Gezegen için ne yapıyorum? - Seyahat alışkanlıkları

Editörden
-
Aa
+
a
a
a
""

Seyahat alışkanlıklarım da zamanla evrildi. İstanbul’da maalesef toplu taşıma ben daha gençken kısıtlı ve sorunluydu. Üniversitede okula gitmek için toplu taşımalarda çok zamanım gitmiştir. Daha sonraları fark ettim ki çalışmaya başlayıp kendi arabamı alana dek geçen süre boyunca tüm ailemizin karbon ayak izi çevremizdeki çoğu insandan daha azdı. Zira her yere ailecek toplu taşıma ile gidiyorduk. Anne babam yazlık evlerini alabilene kadar biz çocuklarını, her yıl muhakkak tatil beldelerine en az bir aylığına yaz tatiline götürürlerdi. Ve bu tatillere hep toplu taşıma ile giderdik. Bu tatillere toplu taşıma ile gitmekle meğer ne kadar çevreci bir hareket yapıyormuşuz. Gittiğimiz bu tatillerde çoğu zaman ev kiralardık. Yani bol bol gıda israfı yapılan büyük havuzlu beş yıldızlı otelleri asla tercih etmezdik. Büyük havuzlar yerine her zaman denizi ve halk plajlarını tercih ederdik. Ne kadar da sorumlu ve karbon ayak izi düşük tatillermiş, şimdi düşündüğümde…

Bugün ailemden miras aldığım bu anlayışı hala sürdürüyorum. Bugüne kadar çocukluğumda yalnızca bir defa annemin romatizma tedavisi için gittiğimiz bir kaplıca oteli hariç hiçbir zaman beş yıldızlı otel tatili yapmadım. Sanırım en sevmediğim tatil türü bu. Birincisi bu gibi tatiller neoliberal yaşam tarzına ait olduğu için, ikincisi çevreye zararları çok olduğu için, üçüncüsü bu otellerin sahibi olan “para babaları” otellerinin önündeki plajı yani halkın plajını halktan çaldıkları için sevmiyorum. Bu sebeple her zaman mütevazi tatil beldelerini, halk plajlarını, mütevazi otelleri, ekonomik gücüm yettiğinde ise butik otelleri tercih ettim, ediyorum. 

Diğer yandan “her tatilde seyahate çıkmak gerekir” gibi bir anlayışım yok. Bazen tatilde evimde sessiz sedasız vakit geçirmek tatile çıkmaktan çok daha dinlendirici hissettiriyor. Nedense tatil sezonlarındaki büyük iç göçe de dahil olmak istemiyor gibiyim. Tatil yaparken de başka canlıları ve doğayı sömürmeden tatil yapmaktan yanayım. Örneğin, herhangi bir tatilde faytona binme, fillerin sırtına binme, hayvanat bahçesi denen hapishaneleri gezme, egzotik hayvanları rahatsız etme vb. her türlü etkinliği reddediyorum. Hayvanların zorla çalıştırıldığı her türlü etkinliği reddediyorum. Ayrıca doğaya ekosisteme zarar veren her türlü etkinlikten de uzak duruyorum. Özetle, her çeşit sömürüye elbette tatilde de karşıyım. 

Hayvanlardan bahsetmişken burada bir parantez açmam gerek. Bugün yüreğimize kor ateşler salan katliam yasası ile mücadele ederken, cins evcil hayvanlar meselesine ısrarla dikkat çekmeliyiz! Zira sokakta yaşamak zorunda kalan köpeklerin arasında cins köpeklerin oranı hayli yüksek. Bu durumun yegâne sorumluları onları heveslenip bir eşya gibi satın alıp hevesleri geçince sokağa atan kalpsizlerin yanı sıra buna herhangi bir yaptırım getirmeyen idareciler, yöneticilerdir. Kendimi bildim bileli, “cins” kedi veya köpekler ilgimi çekmedi, hep yanı başımızda, mahallemizde yaşayan sokağın hayvanlarıyla ilgilendim. “Cins” hayvanların üretilmesine, bir meta gibi satılmasına, pazarlanmasına karşıyım. Bir tür “güzellik” takıntısıyla en “güzel” ırkı yaratmaya çalışan ırkçı insan zihniyeti hayvanlara da el atıyor. Maalesef cins hayvanları birer statü, güç veya zenginlik sembolü gibi görenler onları geçici hevesleri ve sevgiden yoksun kalpleriyle ediniyorlar ve hevesleri geçince sokağa atıyorlar. Bugün Türkiye’de hala cins hayvanların ticareti yapılıyor. Kırsalda ise Sivas kangalımız başta olmak üzere cins köpeklerimiz dur durak demeden üretiliyor, en kötü yaşam koşulları altında sürüleri güdüyor, kulakları daha minicikken kesiliyor, yaşadıkları birkaç zor yılın ardından yeni yavrular doğurtulunca atılıyor. Maalesef bu vahim durum Türkiye kırsalının bir gerçeği…

Şehirlerde ise cins kedi-köpek sevdası söz konusu. Halbuki sokaktaki birbirinden güzel köpeklerimize kedilerimize yuvamızı açmak en doğrusu ve en güzeli. Ne yazık ki bu işten çıkar sağlayanlar ve cins tutkunları bu çarkın sürmesini sağlıyorlar. Her türlü işimize karışmayı vazife bilen devlet yetkililerimiz ise bu konuda hiçbir sorumluluk almıyor. Bu ticareti bitirmiyor, kırsaldaki çoban ve bekçi köpeği üretimini denetlemiyor, sokaktaki hayvanları kısırlaştırmıyorlar. Halbuki kaynak çok ama yıllardır nereye gidiyor bu kaynak? Sokağa düşen, sokakta yaşayan, binlerce yıl önce insanın kendi çıkarı için evcilleştirdiği ve bu yüzden avlanma yetilerini yitiren ve sırf bu nedenle insanlarla yaşamaya bir nevi mahkûm olmuş köpekleri herkes iteliyor. Şehirde yaşaması zorunlu olan, vahşi olmayan evcilleştirilmiş köpekler hiçbir şekilde hayatta kalamayacakları ormanlara atılıyor, “çok medeni olan insanlık” tarafından. Evcil olan bir canlı ormanda yabanda yaşayamaz. Zira vahşi değildir, avlanamaz. Ama onu evcilleştiren insanlık “hayır şehirde bizle yaşamasınlar” diyerek onları toplama kamplarına kapatıyor, öldürüyor, akla gelemeyecek kötülükleri onlar üzerinde uyguluyorlar. Aç kalan, insana alışkın ancak onlarla artık sosyalleşme imkânı olmayan köpekler çeteleşiyor. Sonuçta onların aşırı üremesine ve aç kalıp saldırganlaşmalarına sebep biziz. Ancak yöneticilerimiz sürdürülebilir, gerçekçi, akılcı ve vicdani çözümden ziyade öldürmekten yana! Şaşırmıyorum, maalesef tembel beyinli, tembel bedenli ve merhametsiz insanların ilk çözümü öldürmek olur! Ama çabalamak, çözüm bulmak ve yaşatmak? Bu yüreği sevgi dolu, sevgi görmüş ve güzel kalpli insanların işidir. Cins hayvanlar meselesi de sokaktaki canlarımıza yalnızca yenilerinin eklenmesine sebep oluyor maalesef. Kaldı ki her türlü acıyı hissedebilen, duygusal canlıların ticareti yapılmaz! Yapılmamalı! Zaten genetik rahatsızlıklarından dolayı her daim acı çeken ve çeşitli hastalıkları olan bu hayvanların kâr amaçlı üretilmesi etik değildir. Bu sebeplerle cins hayvanların zorla gebe bırakılmalarına ve ticaretine karşıyım. Pet shoplarda birer eşya gibi sergilenen, ilaç verilerek uyuşturulmuş kedi ve köpek yavrularının yanı sıra akvaryumlarda ve kafeslerde onlarca balık ve kuşları görmek yüreğimi sızlatıyor. Bu gezegen üzerinde bir canlıyı kendi göz zevki için kafese kapatan tek varlık insandır. 

Bir hayvan evlat edinecekseniz size de cins olmayanı seçmenizi tavsiye ederim. Ayrıca unutmamak gerekir ki barınaktan alınacak da olsa cins olanın tercih edilmesi bu çarkın sürmesine sebebiyet verebilir. Zira kimileri meta gibi gördükleri cins hayvanları şu düşünceyle üretiyor veya satın alıyor: “Bakamazsam başkasına satarım ya da en kötü ihtimalle birine ücretsiz veririm, çünkü cins hayvanı herkes ister.” Kimileri ise cins hayvanı satın alıp “en azından bir kez çiftleştirip doğurturum, yavrularını ya satarım, satamazsam elbet birileri almaya gönüllü olur, çünkü cins hayvanı herkes ister” mantığıyla hareket ediyor. Tüm bu sebeplerle her ne olursa olsun cins hayvan evlat edinmek doğru gelmiyor. Sokaklarımız birbirinden güzel “cins olmayan” kedi köpeklerimizle dolu…

Tekrar seyahat meselesine dönecek olursak, seyahatlerimi mümkün mertebe azaltmaya çalışmanın yanı sıra uçak seyahatlerimi de en aza indirmeye gayret ediyorum. Ne mutlu ki aşırı kirletici bir özel jetim yok  Tren her zaman birinci tercihim ve en sevdiğim. Tren yolculuğu varsa benden mutlusu yok! Kimi turistik bölgenin turist akınına uğramaktan ne denli zarar gördüğünü biliyorum, bu sebeple ya gitmemeyi ya da yoğunluğun azaldığı sezonlarda turistik yerlere gitmeyi tercih ediyorum. Gidemesem de sorun değil, zira artık epey detaylı belgesel var. Sürekli yeni turistik yerler görmeye çalışmak ve hızlı hızlı gezip anlamadan tüketmektense gittiğim yerleri derinlemesine keşfetmeyi, az ama öz gezmeyi daha uygun buluyorum.

Seyahat alışkanlıklarımdan bahsetmişken araba kullanımıma da değinmem gerekir. Çalışmaya başladıktan sonra çok genç yaşta arabam olmuştu. İstanbul’da çok uzun yıllar araba kullandım. Arabamla uzun yola da sık sık gidip geldim. Ancak arabamı etkin kullanmaya gayret ettim. Ailem ve arkadaşlarım da ondan faydalandılar. Bir anlamda ortaklaşa bir kullanım oldu. Diğer yandan İstanbul’da arabamı kullanırken sıklıkla yaptığım şey metro ya da vapur gibi toplu taşıma araçlarına yakın bir yerde arabamı bırakıp sonrasında toplu taşıma ile devam etmekti. Yani bir şekilde araba kullanmanın sorumlu bir yolunu hep bulmaya çalıştım. Fransa’da yaşamaya başlamadan önce ise çok uzun yıllardır birlikte olduğum ve her daim kahrımı çeken arabamı benim gibi onun kıymetini bilebilecek birine, bir başka kadın akademisyene sattım. Şimdi bir yıldan fazladır ve uzun yıllar sonra artık arabam yok. Dolayısıyla arabasız olmaktan ve benzin istasyonuna gitmemekten dolayı çok mutluyum! Burada ana ulaşım aracımız bisiklet! Hem kendi bisikletimi kullanıyorum hem de belediyeninkileri. Hayat daha basit, daha az düşünecek şey var. Kasko, sigorta, bakım, vergi vs. artık beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor  Zaten kapitalizm bisikleti sevmez, değil mi? Çünkü bisiklet varsa büyük lüks arabalar ve fosil yakıtlar yok! Evet, bugün bana ait tek özel mülkiyet iki adet bisikletim! Keşke İstanbul da toplu taşımanın ve bisiklet sürmenin daha kolay ve daha güvenli olduğu bir şehir olsa! Çünkü toplu taşıma ve bisiklet bence bir vatandaşlık hakkı.


Canan Özbey'in yazısının öncesini okumak isterseniz;

Gezegen için ne yapıyorum? - Beslenme

Gezegen için ne yapıyorum? - Tüketim alışkanlıkları

Gezegen için ne yapıyorum? - Giyim ve kişisel bakım