Ne ligler gördüm, zaten yoktular...

-
Aa
+
a
a
a

Yapılacak olası bir şampiyonlar ligi muhasebesinde karşınıza Galatasaray’ın, olası bir Galatasaray muhabbetinde de Avrupa’nın, daha doğrusu (her ne kadar UEFA kupasını almışsa da) şampiyonlar liginin çıkması takdir-i ilahiden çok takdir-i insaf olsa gerek. Lakin devler ligi diye ifşa edilen, yeni formatıyla 11. düzenlenen bu organizasyona Galatasaray, pek çoğunda Türkiye ligi şampiyonu sıfatıyla, 2002-2003 ligi de dahil olmak üzere 8 kere katılmış. Ardından 2’şer katılımlarla Fenerbahçe ve Beşiktaş geliyor. Şunu da belirtmekte fayda var, Galatasaray gibi 8 kere katılmış, kupa gediklisi sadece Porto, Manchester Utd., Real Madrid, S.Moskova ve Rosenborg var. Ve 11 senelik tarihinde toplamda 83 takımın 1 ila 8 kere katıldığı göz önünde bulundurulursa, hiç de fena değil.

O kadar yemiş miydi?

Öte yandan katıldı da ne oldu sorusuna, yerel ölçekte verilecek kıyaslamalı cevaplar pek çokken, Avrupa ölçeğinde verilecek cevaplar (son 3-4 katılım sayılmazsa) maddi ölçüt dışında pek de parlak değildir. Ne yapmış Galatasaray 8 kere katıldığı bu kupada (8. katılım için bir şey söylemek için oldukça erken, çünkü bu yazı yazılırken GS henüz iki maç oynamıştı) ve bitirdiği 7 ligde, 56 maç oynarken bunların 15’ini galibiyet, 16’sını beraberlik, 25’ini yenik kaparken, tüm bu maçlarda 55 gol kaydedip, kalesinde 85 gol görmüş (O kadar yemiş
miydi yav?), toplamda da 49 puan kazanmış. En büyük başarısını da 2000-2001 sezonunda Lucescu’yla beraber çeyrek finale yükselerek kazanmış.

Memleketin diğer takımlarının puan durumlarını yazmak, katılım itibariyle pek gereksiz gibi gözükürken, FB açısından Manchester Utd’ı evinde Boliç’in golüyle (yanılmıyorsam 40 sene üzerine falan) 1-0 devirmek gibi güzelliğin dışında, ikinci katılımında ise kupa tarihinde Polonya temsilcisi FC Kosice’den sonra, kupayı “0” puanla kapayan ikinci takım olmasından dolayı trajik bir anıdır herhalde şampiyonlar ligi. Keza Beşiktaş açısından da 2000-2001 sezonunda yaşadıkları 3-0’lık tertemiz bir Barcelona zaferi dışında, 6-0’lık Leeds ve 5-0’lık Barcelona ve 4-1’lik Milan mağlubiyetleri de hatırlanması zarar bir lig ertesi çerçevedir. Kısaca; bir yerelden şampiyonlar ligi değerlendirmesi sonrası, R.Madrid’in 3 kez, Milan’ın 2 kez (1’i Marsilya’nın şikeyle kazandığı maçın iadesi sayesinde), Ajax, Juventus, B.Dortmund, Manchester United, Bayern München’in de birer kez kazandıkları bu kupanın arkasında, yanında ve önünde çevrilen muhabbetler neler, onlara bakalım.

Şişman tüp, hacı lahmacun ve Rüştü çikolatası

Herhalde hiçbirimiz (ki bu derginin okuyucularının kıllanma potansiyelleri hesaba katılırsa) futbolun baronlarının da bizler gibi dostlarla kaynaşık, alkol veya çay katkılı 90 dakikalık naif bir sosyalleşme içersinde maç izlediklerini düşünmüyordur. Lakin bunu düşünenlere, nasıl bir gaflet uykusunda olduklarına en güzel ve en basit yanıt, maç esnasında alttan üstten, soldan sağdan muhabbete italik son dönemin reklam arsızları, sinkaf zengini ekran küçültücü girişimci kafadır. (Özellikle mahşerin üç atlısı, son dönemlerin reklam zırtapozları şişman tüp, hacı lahmacun ve Rüştü çikolatasını özel ve tüzel kişilikte anmak isterim).

Tabii ki bu işin bizce tarafı, elalem daha başka zekice atılımlar derdinde, ki bu atılımlarını uzun zamandır sadece UEFA nezdinde değil FIFA nezdinde de yaptıkları lobilerle bu oyunun izlenim düzeyini arttırmakla parallel, oyundan gelecek kaynağa da ciddi şekilde teşnedir. Konunun bu kısımla ilgili tarafları öyle çatallı, öyle hin ve el insaflık’tır ki değinmek haddinden fazla önemli ve iç karartıcı olması vasılken, biz yine de muhabbetin aslına dönüp konunun yeni ulusal, bölgesel ve kıtasal lig formasyonlarının değişimlerine bir bakalım.

16-17 yaş üzeri her futbolseverin de anımsanacağı gibi, şampiyonlar liginin bu formatı, 100 küsur yıllık beynelminel futbol müsabakaları göz önüne alındığında oldukça gençtir. 1990’ların başında geçilen bu sistemin öncesi diğer iki kupa gibi (UEFA ve Kupa galipleri kupaları, ki bu sonuncusu artık yok) iki maç elemeli sistem üzerinden oynanıyordu. Keza iyi bir Galatasaray 1990 senesinde yarı finale kadar çıkarak bu toprakların futbolunun yeni açılımları noktasında, gelecek için pek iyi sinyaller veriyordu. Bizim gibi gönlü geniş, yaşamları korseli toplumlar için bu zaferler pek önemli yerler teşkil ederken Avrupa’nın önde gelen futbol efendileri ve futbolcularına akıllara ziyan paralar yatırmış şirketler ve kulüpler için durum parlak olmaktan çıkmaya başlamıştı. Lakin özellikle 90’larden sonra özelde Avrupa’yı genelde dünyayı saran/sarsan neoliberal, dizginsiz ekonomik politika ve yapılanmalarda yerini alana ve son derece gelişen Futbol Endüstrisinde bu tip sürprizlere kimsenin tahammülü yoktu. Lakin en basit bir ekonomik bakış açısında bile yerini alan yatırım-kâr döngüsünde, bu ikilinin iyi bir resmini yapmaya çalışan girişimci kafa, tablosundaki gereksiz deformasyonları gidermesi gerekiyordu veya en aza indirmesi. Bunun futboldaki dili de, ülkelerin en iyilerinin karşı karşıya geldiği ortamda, Real Madrid, Manchester Utd, Milan, İnter vb kulüplerin, dişli bir az yatırımlı, öz kaynaklı taraftarı az klüp tarafından al aşağı edilmesini engellemek en azından bu şanssızlık ve tesadüf! durumunda büyüğün büyüklüğünü yapacağı diğer şansları ona bahşetmekti.

Golle düşen hisseler

Örnek, 1993-1994 sezonunda, İngiltere’de Old Trafford’da oynanan Man.Utd- Galatasaray Şampiyonlar ligi ön eleme maçına gidenlerin eline tutuşturulan, reklamlarla bezenmiş broşürlerde İngilizlerin bu dev ve zengin kulübü çoktan şampiyonlar ligine sokulmuştu (özellikler sponsorlar tarafından). Fakat Arif’in bir (ki mahalle maçında atsa, o gol en az iki gol sayılırdı), Kubilay’ın iki golüyle sadece Manchester borsadaki hisseleri al aşşağı olmuyor, bir sürü kulüp sponsoru sükutu hayale uğruyordu.

Bu işler bu kadar basit olmamalıydı! Eğer bir yatırım yapılıyorsa, yatırım yapılan mal ortamda kendi başına bırakılmamalı, malın yer alacağı piyasaya da etki edilerek kâr garanti altına alınmalıydı. Lakin böyle verilecek onlarca örnek sonucunda Şampiyonlar Ligi zamanla da değişen, esnek ve belirgin düzenlemelerle bugüne geldi. Lakin ortam pek durulacak gibi gözükmüyor. Keza Dünya Kupasından önce Buenos Aires’te yapılan ve tüm ülke delegasyonlarının katıldığı FIFA kongresinde ve son dönem UEFA toplantılarının yapıldığı salonlardan yükselen ve bir şekilde bizim kulağımıza gelen seslere bakılırsa, Besim Tibuk’un önerileri gibi olmasa da, oyunun ırzına geçme noktasında pek arsız fikrin ortalıkta dolaştığı hasıldır. E hadi bu kadar laf ettik, iki örnek verelim; mesela maçın dört devre üzerinden oynanması, basketbol maçı gibi (aralara daha fazla reklam sokabilmek için), hakemin reklam alması vs.vs.

Öte yandan şampiyonlar ligi maçlarının gördüğü ilgi, alaka ve reyting düşünüldüğünde ve bu yüksek ilginin yerel liglerle kıyaslandığında ortaya çıkan sonuç, bir (Batı) Avrupa liginin gündeme düşürülmesine kadar gitti. Ülkelerin önde gelen kulüplerinin yer alacağı ve bir sezon boyunca sürecek lig. İtalya’nın veya İspanya’nın bu lige vereceği takım en az dört veya beş iken, Türkiye’nin bir.

Keza başta kulağa hoş gelebilecek gibi duran bu söylenti, birazcık kafayı zorlayınca ulusal futbol ve futbolcu gelişimine, çok düşük maliyetlerle, öz yatırım anlayışıyla son derece renkli kadrolar kurup ülkenin bir çok yerinden yetişen gençleri futbol arenasına sokabilecek kulüplerin idam fermanından başka bir şey değildir. Bu girişimin sonucu, amatör liglerden başlayarak, tüm liglerin tasfiyesine ve bir kaç kulüp dışında birçok kulübün altyapı şubelerinin dağıtılmasına kadar varacak bir garabettir. Lakin her ülkeden belli kriterlere uyan takımın seçileceği bu ligde, Türkiye gibi ilk dördü geleneksel olarak parsellenmiş ülkeler düşünüldüğünde, alt tarafların ne olacağı meçhuldur. Bu örnek Yunanistan, Portekiz, İsveç, Norveç, Belçika vb gibi yerler içinde verilebilir.

Futbolun G7’leri

Aslen bu işin başını çekenlerde bellidir. Bir rakamla bir harfin büyükçene yan yana geldiği her şeyden kıllanmakta ne kadar haklı olduğumu gösteren örnek gibi, futbolun G7’leri, yani içersinde İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya, Fransa, Portekiz (ki bu ikili oynamakta), Hollanda kulüplerinin olduğu girişimdir. Amaç ciddi yatırımlar, anlaşmalar yaparak oluşturdukları kulüplerini olabildiğince kendilerine benzeyen takımlarla oynatmak ve bu oynatma vesilesiyle yaptıkları yatırımların karşılığını alabilmektir. Bir UEFA şampiyonlar ligi maçı sonucunda alınan para değerlendirildiğinde (reklam,
stat, yayın gelirleri hariç) bu ligde yer alan takım için hiç de yabana atılası bir değer değildir, kasasında giren. Mesela son GS’nin Lokomotif Moskova galibiyetinden aldığı meblağ 4,5 milyon franktır. Bir de izlenme oranı son derece yüksek olan bu karşılaşmaların tüm sezon sürdüğünü ve sponsor firmaların yerel ölçekten çok daha fazla kıtasal ölçekte hareketi vesilesiyle artan sponsorluk sözleşmeleri, yayın anlaşmaları ve ürün satışları bu paralar eklenince, şanslı kulüplerin ve ulusötesi şirketlerin yerel futbol endüstrisini umursayacağını sanmak safdillikten başka bir şey değildir.

Diğer taraftan bu lige karşılık Hollanda- Belçika- Lüksemburg-İrlanda ve İskoçya’yı kapsayan Benelux ligi projeleri de farklı kanat atakları olarak değerlendirilebilecek ve üzerine ayrı bir yazıda değinilecek konulardır. Belki de ileride biz de Yunanistan ve Balkan ülkeleriyle ortak bir lig düzenleriz, kim bilir?

Şimdilerde ciddi tepkilerle karşılaştığı için rafta bekletilen bu girişim, galiba ileride Demokles’in kılıcı gibi futbol oyunun tepesinde sallanacağa benzer. Ee bir de diğer efe kuruluşlar, G7’ler, IMF, Dünya bankası gibi kuruluşları bir türlü rahat toplaştırmayan alternatif küreselleşmeci kardeşlerin, bu olaya da müdahil olmadığı düşünülürse, adamlar tabii ki bu kadar rahat toplana toplana daha ne yumurtalar çıkartacaklardır.

(Gelecek dergisinin bu ay çıkacak sayısında yayınlanacaktır.)