“2020’de Türkiye’de yaşanan, adaletsizlik ve eksik adalet değildi, yaşanan ağır adaletsizlikti”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

Ekonomi Politik: 28 Aralık 2020
 

Ekonomi Politik: 28 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(28 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar! 

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal, herkese iyi haftalar diliyorum! İyi yayınlar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Teşekkür ederiz. Nasıl bir değerlendirme var bugünkü programımızda?

AB: Bütün yılı önüme döktüm, baktım işin içinden çıkamadım, o kadar çok mesele konuşmuşuz ki! 49 program yapmışız, bu sene iyi çalışmışım, patron, onu söyleyeyim! Tabii ki yıla damgasını vuran dünyada ve Türkiye’ye Covid salgını İktisadi meselelerde en önemli gelişmelerden biri yaşanan kur şoku ve faiz takıntısı sonucu döviz rezervlerinin erimesi. Merkez Bankası başkanı ve Ekonomi Bakanı’nın değişimi, damat olayı. Dış yaptırımlar başlı başına önemli bir konu başlığı 6 bölgede açılan cepheler var, yaşanan savaşlar, çatışmalar, gerilimler, yolsuzluklar, İzmir-Elazığ depremi, yerli otomobil, Kanal İstanbul, tarımda yaşanan girdap, kuraklık, kıtlık, işsizlik, açlık ve yoksulluğun artması. Yaşanan olumsuzlukları sırlamakta başa çıkamadım doğrusu.

Ancak, 2020 yılında konuştuğumuz en önemli husus adaletsizlik. AİHM’nin en son Demirtaş kararına, daha önceki Kavala kararına pek çok AYM kararlarına uyulmaması, nice keyfi mahkeme kararları, yürütmenin emrine girmiş yargı. AİHM’in son Demirtaş kararı Türkiye’nin otokrasi ile yönetilen ülke olduğunun tescili oldu. 2020’de Türkiye’de yaşanan, adaletsizlik ve eksik adalet değildi, yaşanan ağır adaletsizlikti. Sayısız ağır adaletsizlik örneklerini yaşadık. Organize suç liderine af çıkartılan, onun ana muhalefete hakaret ve tehdit etmesine izin veren bir ülkesiniz. Ana muhalefet liderine saldırı yapılan, yapanların takipsizliğe uğradığı bir ülkesiniz. Gözaltına alındıktan sonra, kaybolan insanlar olduğu bir ülke burası, çırılçıplak arama yapılan bir ülke burası. Ağır adaletsizlik, aşağılamayla zulmün bir arada olduğu bir durum demektir. Bir televizyon kuruluyor 26 günde kapanıyor. Birazdan buna da değineceğim. 

2020 yılı, AİHM son Demirtaş kararıyla Türkiye’nin ağır adaletsizliğin ülkesi olduğunu tescilleyerek bitiyor. Ağır adaletsizliğin inanılmaz örnekleriyle dolu bir yıldı. O kadar çok ki onları bile sıralamak zaman alıyor. Uşak’taki 30 kadının çıplak aranmasıyla ortaya kondu ki, çıplak arama bu ülkede rutin bir işlem. Aşağılama ve zulüm, yani insanlık onurunu ayaklar altına alan sayısız vakalar yaşandı. İdarenin keyfiyetine bağlı bir yargı ile yaşıyor olmamız nedeniyle çok fazla ağır adaletsizlik örnekleri yaşadık. 

Türkiye’nin 1949’da kurucu üye olduğu Avrupa Konseyi ile netameli bir ilişkisi olmuştur. Ömer bey siz daha yakından takip eden bir kişisiniz. 2004’ten bu yana AİHM, parlamentoda kabul ettiğimiz, anayasaya koyduğumuz ve en üst hukuk kurumu olarak tescillediğimiz bir kurum olmasına karşın, kararlarına uyulmadığı bir ülkeyiz. Türkiye’nin Avrupa Konseyi (AK) ilişkileri, AİHM kararlarına uyulmadıktan, saygı duyulmadıktan sonra nasıl bir yola girecek? Daha önce sorunları olmadı mı hiç, kurucu üye olmasın karşın elbette hep inişli çıkışlı oldu AK ile Türkiye’nin. 

AK- Türkiye ilişkileri 12 Eylül döneminde askıya alınmış, üyelikten çıkarılma şamasına gelmişti. Üyelikten soğuk savaş denklemi nedeniyle, ABD’nin ağırlığını koymasıyla çıkarılmadı ama büyük bir problem yaşandı. AK, Türkiye için ne demek? AK, Türkiye için çok önemli bir kurum ve adres bir kurum.Eğer Konsey’in kararlarını dinlemiyorsanız, mahkeme kararlarını hiçe sayıyorsanız, 70 yıldır içinde bulunduğunuz ilişkilerden, Avrupa ve Batı dünyasından kopuyorsunuz demektir. Kararlara uymamak kopuşun tescili anlamına geliyor. Avrupa düşüncesi ile dünyanın önemli bir bölümü ile olan ilişkilerinizi sürdürmek istiyorsanız Konsey üyeliğinin bitmemesi gerekiyor. 70 yıl öncesinde Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin, Roma’da anlaşmasını imzalamasına rağmen, uzun yıllar boyunca bu sözleşmenin hükümlerini kendi ülke vatandaşlarına uygulamadı. 2004 yılında ancak kabul etti üst mahkemeyi, kendi iç hukukunun üstünde gördü. Ancak bugün Anayasasında yer alan bu hükmü yok sayıyor. Böyle bir durum başlı başına ağır adaletsizliktir. 

 2020 yılında Türkiye, ağır adaletsizlik örneklerinin yaşandığı, hiçbir şekilde hapishanede olmaması gereken siyasetçilerin, gazetecilerin, iş insanlarının bir anlamda esir tutulduğu bir ülke haline geldi. Bir anlamada, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin insanlığa karşı olan suçlar kapsamına giren suçların işlendiği anlamına gelebilecek durumlarla da karşı karşıya bir ülkeyiz. Keyfi bir şekilde hapsetme, hürriyetten ağır bir şekilde mahrum edilmenin bu suçlar içinde sayıldığını görüyoruz. Ayrıca olağandışı cezalar, ağır adaletsizliğin en önemli örneği oluyor. Keyfiyete göre olağandışı ceza. Bu örneklerin ezici bir şekilde yaşandığı bir yıl oldu. 

Adaletsizliğin pek çok çeşidini biliriz biz iktisatçılar, hemen gelir adaletsizliği, vergi adaletsizliği aklımıza gelir. Tabii Türkiye’de bir de bu yıl ağır adaletsizlik örneklerine Covid adaletsizliği de eklendi.Covid adaletsizliği de ağır bir adaletsizlik örneği oldu. Bu adaletsizliği daha sonra konuşuruz. Ağır adaletsizlik zinciri ile bitirdiğimiz bir yıl, 2020 yılı. 

AİHM üst mahkemenin büyük dairenin kararı, Türkiye’nin insan hakları ihlallerinin sınırlandırıldığı değil ihlalin bizatihi yapıldığını tescil ediyor. Yani AİHM, ağır adaletsizliği tescil ediyor, otokrasiyi tescil ediyor, tek adam rejimini tescil ediyor.Bu karar sıradan bir karar değil, ülkenin rejimini tescil eden bir karar. Hep ülkenin ekonomi notlarını konuşuruz ya, işte bu kararda bu ülkenin demokrasinin notudur ve demokrasinin olmadığının, kalmadığının tescilidir. Ağır adaletsizliklerin ve ağır insan hakları ihlallerinin olduğu bir yılı geride bırakırken bir isimi vurgulamak istiyorum. İnsan hakları mücadelesinde çok değerli bir isim milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, kendisini uzun yıllardır takip ediyorum, bir iki kez telefonla konuşmamız oldu. Ömer Faruk bey parlamentoyu da çok iyi kullanan bir milletvekili, hakkını veren bir milletvekili. Hem parlamento içinde hem de parlamento dışında insan haklarına olan duyarlılığı mücadelesi ile örnek bir demokrat vekil. Kaybolan insanlara, çıplak aramaya, tüm insan hakkı ihlalleri üzerinde duyarlılığı, takibi ile saygın bir isim. Kendisi başlı başına bir parti sanki, kendisi başlı başına parlamento gibi, komisyon gibi, tek başına muazzam mücadele veren bir kişi. 

Ağır adaletsizlik örneklerinin yaşandığı alanlardan biri tabii ki basın. Olay TV’nin yayına geçmesi sırasında sevindim işsiz kalan arkadaşların bir kısmı iş bulabilecek diye, ama yakın tarihi bilen, takip eden bir kişi olarak da, hiç de ümitkâr değildim. Çünkü bu işin sahibi olan iş insanı olan eski siyasetçinin sicilini iyi takip eden bir kişiyim. 1991 yılında bu kişi, devlet bakanı oldu kurulan hükümette ve kendi şirketlerinin borçlu olduğu devlet bankasını kendisine bağladı ve şirketlerinin bankaya olan borçlarını yapılandırdı. Sonra satın aldığı özel bir bankayı batırdı, batan bankanın maliyetini biz ödedik, ödüyoruz. 2001 ekonomik krizini batan bankalar ve içi boşaltılan kamu bankaları nedeniyle yaşadık, muazzam kamu borçları oluştu. Özdeşlerin kuşağı, benim, sizin, hepimizin ödediği bir maliyetin paydaşıydı bu şahıs. Hâlâ ödemeye devam ediyoruz bu borçları. O dönemde, Dünya Bankası raporunda 100 milyarlık dolarlık bir maliyet olduğu ortaya kondu. Kamu bankaları, özel bankaların açtığı yaranın kapatılması için harcadığımız para, onun da bankasının açtığı yara içinde gitti. Daha sonraki yıllarda bu kişinin mevcut iktidarla çok yakın olduğunu gördük. Eski siyasetçi iş insanı olan kişi, bozulan Türkiye Rusya ilişkilerinde ortaya çıktı, arabulucu oldu. İktidara yakınlığı çok daha açık olduğu anlaşıldı. Türkiye’de bir televizyon kanalı 26 günde açılıp kapanıyorsa, bu işe saray iktidarı rotası üzerinden bakılarak karar veriliyorsa bu durumda ağır adaletsizliğin bir örneği sayılabilir. Tam teşekküllü olarak 2018 yılında bir otokratik rejime geçtik, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve tek adam rejimi, ondan evvel eksik teşekkül etmişti, onlar tamamlandı 2018’de. 2013 yılından beri devam eden otoriterleşmenin çok nitelikli örneklerini bu yıl yaşadık. 2020 yılı ağır adaletsizliğin yaşandığı bir yıl oldu.

ÖM: Ben de ufak iki şey ekleyeyim izninizle, bir tanesi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın otoritesini tamamen pekiştirirken 16 binden fazla hatta 16.500’e yakın HDP’linin tutuklanmış ya da gözaltına alınmış olduğunu belirtiyor Bethan McKernan yazmış bir analiz yazısında Guardian’da. Aynı şeyi de HDP eş başkanı Mithat Sancar da TV5 kanalında programa konuk oluyor Yıldıray Uz ve Ali Bayramoğlu’nun ve orada aynı rakamı vererek şey yapıyor. Yani “16.500 arkadaşımız gözaltına alındı” diyor. Bu çok tabii dünyada da rekor sayılacak bir şey. Memleketin de 3.büyük partisi.

AB: HDP’nin itlaf edilmesini isteyenleri geçen hafta konuştuk değil mi? Kapanmasını bırakın itlaf edilmesinin gündeme getirildiği bir ülkedeyiz. Bu ülkede yaşayan bazı insanların gözü kör olabilir ama dünyanın gözü kör değil, nitekim AİHM, Demirtaş kararıyla tüm yaşanan durumları, aşağılama rejimini, zulmü, ağır adaletsizliği tescil etmiş oldu. Bu kararı başka türlü yorumlamak mümkün değil, dolayısıyla sadece bir ülkenin batıdan kopması, doğuya, başka bir yöne geçmesinin ötesinde bir husus. Bu karar rejiminizin niteliğini gösteriyor ve tescil ediyor. 

Elbette tüm bu olumsuz durumlara karşın ağır adaletsiz bir ülkeden demokratik bir ülkeye geçme ümitsizliği içerisinde olmamak gerekiyor. Sonuçta, toplumsal değişimler, demokratik değişimler, devrimler beklenmedik anlarda da olan hadiselerdir. Türkiye toplumunda tercihlerini iktidardan yana yapan kesimde çözülme sürecinin başladığını da görüyoruz. Hatırladığım; İran’daki Şah’a karşı değişimi 79’da olan devrimini hiçbir ülke öngörmemiştir. O zaman Sovyetler vardı ve KGB istihbaratı, Amerika ve CIA, Şah’ın yükselen olumsuzlukları bastıracağını düşünüyorlardı. Ama her iki süper güçte yanıldı, göremediler. Siyasal toplumsal değişimler, gelişmeler beklenmedik anda bir kayma ile başlar. Türkiye toplumu da Covid etkisini yaşıyor, bozulmuş ekonomi pandemi ile buhran haline dönüştü. 

Ancak şunu söylemekte fayda var, Covid aşısıyla birlikte ‘demokrasi aşısına’ başlansa bile Türkiye için yıllar süren bir tedaviye ihtiyaç var. Çünkü Türkiye, -bazen tıbbi terminoloji ile anlatmaya çalışıyoruz -metastaz yapmış bir ülke, 21. Yüzyılın, ilk 20 yılını kaybetmiş bir ülke. Önce ağır adaletsiz rejimden kurtulmayı başarması gerekiyor sonra da uzun süren bir tedavi uygulaması gerekiyor. Pandemide ve ağır adaletsiz ortamdan çıkması için ülkenin önce kötüye yenmesi gerekiyor ki iyiyi kursun. 2020 yılında çok mesele konuştuk ama ben en öne bunları çıkarttım, yaptığımız 49 programı özetlemek pek mümkün olmuyor. 

ÖM: Evet.

AB: Üzerinde ağırlıklı durduğumuz bir diğer husus ağır adaletsizlik rejiminden demokratik esaslarla kurtulmak ve ülkeyi tedavi etmek için ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Yaptığımız programlarda bu soruları sormuşuz, cevaplarını aramışız Ülkenin ağır adaletsiz rejimden kurtulması için kurulması gereken demokratik cephe modeli 7-8 yıldır gündeme getirdiğim bir husus. Çıkışın, formülün, denklemin nasıl olabileceği, modalitenin nasıl kurulması gerektiği üzerine de 2020 yılında ağırlıklı konuşmuşuz. Söylenecek çok şey var ama üstünde vurgu yapmam gerekenler böyle 

ÖM: Bir şey ilave edebilir miyim? Bu Deutsche Welle’de çıkmış bir haberde Uluslararası Af Örgütü’nün incelemesi var. Türkiye direktörü Ece Ünver de bir genel değerlendirme yapmış, 2020 hak ihlalleri karnesinin gerçekten çok kötü olduğunu söylüyor. Birincisi cezasızlık politikası, bir kere “suç işleyen kamu görevlilerinin cezasızlık politikası devam etti” diyor Tahir Elçi’den Berkin Elvan’a, oradan Hrant Dink’in davasına kadar giden 14 yıldır süren ağır bir bilanço var. İkincisi siyasi davalar, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş biraz önce sözünü ettiğimiz onları sıralamış. Üçüncüsü ölüm oruçları meselesi yani çok sayıda önce Mustafa Koçak, sonra Helin Bölek, İbrahim Gökçek’in durumu ve avukat Ebru Timtik ölüm oruçlarında hayatlarını kaybedenler. Sonra tutuklamalar ve soruşturmalar işte Las Tesis eylemine kadınların ya da İstanbul Sözleşmesi eyleminde 4 ayrı onlarca kişinin gözaltına alındığı, sonra bu baro protestolarına yapılan şeyler, ‘Büyükada davası’ denilen olaylarda, beşinci olarak gazetecilere yönelik baskıları ayrıntılı olarak sayıyor, Oda TV meselesi, genel yayın yönetmenden muhabirlerine kadar Yeni Çağ yazarlarına ya da işte Can Dündar davası. Altınca olarak da hukukun araçsallaştırıldığını söylüyor özet olarak. Yani muhalif sesleri ve bağımsız sivil toplumu baskılamak için araç kılındı hukuk, yerel mahkemeler, anayasa mahkemesi kararlarını uygulamıyor, AİHM kararlarını yerine getirmesi gereken yükümlülükleri de hiçe sayıldığı, bir zamanlar söylenen işkence sıfır tolerans açıklamalarına rağmen işkence ve kötü muamelenin de devam ettiğini eklemiş. Yani sizin söylediklerinizin sadece altını çizmek üzere ben de bunları söylemek istedim.

AB: Yıl içinde bunları çok kez konuştuk, toptan baktığımızda inanılmaz bir ağır adaletsizlik yekûnu ortaya çıkıyor. Ağır adaletsizlik kavramı üzerinde önümüzdeki yıl tekrar konuşma imkânı buluruz. Ama birkaç ağır adaletsiz iktisadi kararı göstermek istiyorum. Türkiye’de 5 şirkete, havuz sermayesi dediğimiz Cengiz, Limak, Kalyon, Kolin, Makyol firmalarına 128 kez vergi ve harç indirimi yapılıyor. Vergiler siliniyor keyfi bir şekilde, bu 5 şirkete verilen kamu ihaleleri miktarı dünya klasmanına giriyor. Dünyada 500 şirket arasına giren Türk şirketi yok ama kamudan ihale alan dünyada ilk 10 firma içinde 5 tane firma var işte bunlar giriyor. 203,7 milyar Dolar iş verilmiş bu şirketlere, bunlar da ağır adaletsizliğin örnekleri. “Bunun %20’si komisyon olsa 40 milyar dolar olur” diyor. 

Vatandaş elektriğini kaçak kullandı ki o da tarım için kullanıyor, ona özel timle özel harekâtla gidiyorsunuz evine baskına! Bu da ağır adaletsizlik örneğin. iktisadi alanda, sosyal alanda, siyasi alanda ağır adaletsizlik örnekleri ile yaşayan bir ülkeyiz. Elimizde sayısız raporlar var, o raporları üst üste koyduğumuzda boyumuzu geçiyor hak ihlalleri. Aklıma şu geldi, 2003 başından beri düzenli yayın yapıyoruz, o dönemlerde bir AB heyecanı vardı, insanlara sorular soruluyordu ve toplumun %70 küsuru da yanlış hatırlamıyorsam AB’den yanaydı. Soruluyordu “peki neden istiyorsun AB’ni?” hatta bir yaşlı kadını hatırlıyorum, “hak ve iş” için diyordu. Devletle vatandaş arasındaki adalet eksikliğinin ortadan kalkacağını düşünerek söylüyordu, polis jandarma baskısı, vs. “hak için istiyorum, bir de toruna iş için” diyordu. Eksik adalet ve adaletsizlik örneklerini yakın tarih boyunca yaşadık. Türkiye zaten adaletsizliğin ve eksik adaletin yaşandığı bir ülkeydi, öyle idi ama ağır adaletsizliği askeri darbe dönemlerinde yaşadık. Şimdi seçilmiş sivillerin kurumsallaştırdığı bir ağır adaletsizlik döneminin içindeyiz. Yani cezayı 1 numara veriyor, cezayı 1 numaranın verdiği bir ülke olduğu tescil edildi AİHM’de. Umalım, önümüzdeki dönemde ağır adaletsiz rejimden çıkış denklemi yazılabilir. Ki bu konuya Açık Radyo’da katkıda bulunmaya çalışıyoruz. 21.yüzyılın 1/5’lik kısmı biterken bir çıkış yolu döşeyebilelim, ancak bulunsa bile ülkenin tedavisi uzun sürecektir. Sanırım süreyi doldurduk.

ÖM: Peki çok teşekkürler.

AB: İran örneğini boşuna vermedim, dünyada devrimler ve değişimlerin nasıl gerçekleştiğine ilişkin pek çok teori ve yazılmış çalışma var. 2021’de ağır adaletsizlik örneklerini ortadan kaldıracağımız bir yıl olmasını temenni edelim. Tekrar vurgulamak isterim ki, Ömer Faruk bey, gerçekten çok önemli bir çalışmalar yapıyor, muazzam bir efor içinde, teşekkür borçluyuz. Açık Radyo Ailesi’nin - ki 25.yılı tamamlıyoruz, yeni yılını kutluyorum, covid’li günleri ve ağır adaletsiz günleri geride bırakacağımız yıllar temenni ediyorum. Hoşça kalın!

ÖM: Çok teşekkürler.

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Hepimize iyi yıllar!