Sokaktaki Fransız

-
Aa
+
a
a
a

Bunca yıldır yaşayınca bir ülkede, elbette üç beş dost ediniyor insan..

 

Geçtiğimiz Pazar günü, büroma, çalışmak üzere giderken, yolda “Fransız” bir arkadaşıma rastladım, uzun zamandır görüşmüyorduk, “şimdi sende Türk Çayı vardır” deyip davet ettirdi kendisini, geldik oturduk ve sohbeti koyulttuk..

 

Elbette, konu döndü dolaştı ve Türkiye’nin Irak’a asker gönderme – göndermeme ve giderek de Kürt meselesine geldi dayandı.

 

Anlatmaya çalıştım. Elinden Fransa’nın entelektüel gazetesi Le Monde’u düşürmeyen bu arkadaşımın tepkisi ilginç oldu: “Bu anlattıklarını, bırak okuyan Fransızları, Avrupa Birliği’nde yaşamakta olan kimse bilmez ki, neden anlatmıyor Türkiye kendisini?”

 

Arkadaşım Fransa’nın kuzeybatı’sındaki Bröton’lardandır, yani bizim uyanık Karadeniz ahalisine tekabül eder buralardan gelenler. Bizde “Laz hikayesi” diye ne anlatılıyorsa, hepsi burada “Bröton hikayesi” diye söylenir.. Yani demem o ki, uyanık, çabuk kavrayan bir çocuktur.

 

Avrupa Birliği içinde olup bitenlerden söz etmeye başladık.. Bana “ana başlıkları” ile anlattıklarını söyleyince, bizim adımıza sevindim doğrusu:

 

Fransa’da “siyasi polis örgütü” kapatılalı daha kaç yıl oluyor sanıyorsun sen?Bugün, eşin dostun yoksa, arkan yoksa iyi bir işe girebilir misin? Mümkün değil, bırak işe girmeyi, kendi işini yürütemezsin...Fransa’daki Fransız sermayesi bile kaçıyor memleketten, bıktı millet kazandığını/ kazanmadığını devletle bölüşmekten. Bu da yetmiyormuş gibi çalışmayanların parasını ödemekten.. Durmuyorlar, kaçıyorlar... Fransa’da devlet yalnızca vergi koymayı biliyor...Fransa’da sosyal sigorta sistemi çöktü çökecek, eh o zaman da Avrupa Birliği ne olur bilemem...Avrupa Birliği, tüm birlik ülkelerinde yöresel kültürlerin kimlik arayışına neden oluyor. Bundan daha kaç yıl önce, biz kendi yöresel dilimizi, Bröton dilini konuşmaya kalkıştığımızda hapsediliyorduk. Şimdi tüm bunlar serbest bırakıldı, okullarda da okutuluyor, bakalım nereye kadar gidecek ve sonuçta bu özgürlük, daha ne özgürlükler istenmesine yol açacak...Türkiye Avrupa Birliği’ne elbette girer de, girecek birlik kalırsa o zamana kadar, girer; sizinkiler içeride neler olup bittiğini hiç izlemiyorlar mı? Buradaki, birlik içindeki çekişmeleri görmüyorlar mı? Onları görüp, anlayıp neden eleştiri bombardımanına tutmuyorlar AB’yi?Sen Fransa’yı ne zannediyorsun güzel kardeşim? Bir kere burada herkes fişlidir, özgürlük ise, devlete dokunmadığın sürece vardır, yani sen gazeteci adamsın, yaz bakalım şöyle sert bir eleştiri de göreyim Fransa’da, hemen telefon gelir patronuna ve el sallarlar sana uzaktan... Bu gerçekleri de görmeniz gerekli..

Bröton/Fransız arkadaşımın anlattıklarını, sokaktan geçen bir Fransız’ın “bıkmış” düşünceleri olarak değerlendirsek bile; Fransa’da bugün tam 64 ayrı milletten insanın yaşadığını göz önünde bulundurup, bu insanların işsizlik sorununda önemli bir etken olduğunun altını çizersek... Fransızların iki savaştan yorgun düşüp tembelleştiklerini de buna eklersek... Tembelliğin işsizlik sigortasını, işsizlik sigortasının da işverenleri yorduğunu da söylersek resim çok güzel çıkar ortaya...

 

Geçen gün, bu kez de İstanbul’dan bir arkadaşım geldi ve hasbıhale koyulduk.

 

Elbette, “ne olacak şu memleketin hali” konunun ana başlığını oluşturuyordu.

 

Ben, dışardan bakan göz olarak çok umutlu olduğumu söyleyince, entelektüel, okumuş yazmış, görmüş geçirmiş arkadaşım “Yahu sen bu yeni iş kanununu biliyor musun? Aldığın işçi ile evleniyorsun, atamıyorsun... Dünyanın neresinde görülmüş böyle şey?” deyiverdi, ben de cevap  verdim: “Dünyanın burasında, yani Fransa’da görülmüş örneğin...”

 

Bugün Türkiye’nin bürokratik sisteminden, hukuk sistemine kadar, Avrupalı sistemlerin uyarlamaları geçerlidir. Biz, bize göre, bizim için bir sistem kurmaya başlarsak, ne Avrupa’ya, ne de Avrupalıya gereksinmemiz kalacak. Yeter ki şu uzağı gösteren gözlüklerden takabilelim...