Haftanın Kitapları: 23.03.2012

-
Aa
+
a
a
a

der. Kemal Varol

Memleket Garları

İletişim Yayınları, 2012, 224 s.

 

Yakın zaman önce yayımlanan Memleket Garları, tam da “Haydarpaşa emekli oluyor!”, “Haydarpaşa’dan son sefer” gibi başlıklara sahip haberleri okuduğumuz günlere rastlayan, dolayısıyla manidar bir kitap oldu. (Taksim Topçu Kışlası projesiyle birlikte Haydarpaşa Garı ve çevresinde neler olduğuyla ilgili en son bilgileri, Açık Mimarlık programına konuk olan mimar Cem Kozar vermişti. Programın kaydını bu sayfalarda bulmak mümkün.) Bir derleme olan Memleket Garları kitabı da Haydarpaşa Garı’yla açılıyor. Haydarpaşa ve Sirkeci garlarını bir arada değerlendiren yazısında Yonca Kösebay Erkan, söz konusu garlara ilişkin tarihçenin ve hatta teknik bilgilerin ardından kaçınılmaz olarak Marmaray Projesi’ne de değinmiş: ”2004 yılında aktifleşen Marmaray Projesi, 1860 yılında Perault tarafından ortaya atılan, iki kıta arasındaki demiryolu ulaşımının bağlanması fikrine dayanıyor. Buna göre Söğütlüçeşme’den toprak altına girmeye başlayan hat, Kazlıçeşme civarında toprak üstüne çıkarak kesintisiz demiryolu ulaşımını sağlayacaktır. (...) Ancak bu proje, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının ilk kez birlikte anılmasını sağlamıştır. Çünkü Boğaz’ın kenarında konumlanan her iki istasyon da batırma tünele erişim sağlanabilmesi için işlevsiz bırakılmaktadır. Teknoloji bağımlısı bir sistem olarak demiryolu alanlarının değişmesi-dönüşmesi kaçınılmazdır. Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının çevresel ölçekte en önemli özelliklerinden biri yüzyılı aşan bir süredir çok sayıda insan tarafından kullanılan, gündelik hayatın parçası olmuş birer yapı olmalarıdır. Günümüzde halen kullanılmakta olmaları, onları kentsel kültürel peyzajın en önemli unsurlarından biri kılıyor. Bu tür çok katmanlı kentsel alanların, geçmişin verileriyle geleceğe taşınması, evrensel koruma ölçütlerinin temel amacıdır.” Bütün görkemiyle karşımızda duran Haydarpaşa Garı hep ön planda kuşkusuz ama aynı durum hat boyunca diğer istasyonlar için de geçerli. Buna da dikkat çeken Yonca Kösebay Erkan’ın son cümlelerinin ise altı özellikle çizilmeli: “Koruma terminolojisinde ‘kendi kendini koruyan yapılar’dan söz edilir. Bunlar herhangi yasal bir düzenleme olmaksızın ayakta kalmayı başarabilmiş yapılardır. Sirkeci ve Haydarpaşa garları da bu tür yapılardır. Arzulanan; günümüzün acil ihtiyaçlarının geleceğe ipotek koymamasıdır. Bir başka deyişle, tren düdüklerinin yerin altında değil, kentin kalbinde duyulmaya devam etmesidir.”

Yonca Kösebay Erkan’ın kitapta bir yazısı daha var; “Tarihin Gizlendiği Hadımköy Tren İstasyonu.” Bu yazı da benzer bir yapıda, bir makale şeklinde kaleme alınmış. Ancak kitabın geri kalanındaki yazılarda Behçet Çelik, Ahmet Büke, Feridun Andaç, Enver Sezgin gibi isimlerin memleketin diğer garlarına (Eskişehir, Samsun, Ankara, Adana, İskenderun vd) ilişkin yazıları daha çok öykü, deneme, anı kategorilerinde değerlendirilmeli. Bakış açısına göre, bu farklı tarzda yazıların kitaba hareketlilik sağladığı da söylenebilir, bütünlükten uzaklaştırdığı da...

Söz açılmışken, Kemal Varol’un derlediği bir başka “demiryolu” kitabını daha hatırlatalım. 2010 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan Demiryolu Öyküleri isimli bir seçkiydi bu kitap. Sait Faik ve Sabahattin Ali’den başlayarak Oğuz Atay, Cemil Kavukçu, Behçet Çelik ve Faruk Duman’a dek toplam yirmi bir yazarın kitaplarından seçilmiş, demiryollarının değişik ya da değişen yüzleriyle ilgili öyküleri yer alıyor... Kemal Varol, ilk sayfalardaki yazısında, “Her edebi metin bir yola çıkış hikâyesiyse, demiryolları her ikisini de veriyor yazarlara,” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Tıpkı birbirine bağlanmış vagonlar gibi, öyküden öyküye geçtikçe insanın çeşitli durumlar karşısındaki hallerini anlatan öykülerdeki demiryolu algısı iyiden iyiye öne çıkmaya başlıyor. Tıpkı yolda olan gibi yolun kendisi de konuşmaya başlıyor zamanla.”

Rıza Kıraç

Cin Treni

Altın Kitaplar Yayınevi, 2012, 253 s.

Cin Treni, en son Dolphin Video isimli romanını okuduğumuz Rıza Kıraç’ın aslında ilk kitabı. Daha önce iki farklı yayınevince yayımlanan roman, Altın Kitaplar tarafından bir kez daha basılmış oldu.

Bir cinayet oyunu teması etrafında dönüyor Cin Treni; İzmir’den ve sevgilisinden ayrılıp İstanbul’a gelmiş, gazeteci bir arkadaşının yardımıyla bir aile holdinginde önemli bir mevkiye getirilen Muharrem yer alıyor romanın merkezinde. Hikâye belki belli klişelerle başlıyor (güzel kadınlar, çekici erkekler, kolaylıkla kurulan ilişkiler, maddi sıkıntıların olmaması) ama ilk sayfalardan itibaren hissedilen (hissettirilen) tekinsizlikle, merakı canlı tutmayı başarıyor Rıza Kıraç. Bir akşam yemeği sırasında dile getirilen tehlikeli oyunla birlikte olayların da temposu artıyor... “Robin Hood ya da Köroğlu olmaktan bahsetmiyoruz, Hercule Poirot’nun, Sherlock Holmes’un peşinden koştuğu suçlulardan biri olmaktan söz ediyoruz.”

Sonuç olarak polisiye roman okurlarının gözünden kaçmayacak bir roman Cin Treni, yeni basımıyla birlikte yeniden raflarda daha görünür olması aynı zamanda bir hatırlatma da olacaktır; ama eleştirmen Ömer Türkeş’in kitapla ilgili şu cümlelerini de hatırlatmış olalım: “Polisiye metinlerden çok polisiye sinemaya olan ilgisini gizlemeyen Kıraç’ın sık sık sinemacı yanı ağır basıyor ve mekânları –sanki kamera nasılsa gösterecekmiş gibi– yeterince işlemiyor. Gerçi zaman zaman mekân tarifleri var; mesela İzmir’e gelen Muharrem’in dolaştığı Pasaport ve Kıbrıs Şehitleri Bulvarı tasvirleri gerçekten güzel ve canlı ancak cinayet oyunu sürerken böylesine zengin sahneler bulamıyoruz.” (http://www.cinairoman.com/?p=1635)

Semih Gümüş

Çözümleyici Eleştiri

Can Yayınları, 2012, 196 s.

“Son zamanlarda okuduğumuz kitaplar üstüne düşünmekle yetinmeyip belki aynı düzeyde tutunabilecek eleştiriler yazmaya da başlayabiliriz. Bir yerden sonra yakalayabiliriz treni. Kim atlarsa vagonlara, onlarla gidilir o yola.” Semih Gümüş, yeni kitabı Çözümleyici Eleştiri’ye yazdığı önsözü bu cümlelerle noktalamış. Gümüş’ün yazılarını çeşitli yayınlardan takip edenlere yabancı gelmeyecektir bu kitapta bir araya getirilenler. Başlık ise daha yeni; “Çözümleyici Eleştiri, Semih Gümüş’ün ilk kez bir kitabın başlığına çıkardığı bir eleştirel yaklaşımı ifade ediyor.” Belli isimler ve eserler üzerinden edebiyat eleştirisini irdeleyen yazılarıyla Semih Gümüş, okuma biçiminin yanlışlığını gösterme niyetinde. Yalnızca okurlar açısından değil, eleştirinin yaratıcılığa katkısına da değinip yazarlara da haklı bir sitemde bulunuyor: “Okuyabileceklerini –başta roman olmak üzere– öncelikle öteki türlerden seçen okurları anlıyorum da, yazarların da aynı yerde duruşunu anlayamıyorum”. “Eleştiri, Kriz, Körlük” başlıklı yazısındaki şu cümlelerini de bu doğrultuda alıntılayabiliriz, özellikle “Türkiye’de eleştiri yok,” cümlesini dile getirip kenara çekilenleri düşününce: “Edebiyatımızdaki düşünce üretimi eksikliğini tartmadan eleştirinin eksikliğinden söz açanların ne dediğine bakmak, zaman yitirmektir. Önce kendi düşünce eğrisinin aşağı doğru inişine açık yüreklilikle bakmalı ki yazar, sonra eleştirinin günümüzde geçmiştekinden daha zayıf olduğunu öne sürebilsin. Düşünce körlerinin kriz yaratması beklenemez. Çözümleyici Eleştiri, eleştiri krizine ilişkin saptamaları yeni bir krizin adımı olarak kullanmayı da kendi kendine amaçlıyor elbette.”

Semih Gümüş’ün belli isimler ve eserler üzerinden kurduğu yazılarına bir bütün olarak baktığımızda, Metis Yayınlarının “Metis Eleştiri” dizisindeki kitaplardan bir hayli yararlandığını görüyoruz. Eleştiri alanındaki önemli çalışmaları içeren “Metis Eleştiri” dizisi, bir yerden sonra treni yakalamak isteyenler için iyi bir çıkış noktası niteliğinde.

Wayne C. Booth

Kurmacanın Retoriği

çev. Bülent O. Doğan

Metis Yayınları, 2012, 543 s.

Wayne C. Booth’un Kurmacanın Retoriği isimli çalışması, aynı zamanda Metis Yayınlarının “Metis Eleştiri” dizisinin de yirmi üçüncü kitabı. “Edebiyat eleştirisi alanında devrim yaratan ve kısa zamanla klasikleşen” bir çalışma olarak nitelendirilen Kurmacanın Retoriği, eminim birçok kişinin bu diziden çıkmasını beklediği kitaplardan biriydi… Aslında bu kitap orijinal olarak ilk baskısını 1961’de yapmış, sonrasında 1983 yılında da genişletilmiş ikinci baskısı çıkıyor. Bildiğim kadarıyla Türkçeye ilk kez çevriliyor Wayne Clayton Booth, aslında yine “Metis Eleştiri” dizisi kapsamında yayımlanan Bakhtin’in Dostoyevski Poetikasının Sorunları kitabına bir sunuş yazmıştı.

“Kurmaca” kavramını Booth, Homeros'tan Shakespeare'e, Laurence Sterne'den Jane Austen ve Henry James'e, Proust'tan Joyce ve Beckett'a pek çok yazarın eserlerinden örneklerle sunarak ele alıyor; bir diğer deyişle, soyut kavramlar üzerinden yapmıyor incelemesini. Ama şunu da özellikle belirtmek gerekir; okurdan belli bir beklentisi de var kitaptaki metinlerin. Hatta önsözünde şöyle yazmış Booth: “Okurlardan bazıları kitabı beğendiklerini belirtiyor, ama yine de şart koştuğu dünya edebiyatı bilgisine ancak meslekten akademisyenlerin sahip olabileceğinden yakınıyorlar. Cerrahlık yapan ve okumayı seven bir arkadaşım şöyle dedi: ‘Gönderme yaptığın romanların muazzam sayıda olması sorun değil – ama gönderme yapma şeklinde sorun var: O hikâyelerin tümünü okumamızı bekliyor gibisin.’ Bunu kompliman saymayı tercih ederim; çünkü ‘özerklik’ peşindeki pek çok eleştirinin kendi kavram dağarcığından başka hiçbir şeye gönderme yapmadan Büyük Boşluğa doğru sürüklendiği bir zamanda, eleştirdiği malzemeye temas eden ve saygı gösteren eleştiriye muhakkak yer olmalıdır.”

Robert-Jean Longuet

Büyük Dedem Karl Marx

çev. Renan Akman

Yordam Kitap, 2012, 224 s.

Özellikle yeni çıkan kitapları düzenli takip edenler fark etmişlerdir, son haftalarda Marx’la ilgili farklı yayınevlerince birçok kitap yayımlandı. Aslında kitapçılara ne zaman uğransa, mutlaka yeni bir Marx kitabıyla karşılaşmak mümkün, üstelik Marx’ın yaşamı, yapıtları ya da fikirleri doğrultusunda şimdiye dek ne kadar kitap yayımlanmışsa, bundan sonrası için de en az aynı sayıda kitabın yayımlanacağını rahatlıkla iddia edilebilir. Bu kitaplardan biri Bernard Cottret’in Karl Marx: Romantizm ve Devrim Arasında Bir Yaşam isimli eseri (Everest Yayınları). Burada bahsedeceğimiz kitap ise, daha “içeriden” bir bakışla kaleme alınmış bir Marx biyografisi… Kitabın ismine de yansıdığı şekilde Robert-Jean Longuet, Karl Marx’ın torununun oğlu. Sanırım önsözdeki şu cümleleri aktarmak kitabın içeriğine dair fikir vermekte yeterli olacaktır: “Pek çok dilde, Karl Marx ve Marksizm üzerine sayısız kitap yayınlanmıştır. Son yıllarda bulunan yeni elyazmaları ile mektupların, Marksizm enstitülerinde, özellikle de Moskova ve Berlin Marksizm-Leninizm enstitülerinde çalışan bilim adamları ve araştırmacılar tarafından titizlikle incelenmesi, yayın sayısını sürekli artırmaktadır. Yayınlanmış ve yayını sürmekte olan bu sayısız yapıt arasında biyografilerin sayısı diğer yapıtlara kıyasla daha sınırlıdır. Bunlarda da, Marx’ın büyük önem taşıyan araştırmalarına, bilimsel çalışmalarına ve olağanüstü siyasi etkinliğine ağırlık verilmektedir.” Kuşkusuz Marx’ın biyografisine bu şekilde bir yaklaşım son derece olağan. Üstelik belli başlı belgeleri incelemeden bir Marx biyografisi yazmaya kalkışmak da pek olası görünmüyor. Robert-Jean Longuet de benzer bir araştırmaya girişmiş, ama bu belgelerin yanına ekledikleri bu biyografinin özelliğini ortaya koyuyor: “İşe başlamadan önce en iyi biyografileri, hacimli yazışmaları, Moskova ve Berlin enstitülerindeki belgeleri yeniden okuyup aile mektuplarını ve anılarını bunlara ilave ettim. Bu anıların başında, Marx’ın en büyük torunu, Londra’dayken dedesinin şımarık çocuğu olan küçük “Johnny’nin, yani babam Jean Longuet’nin bana anlattıkları geliyordu.”

David Harvey

Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz

çev. Bülent O. Doğan

Metis Yayınları, 2012, 371 s.

Harvey’nin kitabı ise, daha “alışıldık” bir Marx kitabı olarak nitelendirilebilir. 2007 yılında İthaki Yayınlarından Kapital’i Okumak isimli kapsamlı bir kitap yayımlanmıştı. Harvey’nin kitabı da bir kılavuz… Akademide yaklaşık kırk yıldır sürdürdüğü Kapital derslerinden hareketle ve öğrencilerinden gelen soru ve tepkileri göz önünde bulundurarak hazırlamış bu kitabı ve şöyle bir açıklama yapmış: "Her şeyin her şeyle nasıl ilişkilendiğini daha iyi anlamak ve böylece kendi tikel çıkarlarını ve pratik siyasi çalışmalarını daha iyi konumlandırıp bağlama oturtmak için sağlam bir teorik zemin arayan pek çok öğrenci ve aktivist var. Marksist teorinin temellerine dair bu sunumun onlara yardımcı olacağını umuyorum... Bu 'kılavuz'un, bir tür seyahat kılavuzu gibi yola çıkmak isteyen herkese rehberlik etmesini amaçladım."

Mahfi Eğilmez

Kolay Ekonomi

Remzi Kitabevi, 2012, 213 s.

Mahfi Eğilmez, özellikle Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan iktisat kitaplarında, basit ve anlaşılır bir dil kullanmaya özen gösteriyor. Ama aynı zamanda akademi öğrencilerini de es geçmeyen bir üslup kullanıldığını söylemek mümkün. Ekonominin belli başlı kavramlarını, politikalarını –hatta “Ekonomi nedir, ne işe yarar?” sorusundan başlayarak– ele aldığı kitabı Kolay Ekonomi’yi de bu kitaplar arasında değerlendirebiliriz.

“Ekonomi çoğu insan için sıkıcı bir konudur. Çoğu kişi gazetede ekonomi sayfalarını şöyle bir bakıp geçer, televizyonda ekonomiyle ilgili tartışmalara denk gelirlerse kanal değiştirirler. Bu kitap ekonomi sayfalarını atlayanları, televizyondaki ekonomi programlarını görünce kanal değiştirenleri, ekonomi okumamış olup da ekonomide neler olduğunu merak edenleri, ekonomi okuyup da ekonomiyi sevmemiş olanları hedef alıyor. Onun için adı Kolay Ekonomi.”