Org. Başbuğ'dan Eski Ağza Yeni Taam…

-
Aa
+
a
a
a

Bağımsız İletişim Ağı16 Nisan 2009Org. Başbuğ'un üç yıldır dilinde tüy bitti. Döne, döne hep aynı şeyi anlattı ama nasip bugüne imiş, yaygın medya sonunda Genelkurmay başkanımızın gücü sivillerle paylaşmaya dayalı "bilimsel ve entelektüel" iktidar teorisini parlatmaya karar verdi.

Doğrusu dün bütün TV kanallarının saatlerce canlı yayınladığı bugün de bütün gazetelerin manşet, sürmanşet ve köşe yazılarında yere göğe koyamadıkları Başbuğ'un Harp Akademileri'ndeki konuşmasına istediğiniz kadar bakın, dinleyin, vücut dili tercüme bürosuna gönderin, analiz edin, olmadı labarotuvara gönderin, olmadı NASA'dan uzman getirtin 24 Eylül 2007'de yaptığı Kara Harp Okulu 2007-2008 ders yılı açış konuşmasında söylediklerinden esasında farklı başka bir şey bulup gösterene Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "basın üstün hizmet madalyası" verse yeridir.

Örneğin, konuşmasından bir hikmetmiş gibi döne döne alıntılanan "Türkiye halkı" kavramından "Türkiyelilik" vurgusu, ondan bir yeni yurttaşlık açılımı, buradan Kürt sorununa yepyeni bir yaklaşım çıkabilseydi, Org. Başbuğ'un Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu 2007'den başlayarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bunu çoktan yoluna koymuş olması gerekmez miydi?

Başbuğ, Mustafa Kemal müktesebatında on yıllardır durup duran bu kavramı ilk kez dün değil, Eylül 2007'de de aynen bugün kullandığı bağlamda dile getirmişti.

O konuşmasında Başbuğ, "Silahlı Kuvvetler'in Atatürk'e izafe ettiği milliyetçilik yorumunu yeniden formüle ederken bu milliyetçilikte 'ırkçılık, etnisite, din ve mezhep ayrımı, yayılmacılık ve diğer ulusları küçümseme olmadığı'nı savunuyor, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranın 'Türkiye halkı' olduğunun altını çiziyordu. Üstelik 'kimileri'ni 'bu anlayışı kavrayamamak ve yanlış şekilde yorumlamaya ve anlatmaya büyük çaba göstermekle' suçluyor, eleştirdiklerinin 'söylemlerinde akılcı ve bilimsel bir yaklaşımın izlerini bulmanın da mümkün olmadığı' hükmüne varıyordu." (bkz. Org.Başbuğ'un yeni ''entelektüel blok''u, Ertuğrul Kürkçü, Radikal 2, 10 Haziran 2008)

Şu halde neden, o gün değil de şimdi, neden bu kadar büyük farfarayla baş tacı ediliyor Org. Başbuğ, neden feraseti yere göğe konamıyor, neden erbabının gözüyle bakıldığında bütünüyle başka bir çağın kavramsal uzamında kalmış referanslara (Weber, Montesquieu, Huntington vs.) bir tür nev icat muamelesi yapılıyor?

Bunun bir tek nedeni olabilir: Yaygın medyanın (buna büyük burjuvazi de diyebilirsiniz) Org. Başbuğ'un, "Ergenekonculuk"un silahlı kuvvetlerde başlattığı ayaklanmayı kısmen ezerek ve tasfiye ederek, kısmen uzlaşarak bastırdığına, "Ergenekonculuk"un Türkiye'deki iktidar bloku içinde bir politikleşmiş-askeri kuvvet merkezi olmaktan çıktığına artık ikna olması.

"Silahlı kuvvetlerin büyük sermaye ve liberal/muhafazakâr aydınlarla uluslararası kapitalizmin ve neoliberal küreselleşmenin mantığına uygun -ancak 'askeri vesayet'in devamını da kollayan ve 'otoriter' avantajlar peşinde koşan- 'Ergenekon milliyetçiliği'nden arındırılmış yeni bir mutabakatla taçlandırılacak bir restorasyon perspektifi"ni dile getiren bu yaklaşımını yaygın medya, "Ergenekonculuk"un geri dönüş yollarının kapatıldığı güveniyle yeni yol haritası olarak kutsuyor. Hepsi bundan ibaret.

Başbuğ'a gösterilen teveccüh, Silahlı Kuvvetlerin bağrında sürüp giden güç mücadelesini Ergenekoncu rakipleri karşısında kazandığının ve artık rakipsiz kaldığının medyatik tescili, bir tür "Ave Ceasar" narası.

Org. Başbuğ, bu konuşmayla silahlı kuvvetlerin egemenlik bloku içindeki yeni konumlanışını ilan ediyor; ortakları, müttefikleri ve karşıtlarıyla olan hukukunu yorumluyor; bu bağlamda ezilenlere, yönetilenlere, yoksullara, yeni bir hayat için çırpınmakta olanlara - emekçilere, Kürtlere, Alevilere, kadınlara- sunulan tek bir seçenek var: İtaat!

Gene de, Genelkurmay Başkanının insanlara "itaat"ten başka bir yol olmadığını ifade etmek için bu kadar dil dökmek, bunca dereden su getirmek zorunda kalması yeni bir şey olarak görülebilir: Silahlı Kuvvetler için de "Türkiye halkı" bundan böyle sırf kaba güce dayanarak yönetilemeyecek kadar karmaşık bir topluluktur.

Peki, Silahlı Kuvvetler'in egemen rolü "Türkiye halkı" için o olmaksızın kendisini yönetemeyeceği vazgeçilmez bir tarihsel zorunluluk mu? Önümüzde bu sorunun yanıtının toplumsal mücadeleler alanında sınanacağı bir çığır açılıyor.

Bu sorunun "bilimsel" yanıtları için Montesquieu'ye değil, Thomas More'a, Weber'e değil Marx'a, Huntington'a değil Edward Said'e yeniden bakmak her zaman yararlı olacaktır.