Varşova İzlenimleri 5: Birinci haftanın sonunda iklim müzakerelerinde durum

-
Aa
+
a
a
a

Yeşil Gazete

Varşova - Polonya’nın başkenti Varşova’da devam eden BM iklim müzakereleri COP 19, birinci haftasını doldurdu. Birinci haftanın sonunda taraflar arasındaki müzakerlerde hangi noktalar ön plana çıktı ve ne noktaya gelindi, özetlemeye çalışalım.

Uluslararası iklim değişikliği müzakerelerinin en önemli özelliklerinden biri son derece karmaşık olması. O kadar çok paralel toplantı aynı anda yapılıyor ve o kadar çok gündem aynı anda tartışılıyor ki, alışık olmayanlar için değil anlamak, takip etmek bile kolay değil. Bu aşırı hukuki dil ve bürokrasi, olması gereken (ve olduğu iddia edilen) şeffalık ilkesini uygulanamaz kılmakta da büyük bir rol oynuyor.

Varşova zirvesinde aslında birbirine paralel olarak toplanan 5 konferans birden var. Daha doğrusu 2 konferans, 2 alt kurul ve bir geçici kurulun toplantıları sürüyor. Bu konferansların konularıyla ilgili müzakereler de sadece ana toplantılarda değil, çok sayıda alt çalışma grubunda, danışma toplantısında, temas grubunda, gayrıresmi görüşmelerde ve ikili görüşmelerde yürüyor. Örneğin sadece bilimsel ve teknolojik önerilerin geliştirildiği alt kurul (SBSTA) bu yıl bir çoğu alt çalışma kurullarında geliştirilen 11 gündem maddesini ele alıp karara bağlamaya çalışıyor.

Ama ben sizlere ortalıkta uçuşan yüzlerce kısaltmaya, falanca sözleşmenin falanca maddesine, ya da hangi mekanizmanın hangi zirvede kabul edildiğine hiç girmeden ilk hafta neler konuşuldu, kısaca aktarmaya çalışayım. Daha fazla -teknik- ayrıntı isteyenler için zirvenin sonunda bir bilgi notu oluşturmaya çalışacağım.

Paris Protokolü hazırlıklarında durum

Varşova zirvesinin en önemli gündemi 2015'de kabul edilmesi ve 2020'de yürürlüğe girmesi gereken yeni protokolün yol haritasını çıkarmak. Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük dönemi kabul edildikten, yani Kyoto Protokolü’nün yok edilmesi önlendikten sonra, ülkelerin yeni yükümlülükler alacağı yeni bir protokol için çalışılmaya başlandı. Bu da 2015 zirvesi Paris’te toplanacağı için büyük ihtimalle Paris Protokolü adını alacak.

 Ama olası Paris Protokolü’nün Kyoto’dan farkı, bu kez bütün ülkelerin belli yükümlülükler alması olacak (diye öneriliyor). Henüz buna 2 sene zaman olduğu için de, tabii ki hiçbir ülke nasıl bir yükümlülük altına gireceğini dillendirmiyor. Ancak COP’un bu yılki başkanı Polonya Çevre Bakanı Marcin Korolec önceki gün yaptığı bilgilendirme toplantısında gelecek yıl Peru’nun başkenti Lima’da yapılacak olan COP 20'ye Paris Protokolü’nün taslağı ile gitmek gerektiğini söylüyordu. Dolayısıyla gelecek hafta sonuna kadar böyle bir taslağın bir yıl içinde yazılmasını sağlayacak bir yol haritası üzerinde uzlaşılması gerekiyor.

Zirvede en çok sesi çıkan gelişmekte olan ülkeler (bu ülkeler değişik isimlere sahip büyük ve küçük gruplar altında bir araya gelmiş durumdalar) “ortak ama farklılaştırılmış sorumluluk ilkesi”nin korunmasını, yani asıl büyük yükümlülüğü gelişmiş ülkelerin almasını sağlayan bir mekanizmanın kabul edilmesini sağlamak için çalışıyorlar. Gelişmiş ülkeler ise bütün ülkelerin, ama asıl önemlisi Çin, Hindistan, Brezilya gibi sera gazı emisyonları hızla artan büyük gelişmekte olan ülkelerin sorumluluğa ortak olmaması halinde kendilerinden bir şey beklenememesi gerektiğini belirtiyorlar.

Birinci hafta boyunca bu gündem maddesiyle ilgili çok sayıda danışma toplantısı düzenlendi, ancak ülkeler genellikle bilindik pozisyonlarını tekrarlamakla yetindiler. Dolayısıyla dün itibarıyla ortaya çıkan herhangi bir karar yoktu, ama diplomatik bir dille “yol alındığı” söyleniyordu. Ancak örneğin dün yapılan son toparlama toplantısında İsviçre delegesi kimsenin çözümden bahsetmediğine dair hayal kırıklığı yaşadıklarını söyleyen bir konuşma yaptı.

Bu hayal kırıklığında Japonya ve Avustralya hükümetlerinin kendi emisyon azaltma hedeflerini düşürmelerinin de büyük etkisi var. Bildiğiniz gibi Avustralya hedefini %15-25'den %5'e, Japonya ise %25'den %3,8'e düşürmüştü. ABD birkaç ay önce %17 gibi toplama katkısı çok az olan bir hedef açıklamıştı. AB ise 5 senelik hedefini (%20), aslında çoktan gerçekleştirdiği halde yükseltmeye yanaşmıyor. Bütün ülkeler topu birbirine atıyor. (Bu konudaki ‘algoritma’ için Gökşen Şahin’in yazısına bakınız.)

En büyük sanayileşmiş ülkelerin delegasyonları iklim zirvesindeyken başkentlerinden cesaret kırıcı açıklamalar gelince de haliyle “biz neyi müzakere ediyoruz” duygusu oluşuyor.

Kayıp ve zararların telafisi sağlanacak mı?

Varşova’daki müzakerelerde öne çıkan ve en fazla tartışma konusu olan başlıklar finanmanla ilgili. Filipinler’de yaşanan Haiyan tayfunu nedeniyle iklim felaketleriyle en çok karşılaşan ve bu tür beklenmedik felaketlerle başa çıkma kapasitesi çok az olan yoksul ülkelerin hem hazırlık, hem de başa çıkma güçlerini artıracak kayıp ve zararların telafisi mekanizması kurulması burada en önemli gündem haline geldi.

Finansman konusuyla ilgili olarak Adaptasyon Fonu diye daha önceden kurulmuş bir mekanizma daha var. Ancak Filipinler’den Jubilee South adlı bir sivil toplum örgütünün temsilcisi olan Lidy Nacpil, Üçüncü Dünya Ağı‘nın basın toplantısında yaptığı konuşmada “ülkemde yaşanan son tayfundan sonra adaptasyonla kayıp ve zarar mekanizması arasındaki fark net olarak ortaya çıktı. Hiçbir ülke bu büyüklükte bir tayfuna adapte olamaz. Üstelik bilim insanları bu tür felaketlerin hiçbir zaman tam olarak önceden tahmin edilemeyeceğini söylüyor. Tahmin edemeyeceğiniz felaketlere karşı nasıl adapte olacaksınız? Kayıp ve zarar mekanizması bunun için önemli. Acil yardım, insani yardım tamam, ama bizim bu tür durumlardaki ihtiyacımız bunlar değil, tamamen sistematik bir program geliştirmek zorundayız” dedi.

Oysa kayıp ve zarar mekanizmasının kurulmasına karşı ABD ve Avustralya gibi ülkeler direniyorlar. Bütün gelişmekte olan ülkelerin kurulmasını ısrarla istediği bu mekanizmaya sadece Japonya ve AB destek veriyor. Aynı basın toplantısında Action Aid‘den Brandon Wui, bu direncin nedenini anlamanın zor olduğunu söyledi. Oysa bence o kadar da zor değil. Bu mekanizma kurulduğunda, her şeyden önce tayfun, sel, kuraklık gibi iklim felaketlerinin, iklim değişikliğinden kaynaklandığını kabul etmiş olacaklar. Avustralya’yı kasıp kavuran mega yangınlar için “iklim değişikliğiyle ilgisi yok, bu hayatın bir gerçeği” diyen bir başbakana sahip olan Avustralya, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp ve zararlarını karşılamaya nasıl evet diyebilir ki? Zaten bu bakış açısı herşeyden önce neoliberal politikalarının mantığına aykırı!

Adaptasyon Fonu’na 100 milyon, Yeşil İklim Fonu’na 100 milyar dolar… yok!

Dediğim gibi finansman başlığı altındaki diğer tartışma konusu Adaptasyon Fonu. Ortada böyle bir fon var. Ama fonda para yok. Para kalmadığı için işlemez hale gelen fonun canlanması için sadece 100 milyon dolar konulması yeterli. Ama gelişmekte olan ülkeler bu kadar düşük bir bütçeyi bile karşılayıp fonu işler hale getirmiyorlar. Adaptasyon fonunun önünü de bu hafta yapılan bütün müzakerelerde bizzat Avustralya‘nın tıkadığı söyleniyor.

Yeşil İklim Fonu ise hem iklim değişikliğinin önlenmesi için gelişmekte olan ülkelerin kapasitesi artırmayı amaçlayan en önemli finansman mekanizması. Uluslararası iklim politikalarının kasası olarak kurulan Yeşil İklim Fonu’na gelişmiş ülkelerin 2020 itibariyle yılda 100 milyar dolar koyması gerekiyor. Peki adaptasyon fonuna 100 milyon vermeyen, yeşil iklim fonuna 100 milyar verir mi? Tabii ki vermiyor.

Acton Aid’den Brandon Wu, Yeşil İklim Fonu’nun 2014 Mayıs ayında işlemeye başlaması gerektiğini, ancak pek umutlu olmadığını söylüyor. Örneğin en önemli para kaynağı olması gereken ABD parayı nereden bulacağına karar verememiş durumda! Kamu bütçesinden koymak istemiyorlar, topu özel sektöre atıyorlar. Kamu bütçesine iklim fonu için para sağlamak için konulması önerilen finansal işlem vergisine de (transaction tax) yanaşmıyorlar. AB de aynı durumda. Ama özel sektör neden durup dururken böyle bir bütçeyi sağlasın (ya da bunu nasıl zorlayacaklar), buna da cevap veremiyorlar.

Gelişmekte olan ülkeler Yeşil İklim Fonu için bastırıyorlar, ancak gelişmekte olan ülkelerin bu fonu da yine yoksul ülkelere kredi vermeye dönüştürmek istedikleri açık. İklim değişikliğindeki kendi sorumluluklarını kabul edip durdurulması için gereken mücadeleyi finanse etmek yerine yine yoksul ülkeleri borçlu çıkarmayı hedefliyor gibi görünüyorlar.  Ayrıca gelişmiş ülkelerin kamu bütçesinden bu fon için para sağlayamayız, özel sektör bir baksın demesi oylama taktiği olarak değerlendiriliyor. Neoliberal politikalar her yerde aynı mantığı dayatıyor…

AB’nin de diğerlerini beklediği ve bir tek Japonya’nın bu konuda adım atmaya yanaştığı anlaşılıyor. Japonya delegasyonunun başkanı Hiroshi Minami düzenleediği basın toplantısında benim bu konuyla ilgili sorduğum bir soruya, yeşil iklim fonuna 16 milyar dolar katkıda bulunacaklarını, bunun 13 milyar dolarının kamu bütçesinden sağlanacağını, ancak kamu bütçesinden gelecek kısmı nereden bulacaklarına henüz karar veremedikleri için bu katkıyı bu zirve bitmeden realize etmelerinin mümkün olmadığını söyleyerek cevap verdi. Tabii Japonya düşürdüğü emisyon azaltım hedeflerinin karşılığı olarak “parasını ödeyelim, sera gazı salmaya devam edelim” mi demek istiyor, bu da başka bir tartışma konusu.

Müzakerelerde Yeşil İklim Fonu‘nun önünü tıkamak için en kararlı mücadeleyi veren ülkenin kim olduğunu da tahmin edersiniz artık. Bildiniz, Avustralya!

“Ne hızlı gidiyoruz, ne uzağa, ne de ileriye!”

Tabii birinci haftada yol alınan konular da var. Örneğin 2013-2015 değerlendirmesi denen bilimsel bir mekanizmayla ısınmayı kaç derecede sınırlamamız gerektiğini araştıran bilim insanları yol almış durumdalar. 2015 Paris zirvesinden önce 1,5 derecelik ısınmayı aşarsak mı hep birlikte öleceğiz, yoksa 2 dereceyi aşarsak mı, bunu öğrenmiş olacağız! Tabi bir uygarlığın bilerek yok olması da, önceki uygarlıklarla karşılaştırıldığında bir aşama olarak kaydedilebilir…

Birinci haftanın değerlendirmesini dün akşam alt kurul başkanlarının toparlama toplantısının en sonunda konuşan Filipinler delegasyonu başkanı Yeb Sano‘nun sözleriyle bitirelim. Bir haftadır açlık grevinde olan Sano, finansman ve kayıp ve zararların telafisi konularında hiçbir ilerleme kaydedilmemesi ve bazı gelişmiş ülkelerin emisyon azaltım hedeflerini düşürmeleri nedeniyle büyük hayal kırıklığı yaşadığını söyledi. Konuşmasında “hızlı gitmek istiyorsanız yalnız gidin, uzağa gitmek istiyorsanız birlikte gidin” diyen atasözünü hatırlatan Sano, “Varşova’da ne yazık ki ne hızlı gidiyoruz, ne de uzağa, hatta ileriye gittiğimiz bile söylenemez” dedi.

Filipinler’de UNICEF’in son açıklamasına göre 5 milyonu çocuk, milyonlarca insan, Haiyan tayfunu, yani bir iklim felaketi nedeniyle aç. Burada, Varşova iklim zirvesinde, Yeb Sano ve onlarca genç aktivist de onların açlığına ortak oluyor.

Ama hiç durmadan yiyen birileri var…

https://twitter.com/umitsahin

Varşova’dan 4. gün izlenimleri için tıklayın.

Varşova’dan 3. gün izlenimleri için tıklayın.

Varşova’dan 2. gün izlenimleri için tıklayın.

Varşova’dan 1. gün izlenimleri için tıklayın.