduğunu, genel müdür Süleyman Arslan'ın yardımcısı olduğunu hatırlatalım. Aynı zamanda o dönemde bir özel bankanın genel müdürü olan Berat Albayrak'ın başında bulunduğu bankanın bazı şüpheli işlemlerinin bulunduğu, Amerika'nın bu konudaki araştırma kurulunun kapsamına girdiğini, incelendiğini, o döneme ilişkin döviz aktarım işlemleri olduğu belirtiliyor. Yapılan yayınlara dayanarak söylüyorum DW’nin haberine dayanarak söylüyorum https://www.dw.com/tr/abd-bankalar%C4%B1ndan-su%C3%A7lama-aktif-bank-%C5%9F%C3%BCphelii%C5%9Flemlere-arac%C4%B1-oluyor/a-54981615 Bu yayınları ve haberleri, hafta sonu yaşanan konuştuğumuz gelişmeleri değerlendirirken derkenar etmemizde fayda var. Dolayısıyla, nereyi tutsanız elinizde kalan bir pozisyondayız.

ÖM: Ali Bey bir de şunu sormak istiyorum tekrar bu nitelikleri konusunda bu MB başkanının yeni atanan kişi Naci Ağbal halihazırda yani bu atamadan önce Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe başkanıydı.

AB: Evet daha önce maliye bakanıydı.

ÖM: Sonradan milletvekili, bakan ve son olarak da cumhurbaşkanlığının bizzat Strateji ve Bütçe Başkanı yani bu MB başkanının tarafsızlığı konusunda zaten baştan falso olan bir şey değil mi?

AB: Elbette, son döneme bakarsak, MB bağımsızlığı Erdem Başçı'nın gidişinden itibaren tamamen bitti, aşama aşama bugünlere geldik anayasa oylaması öncesinde başladı 2014'te partili cumhurbaşkanı seçilmesi ve halkın seçmesi ile sancılı bir sürece girildi. MB başkanlığına dediğim gibi çok nitelikli birisini getirseniz de bu zihniyet devam ettiği müddetçe fazla bir şey yapması mümkün değil. Dolayısıyla ekonomi bakanlığına da aile içinden olmazda, Berat Albayrak gibi biri getirilir! Söz dinleyen biri getirilir. Albayrak ikna edilemezse, aile içi kavga yatışmazsa birisi atanır. Halimize bakar mısınız?

Ben, iktisat eğitimine başladığımdan itibaren MB'yı izlerim, geriye dönük neredeyse tüm MB başkanlarıyla temasım oldu. Eski yıllarda MB’sı üzerine yayınlar çok esaslı bir şekilde bizim dergide yapıldı, açıkça söylemem gerekirse. Bunu çok net söyleyebilirim. Dolayısıyla Türkiye'nin MB'si yakın tarihinin canlı tanığıyım, en azından son 40 yıl için, dergi zaten bir 30 yıl sürdü. Demirel'in, Özal'ın ve diğer başbakanların MB ilişkilerini, kapalı ekonomideki MB ilişkilerini, Cafer Tayyar Sadıklar'dan rahmetli İsmail Hakkı Aydınoğlu'na kadar geriye dönük bilirim. Hepsiyle de konuşmuşluğum, merkez bankacılığı üzerine söyleşiler yapmışlığım vardır. MB'ye bu muameleyi çeken, böyle bir rezalet durumla karşılaşmadım, yani, bu ancak otokraside yaşanan bir durumdur. 

Siz MB'nize, böyle bir muamele çekerseniz, dış kredi sağlayamazsanız borcunuzun sürdürülebilirliği gerçekleştiremezsiniz, cari açığınızı kapayamazsınız, en ufak bir büyüme yaratamazsınız. 

Asılında, bugün yapması gerekenleri yaptığında, yani faizleri yükselttiğinde Erdoğan kendini reddetmiş olacak. Yani “faiz enflasyonun sebebidir!” dedi ve “faizleri düşük tuttu, ekonominin ihtiyacı olan faizi verdirtmedi” ki tersini yapmaya başladı son dönemde, yandan yandan MB içeriyi de dışarıyı da tatmin etmeyen faiz artışlarına gitti. 

Bugün diyelim ki, 600 baz puan faizi artırdı, Uluslararası piyasaları tatmin edebilecek diyelim ki bir faiz artışına gitmesi, Erdoğan’ın kendini inkar etmesi demektir. Büyük bir açmaz içindedir Türkiye, bu açmaz kimilerine kambiyo rejimi üzerindeki operasyonları düşündürtmektedir. Nitekim Bahçeli de, “Türkiye için yeni bir kambiyo sistemi olmalı” diye defalarca söyledi. İktidar da kambiyo sisteminde bazı kısıtlamaları kaç yıldır uygulamaya sokmuş durumda.

ÖM: Bir de son derece normal demokrasilerde hiç rastlanmayan bizzat Berat Albayrak'ın yaptığı açıklama Instagram'daki resmi hesaptan paylaşılıyor ama aynı sırada Albayrak'ı Twitter hesabı kapanıyor. Intagram'daki açıklama dışında hiçbir resmi açıklama yapılmıyor, o zaman da işte “sosyal medya hesapları hacklendi mi?” bir takım komplo teorileri ortaya atılıyor. Bütün bu iddialar geceyarısından sonra oluyor zaten, yani gece saatlerinde ve Albayrak'ın kapalı bulunan Twitter hesabından “sosyal medya hesaplarının ele geçirildiği” yolunda bir açıklama yaptığı iddiasını içeren bir ekran görüntüsü dolaşıma girmiş ama bu konuların üzerinde doğrulama yapan teyid.org “söz konusu twit görüntüsünün gerçeği yansıtmadığın” duyurmuş. Yani biraz da böyle casusluk, polisiye hikayeleri de var ama zaten bunlar beklenen şeyler.

AB: Demokrasi kıt olunca bunlarla karşı karşıya kalıyorsunuz, dolayısıyla aile içi kavgalar memleket meselesi haline geliyor. Aile atamaları zaten yanlıştı, gazeteciler olarak çok istifalar yaşamadık mı ömrümüz boyunca? Elbette ama böyle bir durumlara tam teşekküllü CHS de tanık olduk. Ulaştırma bakanında karşılaştık, merkez bankası başkanlarında karşılaştık iki satırla “sözümü dinlemiyordu” diyerek görevden almalar oldu. Türkiye'nin aslında bu anlamda sicili bugün değişmiş değil. Örnekler çok. Erdoğan yönetimindeki, özellikle cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde meclis varlığı/yokluğu belli olmayan bir meclis haline geldi. Meclis ağırlığını kaybetti, yürütme de Saray'a düğümlendi, parti bile yok ortada! Dün gece parti de yoktu. Sonuçta parti içinde yeşillenenlerin, bu bakanlığa soyunanların yaptığı açıklamalar oldu, daha doğrusu yürüttüğü fikirler oldu. Sonuç itibariyle gelinen nokta Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunların ne kadar derin olduğunu ortaya koyuyor. Vaktimiz varsa Amerikan seçimlerine girmeyi düşünüyordum ama zaten geç başladık. Birkaç dakika da isterseniz oraya değinelim mi?

ÖM: Ben bir tek şunu söyleyeyim, yani bu sorun aslında en önemli konulardan bir tanesi de medyanın durumu. Saat 10'la 10.30 arasında önemli bir söyleşiyi biz çevirdik ve yayınlayacağız mu Democracy Now sunucusu Amy Goodman'la yapılmış önemli bir söyleşi var Rolling Stone yayınında yapılmış 20 dakikalık bir söyleşiyi yayınlayacağız. Orada Amy Goodman temel meselenin halkın haber alma hakkının korunamamasından bahsediyor. Demokrasinin önündeki en büyük engellerden bir tanesi olarak medyanın rolünü bildiğimiz bir şey ama altını çizerek anlatıyor. Burada da mesela şimdi bu çok tipik bir örnek oldu, Berat Albayrak'ın istifası; başta CNNTürk ve NTV olmak üzere ana akım haber kanallarıyla Türkiye'nin önde gelen gazete isimleri, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Habertürk Albayrak'ın durumuna ilişkin herhangi bir gelişmeyi uzun süre duyurmuyorlar. Bu inanılmaz bir durum yani! Sadece Halk TV Berat Albayrak'ın danışmanı Mehmet Ali Berber'in Instagram hesabından yaptığı istifa paylaşımının doğru olduğunu söylediğini açıklamış ki bu da zaten sizin de sözünü ettiğiniz gibi Julian Casablanka'nın sorularına verdiği cevapta seçimin de hayati öneminin burada olduğunu, medyayı da suçlayarak söylüyor Amy Goodman da yani “medya yeni bir toparlanma içine girmezse ki girmeye doğru içinde olduğu Amerikan medyasının da söylenebiliyor “o zaman bu demokrasiyi koruyamayız” diyorlar. Seçime ilişkin de bir iki cümleyle bitirebiliriz belki Ali bey?

AB: İsterseniz bu aşamada bırakalım? Çünkü çok kısa olacak, bununla yetinelim?

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz Ali bey.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.