Şimdi söylüyorlar: Özelleştirme her derde deva değilmiş

-
Aa
+
a
a
a

Madelaine Drohan 

6 Ağustos 2003  Globe & Mail/Canada

 

Nihayet Dünya Bankası’nda birilerinin aklı başına geldi ve özel sektörün işleri idare etmesine  izin verilmesinin, işlerin kamu sektörü tarafından yapılmasından daima daha iyi sonuçlar doğurmadığını kabul etti.

 

Yirmi yılını özelleştirmeyi, neredeyse dini bir gayretle zorlamakla geçiren bir örgüt için durum bir inanç krizi niteliğinde.

 

Sadece Batı’nın yardımını alabilmek için Dünya Bankası'nın acı reçetelerini uygulamakta zorlanan gelişmekte olan ülkeler açısından değil, Kanada gibi elinde hâlâ satılacak hükümet varlığı (su hizmetleri ve elektrik sistemleri) olan gelişmiş ülkeler için de önemli etkileri var bu krizin.

 

Son birkaç parça kıymetli aile yadigârını piyasada satmadan önce, bu hükümetler Dünya Bankası’nın web sitesinde yer alan “Gelişmekte Olan Ülkelerde Altyapı Tesislerine Özel Katılım” raporunu okumalılar. Bu rapor son on yılda gelişmekte olan ülkelere akan büyük miktarlardaki özel yatırımın sonuçları inceleniyor, 1990 ile 2001 arasındaki yıllık ortalama 60 milyar dolarlık bir yatırım bu. Meksika’da paralı yollar, Hindistan’da cep telefonu sistemleri, Brezilya’da enerji dağıtım şebekeleri ve Latin Amerika’da su hizmetleri, sağlanan bu kaynaklar tarafından satın alınan ya da inşa edilen 2500 proje arasında. 

 

Raporda özelleştirme kınanmazken, özel mülkiyetin, devlet tarafından yürütülen girişimlerdeki sorunları otomatik olarak çözmediği keşfi yer alıyor.

 

En iyi durumlarda özel şirketler, daha iyi yönetim sundular, eskiyen su borularını ve taşıma kanallarını değiştirdiler, şişkin maaş bordrolarını indirdiler (işten çıkarmalar pek rağbet görmese de). Bu değişiklikler daha iyi hizmete yol açtı.

 

Yatırımcı da, tüketici de memnun değil

 

Ama özelleştirme bazen çeşitli yozlaşmaların (eş dostun istihdam edilmesi, çalışanların hırsızlık yapması) yerine diğerlerini (arkadaş ve akrabaların kazançlı şirketleri çok ucuza, kelepir satın almaları gibi) getirdi. Yeni sahiplerin ilerleme için ödeme oranlarını artırması ve yatırıma dönmesi, yoksulları olumsuz yönde etkiledi. Halkın sorumluluğunu da azalttı. Tüketiciler, yeterli hizmet sunmayı başaramayan bir hükümeti, tekrar seçmemekle tehdit edebiliyor. Özel şirketlere güvenmekte daha çok zorlanıyorlar. 2001’de 17 ülkeyi kapsayan bir Latinbarometer anketine göre cevap verenlerin % 63’ü özelleştirmeden bir fayda görmediğini hissediyor.

 

Yatırımcılar da mutlu değil. Bazıları gerçek olmayacak kâr beklentileriyle harekete geçtikleri için, diğerleriyse hükümetler sözlerinden geri döndükleri ya da yeni ve karmaşık düzenlemelerle firmaların işlerine karıştıkları için.

 

Rapora göre, başarıyla özelleştirilmesi en zor olan girişimler, su ve elektrik gibi esas hizmetleri tüketiciye satan geleneksel tekeller. Bunun sebeplerinden biri, bu pazarlara rekabeti sokmanın zor olması çünkü hükümetler bu hizmetleri geleneksel olarak sübvansiyone etmiş bulunuyor. Düşük elektrik faturalarının tadını çıkaran Ontario sakinleri bilirler.

 

Bu hizmetleri özel sektöre taşımak ödeme problemini çözmüyor. Tüketiciler ya vergi ya da özel bir şirkete daha yüksek ücretli faturalar ödeyecekler. Üstelik bu siyasi olarak zorlanabilir. Raporda altı çizilen en meşhur başarısızlıklardan biri, sakinlerin ücret artışlarına karşı şiddetli protestoları nedeniyle sadece altı ay sonra kapanmak mecburiyetinde kalan Bolivya’daki Cochabamba su mümessilliği.

 

Dünya Bankası raporu, özel sektöre su ya da elektrik sistemi satmanın esas problemi çözmediği sonucuna varıyor: bu sistemlerin nasıl finanse edileceği problemi.

 

Hem gelişmekte olan hem de gelişmiş dünyada, şirketler devlet varlıklarını satın alma konusunda iştahlarını kaybediyorlar. Özelleştirme zengin ülkelerde 1998’de 100 milyar doları bularak doruğa ulaşmıştı. Kanada’da ise 1995’te 4 milyar dolara denk devlet varlığının satılmasıyla, zirveye ulaşıldı.

 

Satışlar neden düşüyor? Kolay satışlar çok önceden yapıldı da ondan. Borsa sıkıntılı ki bu da kaynak biriktirmeyi zorlaştırıyor. Air Canadian’ın bir kenarda bocalaması ve British Airways’in benzer talihsizliği gibi kötü deneyimler yaşandı. Başka örnekler de var.

 

Özelleştirme taraftarları için en korkuncu, filli olarak gerçekleşen yeniden devletleştirmeler. Örneğin, Yeni Zelanda hükümeti özelleştirilmiş havayolu Air New Zealand’ı, sendeleyen nakliye şirketinin % 80’ini geri alarak kurtardı. Britanya’da özel sektörün demiryolları kârlı olarak yürütemeyeceği kanıtlanınca hükümet demiryollarına sahip olan Railtrack’i, yönetimi altına almak zorunda kaldı. Demiryolları sadece dört senedir özel sektörün elindeydi.

 

Özellikle Britanya’da Margaret Thatcher ile sembolize edilen geniş kapsamlı özelleştirmeler  devri kapanmış olsa da, kimse kamu mülkiyeti çağına girdiğimizi öne sürmüyor. Bugüne kadar edindiğimiz tecrübeler, bize özel sektörün yapabileceği ve yapması gerektiği şeylerin sınırı olduğunu gösteriyor. Her kamu hizmeti, özel mülkiyet sahipliği adayı olmamalıdır.

 

Bu, kalan varlıkları ile ne yapacağını düşünen federal hükümetler, eyaletve belediye yönetimleri için önemli bir mesaj. Ellerinde kalanlar, özel sektöre satılması zor olanlar. Yeni bir satış düzenlemeden önce, Dünya Bankası raporunun çıkardığı dersleri düşünmeliler..  

 

Çeviren: Ayşe Topçu

 

Now They Tell Us: Privatization Is No Panacea