Yıkım yaklaşıyor - İstanbul öksüz

-
Aa
+
a
a
a

TMMOBJeoloji Mühendisleri Odasıİstanbul Şubesi16 Ağustos 2002

Yerbilimciler ülkemizin üzerindeki deprem riski konusunda herkesi on yıllardır uyarıyordu. Yetmedi. 1999 depremleri ile büyük bir yıkıma uğradık.

1999’dan bu yana bilimsel araştırmalar daha da arttı.

Şimdi eskisinden de çok şeyi biliyoruz.

Şimdi daha iyi biliyoruz ki, Marmara Denizi’ni boydan boya geçen tek bir fay var. Bu fay, Hersek Deltasını kesip Marmara Denizi’nin tabanında batıya ilerliyor, Ada’ların güneyindeki çukurluğun tabanında izleniyor. Çekmece açıklarında batıya yöneliyor. Marmara Denizi tabanındaki çukurluk ve sırtları kese kese 1912’de yırtılmış olduğu Şarköy önlerine değin ilerliyor.

Bu fay, iki yerde boğumlanıyor olsa da, derinde yer kabuğunu kesen tek bir fay. 17 Ağustos’ta Kuzey Anadolu Fayı’nın birkaç parçası nasıl kısa bir sürede art arda kırıldı ise, bu da hemen birbirini izleyerek ya da birkaç yüz yıl önce olduğu gibi beş on yıl ara ile yenilebilir.

Ama şimdi çok iyi biliyoruz ki bu fay kaç parçada kırılırsa kırılsın, olacak deprem M=7’den küçük olmayacak. Pek çok bilim insanının beklentisi bunun M=7,5 büyüklüğü dolayında bir depremin enerjisini salacak olması. Bunun M=7,8’e varan büyüklüklerde olabileceğini, bilimsel kanıtlarla savunan bilim insanları da var.

Değişiklik olsun ya da halkın kaygıları yatışsın diye çalışmak yerine konuşmaya eğilimli birkaç kişiyi durmadan medyada dillendirmek bu gerçeği gizleyemiyor artık. Son üç yılda yalnızca deniz tabanında yapılan çalışmalardan, sonuçları uluslar arası bilim dergilerinde yayınlanmış olan makalelerin sayısı 25’in üzerinde. Bakın bakalım bu makalelerin yazarlarından kaçı medyada fay tartışıyor. Onların kaçının adını biliyorsunuz. Yerbilimciler durmaksızın çalışıyor ve karşı karşıya olduğumuz acı gerçeği yeniden ve yeniden ortaya çıkarıyor, bilinmeyenleri azaltıyor.

 Acı gerçek yadsınamaz durumda artık : İstanbul’un çok yakınında çok büyük bir, ya da daha çok sayıda (bunun 3 depremlik bir dizi olabileceğini düşünenler de var), deprem olacak.

Aynı geçmişte olduğu gibi. Ayasofya’nın, Fatih Camiinin, birçok anıtsal yapının birden çok kere yıkılmasına, hasar görmesine neden olan depremler gibi. Surları aşan tsunamilere neden olabilen depremler gibi. Marmara denizi kıyılarındaki çökellerde kanıtları saptanan, son iki bin yılda olmuş 30 tsunamiyi doğurmuş depremler gibi. Boğaz’da ki Sait Halim Paşa’nın yatını bile batırabilen tsunamileri doğuran depremler gibi.

Sismologlar da, Deprem Mühendisleri de hırsla ve verimli biçimde çalışmalar yapıyor. Böyle bir depremin yaratacağı titreşimlerin kentimize nasıl ulaşacağı ve yapılarımızı hangi güçle sarsacağını eskisinden çok daha duyarlı bir biçimde hesaplıyor ve modelliyor. Şimdi, kentin hangi kuşaklarında yerin nasıl ve hangi miktarda, ne nitelikte sarsılacağını da daha iyi biliyoruz.

Jeoteknik Mühendisleri de artık, deprem yükleri altında zeminlerin nasıl davrandığını ve bunun yapılara nasıl yansıdığını eskisinden çok daha iyi biliyor.

İstanbul’un, İstanbul’luların bir sahibi olsa bütün bu bilinenler bir hazırlık seferberliğine dönüşecek. Ama, artık iyi öğrendiğimiz bir şey daha var ki, bizleri dehşete düşürüyor :

İstanbul, bu göz göre göre gelen felakete hazırlanmıyor!

Yıkımı öylesine bekliyoruz!

Şimdi kentimizdeki yapıların sayısını biraz daha güvenle söyleyebiliyoruz: 1.200.000 dolayında. Yine artık iyi biliyoruz ki bunların çok önemli bir bölümü bu şiddette bir yer sarsıntısına karşı koyamayacak. Mahcup modeller 70.000 kadar betonarme ve 4-8 katlı yapının yıkılacağını; bunlardan 30.000’inin yassı kadayıf gibi kat kat üstüne yığılacağını öngörüyor. Yıkıma uğrayacak yapı sayısının 600.000 kadar olacağını öngören bilim insanları bile tutucu yaklaştığı için eleştiriye uğrayabiliyor.

Artık kimse, böyle bir depremde 50.000 kişinin öleceğini, 300.000 kişinin yaralanacağını, 250.000 kişinin işyerleri yıkılacağı için işsiz kalacağını, 400.000 kadar ailenin evsiz kalacağını, vb öngörüleri abartılı diye eleştirmiyor.

Artık bilim insanları İstanbul’un gerçek bir felaketin eşiğinde olduğunu düşünüyor.

Ya öngörüldüğü gibi bu deprem M=7.8’e çıkacak denli büyük olursa; ya da, M=7,5 büyüklüklü birkaç deprem arka arkaya olursa?

En mahcup yaklaşımlar bile konutlar ve endüstride, yalnızca yıkım anından kaynaklanacak kayıpların 20 milyar doların üzerinde olacağını öngörüyor. Birkaç yüz milyar dolarlık bir yıkımdan çekinenler de soğukkanlı bilim insanları.

Evet, İstanbul büyük deprem(ler)den yıkıma uğrayacak. Kent buna hazırlıklı değil ve çok büyük kayıplara uğrayacak.

Bunu bilim insanları her gün biraz daha açıklıkla ortaya koyuyor. Tepki alamadıkları için her gün biraz daha cesaretle bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyorlar.

Ama, turist gelmez, ticaret kesilir diyen kısa görüşlü bilisizler onları susmaya çağırıyor, hakaretler etmeye yelteniyor. Karar vericiler, kamu yöneticileri de bu gerçeklerin ortaya serilmesinden rahatsız.

Bu yıl, 17 Ağustos’un anılmasını bile engellemeye başladılar.

Güneş balçıkla sıvanabilir mi?

Yalnız bizde mi bilim yapılıyor. İletişimin engelsiz yayıldığı, küreselleşmiş dünyada doğru bilgilere, yalnızca ve yalnızca kulaklarını tıkayanlar ulaşamaz.

Bin bir gerekçe ile, bütün becerilerini kullanarak haftalarca kamuoyunu hazırlanan tasarılar yasalaşmaz ise Avrupa Birliği’ne alınmayacağımızı propaganda edenler, en büyük kenti yerle bir olacak, on binlerce insanı ölecek, yüz binlercesi evsiz kalacak, bir anda birkaç yüz bin işgücü işsiz kalacak, endüstrisi tükenecek, bugünkü dış borcu kadar yıkım ve kayıp yaratacak bir depreme karşı hiçbir hazırlık yapmayan bir ülkeyi Avrupa Birliğine alırlar mı sanıyorlar. Marmara Fayı’nın araştırılmasında kullanılan gemiler nereden geldi; Ankara hiç TL’sı harcadı mı bu araştırmalara; Avrupa Birliği değil mi 100 milyon Euro’dan çok harcama yapan, bu yıkımı öngörmeye yarayacak bilgileri ortaya çıkarmak için? İstanbul’u bekleyen tehlike Avrupa’nın her bir başkentinde, Ankara’dakilerin algılayabildiğinden daha iyi ve ayrıntılı biliniyor. Kızılhaç değil mi, İstanbul’daki sağlık kuruluşlarının deprem güvenliğini inceleten? Kamuoyunun henüz okuyamadığı rapor onların elinde değil mi? İstanbul’un deprem senaryosunu Japonlar çalışmıyor mu?

Şu çok iyi bilinmelidir: İstanbul’u, ve onun gibi Bursa’yı, İzmir’i ve başka kentlerini kaçınılmaz depremlerin yıkımlarından korumak için gerekenleri yapmayan bir ülke ne yaparsa yapsın 

AB’ye giremeyecek, alınmayacaktır.

Çünkü, bu ülkeyi öyle bir yıkımdan sonra bedavaya alabileceklerdir.Kimse buna karşı olumlu işler yaptık, yapıyoruz diyemez.

 "Unutmadık, unutturmayacağız” dedik; unutturabilmek için ellerinden geleni yaptılar.

"Yitirilen iki yılın özrü yok, yitirilecek başka zaman yok” dedik; bir yılı daha yitirdiler, tam bir eylemsizlikle.

Üstelik, bunu yalnızca akıllı insanların, meslek odalarının, STK’lerin uyarılarına karşı değil, bilim insanlarının, üniversitelerin, Ulusal Deprem Konseyi’nin, Sayıştay’ın uyarı ve eleştirilerine de kulaklarını tıkayarak yaptılar.

Daha 1999 depremleri sonrasında çıkardıkları deprem vergilerinden topladıkları kaynakların, yurt içi ve yurtdışı yardımların nerelerde tüketildiğinin hesabını bile veremediler. Sayıştay geçen yıl açıklıkla ortaya koymadı mı, depreme karşı yalnızca deprem anı ve sonrasında kurtarmaya yönelik, o da eşgüdümsüz ve göstermelik çalışmalar yapıldığını? Deprem yıkımını önleyecek hiçbir hazırlık yapamıyor kamu yönetimi. Yine Sayıştay bu yıl ki raporunda ortaya koymadı mı, bu hizmetlerle yükümlü, bunun için ayrılan kaynakları tüketen Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ne denli savruk, beceriksiz ve yetersiz çalışmalar yapıyor ve en sıradan bilgileri bile nasıl gizleme çabası içinde?

Yerel yönetimler ise depreme hazırlıktan esirgediklerini bulvar yapmada, yandaşlarına kaynak aktarmada tüketiyor. İstanbul’da harıl harıl İmar Planı değişiklikleri yapılıyor. Yönetimler gizli gizli imar afları yapıyor. Kimsenin kılı kıpırdamıyor.

İstanbul sahipsiz, öksüz!

Hayır, on binlerce İstanbullunun ilk anda öldüğü, her yanında doğal gaz ve akaryakıt istasyonu yangınları yükselen, varolan hastanelerinin 2/3’si yıkılmış, kalanları çalışamaz durumda kalmış, yolları ulaşılamaz olmuş, yüz binlerce İstanbullunun enkaz altında terk edildiği, yağmalanan, kentten kaçmaya çalışanların birbirini telef ettiği bir İstanbul’u yaşamak istemiyoruz.

Buna karşı yapılabilecekler var.

İstanbul’un yapı stokunun belli bir program içinde, öncelikler doğru belirlenerek iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi, yıkılıp yeniden yapılması, bilim insanlarının ve mühendislerin gösterdiği yönde uygulamalarla kentin yeniden kurulması için bir seferberlik açılmak zorundadır.

Bu bir kamu görevidir ve özelleştirilemez.

Bu, bugünkü paylaşılmış, bürokratik, denetimsiz ve üretken olmayan idari örgütler eli ile yapılamaz.

Bunun, için yeni bir kamu örgütü kurulmalıdır. Bu, siyasal iktidara karşı özerk olmalıdır. Bu yeni örgüt, Sayıştay tarafından düzenli aralıklarla denetlenmelidir. Bu örgütün karar düzeneğinde halkın katılımı da sağlanmalıdır. Bu örgütün bütün çalışmaları bilimsel danışma kurulları ile yönlendirilmelidir. Bu örgüt, İstanbul’un iyileştirilmesi ve depreme hazırlanması yolunda harcanacak her bir kuruşun sahibi, karar verici, onayıcısı olmalıdır. DASK fonları, merkezi bütçeden ayrılacak fonlar, ek vergilerden toplanan kaynaklar, uluslar arası kurumlardan sağlanacak yardım ve krediler bu örgüt eli ile kullanılmalıdır.

Bu örgüt yeni bir yasa ile kurulmalı, İstanbul ile ilgili İmar ve planlama yetkileri bu kuruma aktarılmalıdır. Bu yasa, kat mülkiyeti yasası, imar yasası, borçlar hukuku, istimlak hukuku, vb bu uygulamaları etkileyecek hangi mevzuat varsa bunlarda değişiklik getirmelidir.

Bu örgüt, kullanımına izin ya da karar verdiği kaynakların belli bir oranını yapı kalitesini arttırmaya yönelik hizmet içi eğitimi; bir bölümünü de deprem ve ilgili mühendislik alanlarındaki temel bilimsel araştırmalara yönlendirmelidir.

Bugünkü siyasal iktidar ya da yakın gelecekteki seçimlerle gelmesi beklenen siyasal iktidarların böylesine cesaret gerektiren ve kökten bir karar vermeleri beklenemez.

Bu ancak, kamuoyunun demokratik baskısı ile olabilir.

İstanbul ve bir çok büyük kentimizi büyük felaketler bekliyor. Bunun duyulmasını, öğrenilmesini engellemek istiyorlar. Bunu önlemeyi beceremiyorlar. Kılları bile kıpırdamıyor. An be an yaklaşıyor, yıkım.

Unutturmaya çalışıyorlar. Yeni yıllar yitiriyoruz.

Artık karar vericileri uyarmanın anlamı ve yararı yok.

Artık güvenebileceğimiz tek şey kaldı: Halkın işi ele alması.

Bundan sonra, bildiğimiz her şeyi halka anlatmaya, ulaştırmaya çabalayacağız.

Halkı korkutacağız, çünkü yaklaşan gelecek korkunç.

Gerçek son derece acı. Bu gerçeğin bilgisini halkla paylaşacak ve karar vericileri özerk, saydam denetimli, halkın katılımına açık, bilimin yönlendirmesi altında, eğitimi ve bilimsel araştırmaları destekleyen ve İstanbul’u yeniden yapılandırma çalışmalarını tek elden yürütecek, bunun için harcanacak kaynakların hortumlanmasına fırsat vermeyecek yeni bir yapılanmaya zorlayacağız.

Bu bir var olma savaşı.

17 Ağustos 2003’te de var olacaksak, o güne sağ kalacaksak, o gün başka türlü ve yapıcı bir çabanın neferleri olmayı umuyoruz.

Bundan sonraki 17 Ağustoslarda anma etkinliklerinde değil;şantiyelerde, eğitim salonlarında, bilimsel ve teknik araştırmalarda olmayı umuyoruz.

 Halkımıza sesleniyoruz:Yaşadıklarımızı unutmayınbilim insanlarımıza kulak verinkaderinize sahip çıkın kikatlanılmaz acılar ve yoksunluklar gelmesin başınıza.

Jeoloji Mühendisleri Odası