Isınan bir gezegenin yıllıkları: İklim değişikliğinin geleceği için üç senaryo 

Çeviri
-
Aa
+
a
a
a

Milyarlarca insan dramatik şekilde hayat tarzlarını değiştirecek veya dünya çarpıcı biçimde değişecek ya da her ikisinin kombinasyonu olacak.

(Elizabeth Kolbert'ın New Yorker'da yayınlanan bu yazısının Türkçeleştirilmiş hali Yeşil Gazete'nin internet sitesinden alınmıştır.)

Milyonlarca diğer Amerikalı gibi ben de ilk kez 1988 yazında iklim değişiminden haberdar oldum. Yıkıcıydı: Yellowstone Ulusal Parkı alevler içinde kaldı, Mississipi Nehri’nin akışı o kadar düştü ki neredeyse dört bin mavna Memphis’e çekildi ve tarihte ilk kez Harvard Üniversitesi sıcaklık nedeniyle kapatıldı. Washington D.C.’de civa 37 dereceye vurduğunda, o günün öğleden sonrasıydı. Sonrasında NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsünün başına gelen James Hansen, Senato komitesine “sera gazı etkisinin tespit edildiğini ve artık iklimimizi değiştirdiğini” söyledi. Hansen, daha sonra gazetecilere konuşurken bir adım daha ileri gitti: “Gevelemeyi bırakmanın ve sera gazı etkisinin artık burada olduğuna dair kanıtların gayet güçlü olduğunu söylemenin zamanı geldi.’’

Hansen’in uyarısı kesinlikle ilk değildi. 1965 yılında Başkan Lyndon Johnson’a verilen raporda fosil yakıt kullanımının “insanlar açısından zararlı” olmasının muhtemel olduğunu belirtiyordu. 1979 yılında Enerji Bakanlığı için hazırlanan başka bir rapor sıcaklıktaki nispeten küçük bir artışın bile Batı Antarktika buz örtüsünde nihai “parçalanmaya”sebep olacağını tahmin ediyordu;  süreç küresel deniz seviyelerini 5 metre yükseltebilirdi.

Ayrıca yine 1979’da yayımlanan üçüncü bir raporda, atmosferde birikmiş karbonun iklimi şüphesiz değiştireceğini ve değişimin “göz ardı edilebilir” olmasının imkânsız olduğu ifade ediliyordu. Ancak bazı sebeplerden dolayı haziran ayının bunaltıcı öğleden sonrasında Hensen konuştuğunda iklim değişiminin hikayesi yön değiştirdi. Times, makalesini üç sütun manşetle birinci sayfada yayınladı. “Küresel ısınma başladı, uzman senatoya bildirdi”. İzleyen yıl, Bill McKibben, Doğanın Sonu’nu önce Yansımalar başlığıyla bir makale olarak, daha sonra da uzun versiyonunu kitap şeklinde yayımladı. 

Aradan geçen sürede bu kişinin sözleri önemsenseydi, bugün dünya daha farklı bir yer olabilirdi- sayısız açıdan hesaplanamayacak kadar daha iyi durumda. Onun yerine bu sürede 200 milyar metrik ton karbon atmosfere püskürtüldü. (Bu, kabaca Sanayi Devrimi’nin başladığı günden o güne kadar salınan karbondioksite eşittir.) Bu arada kömür yakan enerji santrallerine, petrol boru hatlarına, gaz hatlarına, sıvı doğalgaz terminallerine ve fosil yakıta ev sahipliği yapan diğer projelere, daha sağlıklı bir dünya inşa edilmek için kullanılabilecek trilyonlarca dolar gömüldü. Bazılarının kabul etmeyi reddetmesine rağmen artık herkesin doğruladığı gibi küresel sıcaklıklar, bunaltıcı 1988 yazının özellikle sıcak olmadığı düzeye kadar yükseldi. Ortalamada 1990’lar 1980’lerden daha sıcaktı, 2000’ler de 1990’lardan sıcaktı ve geçmiş 10 yıl da daha sıcak. Geçtiğimiz beş yılların her biri, kayıtlarda “en sıcaklar” olarak sıralandı. 

‘Bardağı taşıran son noktalar’ 

The New Yorker, iklim değişikliği üzerine düzinelerce çalışma yayımladı. Her biri, bu temel tutarsızlığın “yansımaları” olarak tanımlanabilir. Sonuçları; yükselen deniz seviyeleri, şiddetli kuraklıklar, daha uzun orman yangını sezonları, daha yıkıcı fırtınalar olarak günlük haber haline gelse bile küresel karbon emisyonları yükselmeye devam etti. 2019’da 10 milyar metrik ton ile yeni bir rekora ulaştı. Hindistan’da nerdeyse %2, Çin’de bundan da fazla arttı.  Amerika Birleşik Devletleri’nde, aslında %1,5 düşürülmüştü. Ancak Trump yönetimi, 2015 yılında Obama tarafından müzakere edilen Paris İklim Antlaşması’ndan çekildiğini 4 Kasım 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler’e bildirdi. Bir sonraki gün ise Dünya Bilim İnsanları Birliği (Alliance of World Scientists) adlı bir grup, 11 bin araştırmacının imzasıyla, “iklim krizinin geldiği ve çoğu bilim insanının beklediğinden hızlı ilerlediği” uyarısıyla bir açıklama yayınlandı.

‘“Özellikle endişe verici” diye devam ediyordu açıklama: “İklimde geri dönüşü olmayan; bardağı taşıran son noktalar, insanların kontrolünün çok ötesinde ‘sera Dünya’ felaketine sebep olacaktır.”

Bugünden 30 yıl sonra Dünya nasıl görünecek? Rahatsız edici ölçüde, gelecek zaten yazıldı. İklim sisteminde büyük miktarda atalet mevcut. Sonuç olarak, bugüne kadar salınan karbondioksitin tüm etkilerini henüz deneyimlemedik. Önümüzdeki birkaç on yıl içinde ne olursa olsun, buzulların ve buz örtüsünün erimeye devam ederek sıcaklıkların ve deniz seviyelerinin yükselmeye devam etmesi hemen hemen garantili.

Ama bir ölçüde bakış açınıza bağlı olarak -ki bu yüreklendirici ya da korkutucu olabilir- gelecek; sadece önümüzdeki on yıllarda değil, sonraki milenyumlarda da, bugün yürümeye yeni başlayanların yetişkinliğe ulaşmasına kadarki eylemlere dayanacak. Teknik olarak “iklim sistemine tehlikeli antropojenik müdahale”, halk dilinde ise “felaket” olarak bilinen ısınma o kadar dramatik ki (Marshall Adaları ve Maldivler gibi) tüm ulusları yok edebilir ve (mercan kayalıkları gibi) tüm ekosistemi tahrip edebilir. Birçok bilimsel çalışma 2 derecelik bir sıcaklık artışının bunu veya daha fazlasını yapabileceğini gösteriyor. Mevcut emisyon oranlarıyla, 1,5 derecelik eşik 10 yıllık zaman diliminde geçilmiş olacak. Duke Üniversitesinde atmosferik bilimci Drew Shindell’in Science’a söylediği gibi: “Eylem penceresinin daha fazla açık kalabileceğini söyleyemeyiz. Şu an oradayız.” 

Üç senaryo

Peki ne kadar sıcak olabilir, başka deyişler işler ne ne kadar kötüye gidebilir? Böyle tahminler yapmanın zorluklarından biri, jeopolitikten jeofiziğe kadar belirsizliklerin bulunmasıdır. (Örneğin hiç kimse “iklim devrilme noktalarının” nerede olduğunu tam olarak bilemiyor. Buna ilişkin ifade edilen üç senaryodan bahsedeceğim.

Birinci senaryoda, hadi buna “mavi gökler” diyelim, dünya sonunda “saçmalamayı bırakmaya” karar verecek ve emisyonları hemen aşağı çekmeye başlayacak. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Yeşil Yeni Düzen taraftarları, ülke ekonomisinin yüzde yüzünü “temiz, yenilenebilir ve sıfır emisyon enerji kaynaklarına dayandırmak amacıyla on yıllık ulusal seferberlik ilan edilmesini öneriyor. Böyle bir zaman çizelgesi açıkçası fevkalade hırslı, ancak tam da bu nedenle fizibıl olmadığı için değil. Uluslarası Enerji Ajansının (International Energy Agency) bir raporuna göre, açık deniz rüzgâr tribünleri mevcut kullanımın iki katı elektrik sağlayabilir ve bazı tahminlere göre Amerika Birleşik Devletleri’nin fosil yakıttan kurtarılması on milyonlarca iş yaratabilir.

Küresel düzeyde emisyon eğrisini düzleştirmek bundan biraz daha zorlu bir mücadele. Birçok gelişen ülkenin lideri, daha zengin ülkeler hali hazırda dünyanın karbon bütçesini aştıkları için kendi ülkelerinin karbon temelli yakıtları bırakmaya zorlanmasının adaletsizliğine dikkat çekiyor. Yakın zamanda dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkesinin unvanını Çin’den devralacak Hindistan, elektriğinin dörtte üçünü kömürden elde ediyor ve bu oran, en azından yakın zamana kadar artıyordu. Gelecek on yılda ve sonrasında küresel emisyonların zirve yapacağını tahmin etmek mümkün. (Geçen ay Birleşmiş Milletlerde Çin’in Başkanı Xi Jinping, ülkesinin emisyonlarının 2030 yılı itibariyle zirveye ulaşacağına güvence verdi.) Pandemi sayesinde 2019 ile kıyaslandığında bu yıl dünya genelindeki emisyonların yüzde 5 düşmesi bekleniyor. Bu, 2. Dünya Savaşı’ndan beri, yıldan yıla en büyük düşüş olacak ve bir dönüm noktasına işaret edebilir. Eğer sürdürülebilirse, küresel sıcaklıklardaki artış 2 derecenin altında tutulabilir.

2050 yılında dünya bugünden daha sıcak olacak, ancak daha az kirli, petrol zenginliğine yoğunlaşmaktan biraz daha vazgeçilmiş ve büyük olasılıkla daha adil bir yer olabilir. Yale’in, Ormancılık ve Çevre Çalışmaları Okulundan Profesör Narasimha Rao’nın Times’a söylediği gibi, küresel emisyonlardaki önemli kesintilerin, eşitliğe artan ilgi olmadan ne kadar ciddi şekilde gerçekleşeceğini öngörmek zor.

Alternatif olarak, küresel emisyonlar yüzyılın ortalarına kadar artmaya devam edebilir ve bununla eş zamanlı olarak küresel eşitsizlik de büyür. Bu senaryoda 2050 itibariyle sıcaklıklardaki 2 derece artış tüm niyet ve amaçları kilitleyebilir. Gelişmiş ülkeler denizi engellemek için fırtına dalga bariyerleri inşa edebilir ve mültecileri uzak tutmak için sınır duvarlarını yükseltebilirler. Ayrıca dış mekanları klimatize etmeye başlayabilirler. Bu arada gelişen ülkeler kendilerini savunmaya terk edilebilir.

Küresel iklim değişikliği, küresel çatışmalara yol açabilir

Bir ölçüde, tüm bunlar halihazırda oluyor. 2019 yılında her ikisi de Stanford Üniversitesinden olan Noah Diffenbaugh ve Marshall Burke’nin yayımladığı çalışma, küresel ısınmanın geçmiş elli yılda en az karbon salımı yapan dünyanın bu bölgelerindeki ülkelerin ekonomilerini belki de yüzde 25 oranında yavaşlattığını kaydetti. Yazarlara göre, “yoksul ülkeler enerji tüketiminin faydalarını paylaşmamakla kalmıyor (göreceli anlamda) zengin ülkelerin tüketimiyle halihazırda daha da fakirleşiyor.” Dünya’nın en sıcak ve en zengin ülkelerinden biri olan Katar, futbol stadyumlarını ve açık hava alışveriş merkezlerini klimalarla soğutuyor.

Üçüncü senaryoda küresel ısınma 2050 yılı itibariyle hem yoksul hem de zengin ülkeleri içine çekerek küresel çatışmalar yaratabilir. Bu da bir ölçüde gerçekleşiyor gibi görünüyor. Önemli bir araştırma grubu, Suriye iç savaşının, en azından kısmen, bir milyondan fazla insanı köylerini terk etmeye zorlayan kuraklıktan kaynaklandığını öne sürüyor. Yaklaşık 400 binden fazla insanın hayatına mal olan, yaklaşık on yıllık kan banyosu Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’yi de içine aldı. Afrika Boynuzu gibi buharlaşmanın yüksek olduğu bölgelere benzer şekilde, Orta Doğu’daki gelecek kuraklıklar, daha şiddetli ve daha uzun süreli olma eğiliminde. Bunun, dünyanın geniş alanlarını istikrarsızlaştırarak Suriye ölçeğinde çatışmalarla kalmayacağı görülüyor. “En sonunda, iklim değişikliği uluslararası politik düzeni ve Amerikan refahının dayandığı küresel ticaret ağını da tehlikeye düşürecek” diye yazan kaynak rekabeti uzmanı ve Hamshire Koleji’nde profesör Michael Klare şunları dile getiriyor: “Koşullar kötüleştiğinde, Birleşik Devletler daha tehlikeli bir sonuçla yüzleşebilir: Büyük güçlerin kendi aralarındaki çatışmaya.”

Tüm bu senaryolar gerçekçi ve hoş görünmüyorsa okuyucuları kendilerininkini yazmaya davet ediyorum. İşte bir şart: Senaryolarınız esaslı değişimler içermeli. Bu noktada bozulmayı önleyecek olası bir gelecek yok. Tabiri caizse, iklim değişikliği tarafından tetiklenen Kaliforniya ve Oregon’da bu sonbahardaki korkunç yangınlar dünyanın geleceği noktanın ön gösterimini sunuyor. Texas A&M Üniversitesi’nde atmosfer bilimleri profesörü Andrew Dessler‘in ortaya koyduğu haliyle: “2020 yılındaki iklim felaketlerinden hoşnut olmadıysanız, hayatınızın kalanı için size kötü haberlerim var.”

Milyarlarca insan dramatik şekilde hayat tarzlarını değiştirecek veya dünya çarpıcı biçimde değişecek ya da her ikisinin kombinasyonu olacak. Neredeyse 20 yıl süren, iklim değişikliği üzerine habercilik tecrübem, en uç sonuçların maalesef daha büyük bir olasılık olduğuna beni ikna etti. Uyarılar giderek korkutucu düzeyde artarken ve küresel ısınmanın sonuçları bu kadar açıkken, emisyonlar ancak çok daha hızlı arttı. Koronavirüs vurana kadar iklim değişikliği üzerine Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından çalışılan sözde yolların azamisini izliyorlardı. Eğer bu böyle devam ederse IPCC yüzyıl sonu itibariyle küresel sıcaklıkların neredeyse 4,4 derece yükseleceğini öngörüyor. Söylemek gerekli ki bu noktada hiçbir düzeyde açık hava kliması etkili olamayacak.

Birkaç yıl önce üzerinde çalıştığım bir video projesi için James Hansen ile röportaj yapmıştım. Hansen, 2013 yılında NASA’dan emekli oldu, ancak iklim değişikliği üzerine konuşmaya devam etti ve Keystone XL boru hattı gibi projeleri protesto ederken tutuklandı. Dünyanın başarısızlığı hakkında lafını hiç esirgemedi. Ona, genç insanlar için mesajını sorduğumda şunları söyledi: “En basit haliyle bu kahrolası karışıklığı bıraktığımız için özür dilerim.”