Yasaklar Yasaklanmalı

-
Aa
+
a
a
a

Bu söyleşi Oyungezer dergisi tarafından yapılmış ve derginin Aralık sayısında yayımlanmıştır:

 

Öncelikle internet yasaklamalarından bahsetmek istiyorum biraz. Biliyorsunuz son dönemde youtube, blogspot ve wordpress gibi sitelere ulaşım mahkeme kararlarınca engellendi. Bu yasaklamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

ÖM: İnsanların temel hak ve özgürlüklerini uzun yıllardan beri hem pratikte hem de akademik olarak savunan ve bu konuda doktora tezi de dahil olmak üzere birçok kitap yazmış biri olarak söyleyebileceğim tek bir şey var: "Yasaklamalara yasak gelmeli". Yaşadığımız demokrasinin, daha doğrusu kurmak ve geliştirmek istediğimiz demokrasinin en temel unsurudur ifade özgürlüğü. İnternet de en temel bilgi paylaşma ve yayma araçlarından biri.

 

Şimdi, interneti kusursuz bir ağ, mükemmel bir araç olarak görüyor değilim elbette. İnternetin genel olarak bir sürü problemi olduğu aşikâr. Elbette bilgi bulanıklığına, hakiki olmayan, gerçeklere dayanmayan olgulara ve çok tatsız propaganda amaçlı çeşitli çıkarlar lehine kullanılmasına yol açan, çocuk pornografisi ticareti gibi iğrenç emellere hizmet edenbir tarafı da var. Bu tarafın hem ulusal hem de uluslararası hukuki düzenlemelerle mutlakaönüne geçilmesi gerekir. Buna karşılık Türkiye'de, tuhaf bir geleneksel yaklaşım olduğunu da söyleyebileceğimiz bir yasaklama anlayışının egemen olduğu görülüyor. Mahkemeler, genel olarak maalesef yeterli donanıma sahip olmadıkları gibi, özgürlükçü bir hukuk yorumu yapmaktan da uzak. Dolayısıyla çok daraltıcı ve özgürlükleri kısıtlayıcı kararlara imza atıyorlar, çeşitli blogları hatta dünyanın en büyük sitelerini yasaklamakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Mesele bence internetin hayatımıza getirmiş olduğu büyük potansiyelin çok gerisinde kalmış olmaları. İnsanlar ve özellikle iktidarlar, en çok bilmedikleri şeylerden korktukları için burada da özgür düşüncenin yayılmasından tereddüt duyuyorlar ve maalesef yargı organının da bu yasakçı zihniyetve uygulamalara büyük ölçüde ortak olduğunu görüyoruz. "Onlar da bir merci olsun, gelsinler Türkiye'de bürolarını açsınlar, ona göre biz de kendilerine izin verelim" gibi Abdülhamit dönemine kadar geri götürebileceğimiz köhne ve deli saçması bir anlayışın izleri var. Bununla mücadele etmek zorundayız.

 

Peki bu mücadele sizce nasıl yapılmalı?

 

ÖM: Örgütlenmek gerekir öncelikle. Hem internet üzerinden, hem bilfiil meclise giderek, hem de milletvekillerine sürekli yazarak yapılması gereken bir mücadele bu. Bahsettiğim yöntemler Türkiye'de çok sık kullanılmıyor ama bilgi edinme kanunu çıktı, onu zorlayarak "nedir bu yasakların kökeni" diye sorulmalı. İnternet çok önemli bir olanak sunuyor bu konuda, mükemmel bir örgütlenme aracı. Büyük bir süratle para da toplayabiliyorsunuz, insanları çok kısa bir süre içinde bir yerde de toplayabiliyorsunuz, meseleyi kolaylıkla izah da edebiliyorsunuz . Elimizin altında internet gibi fevkalade kullanışlı, kötüye kullanılabileceği gibi çok da iyiye kullanılabilen bir "silah" var. Bu şekilde, bu yasakların sonunu getirmemiz lazım hep beraber.

 

Şu anki duruma baktığımızda, sizce yeteri kadar tepki veriyor muyuz yoksa biraz duyarsız mıyız?

 

ÖM: Depolitize olmakla, çevreyle, politikayla ve diğer sorunlarla ilgilenmemekle suçlanan bir kuşak var şu an. Her kuşak kendinden sonra gelen kuşağı aynı şekilde suçlar ama katiyen de böyle değildir. Her kuşak daima bir öncekinden daha iyidir çünkü birikimsel bir gelişme var. Mesela tarih boyunca, Irak Savaşı'na başlamadan önce 2003 yılında yapılan gösteriler kadar büyük bir protesto hareketinin olmadığını görüyoruz. Henüz başlamamış bir savaşa karşı, hatta yaşadıkları konum itibariyle kendilerini de etkilemeyecek bir savaşa karşı aynı gün içinde 10 milyon insanın aynı anda sokağa çıktığını gördük. Böyle bir şey daha önce görülmemiştir. Bunun gibi pek çok örnek daha var aslında. Avustralya'da kömür santrallerine kendilerini zincirleyen insanlar iktidar değiştirdiler. Kyoto Protokolü'nü imzalamayan, bunun iyi olmadığını savunan, çünkü kömür lobilerinin etkisinde olan bir hükümeti, yüzbinlerin sokağa dökülmesi kömür santrallerini basması sonucunda değiştirdi insanlar. Türkiye'de de yaklaşık 170 bin kişi geçen sene internet üzerinden "Türkiye Kyoto'yu imzala" diye dilekçe yazdı. Görülmemiş hızda yapılan bir uygulamaydı bu. Bir buçuk ayda 170 bin imza toplandı ve ondan sonra da basılıp meclise dilekçe halinde götürülüp teslim edildi. Bunlar az buz şeyler değil. Apolitik görmüyorum şu anki gençliği.

 

Türkiye'de internetin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte internet kültürüyle yetişmiş bir "internet kuşağı" da meydana çıktı. Sizce nedir bu internet kültürünün bize kattıkları ve kaybettirdikleri?

 

ÖM: Pek çok şeyde olduğu gibi, iki yönü olan bir durum bu. İnternetin bazı önemli sakıncaları var. Bu konu hakkında galiba ilk defa bu vesileyle burada konuşuyorum. En önemli sakıncalarından bir tanesi bizim de çok meraklı olduğumuz o"komplo teorileri"ne kolaylıkla zemin yaratabilmesi. İnternet üzerinden yapılması çok kolay bir şey bu, bir tıkla sınırsız ölçüde metne ve görüntüye ulaşma imkânı veriyor internet. Bu durumda da herhangi bir kaynak taraması yapmadan, gerçek bilgi araştırması yapmadan tek bir Google araması sonucunda binlerce sonuç, pek çok komplo teorisi çıkabiliyor insanın karşısına. İnternetin bence en önemli sakıncalarından, dezavantajlarından biri bu. "Asılsız şehir efsanesi" diye adlandırabileceğimiz belgelerin büyük bir süratle yayılması ve tekrarlanması, bunların bir süre sonra inandırıcılık kazanmasına yol açıyor. Bir bakıyorsunuz, dünyanın öbür ucundan benzeri bir metin ya da aynı metin bir daha geliyor karşınıza. Bunun sonucunda da en ufak bir araştırma yapmadan "haa o zaman artık bu tamamdır" diye düşünüyor insan. Diyorlar ki mesela: 11 Eylülde o kuleler öyle çökemezdi. Bunu söyleyen adam sanki kuantum fizikçisi. Bunun izahını yapmak bu kadar basitse o zaman bilim niye var, mühendislik fakülteleri, teknik üniversiteler neden kurulmuş? Buna benzer olarak, "küresel ısınma güneşteki lekelerin artmasından oldu, insan faaliyetiyle ilgisi yok" diye bir takım metinler uçuşuyor ortalıkta ya da "Kyoto'yu imzalatmak isteyen kötü niyetli yabancılar bize bunu dayatıyorlar" gibi komplolar sunulabiliyor. Hiçbir gerçeklik düzeyine tekabül etmiyor bu. Sanki iklimbilimci bunu söyleyenler. O zaman bütün bu insanlara ne lüzum vardı, binlerce bilim insanı nedençalışıyor IPCC'de (Milletlerarası İklim Değişikliği Paneli). İnternette böyle bir kolaycılık var işte, herkes "uzman"!... Bu çok büyük bir sakınca yaratıyor. İkincisi de biraz önce bahsettiğimiz gibi çok iyi bir örgütlenme aracı olmasının yarattığı paradoksal sakınca. Çok kısa zamanda süratle haberleşerek dünyanın dört bir yanından insanları örgütleyebiliyorsunuz ama bir taraftan da bu, işi bitirmiş sanmanıza da yol açıyor. "Tamam yaptık, meydanlarda toplandık, hadi artık oyunumuza dönelim,artık bir hafta, bir ay boyunca oyun oynarız bu dünyayla ilgimizi keseriz, çünkü bunu hak ettik..." anlayışı başlıyor. Bu açılardan internet bu tip handikapları içeren bir şey. Öte yandan da eğer doğru kullanılırsa, her türlü gerçeği birden fazla kaynaktan kontrol ederek okuma ve bilgileri paylaşma imkânı vermesi açısından da mükemmel bir şey.

 

Son olarak, Açık Radyo'dan bahseder misiniz bize biraz?

 

ÖM: Açık Radyo, başından beri mütevazı olma ve dünyayı daha önceki sorular çerçevesinde, konuştuğumuz ilkeler üstünde daha iyi bir yere götürme fikrine dayalıydı. Daha çok demokrasi, çoğulcu katılımcı demokrasi olsun, insanlar kendilerini özgürce daha rahat ifade etsinler, başka ülkelerin müzikleriyle kültürel ilişki kurabilsinler, ara sıra da eğlensinler istedik tabii. Bu çıkış noktasıyla kurulmuş ve psikiyatriden hukuka, bilgisayar oyunları müziğinden çevreye kadar her şeyle ilgilenen, merak eden, 92 ortaklı, kâr amacı gütmeyen, kendi kendini döndürüp ayakta kalmaya çalışan bir radyo Açık Radyo. Eğer bu radyonun bir sahibi ya da büyük ortakları olsaydı ve başka işler de yapıyor olsalardı, rakip olarak gördükleri firmalardan ya da faaliyetlerden bahsedilmemesini filan isteyeceklerdi doğal olarak. Bu yüzden de muhakkak suretle bağımsız olmak hayati bir önem taşıyor bizim için. 92 eşit paya sahip ortak olmasının sebebi bu. 13. senemizi tamamladık ve sadece programcı olarak 900'den fazla insan para almadan program yaptı. Profesyonel ekimiz dışındaki herkes gönüllü olarak sürdürüyor işlerini. Bu böyle bir serüven. Bizim için Açık Radyo'nun popüler olmaktan öte dönüştürücü bir fonksiyonu olması çokönemli.