'Sevişmek de ayin değil midir?'

-
Aa
+
a
a
a

Nice şehrinin, Osmanlı Donanmalarının güllelerinden nasibini almış “eski şehri”nde[1], ara sokalardan birisinde (13, rue Colonna d’Istria) yürürken gözünüze “fırın” anlamına gelen Boulangerie yazısı ilişir.

Serin bir öğlenden sonra, iyi bir boulangerie'den alınmış, ince uzun, dumanı üzerinde bir baguettes[2] ekmeği kemirerek dolaşmanın da tadına doyum olmaz.

Ama Boulangerie yazısını görüp de içeri girmek istediğinizde, 13 numaralı bu mekânın “eskiden boulangerie” olduğunu anlıyorsunuz.

Geniş pencerelerinden görülen boğa güreşinin ustaca tuvale aktarılmış törensel resimleri. Gerilerde de, bilgisayarının üzerine eğilmiş, siyah deri pantolonlu, ağzından düşmeyen sigarası ile karanlık görünüşlü birisi oturuyor.

İşte, üzerinden dumanı tüten baget ekmeği özleyerek yürüdüğüm bu sokaktaki hayal kırıklığımı azaltmak için, ekmek olmasa da bakacak resim var diyerek girmiştim içeriye.

Tam beş yıl öncesindeydi. Michel Cabaret (1944) ile ilk tanışmamız böyle olmuştu. Daha Cesar ölmemişti, 13 numaranın karşısındaki atölyesine zaman zaman uğruyordu. Ben de yolum eski Nice’in, Osmanlıların da dolaştıkları anlaşılan eski sokaklarına düştükçe Cabaret’in atölyesine takılıp neler yaptığına bakıyordum. Çünkü boğa güreşlerinin ressamı olarak tanınan bu adamın atölye-galerisinde sergilemekte olduğu törensel boğa güreşi resimlerinin ardında başka şeyler olması gerektiğine inanıyordum, ama ne olduğunu bir türlü çözememiştim.

Yine böyle bir akşam üstü, içeri girdiğimde "sana kahve yapacak bile zamanım yok, geç kendin yap, istersen dolabın içinde limonçello da var, al iç, ama bana dokunma” dedi, ben de ortalığı karıştırmama izin verip vermediğini sordum, kötü İngilizcesi ile "dükkân senin" deyiverdi.

Önce, otomatik makinesinden espresso kahvemi alıp içtim. Herhangi bir kazaya “mahal” vermemek için de sigaramı söndürüp, eskiden fırının durduğu yer olan, yan odadaki, içerlek bölümde duran resimlere ulaştım. Resimlerin önünde, yine o kocaman boyuttaki boğa güreşlerinden birisi duruyordu ve Cabaret’in boğa güreşlerinden artık sıkıldığımı biliyordum.

Bu duygularla öndeki resmi üzerime doğru devirince, arkadan beklediğim resim çıktı. Karanlıklar içindeki yalnızlığı ile bir kadının “üzgün” portresi ile karşı karşıyaydım.

O an için olabilecek, en gerçek kadın görüntüsüydü bu benim için. Resimlerin arasında dolaşmaya başlayınca, sevişmenin her türlüsünün bir ayine dönüştürüldüğü tablolar arasında olduğumu anlamıştım. Cabaret, boğa güreşlerinin törenselliğini sergiliyor ve belki de aynı anlamda olan sevişmenin, azarak sevişmenin, çılgınlıkların ve sevişmedeki sınırsızlığın resimlerini de ustaca boyuyor ama yalnızca “meraklısına” gösteriyordu.

Birkaç saat süren resimler arasındaki gezintim bitince, kısaca “hoşça kal” deyip çıktım eski ekmek fırınından. Ama, aklımda bu resimlerin fotoğraflarını çekmek, Cabaret’yi söyleşiler konvoyuma katmak da vardı.

Aradan hayli zaman geçti, yani nereden baksanız iki yıl falan. Geçenlerde, bir arkadaşımla dolaşırken girdik eski ekmek fırınından içeriye. Yine kahveler, limonçellolar derken karşımda duran dev gri fötr şapka resmine takıldı gözüm. “Bu ne iş?” diye sordum. “Şurda ilerde yeni bir bar açtılar, adam geldi ve bara yakışacak bir resim istedi benden, bu bar, eskiden fötr şapkalar yapan yaşlı bir adamın yeriydi, adam öldü, kimsesi de yoktu, uzak bir akrabası gelip sattı savdı her şeyini, bence o adamın şapkaları ile kurmuş olduğu ilişkisi, o dükkânda yaşamalı diye düşündüm, bu dükkâna başka ne yakışırdı ki? Bu resmi yaptım. Ama bar sahibinin karısı beğenmedi, ben de böyle koydum işte buraya, kendim bakıyorum” dedi...

Deri pantolonu, ağzından düşürmediği Lucky Strike filtresiz sigarası, cüssesi ile ilişkisi olmayan duygusallığı ile Cabaret karşımdaydı ve söyleşi artık başlamıştı.

Aslında ona soracak çok sorum yoktu, çünkü demek istediklerinin çoğunu resimlerinde anlatmıştı anlatmasına ama ben onun bu resimlerdeki içtenliğini merak eder olmuştum. Çünkü yazar ve özellikle şairlerle yapmış olduğum söyleşilerde, pek çok kere bu anlamda hayal kırıklığına uğramış, derin aşk şiirlerine imzasını koymuş şairlerin kadınları anlamamış, onların duygusallığını ve azgınlıklarını çözememiş olduklarını izlemiştim. Yine böyle bir terslikle karşı karşıya olup olmadığımı da merak ediyordum.

İkinci kahvemi yudumlarken anlaştık, hafta başında öğlen tatilinden sonra ışığın uygun olabileceğini düşündüğümüz saat 13.00 de buluşacak ve resimlerinin fotoğraflarını çekmeye başlayacaktık. Vitrine hiç çıkmayan bu resimler, belki de ilk kez bu kadar ortalık yerde bu kadar uzun süre duracaklardı.

Çalışmaya o tek kadın resminden başladım. “Ne muhteşem bir kadın bu böyle, ne kadar doğal, üzgün, sevişmeye hazır, ama yapayalnız bir kadın” dediğimde Cabaret anlatmaya başladı “Bir gün oturuyordum burada, yine bilgisayarın başında, bir kadın girdi içeriye, dolaşmak istediğini söyledi, ben de buyur ettim, az sonra yanıma gelip kendisinin resmini yapıp yapamayacağımı sordu, elbette yapardım, nasıl yapmamı istediğini sordum, ee ısmarlama işlerde müşterinin dediği olur, öyle değil mi? İçerde arkada duran kadın resimlerini gösterdi, bunlar gibi olmasını istediğini söyledi, işte bu resim de o seriden bir tane, diğerlerini kadın aldı gitti...”

Resimlerin fotoğraflarını çekerken, daha önce de aklıma çelinen “törensellik” duygusunu sormak istedim, "Peki Cabaret, hiç batıl inancın var mıdır senin?” Güldü... “Eğer buna batıl inanç demek gerekiyorsa... Bilmiyorum, ama 13’ün yaşamımda bir yeri olduğu kesin, bak... Annemle babam 13 Haziran da evlenmişler, karımla ben 13 Haziran da tanıştık ve o gün bugündür birlikteyiz. Aradan 13 yıl geçtikten sonra 13 Haziran da evlendik. Bir de baktık ki kredi kartı numaralarımızdan, kimlik numarasına, otomobilin plakasına, çocuklarımın sınav jürisinin numarasına, torunlarımın doğum tarihlerine kadar hep 13. Çok
önemli bir mahkemeyi, bir ayın 13ünde kazandım, kültür ödüllerini hep ayın 13ünde veriyorlar bana, en önem verdiğim Japonya ve ABD sergilerim ayın 13ünde başladı, 13 numarada oturuyoruz, karım 13 Temmuz da doğdu Ben Aix[3] de yani 13 numaralı bölgesinde Fransa’nın[4] doğdum, ayın 31inde yani 13’ün tersi. Benim adım Michel, karımın Martine, oğlumun Mathieu hepsi (M) ile başlıyor alfabenin[5] 13üncü harfi, sen de 13 Şubat’ta doğmuşsun bak ve saat 13 de başladık çalışmaya.....” Gerçekten de ilginçti...[6]

Peki, bir yandan boğa güreşlerinin kanlı dansı, öte yandan sevişmenin en çılgın anlarının kadın resimleri, buna ne diyecek Cabaret dedim..

“Yalnız doğuyoruz ve yalnız öleceğiz, yaşarken de, en az iki kişi sürdürebilmek için yaşamı elimizden geleni yapmıyor muyuz? Boğa güreşinin kanlarını, dinsel yanını falan boşver, ama bir adak var ortada ve bu adak törenle sunulmuyor mu? Gündelik bir sevişmenin dışında, SM[7] oyunları ile başlamış bir sevişme de, sevişmeyi ayinleştirmek demek değil midir? Tanrısız bir yalnızlığın aradığı törenler bunlar belki de, kim bilir?" diyordu.

Cabaret, Nice’deki eski fırın atölyesinde her cuma akşamı saat 19’dan 21’e kadar dostlarını ağırlıyor ve bu sokaktaki sanatsal tadın sürmesine neden oluyor, yakın komşusu da Türk ressamı Tanzer Ercan[8] , o da bu sokağın büyüsüne kapılmış anlaşılan ki, atölyesini buraya taşıdı yenilerde...

Dipnotlar:[1] Nice, eski şehirde, Rue de Lodge’un köşesinde duvarda bir gülle vardır altındaki plakette de bu güllenin Osmanlı Saldırısında buraya düştüğü yazar.[2] Baget okunuyor, ince uzun Fransız ekmeğinin adı[3] Aix-en-Provancé[4] Bouches du Rhone[5] Fransız Alfabesi [6] Daha sonra, yaklaşık 30 yıldır sakladığım, Bodrum Cumhuriyet Caddesi’nin 13 numartalı kapısında sökülmüş kapı numarası 13’ü Cabaret’ye armağan ettim, bence en doğru yer orasıydı.[7] Sado Mazo oyunlar[8] Mimar ve ressam 30 yıldır Fransa’da son 15 yıldır da Nice’de yaşıyor

(Fotoğraflar: Cüneyt Ayral)