Modern Edebiyat ve Kültürel İmgelem Bağlamında Tanpınar ve “Zaman”

-
Aa
+
a
a
a

Abdullah Ezik, Ben Buradan Okuyorum'un yeni bölümünde Università di Bologna'dan Özen Nergis Dolcerocca ile “Time Regulation Institutes: Time in Modern Literary and Cultural Imagination (1889-1954)” başlıklı doktora tezi, modern edebiyatta "zaman" kavramının gelişimi ve zaman meselesinin Ahmet Hamdi Tanpınar romanlarına nasıl yansıdığı üzerine konuştu.

Ahmet Hamdi Tanpınar kucağında siyah bir kediyle.
Tanpınar ve "Zaman"
 

Tanpınar ve "Zaman"

podcast servisi: iTunes / RSS

Abdullah Ezik: “Time Regulation Institutes: Time in Modern Literary and Cultural Imagination (1889-1954)” başlıklı doktora tezinizde yirminci yüzyılın başlarında edebiyat ve düşünce dünyasında “zamanın kuramsallaştırılması” tahayyülünü, ulus-ötesi ve çevirisel bir edebiyat tarihi modeline dayalı olarak araştırıyorsunuz. Öncelikle sizi bu konulara yönlendiren ve “zaman” üzerine bu kadar kapsamlı bir tez çalışması yapmaya yönlendiren ne oldu?

Özen Nergis Dolcerocca: 2015 yılında New York Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat Ana Bilim Dalında sunduğum doktora tezim zaman bilincinin yükünü had safhada hissetmiş modernistler üzerine idi. Henri Bergson, Walter Benjamin, A. H. Tanpınar ve Robert Walser gibi bu huzursuz modern yazarlar, moderniteye ve modernitenin kopuşa, yenilikçiliğe ve teleolojik doğrusal zamana değer veren zaman ideolojisine ortak bir şüphecilikle yaklaşmışlardır. Bir karşılaştırmalı edebiyat çalışması olduğu için, farklı dilsel, kültürel ve ulusal geçmişlerden gelen bu yazarları bir araya getirdim —bu yazarlar zamanı tekil kronolojili anlatılarla biçimlendiren zaman kurgularının (ya da ben tezimde buna kronometriler diyorum) radikal bir eleştirisini sunarlar. Farklı zamansallıkları temsil için, modern etkinin ve “gelecekteki gelişimin” zamanını, bildungsroman’ın ve otobiyografinin zamanını, mistisizm, kapitalizm ve bürokrasi gibi eski ve yeni zaman kurgularının kronometrisini ya da belleğin ve hatırlamanın zamanını sorgularlar. Bu yazarlar modernizmin öncülerinden değildir. Kendi dönemlerinde de bugün olduğu kadar merak uyandıran tartışmalı figürler olmuşlardır. Öncekilerden farklı olarak deneyselliklerini öznel deneyimin ötesine taşıyan bu modernler, çeşitli tarihsel baskılara rağmen, ani bir zamansal kopuşa sıkıca tutunan modernite ile gelenekselin ayrımını sorunsallaştırmışlardır. Eserleri, bizi geçmiş-bugün-gelecek olarak algılanan zamanı biteviye bir olmak hali şeklinde yeniden ele almaya davet etmekte; kültürel zaman algısında yer eden kolektif hafıza, geçmiş, gelenek, kalıntı ve şecere ya da siyasi yeniliklerde yer bulan bürokratik saat, kapitalist saat ve hesaplanabilir vakit gibi zaman çeşitliliklerinin üzerine düşündürmektedir.

Tanpınar'ın elinde fotoğraf makinesiyle çekilmiş bir fotoğrafı

Abdullah Ezik: Tezinizde “anti-modern zaman anlayışı”nı felsefî bir anlayışla Henri Bergson'un “durée”sinden Walter Benjamin'in geleneğin çürümesine karşı tutumu ve son olarak Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “muhafazakâr modernizm” anlayışına kadar takip ediyorsunuz. Peki bu zamansal çizgide temel duraklarınız neler oldu? Bergson’dan Tanpınar’a uzanan çizgide “zaman” ve zaman anlayışı nasıl değişti/dönüştü?

Özen Nergis Dolcerocca: Doktora sürecimdeki araştımalarımda, edebiyatın tarih ve felsefeyle olan ilişkisine, ve edebi metinlerin tarih ve zamanı nasıl temsil ettiğiyle ilgilendim. Özellikle hızlı modernleşmeyle, zaman felsefesinin ve zaman odaklı edebiyatın yirminci yüzyılın başlarında bir araya gelmesiyle ortaya çıkan modernist deneysel metinlerle ilgileniyorum. Bu dönem edebiyat tarihi açısından da oldukça önemli bir dönem- felsefe ve edebiyatın zaman ve temporality-zamansallık sorusu üzerine bir araya geldiği bir dönem.
Tematik bir örnek verebilirim.  James Joyce’un A Portrait of the Artist as a Young Man romanındaki cehennem tasviri karanlık ve sessiz, büyük bir koridorda hiç durmadan tıkırdayan bir saattir. Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde'sinin meşhur anlatıcısı, sanki Marcel orada yokmuşum gibi en yüksek sesinde durmadan tıkırdayan saatin kayıtsız küstahlığından yakınır. Woolf Orlando’da saatin zamanı ile bilincin zamanının büyük çelişkisinden bahseder. Yani saatimizdeki zaman boş ve tekdüze, özne ve öznellikten tamamen ayrıdır. Oysa ki bilinç böyle işlemez der modernist yazarlar, ve bunu Henri Bergson’un zaman felsefesine dayandırırlar. Bu felsefeye göre deneyimlenen zaman süreklilik (duree) içinde mutlak dönüşümdür, ve hafızamızda muhafaza edilir. Burada aynı zamanda değişen modern zamanın eleştirisini de buluruz: insan deneyiminin mekanikleştirilmesi, rasyonel sayılarla çevrilemez. Saatimizdeki zaman boş ve tekdüze bir zamandır, rasyonel ve hesapçı bir anlayışla istismar edilebilir, özneden ve öznellikten tamamen ayrılmıştır. Modernistler bu anlamda bizi, yıkıcı bir dönüşüm ve savaş çağında zamanı yeniden düşünmeye çağırır.

Edebi modernizmi üç şekilde düşünebiliriz: moderniteye bir cevap olarak; sanatsal deneysellik, burada da zaman sorusu işin içine giriyor; ve son olarak da bir dönem olarak. (Başlangıçlar: Baudelaire, Les Fleurs Mal; Flaubert, Madame Bovary; İngiliz Modernizmi 1890’lerden 1922’e, Wasteland, Ulysees, Mansfield’in the Garden Party’si, Woolf’un Jacob’s Room romanı, daha sonra 30’lar, 40’lar ve 50’lerde dönüşüm geçirse de bir biçim olarak sürekliliğini korumuştur, özellikle Batı Avrupa ve ABD dışında).  

İlki bu edebiyat akımının tarihsel yönünü barındırıyor: modern hayatın değişen koşullarını temsil eden ve-veya bunlara eleştirel bir cevap veren edebi metinler. Bu kapsamda sıkça gördüğümüz temalar sanayileşme, kentleşme, mekanikleşme, büyük savaşlar, geç kapitalizmin toplumsal yansımaları gibi. Zaman sorusunu da öncelikle bu kapsamda düşünebiliriz: modernitenin zamansal ideolojisini müşterek bir şüphecilikle karşılıyor modernistler. Modernitenin kendinden menkul istisnailiğine, yani kendini yeni zaman- neue zeit (Reinhart Koselleck) olarak tanımlayan, moderniteyi bir kırılma, süreksizlik- devamsızlık, veya bir hızlanma veya atlama olarak tanımlıyor. Yeni bir zamanda yaşama hissi ve zaman teorisi modernitenin kaçınılmaz unsurları haline geliyor. 

Özellikle birinci dünya savaşından sonra, modernitenin vaadlerini hayal kırıklığı ve kızgınlıkla reddedip, bu yenilik, kırılma ve telos- ilerleme retoriğini sorguluyor modernistler. Benjamin’in değimiyle Phantasmagoria of progress- ilerlemenin hayal oyunları’e karşı farklı zaman anlayışları sunuyorlar. Kimi hızla dönüşen toplumda aynı anda birbiriyle uyumsuz ilerleyen farklı zamanları temsil ediyor, kimi iki döneme ait olma, bir türlü ortadan kaldırılamayan veya unutulamayan geçmişle, bugün arasında kalmışlık veya tarihsellikten kaçma (Joyce, tarih uyanmak istediğim bir kabus) ve öznel zaman ve bilincin zamanına odaklanıyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. 

Abdullah Ezik: Başlı başına bir mesele olarak “zaman”dan söz edildiğinde sanırım bu konunun Türk edebiyatındaki en önemli kullanımlarından birisi Tanpınar’a aittir diyebiliriz. Aynı zananda Tanpınar’ı “modernist Türk romancısı” olarak tanımlamanız ve eserlerini bir “Zeitroman” olarak (zaman-romanı) okumanız da çok dikkat çekici. Peki bu konuda Tanpınar’ı bunca önemli yapan nedir? Tanpınar’ı hangi yönleriyle modernist olarak tanımlıyor ve eserlerini nasıl bir çerçevede “Zeitroman”a dâhil ediyorsunuz?

Özen Nergis Dolcerocca: Soruna cevap vermeden önce bir noktaya açıklık getirmek isterim, zira çokça karşılaştığım bir problem edebiyatı anlama açısından. Bir yazar modernist midir post-modernist midir, dekadan mıdır soruları, eğer yazarın kendisi bir sanat manifestosu veya fikri altında birleşmiş bir gruba ait değilse, doğru bir araştırma sorusu değildir. Çoğu yazar bu kalıplara sığmaz. Bir yazarın eserlerinde bu elementler var mıdır, bunlar nasıl kullanılmıştır, ve bu bize farklı yöntemlerle yaptığımız analizler sorunucu ne anlatır, gerçek araştırma sorusu budur. 

Ben de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı ve onun Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE) romanını bu ulus-ötesi ve tarihsel çerçevede, modernist edebiyat akımının zaman felsefesiyle kurduğu ilişki üzerinden okudum. Türkiye’de kısıtlı çerçevede okunma, düz bir hiciv. Tanpınar’ın kendisi de, bir yazar olarak, kısıtlı bir medeniyet tartışması eksenine oturtulmuş. Kendi deneme yazılarının bunda rolü büyük elbette, ancak edebi eserleri bu tartışmaların gölgesinde, onun yalnızca bir uzantısı olarak okunmakta çoğunlukla. Bu konunun Türkçe edebiyat eleştirisi boyutu. Bunun bir de ulus-ötesi boyutu var: Saatleri Ayarlama Enstitüsü modernist bir roman, yukarıda bahsettiğim her anlamıyla. Romanı bu çerçevede okumak ulus-ötesi modernizmi anlamak, aslında kemikleşmiş kanonun dışında, edebiyatın zamanla kurduğu tematik ve biçimsel yeni ilişkiler de sunuyor bize SAE. 
Daha önce söylediğim gibi modernistler bizi, yıkıcı bir dönüşüm ve savaş çağında zamanı yeniden düşünmeye davet ediyorlar. Türkiye’de bu soru medeniyet ikiliği tartışması üzerinden tartışıldı, ve Tanpınar’ın zaman felsefesi (kavramsal olarak tutarlı olmayan bir felsefe) terkib kavramı ile özdeşleşti. Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı Tanpınar’ın bu tartışmalara verdiği en eleştirel cevabıdır. Daha önce bahsettiğim Modernist hayal kırıklığı
Komik-ironik bir anlatım yöntemi kullanıyor Tanpınar. Farklı zaman temsilleri modernist fragmantasyon içinde sunuyor: birbiriyle bazen çelişen ve çakışan farklı zamanların ve kültürel formların aynı anda var oluyorlar romanda. 
Biçim düzeyinde otobiyografi, bildungsroman (büyüme romanı) ve pikaresk. Önce anlatı düzeyinden başlayalım: otobiyografik zamanı ve bildungsroman, yani büyüme veya oluşum romanının zamanını karikatürleştiriyor roman. Sözde bir otobiyografi roman, Hayri çocukluğundan enstitüye kadar uzanan hayat hikayesini anlatıyor. Otobiyografinin zamanı öznenin ve kimliğin anlatısal bir yapıya sokar, öznenin geçmişi bugünü ve geleceği arasında tutarlı bir devamlılık varsayılır. Aynı şekilde Tanpınar’ın romanda doğrudan alıntıladığı (Büyük Umutlar) bildungsroman da bir karakterin çocukluktan itibaren psikolojik ve ahlaki olgunlaşmasının romanıdır. Her iki zaman da lineer- doğrusal bir düzlemde gelişim ve ilerlemeyi öngörür, her iki edebiyat türü de modern öznenin doğuşu anlatılarıyla ilişkilidir. 

Hayri bir anti-kahraman, imparatorluğun çöküş yıllarında doğup büyümüş, kaotik ve bitmek bilmeyen sosyal, siyasi ve kültürel değişimlerden bunalmış, patolojik bir endişeyle sabit kalmaya çalışıyor. Bir turlu büyümek istemiyor- sürekli bir döngü içinde, farklı rollere bürünerek kendisi değişmeden değişen dünyaya uyum sağlamaya çalışıyor. 
Bu açıdan da bize söz verdiği otobiyografi ve bildung türünün tam tersini yapıyor- türün zamanıyla oynuyor.  Hep bir geri kalmışlık hissiyle yaşıyor. Diğer karakterler de böyle romanda, kimsenin zamanı doğrusal bir gelişim göstermiyor.
Yani kimsenin saati doğru işlemez -aksaklık- ben tezimde buna kronopatoloji diyorum, yani zaman bozuklukları. Bunu da aslında Bergsonun düre fikrinin bir varyasyonu olarak düşünebiliriz – deneyimlenen zaman doğrusal bir çizgide mekanik bir şekilde ilerlemez: aksar, kopar, geri gider, genişler, atlar, takılır vs. (modernist romanda zaman temsili- temsilin zamanı).
Tematik düzeyde geleneksel ve modern zaman rejimlerini görürüz: İslami zaman ayarı, mistik zaman, bürokratik zaman; psikanaliz –Bunlar romandaki kronotipler ve farklı baba figürleri üzerinden anlatılıyor. Burada Jale Parla’nın Tanzimat’ın babasız edebiyat olduğu tezini hatırlayabiliriz. Bunun tam zıttı olarak romanda çok fazla baba var. Osmanlı Beyi Abdüsselam (kızını annesi zannediyor), hurafeci Seyit Lütfullah (define arıyorlar), Sufi muvakkit Nuri Bey (mistik eskatolojik zaman, ahir zaman, zamanın bilincindeki tek karakter, ironi dışında ama bir türlü gerçeklik kazanamıyor, Hayri de onu umursamıyor zaten), psikanalist Doktor Ramiz (herşeyi Marx ve Freud’a bağlıyor, Odipal zamanı komik bir şekilde heryere uydurmaya çalışıyor, vücudu da aksıyor), son olarak modernleşmeci Halit Ayarcı (kapitalist zaman, bürokratik saat – daha sonra değineceğim). Karmaşık bir kolaj, hiçbirine öncelik verilmiyor, ayrıcalık tanınmıyor. 

Abdullah Ezik:Teziniz çerçevesinde Tanpınar’ı salt kendi içerisinde değil, Avrupa’daki çağdaşları, öncülleri ve ardıllarıyla birlikte de değerlendiriyorsunuz. Bu noktada İsviçreli romancı Robert Walser’e de önemli bir konum atfediyorsunuz. Son bir soru olarak Tanpınar, Walser ve ötekiler üzerine ne söylersiniz?

Özen Nergis Dolcerocca: Önceden verdiğim saat Joyce, Woolf ve Proust’un örneklerini hatırlayalım: eğer modernism büyük bir kriz deneyiminin dışa vurumuysa-zamanın, öznenin, dilin ve deneyimin krizi-Tanpınar bu krize kara bir komediyle yaklaşıyor. Roman Proust veya Joyce’unki gibi zamanın peşinde yazılan görkemli epik-roman değil, yazarın kendi deyimiyle bir Karagöz şakası, bir ortaoyun taklididir. Geçmiş zaman, gölgeler, kuklalar, parodiler ve yeniden yazmalar halinde yakalanır. Hayri bu açıdan hem bir taklitçi hem de bir eleştirmendir. Geçmişin ve eski zaman kültürünün, modernleşen dünyada bir özgünlük- kendine ait bir benlik- bir ev sunamayacağını, aynı şekilde, modern zaman hiç bitmeyen bir bugün- şu an olma halinde, devamlı yeniyi emrederken modern öznenin asla evde hissedemeyeceğini sergiler. Bu haliyle de Saatleri Ayarlama Enstitüsü bize hem modernist deneysel metninlerin farklı kültürlerde kesişimini, hem de bu deneyselliğin çok farklı bir boyutunu gösterir. Walser de böyle bir romancı. The Asistant'da ise bir memur hastalığı olarak kalıcı olmayışlık (Vorübergänglichkeit) şeklinde örnekleniyor.