"Bir gün ‘HDP parti yönetimine kayyum atandığını’ duyarsak hiç şaşırmayalım"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge gündeme dair yorumlarını paylaştı. 

Ekonomi Politik: 22 Haziran 2020
 

Ekonomi Politik: 22 Haziran 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(22 Haziran 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar.

Ali Bilge: Merhabalar Ömer Bey, merhaba Özdeş, bütün arkadaşlara merhaba, iyi haftalar.

Özdeş Özbay: Merhaba.

ÖM: Gene yoğun bir gündem var tabii, ne konuşuyoruz bugün?

AB: Ülkenin çok sert olan gündemi artarak devam ediyor, HDP’nin, milletvekillerinin düşürülmesi sonrası düzenlediği yürüyüş baskı ve engellemelere karşın cumartesi günü Ankara’da sonuçlandı. Şimdi de barolar Ankara’ya yürüyorlar, baroların var olan haklarının gasp edilmesine dönük bir yasa tasarısı var mecliste, bu düzenlemeye karşı çıktıkları için yürüyorlar. HDP yürüyüşü Demirtaş’ın Anayasa Mahkemesi kararına da denk geldi, AYM VE Uluslararası mahkeme kararlarını uygulanmadığı bir ülke olmaya devam ediyoruz. 

Türkiye manzarası son haftalarda daha da kötü olmaya başladı. Özellikle covid19 sonrası yapılan infaz yasası düzenlemesiyle, katilerin, uyuşturucu baronlarının ve mafya liderlerinin serbest bırakılmasıyla, Türkiye siyasi sahnesinde rahatsız edici fotoğraflar karşımıza çıkmaya başladı. Mafya liderlerinin bir araya geldiği fotoğraflar, mafya liderlerinin siyasetçilerle bir araya geldiği fotoğraflar gururla etrafa saçılıyor. Aile fotoğrafında yer alan kişilerin pek çoğunun, 2000 öncesi derin devlet, mafya ve Susurluk bağlantılı kişiler olduğunu görüyoruz. Suç dünyasının aktör kişilerinin iktidarla ve iktidar ortaklarıyla olan mesafesiz ilişkilerine şahit oluyoruz. 

Bu kötü fotoğraflar sonrasına son bir gelişmede eklendi, İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni vali ve emniyet atamaları yapıldı. Kol kola geçmiş mafya siyaset manzarası bir tarafta, diğer tarafta güvenlik bürokrasisinde kaç kez yapıldığını bilemediğimiz yeni atamalar. Neden bu kadar güvenlik bürokrasisi ve vali değişikliği yapılıyor anlamakta zorlanıyoruz. Neden? Tüm bu gelişmeler, siyasal ve iktisadi hayatı takip edenleri ve vatandaşı tedirgin edici bir durum arz ediyor. 

Tedirginliğe eklenecek en önemli hususlardan biri ekonomik gidişat. Kamu bankalarında; 1980-2000 dönemimde şahit olduğumuza benzer görev zararları artıyor. Görev zararları aslında devletin borçlarını gizlemek için yapılan bir uygulamadır. Kamu genel dengesine sonra eklendiğinde devasa kamu borçlarıyla devam edemez hale gelirsiniz. Saray hükümeti ekonominin aktivitesinin arttırılması için kamu bankaları aracılığıyla kredi hacminin artırılmasını istiyor. Kamu bankaları zararına kredi vermeye çalışıyor. Hazine karşılığı olmayan bir biçimde yaratılan kaynakları kısa bir sürede üstlenmek zorunda kalacak ve bunlar vergi veren vatandaşın sırtına yüklenecek. 

Türkiye borçla çalışan bir ekonomi, ülke ekonomisi yeterince borç bulamadığı içinde zor durumda, dış kaynaklar ülkeye gittikçe kapanıyor, hem fiziki reel sermaye, hem finansal sermaye, yabancı fiziki yatırımcı artık gidiyorlar, ki en son örneğini Turkcell’de yaşadık. Pek çok yabancı yatırımcı yeni yatırım yapmadıkları gibi hisselerini satıp gitmek, Türkiye’yi terk etmek arzusunda olan bankaları ve reel sektör kuruluşlarını biliyoruz. 

Türkiye’nin net döviz rezervlerinin çok kötü durumda olduğunu görüyoruz. Uluslararası yatırım pozisyonu eksi seviyede, yurt dışı yerleşiklerin, yanı ülke insanının, vergi ve benzeri düzenlemelerle yapılan caydırıcı önlemlere rağmen, döviz hesaplarının arttığına tanık oluyoruz. Tasarruf sahipleri sıfır faiz de alsa, dövize vergi de gelse, TL’ye güvenmedikleri için dövizde park etmeye, devam ediyorlar. 

Turizm sektörü için perişan bir yıl 2020 yılı, Türkiye’nin son yıllarda döviz kazandırdığı en önemli sektörüydü, 34,5 milyar Dolar’lık bir getirisi vardı. Bu gelirin çok büyük bölümü olmayacak. 17 Haziran’da büyük tesisler açıldı ama çok sınırlı turist var, onlarda yerli. Turizm şirketlerinin önemli bölümünün bankalara borcu bulunuyor, borç stoğu 15 milyar Dolar civarında. Pandemi nedeniyle bu yıl zarar yazacaklar. Biz neredeyse 40 milyona yakın turist kabul eden bir ülkeyiz ve 34,5 milyar Dolar’lık ciromuz var, bu olmayacak 2020 yılında bu şirketler zarara çalışacaklar, böyle olunca da borçlarını nasıl ödeyecekler? Turizm sektörü 1,8 milyon dönem boyunca bir istihdam sağlıyordu tesislerine periferisindekilerle birlikte, bu da yok, eksik olacak. Geçtiğimiz yılların rakamları hayal… Zaten geçen yılı İngiliz tur şirketinin batması ile oluşan zararla tamamladılar. Cook’un Türkiye’ye 350 milyon Pound’luk yükü oldu, alacaklarının tahsil etmek için mahkemelerde boğuşurken, pandemi de eklendi. 

Gelelim swap efsanesine! Swap denilen aslında normal bir mali enstrüman, bankaların ve merkez bankalarının kullandığı bir enstrüman, yeni elde edilen bir borçlanma imkânı, taze kaynak değil. Çok fazla abartılarak; “swap için teknik görüşmelerimiz devam ediyor” manşetleri kol geziyor. Bu işlem yeni bir borç, kaynak temin etme değildir, yapılan işlem bir para takasıdır. Dış ticarette de karşılıklı yerli para kullanma uygulamasıdır. Onun da sınırları bellidir. Aslında normal olarak uygulanan ve uygulanması gereken işlemler köpürtülüyor. “Çin ile swap başladı, Katar’la 5 milyar Dolar’dan 15 milyar Dolar’a, yükseldi” vbg sözler uçuşuyor, külliyen anormallik, ülkeye saygısızlık, yalanla yaşamak, zûl şeyler aslında bir ülke için. Nitekim bunu Ahmet Davutoğlu da geçen gün partisinin ekonomik programına ilişkin açıklamalar yaparken dile getirdi. Ekonomi için bununla bugün yetinelim, yeniden tehlike arz eden siyasal gelişmelere dönelim.

 İktidar ortakları, muhalefet cephesindeki birleşmenin, muhalefetin güçlenmesinin önüne de engeller çıkarmaya çalışılıyor. Bu hususta operasyon HDP üzerinden oluyor. HDP; terör örgütü gibi tanımlanmaya, takdim edilmeye çalışılıyor. Susurluk döneminin önemli aktörlerinden Bülent Orakoğlu’ da Yeni Şafak gazetesinde şöyle yazmış: “HDP = PKK’dır, dolayısıyla HDP terör örgütüdür”. Şimdi Türkiye’de 6 milyon oy almış bir partiyi terör örgütü olarak nitelemeye, kriminalize, terörize etmeye başlıyorsunuz. Ülkenin 3. Partisini ve 6 milyon veren seçmeni yok sayıyorsunuz. Çok tehlikeli bir koridora girmiş bulunuyoruz, bu nedenle demokrasiden yana güçlerin çok çok dikkatli olması gerekiyor. ‘HDP = terörist, HDP = PKK’ kampanyasının içine çekiliyoruz. 

Buna ilaveten dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, biraz önce konuşmanın başında söylediğim gibi, şahsa şamil özel afla çıkan, mafya liderlerinin devlet katında muazzam bir hüsn-ü kabul görmesi, Devlet Bahçeli 41 suçtan sabıkalı Alaattin Çakıcı’yı makamında kabul etti. Sonrasında Çakıcı önemli mafya liderleri ile bir araya gelerek resim vermeye devam etti. Alımıza gelen soruyu söyleyelim. İktidar, mafya üzerinden muhalefete ve topluma mesaj mı veriyor? Bu arada, mevcut iktidar boyunca baş tacı edilen önemli bir mafya lideri olan Sedat Peker, elini kolunu sallayarak yurt dışına gidiyor. Adeta bir mafya konsolidasyonu, oluyor, tüm bunlar göstere göstere yapılıyor, muhalefetin ve toplumun gözüne sokuluyor... 

Yıllar boyunca çok kötü olaylar, uygulamalar yaşadık bu ülkede, özellikle gladyo faaliyetlerini hatırlamak lazım. 1952 yılında kurulan NATO ve ABD kaynaklı, önce ismi Seferberlik Tetkik Dairesi iken daha sonra ÖHD Özel Harp Dairesi ismini alan Türkiye Gladyosunun marifetlerini, 1952’den 90lı yıllara kadar uzanan kontrgerilla faaliyetlerinin en azından bir kısmını biliyoruz. Gladyo ile birlikte biz Susurluk çetesini de biliyoruz, soğuk savaşın bitiminde bütün batı ülkeleri kendi gladyolarını şu ya da bu şekilde yargıladılar, parlamentolarına getirdiler, soruşturdular, yargıladılar. Ülkemizde bu işler kısmen oldu, örtünün çok az kaldırılması şeklinde oldu. Unutmayalım, bugün özel infaz düzenlemesi ile serbest bırakılan mafya liderinin 90’larda MİT adına çalıştığı ortaya çıkarıldı, parlamentodaki komisyonlarda ortaya kondu, dönemim MİT yöneticisi Mehmet Eymur’da bunları açıkladı. 

Ülkücü mafya denilen grubun temelinin 12 Eylül döneminde atıldığı açıklandı 12 Eylül sonrasında Millî İstihbarat Teşkilatı ile darbeci orgenerallerin konseyi iç içeydi, Darbe lideri Kenan Evren’in damadı Erkan Gürvit, MİT’i yönetiyordu, Gürvit’in eşi ve Evrenin kızı Şenay Hanım MİT’in dış ilişkilerini yönettiğini –bunları Mehmet Eymür yazdı- öğrendik. Şenay Hanımın yönettiği dairenin Türkiye’nin dış operasyonları için hapisteki ülkücüleri Konseyin direktifleri doğrultusunda örgütlediğini, bu kişilerden ekipler oluşturarak yararlandığını öğrendik. Bunlar parlamento belgelerine, komisyon raporlarına geçti, sayısız kitaplar yazıldı, yayınlar yapıldı. Yani bizim tarihimizde hem gladyo hem de gladyoya benzer yapılarda, Susurluk’a uzanan derin devlet faaliyetlerinde ülkücüler ve mafya kullanıldı, Susurluk kazasından sonraki dönemlerde bunların hepsi ortaya döküldü. Şimdi bunların uzantıları yeniden sahnede, “müsaadeye mazhar gözdeler” konumundalar. 

Konumuza sorular sorarak devam edelim; dünya pratiğinde baktığımızda, gelişmişlik düzeyleri fark etmeksizin, devletler bazı faaliyetlerin de mafyalarla, gizli yapılarla gladyolarla çalışıyorlar. Neden? Neden devletler yakın çalışıyor bu tür yapılarla? Neden narko devletler oluyorlar? Ya da devletler narko faaliyetlere neden bulaşıyorlar? Neden mafya liderleri siyasetçiler tarafından hüsnü kabul görüyor? Neden Bunları incelediğimizde görüyoruz ki, devletler meşru olmayan işleri mafyaya veya benzeri örgütlere yaptırıyorlar. ABD mafyadan çok yararlanmış bir ülke. İkinci Dünya Savaşı sırasında, ABD kuvvetleri İtalya’nın hangi bölgesinden çıkartma yapacaklarını, Mussolini’nin en zayıf bölgesinin neresi olduğunu araştırıyorlar. Büyük bir istihbarat çalışması olmalı. O devirde hapiste bulunan büyük mafya lideri Lucky Luciano, Beyaz Eve, yani ABD yönetimine serbest bırakılma karşılığında bir teklifte bulunur. İtalya’daki adamlarıyla yönetimin istediği istihbaratı yapabileceğini, en güçlü çıkartma yapılacak yeri tespit edilebileceğini, girecek kuvvetlere altyapı hazırlayacağını teklif eder. Sonuçta mafya lideri ile yönetim böyle bir takasa giriyor.

ÖM: Askeri çıkartmadan yani ikinci dünya savaşıyla ilgili İtalya’ya çıkartma vaziyetleri.

AB: Evet. Lucky Luciano İtalya’daki adamlarına ABD silahlı kuvvetlerine yardımcı olmaları ve istihbarat toplamaları görevini veriyor, iş ziyadesiyle çok başarılı bir şekilde yapılıyor. Çünkü İtalyan mafyası Lucky Luciano’ya çalışıyor, faşist İtalya devletinin istihbaratını, Lucky Luciano aracılığı ile ABD ile paylaşıyor. Böyle olaylar dünya tarihinde çok sayıda rastlıyoruz, ABD’nin İran’a silah satışının nasıl organize edildiği de çok bilinenlerinden biri. Pek çok ülkenin sömürgelerinde gayri resmi mafya tipi yapıları kullandığı biliniyor. Sömürgelerde, ulusal kurtuluş mücadelesi verenlerde özellikle silah temin etmek için uyuşturucu işleri yaparak kaynak oluşturma faaliyetlerinde olduğu biliniyor. Kısaca devletler meşru olmayan işlerini genelde bu kanalı kullanarak yapıyorlar. 

Mafya tipi yapılar muhalif sembol insanları ortadan kaldırıyorlar. Devletin kırmızı çizgisini ihlal edenleri ortadan kaldırmak için devlet resmi görevlisini kullanmıyor, bu örgütlerin elemanları suikastları yapıyor, geçmişte bizde de bunun çok örneğini gördük. Kaybıyla toplum üzerinde korku hakimiyeti oluşturan kişilerde bunlara havale ediliyor o kişiyi ortadan kaldırınca büyük bir moral çöküntüsü sağlıyorsunuz toplum üzerinde. Bu bir gazeteci, hukuk ve bilim insanı kanaat önderi olabiliyor. Bu tür işlerde genelde devletlerin mafyayı kullandığı alanlar oluyor. Rusya’da da otoriter rejimin kurumsallaşmasında,- bir programda konuşmuştuk- muhaliflerin ortadan kaldırılmasında suikastların önemli bir katkısı oldu. Korku otoriterliğin ilacıdır. Ne kadar korku, o kadar itaat…

Şunu da belirtelim; devletler mafyayı hizmetinde kullanırken, onları korumak ve kollamak durumundadırlar. Çatlı ve Çakıcı bunlara değerli örneklerdendir. Biz, çok değerli örneklere sahip bir ülkeyiz, bu örneklerin neler yaptığına ilişkin muazzam bir kütüphaneye sahibiz. 12 Eylül döneminde ülkücülerden oluşturulan MİT kontrolündeki timlerin, yurt dışında Ermeni Asala’ya yönelik faaliyetlerde, pek çok uyuşturucu işinde yer aldıkları ayan beyan yazıldı, çizildi, raporlandı. Soyadı Baybaşin olan bir kişinin açıklamalarını hatırlıyorum. Narko faaliyetleri devlet hizmetinde yaptıklarını bilfiil açıklamışlardı o dönemde, sayısız kitaplar, yayınlar oldu. 

Paramiliter ülkücü kuruluşlar her daim devlet hizmetinde çalıştığı gibi devlet aynı zamanda onların mafya olmalarına da olanak tanıdı. İşte bugün fotoğraf veren pek çok isim bunların içinden gelen insanlar, kendi eşini öldüren insanlar, Civangate olayını hatırlatmakta fayda var, devletin en tepesindeki Başbakan, Özal Ailesi, Çakıcı, rüşvet veren bir iş adamı ve dönemin önemli kamu bankalarından birinin genel müdürü arasında cereyan eden olaylar hepimizin gözünün önünde oldu. Bunlar daha sonra tek tek döküldü, önemli aktörler bunları anlattı, MİT tarihinin en önemli isimlerinden Mehmet Eymür, Çakıcı ve diğer ülkücüleri MİT’te nasıl kullandıklarını anlattı. Bunlar parlamento arşivlerinde yer alıyor, medyanın yayınlarında ve sayısız araştırmacının kitabında yer alıyor. Bunları araştıran yazan pek çok gazetecinin de ortadan kaldırıldığının, öldürüldüğünü belirtelim. Bu ülkede gerçek gazeteci olmak çok zordur 

Devletler neden gayri meşru narko dahil işlere bulaşıyorlar sorusunu yanıtlamaya devam edelim. Bu konuda bir diğer husus da ülkelerin döviz açıkları varsa bu işlere bulaşıyorlar. Tarihe baktığımızda örneğin o ülkeye ambargo uygulanıyorsa, o ülkenin ödemeler dengesi sorunu varsa, döviz bilançosu fahiş açık veriyorsa, ya da ülkeler pek çok cephede savaşıyorsa savaşın ihtiyaçlarını karşılamak için de meşru olmayan işlere başvurabiliyorlar. Dolayısıyla, meşru olmayan işlerde kullanılmak içinde elbette kadro ve yapılanma gerekiyor. Mafya kadroları yetiştirilip, güçlendirilip, devşirilip paralel gayri resmi bir güç olarak ziyadesiyle kullanıyor, bunlara başvuruluyor. 

Elbette bunları yapanlar kendi paylarını da alıyorlar, buna göz yumuluyor, kendi paylarını almanın ötesine çıktıklarında ya da çizgiyi aştıklarında korunmamaya başlıyorlar ve değiştiriliyorlar, yeni aktörlerle konsolide ediliyorlar. Dünya pratiğinde gördüğümüz şu ki, mafyalar devlet gücü tarafından korunmadan ayakta kalamazlar, en büyük güç devlettir çünkü. Bu hususlara ilişkin sahip olduğumuz önemli bir külliyat var kütüphanelerimizde, önemli ölçüde bu külliyatlara sahip olduk, pek çoğu yarım kalmış olsa da parlamentonun arşivleri de dolu bunlarla…

Eski mafya aktörlerinin önce affedilmeleri, sonra yeniden hüsn-ü kabul görmeleri, öne çıkarılmaları, bize bu kişilerin eskiyle olan bağlantılarını hatırlatmamızı gerekli kılıyor. Ancak asıl önemlisi, hızla toplumsal çoğunluğunu/desteğini kaybeden iktidar pratiğinin, kaybı telafi etmek için hangi yolları aradığına dair bize ip uçları veriyor. Affın sonuçlarını güvenlik bürokrasisinde ki atamaları birlikte de düşünmekte, paket halinde bakmakta fayda var .

Özellikle de, muhalefet cephesinin HDP’ye yaklaşmasının önlenmesi, HDP’nin kriminalize edilmesi, terörize edilmesi, ‘eşittir PKK’ denmesi, ‘eşittir terör’ denmesi kampanyasına tüm bu gelişmeler üzerinden değerlendirmek, siyasal okumalar için yararlı olabilir. Bugünden çok daha tehlikeli mecralara savrulmamak için, mutlaka şu tarihleri göz önüne tutmak durumundayız, - ki buna Ahmet Davutoğlu da işaret etti. 7 Haziran 2015 – 15 Kasım 2015 dönemini hiç unutmayalım, satır satır hatırlayalım, çoğunluğunu kaybetmiş bir iktidarın, ülkede yaşanan suikastlarla, toplu katliamlarla, yaratılan korku iklimi sonucunda yeniden %49’luk oylara ulaşmasının temel sebebi, terörize edilmek duygusu, güvenlik korkusu nedeniyle saf değiştiren seçmen kitlesi oldu. 

ÖM: Ben de iki şey ilave etmek istiyorum izninizle. Bir tanesi bu mafya ilişkileri denirken uyuşturucu baronu olarak adlandırılan Zindaşti davasında, Naci Şerifi Zindaşti diye İranlı bir kişinin hapishaneden çıkıp kaçması durumu var. Cinayete teşvikten, azmettirmekten de suçlanıyordu, o davada cumhurbaşkanı danışmanlarından Prof. Burhan Kuzu’nun da 5 yıla kadar hapsi istendi. Böyle bir karışık ilişkiden bahsetmek istiyordum. O öyle devam ediyor, ne olduğu bilinmiyor. Bir de çok yeni bir haber var Deutschewelle.com’dan aldığımız. Bu da “10 yıldır Türkiye’de yaşayan eşi ve çocuklarıyla mutlu bir yaşam sürdüren ABD vatandaşı Joey Anna Crous Subaşıgillerin 10 gün gibi çok kısa bir süre içinde ülkeyi terk etmesi istendi” diye yeni bir haber vardı Değer Akal imzalı. İkamet izninin neden uzatılmadığı da ‘diğer nedenler’ diye, reddedilme gerekçesi olarak ‘diğer nedenler’ konuşmuş. Çocukları da var, küçük yaşta 3 çocukları var ve “daha anne memesinden süt içen küçücük yavrularımız varken neden eşimin Türkiye’yi terk etmesi isteniyor. Aile bütünlüğümüzü nasıl koruyacağım?” diye konuşmuş Pastor Subaşıgiller, Türk Pastor’ün Amerikalı eşi sınır dışı edilecek. Böyle bir yeni bir problem “tehdit gibi görünmek bizi çok üzüyor” demiş. 

AB: Tüm bu gelişmeler kaygı vermenin ötesinde. Ekonomide, borçlanamıyorsunuz, döviz rezervleriniz ekside, yabancılar gidiyor, kambiyo rejiminiz kapanmaya devam ediyor, turizm yok, ihracat, büyüme ve işsizlik inanılmaz kötü seviyelerde, vergi gelirleriniz çok az yetmiyor Kaynak ihtiyacınızı nasıl karşılayabilirsiniz. Devletler, böyle durumlarda insanlar gönüllü vergi vermeye sevk edilebilir ancak ya bu insanlar gönüllü olmazsa, ne olur? Başka türlü yöntemler kullanılması gündeme gelebilir mi? Osmanlı’dan bu yana böyle bir geleneğimiz vardır. Yani biat etmeyenlerin ikna edilmesi meselesini söylüyorum, Nasıl ve ne şekilde ikna? Kol bükülerek mi? İkna etmek için neler ve kimler gerekli? 

Türkiye’de sermaye bileşenlerine baktığımızda 18 yıldır yeni bir sermaye grubunun oluştuğunu ama geleneksel eski sermayenin de varlığını da önemli ölçüde koruduğunu görüyoruz. Bu varlıkların el değiştirmesi mümkün mü? Turkcell olayında da yabancıların hisselerini ucuza satmaya razı olduklarını gördük. Pekala mümkün! 

Önümüzdeki dönemde varlıkların el değiştirmesi için farklı yöntemler gündeme gelebilir mi? Yakın tarihimizden hatırlayın Çakıcı’nın varlıkların el değiştirmelerinde oynadığı rolleri hatırlayın, Korkmaz Yiğitin Bank Ekspres olayını, Türkbank ihalesini hatırlayın! Varlıkların el değiştirmesinde böylesi aktörler önemli rol oynayabiliyorlar. Tarihimizde örnekleri boldur. Dolayısıyla ekonomik aktivitenin içerisine bu tür efektlerin girmesinde kullanılan kesimler mafya tipi yapılar olabiliyor. 

Son zamanlarda yaşanan bir gelişmeye dikkat çekerek programı tamamlayalım Türk özel sektörünün önemli örgütlerinden, siyasal sağa kadro yetiştiren TOBB’a geçen hafta Melih Gökçek’in ağır ithamları oldu, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’na. Gökçek’e göre Hisarcıklıoğlu’nun başında bulunduğu TOBB ve bizzat kendisi, Erdoğan iktidarına biat etmekten vaz geçmiş, iktidar bağlantısından sıyrılmak istediğini söylüyor. Nasıl yorumlamamız lazım bunu? Erdoğan’a biat etmiş bir örgüt TOBB ve başkanı vaz mı geçiyorlar gerçekten? TOBB’un çok güçlü parasal kaynakları olan milyarlarca Doları olan bir kuruluş, Türkiye’nin en zengin kuruluşlarından biri, anlaşılan iktidar artık orayı direkt kendi yönetmek istiyor, “biat yetmez” diyor. Biatta gevşiyor…

ÖM: TOBB Odalar Birliği değil mi?

AB: Evet. Türkiye Odalar Birliği çok zengin bir kuruluştur, imparatorluktur. TÜSİAD bunun yanında nahiye kalır, o derece güçlüdür. İktidar ortaklıkları toplumsal çoğunluğunu kaybediyor, %40’ların altına gidiyor, ekonomi iflasın içinde, anayasa ve uluslararası yasalara aykırı uygulamaların silsilesi yaşanıyor. Türkiye’deki seçimlerin olması ve kazanılmasının kıymeti kalmadı, sürekli iktidar kayyum atıyor, 6 milyon oy alan HDP’ye. Muhalefeti sindirmek için seçmen iradesi de tanınmıyor, bir gün ‘HDP parti yönetimine kayyum atandı’ diye duyarsak hiç şaşırmayalım. Seçimlerin hükmünün, hükümsüz olduğu ortada, seçilmeye değer verilmiyor ama yine kontrollerinde bir seçim olsa da kaybedeceklerinin farkındalar. Oysa muhalefetin bir demokrasi cephesi ile birleşmesinin önüne geçilmesi için yeni bir Haziran 2015 – Kasım 2015 senaryosunu kentlerde devreye sokmak hiç yabancı gelmiyor bana. Ancak, o dönemden bu döneme şöyle bir fark var, o dönemin AKP’sinin içinden ciddi ayrılmalar oldu, iki parti çıktı ve bu iki parti niceliksel olarak çok güçlü olmasa da içinden gelenler olması nedeniyle, niteliksel olarak çok güçlü bir durumdalar, iktidarın bunlardan çekince duyduğu bir gerçek... İktidar kaybetmek istemiyor, çünkü kaybettiği takdirde 18 yılın bilançosu masanın üzerine gelecek ve bu bilançonun pek de iç açıcı olmadığı ortada….

ÖM: Ben bir de şunu ilave edeyim, bu kayyum dediniz Avrupa Konseyi’ne bağlı oldukça önemli bir kuruluş olan Venedik Komisyonu Türkiye’nin 31 Mart 2019’dan sonra ülkenin güneydoğusunda özellikle belediyelere yaptığı kayyım atamalarının demokratik prensiplere aykırı olduğunu duyurmuş. Dünyadaki en önemli hukuk kuruluşlarından bir tanesi Venedik Komisyonu ve Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin yerel ve bölgesel yönetimler kongresi tarafından görüşü talep edilmiş, Türkiye’nin yani Venedik Komisyonu’nun bu konuyla ilgili görüşü buradan talep edilmiş ve Türk hükümetine alınan kararların iptali çağrısında bulunmuş Venedik Komisyonu. OHAL kaldırıldı ama etkileri sürüyor, demokrasinin temel prensiplerini ihlal ettiği görüşünde olduğunu söylemiş. Bunu da eklemek istedim.

ÖÖ: Ben de bir şey söyleyeyim, Ali beyin bahsettiği HDP’ye de kayyım atanırsa diyordu, geçtiğimiz hafta Venezuela hükümeti 2 büyük muhalefet partisinin liderliğine kayyum atadı. Yani olmayacak bir şey değil!

AB: Öyle mi? Bak bunu bilmiyordum!

ÖM: Evet bu da önemli. 

ÖÖ: Seçimlere girmek istemeyen iki muhalefet partisine -yakında seçimler olacak,- kayyum atandı.

ÖM: Maduro’ya yakın, ilişkisi olan birisi olan zaten Türkiye’de de.

AB: Evet.

ÖÖ: Bu arada ilginçtir, çok farklı ideolojik kökenler ama hemen hemen yakın yıllarda da iktidar oldular, Venezuela ve Türkiye’de çok benzer gelişmeler yaşanıyor.

AB: Bir de Küba destekliyor yalnız Venezuela’yı!

ÖM: Peki böylece bitirelim.

AB: İyi yayınlar diliyorum herkese.

ÖM: Çok teşekkürler.

ÖÖ: Teşekkür ederiz.

AB: Hoşça kalın.