No.403 - Soyguncu baronlar doğaya karşı

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Gözü kararmış servet ve mülkiyet düşmanlarının, darkafalı çulsuz solcuların, sabit fikirli zıpır çevrecilerin, velhasıl bilumum münafıkların kapkara ve kıpkızıl renklere bürünmüş manifestosu nihayet yayınlandı.

(BBC, The Guardian, The Independent, MotherJones.com, 8 Ocak 2004)

 

“Şeamet tellalı” belgeye göre en fazla elli yıl içinde karadaki hayvanlarla bitkilerin dörtte birini tümüyle ortadan kaldırması muhtemel bir felaketle yüzyüzeyiz. Gezegende 1 milyondan fazla canlı türü yok olup gidecek.

 

Belgedeki uğursuz kehanetler yelpazesinin iki ucu var. En iyimser senaryoya göre canlı türlerinin yüzde 9’u elden gidiyor – ki büyük bir felâket bu. En karanlık senaryoya göre ise, gidecek türlerin oranı: yüzde 58! Buna ne ad verileceğini ise kimse bilemiyor.

 

İnsanlığın ve gezegenin geleceğinin bu kara tablosunu ortaya koyan münafıklar çetesinin başı, Chris Thomas diye biri. Kendisi, Leeds Üniversitesi’nin koruyucu biyoloji anabilim dalında öğretim üyesi. Profesör Thomas, sekiz ülkeden 19 bilim insanından oluşan esaslı bir uluslararası ekip ile birlikte yürüttüğü dört yıllık meşakkatli bir araştırma projesinin başı. Ekibin yaptığı araştırmanın sonuçlarını ortaya koyan rapor, dünyanın en saygın bilim dergilerinden biri kabul edilen Nature [Doğa] dergisinin 9 Ocak 2004 tarihli nüshasında yayımlandı. Bulgular, tek kelimeyle “dehşetengiz”!

 

Bu tek kelimeyi aynen böyle telaffuz etmekte sakınca görmeyen sayın Profesör diyor ki:

“Bilim insanları bir araştırmaya başlarken, kesin sonuçlara ulaşmayı umut ederler. Ama,bizim ulaştığımız bulgular, keşke ulaşmasaydık dedirtecek türden. Bulgularımız, beklentilerimizden çok çok daha kötüydü; dahası, bulgularımız, iyimser bile olabilir.”

(Paul Brown, “An Unnatural Disaster”/ “Doğal Olmayan Bir Felâket”, The Guardian, 8 Ocak 2004)

 

Dünya kara kütlesinin yaklaşık 5’te birini kapsayan ve büyük biyolojik çeşitlilik gösteren 6 ayrı bölgede (Avrupa, Queensland, Avustralya, Meksika’nın Chihuahua çölleri, Brezilya’nın Amazon yağmur ormanları, Güney Afrika’nın Flora zengini Cape bölgesi) yürütülen araştırmada bilgisayar modelleri kullanılmış: Bitkilerin, memeli hayvanların, kuşların, sürüngenlerin, kurbağaların, kelebeklerin ve diğer omurgasız hayvanların, [insan faaliyetleri sonucunda] değişen iklim koşullarına nasıl uyum sağlaya[maya]cağı araştırılmış. Ve bu sonuç alınmış işte. Tarım, kerestecilik, avlanma, balıkçılık, ve yeni türlerin dayatılması gibi faaliyetlerden zarar görecek milyonlarca diğer türü de katarsanız, gezegenin geleceği bir hayli ıssız görünüyor.

 

Küresel iklim değişikliğinin hayat alanları üzerinde yaratacağı tahribat konusunda yapılan ilk somut küresel tahmin çalışmasının bu tüyler ürpertici sonuçları konusunda, Britanya’nın The Guardian ve The Independent gibi “sol” gazeteleri, manşetten telaş çığlıkları koyverdiler. Hükûmetleri ve özellikle ABD yönetimini sorumluluğa, Kyoto protokolünü onaylamaya çağırdılar. Bireyleri de daha az su kullanmaya, bisiklete binmeye ve bunun gibi bir sürü tedbir almaya çağırdılar.

 

Bahsedilmeyen birkaç konu vardı ama. Kyoto protokolünün onaylansa ve yürürlüğe girse dahi ancak sembolik bir anlamı olacağı nedense söylenmedi. Asıl söylenmeyen, telaffuz dahi edilmeyen iki kelime ise “çokuluslu şirketler”di.

 

Oysa, öncelikle sözü edilmesi gereken galiba onlardı. Bakın, daha 1991’de, yani küresel ısınmanın daha esamisinin bile pek okunmadığı bir dönemde, petrol ve doğalgaz endüstrisinin devleri, endüstrinin dostunu düşmanını nasıl belirlemişlerdi:

 

“Çevreci grupları devre dışı bırakmak, birinci önceliğimizdir... Bundan daha âcil bir önceliğimiz yoktur... Eğer petrol endüstrisi ayakta kalmak istiyorsa, çevreci hareketleri [lobileri] gereksiz hale getirmek, onu tarih dışı bir yaratık kılmak zorundadırlar.” (Zikreden, David Edwards, “Climate Catastrophe”, Znet, 9 Ocak 2004)

 

Bu strateji belirlemesinden 10 yıl sonra, 2001 Mayısı’nda ABD İmalatçılar Birliği (NAM), 14 bin üye şirketi ve 18 milyon üyesi adına, Bush’a açık mektup göndererek, küresel ısınmayı yavaşlatmaya çalışan Kyoto Protokolüne katılmadığı için Başkanları’na teşekkür etmiş ve onunla iftihar ettiklerini açık açık söylemişti. (bkz.: http://www.nam.org; zikreden, Edwards, agy.)

 

ABD büyük şirketlerinin diğer büyük temsilcisi olan ABD Ticaret Odası da, yine açık bir mektupla küresel ısınmanın önemli bir konu olduğunu kabul etmekle birlikte, Kyoto’nun, ABD çıkarlarına aykırı, kötü bir antlaşma olduğunu belirtmişti. (bkz: www.uschamber.org, 19 Temmuz 2001; agy.)

 

Geçen ay, ABD’nin en önemli çevre kuruluşlarından birinin sözcülerinden Robert F Kennedy, Jr., “Amerika’nın Doğaya Karşı Savaşı” başlıklı makalesinde, ABD şirketlerinin çıkarları doğrultusunda on yıllardır çevreyi koruma çabalarını sistemli bir biçimde baltaladığını örnekleriyle anlatıyordu. Ama Bush yıllarının, görülmemiş bir çevre yıkıcılığı olarak tarihe geçeceğini belirttikten sonra, şu ağır yargı ile bitiriyordu makaleyi:

 

“Günümüzde George Bush ve yardakçıları, ülkemizi soyguncu baronların yağma alanı haline getirmekte, kamusal alanları dev kirleticilere peşkeş çekmektedir... Amerikalıların çoğu [büyük şirketlerin elindeki medyanın gizlediği] gerçeği öğrenebilseydi, onlar da bu Başkan’ın, Amerika’yı çocuklarımızdan çalan ahbap çavuşlarının yani şirketlerin önünü açtığını farkedip tıpkı benimki gibi büyük bir öfkeye kapılırdı.” (The Independent, 4 Aralık 2003)

 

Hangisi kazanacak? İklimbilimcilerle çevrecilerin karamsar bir şaşkınlıkla karışık öfkesi mi,  başkanlarla şirketlerin serinkanlı doğa düşmanlığı mı?

 

Cevap, sizce de önemlice gibi görünmüyor mu ?

 

Devamı haftaya...