No.439 - Oyuncaklar Biz Değiliz!

-
Aa
+
a
a
a

 

“Dilin kendisi kesilip biçildiğinde, anlam kanamasından ölüp gittiğinde, ‘kamusal güç’ kavramını nasıl anlayacağız?” diye soruyordu Hintli yazar Arundhati Roy, San Francisco’da iki ay önce yaptığı bir konuşmanın başında. “Özgürlüğün işgal; demokrasinin neoliberal kapitalizm; reformun da baskı anlamına geldiği düşünülürse.”

 

(Tide? Or Ivory Snow?, Democracy Now, 24 Ağustos 2004)

 

Londra’da yayımlanan ünlü Spectator dergisi de “insanlık tarihinin en mutlu, en sağlıklı ve en barışçı döneminde yaşadığımızı” bize ilan ederken, herhalde Roy’un sözünü ettiği böyle bir “kanamalı ölüm vakası” ya da    daha kötüsü – “dil üstünde kaydırmaca” bilmecesi sunuyor olmalıydı –  istemeden de olsa.

 

Vaadedilmek şöyle dursun, bizzat şu anda gözümüzün önünde gerçekleştiğinin garantisi verilen bu neoliberal cennetin zümrüt çayırları altında nasıl karanlık ve ölümcül bir Hades ırmağı aktığını Irak’tan daha iyi gösteren bir trajedi örneği olamaz herhalde. Uluslararası hukuk düzeninin baş temsilcisinin bizzat illegal ilan ettiği bir istila, özgürleştirme adına yürütülen bir işgal, gülünç bile olmayan bir egemen devlet parodisi... ve ülkenin tüm zenginlik ve kaynaklarının benzeri görülmemiş bir utanmazlıkla işgalin müttefiki çok uluslu şirketlere peşkeş çekildiği bir “örnekolay”.

 

Abarttığımı mı düşünüyorsun, ey okur? Peki öyleyse, Kanadalı yazar Naomi Klein’ın son yazısında (Why is war-torn Iraq giving $190,000 to Toys R Us, The Guardian, 16 Ekim 2004) verdiği soğuk istatistiksel verilere bir göz atalım: İki gün sonraki tarihi ajandalarımıza kaydedelim bir kere: 21 Ekim 2004 Perşembe günü, komşu Irak’ın savaştan paramparça olmuş halkı, BM’nin UNCC diye adlandırılan özel bir “tahkim” kuruluşunun marifetiyle dünyanın en zengin ülkeleriyle dünyanın en zengin şirketlerine 200 milyon dolar tutarında savaş tazminatı ödeyecek! Bundan önce ödediği gibi, bundan sonra da ödemeye devam edecek üstelik!

 

Irak’ın perişan halkı, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı dolayısıyla, Saddam Hüseyin diktatörlüğü devrildikten sonraki 18 ay içinde baş işgalcilerine, yani ABD ve İngiltere’ye 70 milyon dolar ödemiş zaten. Ama asıl ödemeler (savaş tazminatı denen şeyin yaklaşık yüzde sekseni) çokuluslu şirketlere yapılmış: 21.5 milyar dolar sadece petrol şirketlerine ödenmiş. BM’nin “örtülü ödenek fonu” diye de adlandırılan UNCC “tahkim kurulu”nun, aslında özel şirketlere çalıştığını söylemekte beis yok. Irak halkının, Körfez savaşı dolayısıyla “kârları azalan” ya da – American Express örneğinde olduğu gibi    “işleri kötüye giden” şirketlere ödediklerinin küçük bir listesi ise şöyle: Halliburton (18 milyon $), Bechtel (7 m), Mobil (2.3 m), Shell (1.6 m), Nestle (2.6m), Pepsi (3.8 m), Philip Morris (1.3 m), Sheraton (11 m), Kentucky Fried Chicken (321 bin $), Toys R Us (189 bin $)

 

Hayır, dünyanın belki de en çok borçlu devleti olan ve adam başına geliri 2 Dolar civarına düşmüş olan Irak’ın 125 milyar dolarlık dış borçlarından bahsetmiyoruz. Bunlar ayrı: Savaş tazminatı. Ve, UNCC sözcüsü, bunun sadece %12’sinin ödendiğini, yani Saddam sonrası Irak halkının delik cebinden daha yüzmilyonlarca dolar çıkacağını belirtiyor. Öte yandan, Irak’ın o pek meşhur yeniden yapılanması için ABD’nin vaad ettiği 18.5 milyar dolardan topu topu 29 milyonunun su, kanalizasyon, sağlık, yol, köprü, güvenlik vb. için harcandığını The Washington Post yazdı. Son savaşta ailelerini, kollarını-bacaklarını, mallarını-mülklerini kaybeden Iraklılara ise toplam 4 milyon dolar tazminat ödenmiş, iyi mi?

 

Irak’ın borçlarının silinmesi konusundaki söylentiler bir yana, ülke halkı bu garip tazminatı sürgit ödemek zorunda olduğu için, geçen ay sonunda bir de IMF ile 437 milyon Dolarlık borç antlaşması yapmak zorunda kaldı. Şimdi, hepimizin bildiği o meşhur IMF koşullarını uygulamak zorunda kalacak. Sadece geçen ay için Irak halkının 377 milyon dolar daha yeni tazminat ödemesine hükmedildiğine bakılırsa, ülkenin IMF ile ilişkilerinde de ciddi sorunlar yaşayacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok...

 

İnsanın belleğinden sonra kaybedebileceği en önemli şey, “şaşırma duyusu” olmalı. Dünyanın en ağır diktatörlüklerinden birinin altında onyıllarca zulüm görmüş olan yoksul Irak halkının, şimdi dünyanın en ağır işgallerinden birinin altındayken, vaktiyle kendilerini ezen ve katleden rejimin on küsur yıl önce giriştiği savaş macerasının bedeli olarak şimdiki işgalcilerine ve onların ortağı olan petrol, sigara, kızarmış piliç, kola ve oyuncak şirketlerine varlarını yoklarını vermek zorunda kalmasını dayatan “neoliberal” uygulamaya şaşırıyoruz. Onlar artık kârlarını düşürdükleri Toys R Us’a el yapımı renkli bez bebekler mi verirler, yoksa zavallı KFC’ye kendi bahçelerindeki kümeslerindeki tavukları kesip “parmak yalatan lezzette” acılı kanatlar mı sunarlar, bilemeyiz. Ama bildiğimiz şu: Bizler, artık şaşırmaktan vazgeçmeli, bu işlerin üstüne gitmeliyiz. Tıpkı, Susan George’un dediği gibi: “ASF’de ve diğer bütün sosyal forumlarda, dünyanın hastalıkları hakkında durmadan tekrarladığımız yakınma ritüelini bırakıp, zamanımızı başka şeylere ayırmalıyız: Gücü serinkanlılıkla incelemeye, onun stratejik zaaflarını belirlemeye ve neoliberal hasımlarımızı, onları siyasi uçurumun dibine düşürene kadar nasıl geri itebileceğimizi birlikte kararlaştırmaya.”

 

This is the Way to Win, Znet, 17 Ekim 2004 

 

Kısacası, şaşırma değil, şaşırtma zamanıdır.

 

Devamı haftaya...