Türk Milliyetçiliğinin Değişik Yüzleri

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Türkiye'de epey bir gerilim yaşandığı gözleniyor, özellikle Nevruz'la başlayan bayrak tartışmaları üzerinde konuşmamızda fayda var. Dün 200 civarında doktor, yazar, sivil toplum temsilcileri de kaygılarını belirttiler. Ne tarafa doğru bir seyir var?

 

İlkay Sunar: Günlerdir bu konuşuluyor, böyle bir kaygı da var, yükselen bir milliyetçilik  ve hükümetin de bunu pek yakın tehlike gibi görmemesi, hatta zaman zaman yatıştırıcı değil, bilakis daha da güçlendirici bazı şeyler söylenebiliyor. Diğer taraftan da Abdullah Gül, "bu fanatik milliyetçilik, üflersek hemen söndürürüz" diyor, ama hükümet duruma tam hakim gibi görünmüyor, ne yöne gideceği pek belli değil.

 

Bugün yine gazetelerden birinde güzel bir soru gördüm "yıllardır, PKK ile mücadele sırasında bile,  yüzlerce ölünün verildiği dönemde böyle bir fanatik milliyetçilik söz konusu değildi de bugün ne oluyor?". Hakikaten o günlerde bile gayet temkinli, gayet yatıştırıcı bir tavır vardı, ve milliyetçilik de bu fanatik boyutlara varmamıştı o yıllarda. Şimdi öyle bir durum da yok ortada.

 

Türkiye'de milliyetçiliğin çeşitli yüzlerine baksak diyorum. Toplumda hep bir öfke var, denebilir ki; "son zamanlarda, özellikle AB ile beraber, AB karşıtlarının çıkarlarından dolayı bir hareket var, bir koalisyon var. Bu işten çıkarı zedelenenler tahrik ediyorlar." Bunda gerçek payı olduğuna da inanıyorum ama yalnız öyle izah etmek mümkün değil; çünkü bir şey ateşleyeceksen ateşlenecek bir şey olması lazım, orada bir öfke birikimi olması lazım. Şimdi burada da bir öfke birikimi var. Çeşitli açılardan bakılabilir ama ben Türkiye'deki milliyetçiliğin çeşitli veçheleri, damarları olduğunu, bunlardan bazılarının zaman zaman tetiklendiğini düşünüyorum.

 

Bu damarlardan bir tanesi bu yurttaş merkezli ulus anlayışı. Yurttaşlığa dayanan siyasal, hukuk, özgürlük gibi kavramlara dayanan, din, dil ve etnik farklılıklarının üzerinde olan, daha demokratik bir niteliği olan bir milliyetçilik. Buna yurttaş milliyetçiliği veya vatandaş merkezli milliyetçilik ya da yurttaş merkezli ulus anlayışı diyebiliriz. Bu damar Cumhuriyet'in kuruluşundan gelen, yurttaş görevleri ile, hakları ile, özgürlükleri ile tanımlanan bir yurttaşlık anlayışıydı ama ne olursa olsun bir etnisiteden bağımsız, dilsel, dinsel farklılıklardan bağımsız bir yurttaşlık anlayışı, damarı. Türkiye'de öyle bir ulus anlayışı da var, daha demokratik haklar, insan haklarıyla donanmış bir anlayış.

 

İkinci yüzü de etnik yüzü. Orta Asya haritaları önünde çektirdiğimiz ilkokul resimlerini hatırlayalım. Türklerin Orta Asya'dan göç ettiği bakış açısına, dil güneş teorisine dayanan yüzü.

 

ÖM: Bütün dünyanın Türklerden oluştuğuna ilişkin tezler de var.

 

İS: Gayet etnik bazlı, ırk bazlı, organik, entegralist bir milliyetçilik ve ulus anlayışı, soya sopa dayanan, vatandaşlığa değil, kan bağına dayanan etnik, etno kültüre bağılı bir anlayış. Bunun niteliği, dışlayıcı olması, kültürel asimilasyonist olması. Yani "şu soy ve soptan gelenler böyledir" veya, "bu etno kültüre asimile olursan ancak o ulusun üyesi olma niteliğini kazanırsın" anlayışı. Bu etnik anlayışın bir ikinci versiyonu daha var, o da Pantürkizm, bütün soydan gelen Türklerin birleştirilmesi ideali, öyle bir damar da var.

 

Bir üçüncüsü de anti emperyalist damar, belki bu ikincisiyle de örtüşüyor. Özellikle Osmanlı imparatorluğu'nun dağılması sırasında ortaya çıkıyor. Anti-emperyalist, anti- Batıcı. Bunun sağ ve sol versiyonları var. 1960'lardaki, 70'lerdeki solculukta kuvvetli bir anti-emperyalist, anti-Batıcı bir nitelik vardı.

 

 

Bu kolonyalizme uğramış ülkelerde var, Cezayir'de de bunu görebiliriz, anti-kolonyalist, anti-emperyalist, anti-Batı, çok güçlü bir damar var orada. Bu anti-emperyalist taraf sağ ve solla artikül olabiliyor, flört edebiliyor, birleşebiliyor, evlenebiliyor. Bunun bir sol versiyonu var, bir de sağ versiyonu var, çok enteresan olarak bugün bence sağ ve sol anlayışta olan bir anti emperyalist milliyetçilik koalisyonu kuruluyor gibi veya orada bir yakınlaşma var. "Nereden kaynaklanıyor?" dersen, çeşitli şeyler tetikliyor; AB konusu mesela; bugün gazetelerden birinde Ülkü Ocakları Başkanı'nın çok enteresan bir beyanatı var, "son 2-3 aydır, özellikle 17 Aralık'tan sonra, müzakere tarihi alınmasından sonra Ülkü Ocakları'na büyük bir teveccüh var, yüzlerce genç bize müracaat ediyor" diyor. Bu çok enteresan, yani bu anti-emperyalist damarı tetikleyen, AB'nin bizi böleceği, bize çeşitli tehlikeler getireceği düşüncesi hem sağda hem solda anti-emperyalist sinir merkezini aktive ediyor, faaliyete geçiriyor. Çok enteresan, CHP'den tut da –artık ona sol diyebilir miyiz bilmiyorum ama- İşçi Partisine, sağ yelpazeye kadar uzanan bir anti- emperyalist milliyetçilik tetiklenmesi var. Bu aynı zaman çok tehlikeli olabilecek bir durum. Etnik milliyetçilikle, ırkçı milliyetçilikle de örtüşebiliyor bazı durumlarda. Onu da tetikleyen Irak'taki Kürt meselesi, Kürt milliyetçiliğinin AB'nin şemsiyesi, koruması altında azgınlaştığı düşüncesi ve bunun bir tehlike olarak algılanması ve iki etnik milliyetçiliğin birbirini tetiklemesi, birbirini beslemesi neticesinde çok tehlikeli. Diğer taraftan Kıbrıs meselesi, yine bu anti emperyalist tarafı tetikliyor, yine AB'den gelen bir tehlike olarak algılanıyor. Etnisite ile örtüştüğü zaman da, anti-emperyalist sağ ve sol versiyonların bir araya geldiği ve muhafazakâr bir milliyetçilik anlayışının yükseldiğini görüyoruz diyebiliriz. Bence bu çok tehlikeli, özellikle bu Türk-Kürt etnik milliyetçiliğinin birbirlerini tetiklemesi bence önemle üzerinde durulması gereken bir nokta.

 

ÖM: Bir de genel olarak dünyada da şiddetin süreklilik arz ettiği, ekonomik problemlerin bir kriz durumunun söz konusu olabileceği bir ortam var. Ortadoğu dışında Çin-Japon gerginliği, Latin Amerika'da Meksika'nın bir krize doğru ilerlediği görüşü, petrol fiyatlarının yükselmesi, doların değerinin düşmesi vs... Küresel ve bölgesel olarak da çok tehlikeli ve bir ortam var.

 

İS: Şiddet yükseliyor ama şiddet çeşitli şekillerde kanalize ediliyor. Olayın sosyo-ekonomik cephesine de değinelim. İşin bence üzücü tarafı şu; bu birinci tür ulus anlayışının, yurttaşlığa dayalı hak, hukuk, laiklik ve kültüre dayalı bir ulusçuluğun, ulus anlayışının, bir ara AKP'nin getirdiği AB rüzgârı ile beraber bir ivme kazandığı noktadan sonra birdenbire bir geri dönüş oldu. Sol ile sağda anti-emperyalist damarın birleşmesi meydana geldi.

 

Bu milliyetçilik analizini yine gözönünde bulundurarak, küresel dünyada, ulus/devlet düzeyinde sosyal adalet politikalarının güdülmesi çok daha zorlaştı. Sosyal demokrasinin güçlüklerinden bir tanesi de bu neoliberal küreselleşme düzeyinde sosyal adaletçi refah devleti boyutundaki politikaların uygulanmasının ne kadar güç olduğunu görüyoruz. Öfke birikimini de görmek lazım; bu, durumu yalnız başına izah etmiyor, ama bu öfke birikiminde sosyal adaletsizlik, gelir dağılımındaki uçurumlar, sosyal dokudaki yırtılmalar, çok etkili. Burada muazzam bir öfke birikimi var. Dolayısıyla, özellikle neoliberal, küresel bir dünyada, sosyal demokrat bir partinin artık sosyal adaletçi politikaları gündeme getirmesi pek kolay değil.  Bugün CHP'den herhangi bir sosyal sınıf analizi veya bir sosyal adalet politikası duyuyor muyuz? Daha çok son zamanlarda milliyetçi tepki veren, devletçi yüzü gittikçe ön plana çıkan bir CHP görüyoruz. Dolayısıyla, milliyetçiliğin panzehiri olabilecek bir sol politika da yok. Neoliberalizmin hüküm sürdüğü, ve getirdiği eşitsizliklerin de toplumda bir öfke  birikimine, öfke patlamasına neden olduğu bir ortamda yaşıyoruz.

 

Milliyetçilik analizi şu açıdan önemli; bu öfkenin nasıl tetiklendiği ve hangi yollara kanalize edildiğinde, o ülkedeki milliyetçilik anlayışının da payı olduğunu düşünüyorum. Her iki analizi beraber yapmamız lazım, yalnızca sosyal öfke birikiminden kaynaklanıyor, birileri tahrik ediyor demek yetersiz olur, ülkedeki milliyetçiliğin ne zaman, hangi konjonktürde, nasıl tetiklendiğini de gözönüne alırsak daha sağlıklı bir analiz yapmış oluruz diye düşündüm.

 

ÖM: CHP'nin aydınlar bildirisi ile ilgili hiçbir destekleyici, sükunete davet edici bir tavrı olmaması da dikkat çekici.

 

İS: Çok doğru, gayet tutarlı bir tavra da işaret ediyor, yani iki etnik milliyetçiliğin birbirlerini azdırmalarının tehlikesine işaret ediyor, çok doğru.

 

Anti-emperyalist milliyetçilikte sağ ve sol versiyonlar benim kanımca hep devletçi oldu, devlet merkezli, merkeziyetçi bir anlayış oldu. Bunun sol versiyonuna Doğan Avcıoğlu milliyetçiliği diyebiliriz, devletçi, otoriter bir tarafı var. Bu, etnik milliyetçilikle bir araya geldiği zaman daha daha ırkçı olan tarafa doğru gidiliyor. Yine bugün gazetelerden birinde, ülkücü gençler arasında Nihal Atsız'ın kitaplarının son zamanlarda çok popüler olduğu yazıyor ki, kendisi ırkçı milliyetçiliği temsil eder, hatta Alpaslan Türkeş'le arası açılmıştır bu nedenle.

 

ÖM: "Herkes Türk'ün düşmanıdır!" diyen bir vasiyeti de vardır Nihal Atsız'ın.

 

İS: Sonuç olarak bu milliyetçilik konusunu bence sosyal, ekonomik ve küresel ortamıyla beraber, çok iyi analiz etmemiz lazım. Ben kabaca bir resim çizmek istedim, çünkü milliyetçilik toplumumuzda, taa Tan gazetesi olaylarından, 1947'lerden tut da, 6-7 Eylül vakasına kadar, zaman zaman patlama gösteren bir olay. Sosyal ortamı ile beraber iyi analiz edilmeli. Bir devamlılık da var, zaman zaman çeşitli yüzlerinin, tetiklenerek ortaya çıkması bence dikkate değer.

 

Son olarak şunu da söyleyeyim; ben soğukkanlılığı kaybetmemek gerektiğini düşünüyorum, bence geçici bir şey yaşıyoruz ama yine de aklıselimi elden bırakmakta yarar var.

 

(12 Nisan 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)