“CHP yönetiminin, 2015 seçim başarısından bu yana siyaseti yönetemediği çok açık ortada”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

Ekonomi Politik: 8 Haziran 2020
 

Ekonomi Politik: 8 Haziran 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(8 Haziran 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey.

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey. 

Özdeş Özbay: Günaydın.

AB: Günaydın Özdeş, herkese iyi haftalar.

ÖM: Teşekkürler.

ÖÖ: Teşekkür ederiz.

ÖM: Gündem çok yoğun tabii ama seçici olarak başlayalım. Nereden başlıyoruz?

AB: Bugünkü program, geçen haftanın bir anlamda devamı olacak, geçen hafta siyaset yapma alanının, siyasetin nasıl daraltıldığından, özgürlüklerin nasıl daraltıldığından ve buna ilişkin yasa tasarılarından söz ettik. Yerel yönetimlere ilişkin düzenleme girişimlerinden, iktidarın muhalefetin elinde bulunan belediyeleri, geçen sene seçilen yeni başkanları çalıştırmama hamlelerinden bahsettik. Geçen haftanın sonuna doğru 3 milletvekilinin, vekilliklerinin düşürülmesi gündeme geldi, siyasi alanın ve siyasetin daraltılmasının devamı niteliğinde bir uygulamaydı. 

Türkiye’de rejim değişikliğinin altını hep çiziyoruz, 2017 Anayasa referandumu ardından 2018 genel seçimler yapıldı, aslında genel seçimler 2019’da olacaktı, CHS, tam tekmil yürürlüğe girsin diye erkene alındı, 2018’den beri biz Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi (CHS) denilen dünyada eşi benzeri bulunmayan, otoriter bir başkanlık sistemi demeye bile insanın dili varmıyor, bir sultanlık rejimiyle yönetiliyoruz adeta. Bu rejimde parlamento, boyutları küçülen bir parlamento oldu, teknik olarak bir parlamento var ama parlamentonun eski gücü yürütmeye, başkana geçti. Yasamanın pek çok fonksiyonu saraydaki tek adamın elinde bulunuyor. Yıllardır, Türkiye’nin içinde bulunduğu vahim durumu ve gidişatı altını çize çize program yaptık. Gelinen son nokta; Türkiye’de tenkit olmasın, eleştiri olmasın, muhalefette olmasın, olursa da cici muhalefet olsun. Aklım tek parti dönemine gitti şimdi, meclis aynı, parti grubu aynı, bakanların ve vekillerin memurdan farkı yok, artık bıkmışlar, işlerde iyi gitmiyor “İsmet Paşa artık böyle olmuyor, hiçbir şey ilerlemiyor, bir müstakil grup oluşturalım ki, bizi birileri eleştirebilsin, hiç ilerleyemiyoruz, verimsiz kalıyoruz” demiş. Böylece homojen partiye uygun sözde müstakil bir muhalefet oluşturulmuş. İstenilen muhalefet böyle bir muhalefet, kukla bir muhalefet isteniyor, meclis zaten minyatüre olmuş, minimal bir meclis, vekillerin hükmü yok, meclisin hükmü kalmamış, bütçe bile önce meclise gelmiyor. 

Bunların hepsini Türkiye’nin yetersiz demokrasisini eleştirirken hiç demokrasiye geçiş sürecinde hep dile getirdik. Türkiye’de kuvvetler birliği var, kuvvetler birliği de otokrasi, diktatörlük demek. Otokrasiye geçiş sürecinde milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasının önemli bir katkısı vardır. Hukukun gittikçe ortadan kaktığı bir dönemde dokunulmazlığın kaldırılmasına onay veren, ana muhalefeti de hiç unutmamak gerekiyor. Bugün kötü durumdaysak, dokunulmazlıkların kalkması köşe taşıdır, “Kürtler içeri, demokrasi dışarı” süreci böyle başlamıştır. 

Memleket garip bir başkanlık rejimi ile yönetilmeye çalışılıyor ayrıca başkan “ben CEO’yum, ülkeyi holding gibi yöneteceğim/yönetiyorum” demişti, doğruya doğru, başkan başından beri “ben artık ülkeyi böyle yöneteceğim!” dedi. Holdinge uygunda bir bakanlar kurulu var ama bu sitemde bakanların da hükmü yok, görüyorsunuz işte geçen hafta yaşadığımız sokağa çıkma yasağı, Sağlık Bakanı, İçişleri Bakanı beyan ve genelgeleri, sonra başkan “gönlüm istemedi” deyip, ikisini de sildi, bu kadar keyfi bir idare tarzı içindeyiz şu anda, dünyada böyle bazı ülkelerde var ama onların çoğu OECD’ye üye değil, G20 içinde değil. AB adaylık süreci yaşamış değil, arızalı da olsa 76 yıllık bir demokrasi geçmişi yok, 144 yıl önce ilk meclislerini açamamışlardı. Keyfiyet bu kadar olmamıştı. 

Sonuçta Türkiye’de geçen haftada söylediğim gibi çıtı çıkmayan bir toplum olması isteniyor, zaten medyanın hali belli, dördüncü kuvvet özelliği kalmamış, birinci kuvvete destek kıtası konumunda. Vekillikleri sona erdirilen vekiller, ülke normal bir rejimde olsa yargılanmaları, tutuklanmaları, ifadelerinin alınması bile mümkün değil, 3 vekil hiç olmayacak suçlama ve gerekçelerle yargılandılar. Yargılayanlarda iktidarın aynı yumurta ikizi olan, 2002’den 2013-2015’e kadar ortaklıkları devam eden Gülen cemaatine mensup savcılar ve hakimler, bunların tamamı da hapiste. Ayrıca vekillerin dosyalarının yargı süreçleri tamamlanmış değil, dosyaları Anayasa Mahkemesi’nde bulunuyor. Üstelik meclisin iç işleyişinde bazı teamüller vardır, işleyiş biçimleri var meclisin, dönem sonu beklenir böyle durumlarda, onlara da uyulmadı. Yani iktidar ve başı, ülkenin sahibi pozisyonunda, bunlar ülkenin tapusunun ellerinde olduğunu düşünüyor ve hissediyorlar, algılıyorlar, biz böyle bir rejimdeyiz.

Parlamento onlar için önemsiz, seçilmişler bir şey ifade etmiyor çünkü bu rejimde seçilmemişler, seçilmiş meclise emir verebiliyor. Nitekim bu olayda bunu gördük, seçilmemiş bir kişi olan cumhurbaşkanı yardımcısının “bunların vekilliği düşürüle” diye talimatı Meclis Başkanlığına gitmiş.

 Dolayısıyla son rejim değişikliğiyle, boyutları önemli ölçüde küçülmesine rağmen meclis gene de önemli, sesini cılız da olsa çıkarabiliyor, muhalefet sınırlı da kendini ifade etme imkânı bulabiliyor, eski gücüne sahip olmasa da korumamamız gereken bir parlamentomuz var. Gücü budanmış meclise bile tahammül edilemiyor ve deniyor ki “bu meclis benim istediğim şarkıları, türküleri söylemezse -600 tane de dosya var zaten- üstünde %100 tahakkümü her an kurabilirim.”

 1 CHP milletvekilinin, 2 HDP milletvekilinin yan yana getirilmesi, sonra birisinin kısmen daha farklı bir muameleye tabi tutulması, en azından temmuz ayına kadar, bunlarda manidar. CHP ile HDP aynıdır, hepsi iç düşmandır ama bir tanesi daha az iç düşmandır denmek isteniyor. Her alanda çatışmaya ve kutuplaşmaya katkıda bulunacak uygulamalar, bunlar. Geçen hafta söylediğimiz gibi iktidar; korkuları, çatışmaları kamçılayan yaklaşımları her daim sergileye geldi, 3 vekilin vekilliklerinin düşürülmesi ve hapse atılması da aynı şekilde milliyetçi ve muhafazakar kesim üzerindeki oynanan oyunların devamı niteliğinde karşımıza çıktı. 

HDP; 6 milyon oy almış bir parti ve sıralamada 3. parti, 62 milletvekili vardı, 60’a düşürüldü. Son yerel seçimlerde kazandığı belediyelerin 2/3’ü şu anda kayyum ve benzeri kişilerin elinde, bu belediyelere seçilmiş olan kişilerin elinden alındı, bu kişiler aynı zamanda hapishanelerde. Yani seçmenin iradesi yok sayıldı. HDP’li olursan seçmen de olsan, seçilmiş de olsan, seçilmek sonucu oluşan irade bugünkü rejim tarafından tanınmıyor. 

ÖM: Ben de bu noktada bir ilavede bulunayım izninizle. Oya Baydar 8 Haziran tarihli T24 yazısında ‘Düşman halka düşman hukuku’ başlıklı yazıda bu meseleleri inceliyor. “Konunun bu 3 milletvekilinin Enis Berberoğlu, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tutuklanması zaten yüzlercesini görüp izlediğimiz düşman hukuku uygulamasının son örneğiydi. Üstüne üstlük ‘az düşman çok düşman’ değerlendirmesiyle CHP milletvekilinin tahliyesi sağlanırken HDP’li milletvekilleri cezaevine gönderildiler. Halen içerideler” diyor. “Konunun hukuki, yasal ve anayasal boyutlarını aklım ermez. Murat Sevinç’in 5 Haziran tarihli Diken’deki yazısını okumak yeterli ama kararın açıklanmasının ertesi gününden itibaren beni derin bir karamsarlığa uğratan genç kuşaklar adına kederlendiren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanmaları değil beni umutsuzluğa düşüren kendisine demokratlığı yakıştıran tek adam rejimine sözde karşı olan muhalefetin yandaşlar, paydaşlar değil sözde tarafsız ana akım medyanın çok büyük bölümünün, televizyonların her soydan ve boydan kimi profesör kimi ünlü siyasetçi ve kimi gazeteci yorumcularının zihniyetiydi. İktidarın 6 milyon seçmenin iradesini temsil eden Kürt siyasi hareketine düşman hukuku uygulamasını sineye çeken, HDP’nin adını bile telaffuzdan kaçınan “aman milliyetçi oylar, Türk milliyetçisi ortağım komşuya kaçmasın!” diye Türkiye’nin normalleşmesini ve demokratikleşmesinin olmazsa olmazı Kürt sorununun da, Kürt siyasi hareketinin denklemde yer almasından ödü kopan bir muhalefetle karşı karşıyayız. Gelsin HDP oyları ama adlarını bile anmayalım. Özellikle ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını protesto için zaten ‘Adalet Yürüyüşü’ başlatmış, yüzbinler birlikte günlerce yürüyerek kararan umutları yeniden yeşertmeyi başarmış bir liderdi. Aynı Kılıçdaroğlu şimdi şartların çok değiştiğini, bu tarz eylemlerin Erdoğan’ın oyununa gelmek olacağını söylüyor. Evet şartlar değişti, tek adam rejimi tehlikesinden faşizmin ayak seslerine vardık. Peki HDP milletvekillerinin adalet için Ankara’ya yürüyüşüne CHP’li milletvekillerinin katılması düşünülemez mi? Sadece onlar değil, bu rejime karşı olan bütün partiler örgütler, yapılar, kanaat önderleri, aydınlar ve sanatçılar birlikte yürüseler, kararan ufuk tükenin umut yeniden yeşerir. Görün bakın o zaman iktidarın oyunu nasıl bozulur. Bizler birlikte yürümeye çoktan hazırız ama çağıran yok, yarınsa çok çok geç olacak, başkalarına düşman hukuku uygulanmasına gözlerini kapatanlara düşman hukuku uygulanması an meselesi” diye bitirmiş yazısını.

AB: Ana muhalefetin o yürüyüşünde ben de vardım sonunda.

ÖM: Ben de.

AB: Ertesi gün de değerlendirme yaptık, yürüyüş Pazar günüydü pazartesi günü de sizinle programımız vardı. Çok iyi hatırlıyorum bir öneride bulunmuştum, şunları söylemiştim. “Yürüyüş ve miting gerçekleşti, peki bundan sonra ? Siyasi alanın ve ittifakların genişlemesi gerekiyor. Adalet yürüyüşü muhteşem bir katılımla sona erdi, Kılıçdaroğlu’nun yerine olsam, bugün Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret eder, Abdullah Gül’ü ile bir kahve içiminde buluşurdum. Meral Akşener’e de, yeni partisi için hayırlı olsun demeye çaya giderdim. Bunlar yürüyüş ve mitingin tamamlayıcılarıdırlar. Siyasi alanın genişlemesi gerekiyor. Siyasi alanın genişlemesi için ittifaklara ihtiyaç bulunmaktadır. İttifaklar; adalet, özgürlük, demokrasi ve hayır cephesinin genişlemesi demektir. Mücadele hem parlamentoda hem meydanlara dayanarak yapılmalı.”

 Maalesef bunların hiçbiri gerçekleşmedi, ana muhalefet demokrasi cephesine liderlik edemedi. Hep edilgen kaldı, iktidarın HDP fobisine iştirak etti. Demokrasi için ittifak bloğu yerine Çanakkale’de ‘demokrasi kampı’ diye bir şey yaptılar. Yani o yürüyüş aslında büyük bir kazanımdı. Kazanım ittifaka dönüşmeyince kazanılan demokrasi alanı kaybedildi. 2019 ‘da geçen sene Mart’ta yerel seçimler ve Haziran’da İstanbul’da yenilenen seçimler vardı, HDP koşulsuz millet ittifakını destekledi mi? Destekledi. Seçimler büyük bir kazanım mıydı? Kazanımdı. Ancak muhalefet, yeniden kazandığı bu başarıyı koruyamadı ve genişletemedi. Çünkü ittifak sürdürülemedi, ittifak sadece seçimlere ilişkindi, demokratik dönüşüm için değildi, HDP ‘ye yine sırt çevrildi. Kürtlere ve HDP’ye olan yanlış yaklaşım hem CHP'nin, hem de demokrasinin kaybına yol açıyor. 

Yerel seçimlerden sonra ses mi çıkarttılar HDP’nin kazandığı belediyelere kayyum atanmasına? Hayır. Üstelik iktidarın, meçhul Suriye savaşları için tezkerelerine ‘ içimiz ağlayarak destek veriyoruz’ dediler. “Nasıl içimiz ağlayarak dokunulmazlıklara ‘evet’ dedilerse.” 

Bir anlamda bugünün tohumlarının atılmasına ‘dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet’ diyen CHP ve Kılıçdaroğlu bunun hesabını tarihin önünde veremeyecek. Hukukun olmadığı bir ortamda vekilliği zayıflatmak suretiyle Erdoağan’ın eline muazzam imkânlar verdiğini anlatamayacak. 

Gezi’den itibaren arka arkaya antidemokratik yasalar geliyordu, yaşadıklarımıza bakarak, -15 Temmuz darbe girişimi, OHAL, Anayasa değişikliği, “basın, medya falan da kalmaz” diyorduk. Tüm olumsuzluklar devam ederken garip bir biçimde milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı. HDP ve muhalefet üzerine baskılar başladı, 10 HDP ise 1 de CHP payını aldı. Sonuçta bu durum Enis Berberoğlu’na kadar uzandı. CHP liderliğinin ve yönetiminin, 2015 seçim başarısından bu yana, siyaseti yönetemediğini, beceremediğini, siyasa yaratamadığını, demokrasiyi yeniden kazanma mücadelesine liderlik edemediği, demokrasi için ittifak projesi geliştiremediği çok açık bir şekilde ortadır. Geçen seneki yerel seçim başarısını, sonuçta 13 büyükşehirde ittifak kazandı, HDP buna destek vermese bu başarı olmayacaktı. Geçen hafta da söyledik.

ÖM: Türkiye’nin en büyük illerinde İstanbul başta olmak üzere, Ankara, İzmir, Eskişehir, Mersin, Antalya, hepsinde kazandılar. 

AB: Kazanımlarınızı daha yüksek bir platoya ulaştıramıyorsanız ve iktidar sizi başarıya rağmen kuşatıyorsa, kaybediyorsanız, milletvekilliğinizi düşürüyor ve siyaset alanı daraltabiliyorsa, neden kaybediyoruz sorusunu kendinize sormanız gerekiyor. Son 5 senede kazandıklarınızı neden kaybediyorsunuz, soruyu sorun ve cevabını düşünün. Cevabını vereyim; demokrasi için gecekondu ittifakları kuruyorsunuz, sadece seçimlere yönelik iş birliği ittifak değildir, kumdan kulelerle ittifak olmuyor, hayatın tüm kesitlerine değecek birliktelikler olmak durumunda, üstelik 6 milyon oy almış HDP ‘yi dışlamayı demokrasi ihlali olarak görmüyorsunuz, böyle olunca da kaybetmeye devam edersiniz. 

ÖM: Bir de yani mesela çok tuhaf bir şey var, Enis Berberoğlu serbest bırakıldı bu infaz yasası gerekçesiyle açık hapishaneye gidecek, dolayısıyla “covid şartlarında evinde yatsın” deniyor ama aynı şeyin Kürt milletvekillerine ve HDP’li milletvekillerine verilmesinde sakınca görülüyor anlaşılan. Buna niye itiraz etmiyorlar mesela? Onu da anlamak mümkün değil, yani HDP’lileri Murat Seçkin de kendi şeyinde yazmıştı ‘Seçkin Report’ta “HDP’lilere covid bulaşmıyor anlaşılan” diyordu. Yani “bunun muhakkak bir hukuki açıklaması vardır, bunlar infaz yasasına bağlı değil, açık hava hapishanesi filan ama bu şunu değiştirmiyor, yani covid bir tehlike ise insanlar için Enis Berberoğlu’na tehlike olabiliyor da HDP milletvekillerine olmuyor” gibi artık mantığın ve vicdanın çok zorlandığı bir noktaya geldiğimizi itiraf etmemiz gerekir herhalde. Ali Bilge ile tekrar bağlantı kurmaya çalışırken 

ÖÖ: Bu arada Fikret Bila ile Ali beyin bahsettiği ya da sizin de okuduğunuz Kılıçdaroğlu’nun “şimdi tekrar adalet yürüyüşü imkânsız” sözleri, Fikret Bila ile bir röportaj yapmış orada bahsediyor. Soruyor açıkçası Bila “siz daha önce Berberoğlu tutuklandığında böyle bir yürüyüşe başlamıştınız, yine yapacak mısınız?” diye sorduğunda “hayır artık koşullar çok farklı, kutuplaştırmamak lazım” diyor. Oysa adalet yürüyüşü CHP tarihinde belki ilk kez kutuplaşmanın ötesinde oraya HDP vekillerinin de geldiği, işçilerin de geldiği, CHP’nin sınırlarını çok aşan bir girişim olmuştu.

ÖM: Yalnız HDP değil çeşitli partilerin mensupları da katılmıştı. Ali bey bağlandı. Ben de şunu söyleyeceğim, Gazete Duvar’da bir mülakat vardı, biraz önce konuştuğumuz şeylere belli bir açıdan detaylandırma imkânı veriyordu. Araştırmacı yazar Konda genel müdürü Bekir Ağırdır şubat ayında yaptıkları seçim anketinde AKP’nin oy oranının %45’ten %30’lara gerilediğini söylemiş “bu bir alamettir ama gidecek yer bulamadı, su kaynıyor, çayın altı açık, buhara döndüğü gün fark edeceğiz” demiş. Böyle de bir ilginç şey var AKP’nin oylarının %45’lerden %30’lara kadar düştüğünü söylüyor. 

ÖÖ: Umutsuz kitlenin de %36 olduğunu yani neredeyse bir siyasi parti bu AKP’den de diğer muhalefetten de umudu olmayan, çoğu da genç bunların, 19 milyon 30 yaş altındaki seçmen var, bunlar ağırlıklı olarak burada.

AB: Geçen hafta “Kürt seçmen kopuyor” demiştim Seçimlerde ve demokrasi mücadelesinin çeşitli evrelerinde kazanılan başarılı sonuçları değerlendiremeyen, koruyamayan bir ana muhalefet ve muhalefet söz konusuysa, başarıda en büyük fedakarlığı yapan Kürt seçmen hor görülüyorsa, otokratik baskı ara vermeden devam ediyorsa, seçimler hiçe sayılıyorsa insanlar artık böyle bir bir düzende seçim yapılmayacağı hususunda problem yaşamaya başlarlar, başladılar da.

 Otokratik düzende istenen, meclisin cici meclis olması, uysal meclis olması “vur ensesine al demokrasisini” gibi bir muhalefet olması. Böyle bir ortamda toplumda seçimlere olan güven de bitiyor. Demokratik bir seçim kanununa sahip miyiz? Değiliz, 2015 Haziran seçimlerinden yapılan seçimleri ve referandumlara bakalım, demokratik bir seçim yapılıyor mu, göğsümüzü gere gere söyleyebiliyor muyuz? Hayır, yapılmıyor. Tarafsız, bağımsız bir yargı kurumu olması gereken bir YSK var mı? Yok. Seçim sonuçlarını güvenebiliyor mu? Hayır, hep şaibeli görüyor. Seçim sonuçlarına saygı gösteriliyor mu? İstanbul 2 kez yeniledi.

 Peki seçildin, seçilmiş olman ne ifade ediyor? Kayyum atanıyor kaşıma, gözüme, kirpiğime bakarak! Peki HDP düşman ya, onlara kayyum atanıyor. Peki CHP belediyelerini de çalıştırmamak içinde her şey yapılıyor mu? Yapılıyor, az sayıda olsa da onlara da kayyım atandı. Bir gece ansızın İmamoğlu’nun yerine İstanbul valisi kayyum atanabilir mi? Olmaz bir şey değil, olabilir. İki seçim arasında oldu da. Seçimlerin yapılması çok önemlidir ama seçim sonuçlarının hiçe sayılması seçimlere karşı toplumda müthiş bir güven erozyonunu da başlatmış durumda. 

ÖM: Evet biraz önce Konda genel müdürü Bekir Ağırdır’la Duvar’da yapılmış mülakatta belirtilen şey, Özdeş de altını çizmişti, yani 30 yaşın altında 19 milyon seçmenin olduğunu ve bu gençlerin yarısının mevcut siyasi aktörlerden umudunu kesmiş durumda olduğunu, 2023’te ilk kez oy kullanacak 4 milyon genç seçmenin de mevcut siyasileri reddettiğini yani kendini şu anda partisiz, boşlukta ve umutsuz hisseden %36 gibi çok büyük güçte bir seçmen kitlesi olduğunu söylüyor. 

ÖÖ: Bu aslında küresel bir trend yani ABD’de Biden gibi gene merkezci siyasilerin, Labor partisinde yaşananlar falan, yani radikal bir dönemden geçiyoruz, bu radikalliğe çözüm üretebilecek sol politikaları savunmayan merkez, merkez ittifaklar, vs. sürekli bunları, dolayısıyla yeni bir kuşağı, yani şu anda sokakta mücadele eden kuşağa pek seslenmeyen, alternatifler sunulduğundan siyaseten yabancılaşıyorlar. Biden için de aynı şey söyleniyor, şu anda sokağa çıkanların oy verip vermeyeceği bir soru işareti, sandığa gitmeme ihtimalleri var diye.

ÖM: Yani “su kaynıyor, çayın altı açık, buhara döndüğü gün fark edeceğiz” demesi yani futbol jargonuyla ‘müthiş maç oldu ama golsüz bitti’ diyebileceğimiz bir tablo oluşacak” diyor. AKP’nin oyunun %30’lara düştüğünü ve bunun önemli sonuçları olacağını da söylüyor.

AB: İktidar seçim kolluyor, duruma bakıyor olabilir, ama toplumun önemli bir kısmında seçimlerin doğru dürüst yapılacağına inanç yok, İnsanlarda gelişen bir diğer düşünce de şu, iktidar seçimleri yapmayabilir…Tüm yaşadıklarımızdan sonra ; “seçim yapmayacağım” diyen bir iktidarla da karşı karşıya kalamayacağımızı kim söyleyebilir? Sonuçlarının tahrip edildiğini yıllardır şahit olduk, doğru dürüst bir seçim yasamız yok. YSK sarayın seçim kurulu. 

Diğer bir hususta şu; “iktidar seçimi kaybetse de, iktidarı bırakmaz “ yönünde düşüncede hakim olmaya başladı. Evet seçimlerle iktidarın yenilenmesini istiyoruz, yeni bir iktidar demek, rejim değişikliği demek, en azından eski ayarlarına, demokratik ayarlarına döndürecek bir seçim başarısı isteniyor ama müthiş bir direnç var. Neden büyük bir direnç var? Çünkü iktidar değişirse rejimin değişmesi gündeme gelecek, kuvvetler ayrılığına dönük bir parlamenter sisteme dönüş hazırlıkları olacak. Peki rejimin değişmesi, iktidarın değişmesi ne demek? Eski iktidarın sorgulanması demek, ne yapıp ne ettiğinin ortaya konması, hesaba davet edilmesi demek. Elbette bu davet, hukukun çatısı altında yapılmalı, bu davete icabet etmek, 18 yıldır iktidarı elinde tutanlar açısından çok zor bir durum. Bu nedenle iktidar, aşırı kutuplaşmaya gidiliyor, toplum çatışmaya, çarpışmaya karşı karşıya getiriliyor. Bu ülkede İsveç nüfusu kadar Alevi yaşıyor, heterojen bir ülke burası, etnik, kültürel, dini farklılıkları olan insanlar yaşıyor. Dünyada Kürt nüfusunu en fazla olduğu şehir İstanbul. 

Siz böylesi heterojen bir yapıya sahip ülkeyi gittikçe geriyorsunuz, çatışmaya davet ediyorsunuz, birbirleri arasındaki sürtüşme katsayılarını artırıyorsunuz. CHP’ye diyorsunuz ki “HDP ile aranda mesafe olsun, yan yana görünürsen sen de siyah muamelesi görürsün!” Yangına körükle gidilen bir ülke artık burası. Çakıcı Bahçeli ile yan yana, makamda fotoğraf verdikleri bir ülke burası, bir gün hükümete Çakıcı’nın alındığını duyarsak, şaşırır mıyız? 

ÖM: Bildiğim kadarıyla kendisi 41 ayrı cinayetten soruşturulmuş, bir kısmından da hüküm giymiş birisi. 

AB: Geçen haftanın fotoğrafı bu! İşte Enis içeride, HDP’li milletvekilleri, eski genel başkanları içeride, Osman Kavala içeride, Ahmet Altan içeride ama Çakıcı dışarıda ve iktidarın ortağı ile fotoğraf veriyor! Bir gece seçilmemiş birinden bir telefon gidiyor meclis başkanına “bunların vekillikleri iptal olsun!” deniliyor. Tüm bunlara baktığımızda Kürt seçmen başta olmak üzere seçmenlerde seçimlere ve seçimlerle iktidar transferine güven kayboluyor ve kopuşa neden oluyor. Özdeş partisiz, boşlukta ve umutsuz hisseden %39’ mı demiştin

ÖÖ: %36.

AB: Ooo, CHP’yi koy, üstüne İyi partiyi koy, yeni partileri koy..

ÖÖ: Ama işte o zaman galiba bu kitle yani benim bu röportajdan anladığım buna meyletmiyorlar, yani üzerine koyunca olmuyor galiba. 

AB: Yok yok, hepsinin toplamı kadar bir kitle demek istiyorum.

ÖÖ: Evet tabii hoşnutsuz kitle.

AB: Yani inanılmaz bir tablo Neredeyse 1,5- ana muhalefet! Bu tablo tehlikeli durumlara işaret ediyor. Böyle bir tabloya rağmen yangına körükle gidiliyor. Demokrasi kıtlığında seçimler elde kalan en önemli enstrüman, imkân, minimal kalmış meclisten başka elimizde, seçimlerden başka şey yok. Mecliste, seçimlerde sıradanlaştırılmak isteniyor. 

Ülke hangi aşamalardan bu günlere geldi -aslında bu dizge bankalar, şirketler için söylenir- “önce teknik kötü yönetim, sonra kozmik kötü yönetim, sonra çaresizlik içinde yönetim, sonunda da hileli yönetim” bu geçişi tarif ettik mi sonunda iflasa, otokrasiye, diktatörlüğe çıkıyoruz. 

Ülkenin siyasal rejiminin değişmesi, ekonomik rejiminin değişmesini de beraberinde getirdi. Siyasal ve ekonomik iflas sonucu, çaresizliğin zorlaması sonucunda ekonomik rejimin değişikliğe gidildiği dönemin de içindeyiz. Kambiyo sistemi değişiyor. Dışa açık bir ülke olmaktan çıkıyoruz. İnsanlar bunun çok farkında değiller. 

Sonuçta gittikçe demokrasinin hiçleştiği bir ülkedeyiz, geçen hafta “Takrir-i Sükûn’un benzerleri düşünülüyor, çıtı çıkmayan bir toplum isteniyor” demiştim. Çıtı çıkmayan toplum nasıl yürüyebilir? İşte yürüyemiyor, sonuçta %36’lık adeta mayın gibi bir grup karşımızda, bu kitle çatışmaya davet ediliyorsa, ümidini yitirmiş vaziyetteyse, tercihlerinde bulunamıyorsa, tehlikeli akışlara sahne olabilir. 

 Aslında çıkış yolu da belli, o çıkış yolundaki tıkanıklığı aşmak için ana muhalefetin düşünme merkezinde bir operasyona ihtiyaç var. Ana muhalefetin HDP ile olan münasebetini iktidar rasyosu gibi düzenlememesi gerekir. Çıkış yolu belli; demokrasi için mutabakat sağlayanların birlikte hareket etmesi gerekiyor. Ama şunu da unutmamak lazım, karşımızda olumsuz, antidemokratik uygulamalara başvurmuş bir iktidar, aynı zamanda 18 yılın menfaat topoğrafyası var, o topoğrafyada oluşan yeni bir kitle var, bunlar beslenme kanallarının bitmesini, ellerinden alınmasını istemiyorlar. Artık elbette para bitti, onlar da bunun farkında, yan çizmeler yeni ittifakla arayışı içinde olmalar başlayacaktır.

 Türkiye otokrasi denklemini çözmek, demokrasi denklemini yazmak için ittifaklar sürecini iyi örmek gerekiyor, bunu yazarken de iktidar bütünü içerisinde gelişmeleri dikkate almak gerekiyor, bakın 2017’de CHP’nin adalet yürüyüşünden bu yana fark, AKP içinden iki yeni partinin çıkmış olması vücuda gelmiş olmasıdır. Hep söylerim, iktidar duvarından tuğla çekmek önemli, bu iki partinin anlamı budur, ittifak örgüsünde bunun hesaba katılması lazım.

Ülke hiç iyi durumda değil, kötü günler yaşıyoruz kayıp giden çok şey var. Kürt seçmen Türkiye’den duygusal ve düşünsel olarak kopuyor, seçimlerle iktidarın değişeceği fikrinden uzaklaşan insanlar var, bunlar da kopuyor. Çatışmanın eşiğine getirilen Türkiye, orta gelirin altına düşen bir ülke, gittikçe dünyadan da kopuş yaşıyor, kapalı bir ülke haline gelmeye başladı, hem siyasal rejimi hem de ekonomisi. Bütün bunlar büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğumuzu bize gösteriyor.

ÖM: Peki bitirebiliriz, biraz kopukluklar oldu ama haftaya da önemli bir yıldönümünün üzerinde konuşacağız, onu da duyurup bitirelim isterseniz?

AB: Tabii 15-16 Haziran 1970, İstanbul tarihinde en önemli direnişlerden biridir, bu yıl 15-16 Haziran işçi hareketinin 50. yılı, o da muazzam direnişin. Nüfusun 35 milyon olduğu ülkede, 150-200 bin kişi sendikal haklarını savunmak için sokaklara döküldüler ve işçilerdi bunlar. Haklarını da aldılar. Direnişin 50. yılı, enine boyuna onu değerlendireceğiz gelecek haftaki programımızda. Evet bazen büyük kazanımları sağlıyoruz ama onları koruyamıyoruz, 15-16 Haziran da öyle, Gezi de öyle, soru hep şu olmalı “neden biz bu kazanımları sonradan kaybediyoruz?” 15-16 Haziran’ın yıldönümünde belki genel olarak da bütün olarak değinebiliriz. 

ÖM: Çok teşekkürler Ali Bey görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın.

ÖÖ: Görüşmek üzere.