Milliyetçilik Avrupa Uluslarının Düşmanı Haline Geldi

-
Aa
+
a
a
a

Guardian

4 Ekim 2005

 

Fransa ve Hollanda vatandaşları sözlerini söylediler. Önerilen Avrupa anayasası öldü. Çok yaşa…! Ne? Bunu Avrupa'yı savunanlar söyleyecek. Avrupa'ya kuşkuyla bakanların (Eurosceptics) gündemi ele geçirmesine izin vermemeliyiz. "Hayır"a pozitif ve yapıcı bir tepki göstermeli ve mücadele etmeliyiz.

 

Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana siyasi kurumlar-kuruluşlar alanında gerçekleştirilen en özgün ve başarılı tecrübedir. Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonra Avrupa'yı tekrar birleştirdi. Ukrayna ve Türkiye'ye kadar uzanan bir alanda siyasi değişiklikleri etkiledi - eskiden olduğu gibi askeri değil barışçıl yöntemlerle. Şu anki büyüme seviyesi hayal kırıklığı yaratsa da ekonomi alanındaki yenilikleri vasıtasıyla milyonlara refah getirmekte bir rol oynadı. Avrupa'daki en yoksul ülkelerden biri olan İrlanda'nın en zenginlerden biri olmasına yardımcı oldu. Daha önceleri her biri diktatörlükle yönetilmiş olan İspanya, Portekiz ve Yunanistan'a demokrasinin getirilmesinde yardımcı oldu.

 

İnsanı asıl düşündüren AB'nin başarısızlığından ziyade çok başarılı olmasıdır. Batı ve Doğu Avrupa'yı tekrar birleştirmek 20 yıldan daha az bir süre önce imkânsız görünüyordu. Ancak yeni üye ülkelerin vatandaşları bile soruyor: "Bu iş nerede sona erecek?" En çok fayda sağlayanlar için bile AB, küreselleşmeyi yeniden şekillendirmek yerine küreselleşme için bir hızlandırıcı ve yardımcı olduğu hissini uyandırabilir.

 

Bu düşünceler, ulusun görünür güvenliğine duygusal bir geri dönüşü tetikleme eğiliminde. Yine de AB bir gecede feshedilirse, toplumlar kendi ulusal ve kültürel kimliklerinde kendilerini daha çok değil daha az güvende hissedeceklerdir. Diyelim ki, Britanya'daki Avrupa kuşkucularının istediği oldu ve Birleşik Krallık AB'den ayrıldı. Bundan sonra Britanyalıların daha açık bir kimlik anlayışı olacak mı? Kendi meselelerini yürütmek için daha fazla egemenlikleri olacak mı?

 

Her iki sorunun da cevabı, "hayır olmayacak". İskoçlar ve Galliler neredeyse kesin olarak her şekilde AB'ye bakmaya devam edecekler, belki de Birleşik Krallık'tan ayrılacaklar. Ve Britanya - veya İngiltere - egemenliğini kazanmak yerine kaybedecek, eğer egemenlik ifadesi, daha geniş bir dünyayı etkilemek için gerçek güç anlamında kullanılıyorsa.

 

Buradaki paradoks, çağdaş dünyada milliyetçi veya tecrit edici düşüncelerin ulusun ve çıkarlarının en kötü düşmanı olduğudur. AB, bilinen anlamda egemenliğin gerçek güçle değiştirilebildiği, ulusal kültürlerin beslenebildiği ve ekonomik başarının geliştirildiği bir arenadır. AB, ticarette, göçmenlikte, hukuk ve diğer konularda, çevre, savunma ve başka bir çok alanda ulusal çıkarları ulusların kendi başlarına yapabileceğinden daha fazla geliştirebilecek bir güce sahiptir.

 

AB'yi "tamamlanmamış ulus" veya "tamamlanmamış federal devlet" yerine yeni tür bir kozmopolit proje olarak düşünelim. İnsanlar olası bir federal süper devletten korkarlar ve bunda haklılar. Güçlü bir Avrupa, ulusların kalıntıları üzerinde yükselemez. Ulusun kalıcılığı kozmopolit Avrupa'nın koşuludur ve bugün sayılan nedenlerle tersi de doğrudur. Uzun bir süredir Avrupalıların birleşmesi esas olarak farklılıkları ortadan kaldırarak gerçekleştirildi. Ancak birlik, tam benzerlik demek değildir. Kozmopolit bakış açısından, farklılık sorun değil, çözümdür.

 

 

Anayasanın engellenmesini takiben AB'nin geleceği birden bire biçimsiz ve belirsiz gözükmeye başladı. Ancak öyle olmamalı. Avrupa yandaşları kendilerine şu üç soruyu sormalılar: Dünyadaki değerleri için ayağa kalkan bir Avrupa istiyor muyuz? Ekonomik açıdan güçlü bir Avrupa istiyor muyuz? Adil ve sosyal açıdan adaletli bir Avrupa istiyor muyuz? Bu sorular retorik görünebilir, zira AB'nin başarılı olmasını isteyen herkes bu üç soruya da olumlu yanıt verecektir.

 

Bunun oldukça sert çeşitli sonuçları olacaktır. Avrupa'nın sesinin dünya sahnesinde duyulmasını ve ona değer verilmesini istiyorsak, ne genişlemeye son verilmesini isteyebiliriz ne de AB'nin yönetim sistemini terk edebiliriz. Genişleme, birliğin en güçlü dış politika aracı, barışın, demokrasinin ve serbest pazarın yayılmasını hızlandırıcı bir yöntem. Örneğin AB'ye giriş kesilirse Balkanların durulması için görünen herhangi bir umut yok. Burada başka bir çatışmanın patlak vermesi tam bir felaket olur.

 

AB, Türkiye'yi dışlamaya karar verirse jeopolitik olarak çok büyük bir potansiyel nüfuz kaybına da uğrayacak. Türkiye'nin kendisi karşıt görüşlerle bölünmüş durumda. En son kamuoyu yoklamalarında, bazı üye ülkelerin Türkiye'nin üyeliğine karşı düşmanlık göstermeleri sonucunda Türkiye içerisindeki desteğin azalmakta olduğu ortaya çıktı.

 

Benzer düşünceler yönetim için de geçerli. AB, daha fazla siyasi yenilik olmaksızın etkili bir küresel rol üstlenemez. Tek bir AB Dışişleri Bakanı bulunması teklifi yürürlükte kalmalıdır. Karşılıklı mutabakatla karar almak için Nis anlaşmalarından kalan hantal yönteme göre daha etkili olan yöntemler gereklidir. Ve AB politikalarının tesis edilmesinden önce ulusal parlamentolara daha fazla danışılması gerektiğini söyleyen anayasadaki öneriler kesinlikle hem demokratik hem de makul.

 

Siyasi ve diplomatik nüfuz her zaman için ekonomik ağırlığı da yansıtır. Tüm o Avrupa yandaşlarının Komisyon'un ve üye ülkelerin liderlerinin harekete geçmesi için baskı yapmalarını sağlayacak her şey yukarıda. Fransa'daki ve Hollanda'daki "hayır" oylarının esas olarak sosyal ve ekonomik endişelerden kaynaklandığını biliyoruz - bu endişeler yukarıda bahsedilen daha büyük korkulara dönüşüyor. Kısaca, Avrupa Birliği diğer başarılarına rağmen, ekonomik açıdan çok iyi değil. ABD'den çok daha düşük büyüme seviyelerine sahip, Hindistan ve Çin gibi az gelişmiş ülkelerden bahsetmiyoruz bile. AB'de 20 milyon işsiz var ve ekonomik olarak etkin olmayan 93 milyon insan var, bunların bir çoğu mümkün olsa çalışmak istiyorlar.

 

Kısaca, Avrupa değişim için vites büyütmeli. Ancak reformla birlikte sosyal adalete olan ilgimizi korumalı ve hatta derinleştirmeliyiz. Tony Blair kısa bir süre önce bu konuyla ilgili olarak Avrupa genelinde bir tartışma yapılmasını istedi. Bunda haklı olduğuna inanıyoruz. Bazı ülkeler ekonomik büyümeyle yüksek sosyal koruma ve eşitlik seviyelerini birleştirmede önemli ölçüde başarılı oldular - özellikle Kuzey ülkeleri. Bakalım Avrupa'nın geri kalanı onlardan ve ayrıca dünyadaki diğer başarılı ülkelerden ne öğrenecekler.

 

Biz, uzun ve kaba da olsa, anayasanın destekçileri olarak yaıyoruz. Reddedilmesi Avrupalıların bazı temel gerçeklerle yüzleşmesine ve bunlara tepki göstermelerine neden olacak - umarız olur. Avrupa Birliği bu yüzyılda, küresel arenadaki başlıca güçlerden biri olabilir - ama tek başına değil. Bu, Avrupa'yı savunanların istemesi gereken şey. Haydi gerçekleşmesini sağlayalım.

 

 Çeviren: Evren Dağlıoğlu

Ulrich Beck, Münih Üniversitesi'nde sosyoloji profesörüdür.

 

Anthony Giddens, London School of Economics'in eski yöneticilerinden biridir.