Felsefe Light - XXXXII

-
Aa
+
a
a
a

Ocham'lı William'ın usturasını hatırlayan var mı?

 

İskoçya'nın da tüm cimriliklerine rağmen felsefeye katkıları dönem dönem olmuştur. Kant sonrasında da bu katkılardan söz etmek mümkündür. Bunlardan bir tanesi de Sir William Hamilton ve William Whewell. Nedense tüm İskoç filozoflarında bir Williamlık var.

 

Hamilton bazı ilginç katkıları ile ünlüdür. Bakın Tanrı konusunda hangi yargılara varmış:

 

Bir önermenin çelişik karşıtının kavranamazlığı onun gerçekliğinin sınanması değildir, çünkü önermenin kendisi de eşit ölçüde kavranamaz olabilir.

 

Yani Tanrının yokluğunun kavranamaz oluşu varlığının kanıtı değildir. O tabii sağ gösterirken sol vuruyordu. Yani bu önermeyi Tanrı için koymamıştı ortaya ancak döndü dolaştı konu Tanrıya geldi elbet. Ne dendi? Bakalım basitleştirebilecek miyim?

 

Ancak koşullu olarak sınırlı olanı bilebilecek bir yapısı vardır insanın. Yani varoluşu bilecek isek varoluşun bizde saklı halleri ile sınırlı olarak tanımlayabiliriz bu bilmeyi. Eğer bu böyleyse, ki gaipten bilgiler almadığımıza göre bu böyle, o zaman en son varlığı yani Tanrıyı bilemeyiz, çünkü en son olan koşulsuz olandır. Koşulsuz olan ise ya eksiksizdir ya da sonsuzdur, ama ikisi birden olamaz, çünkü Eksiksiz ve Sonsuz birbirleri ile çelişkilidirler. Sonsuz içinde mutlaka eksikli şeyler de bulundurmak zorundadır. O zaman Tanrı ya eksiksizdir ya da sonsuz. Tanrının eksikli olması Tanrı kavramı ile çatışır. O zaman da Tanrı sonsuz değildir. Ancak bu konuda bir karara varmak da zaten eksikli olan insanın yanılmadan yapabileceği bir şey değildir. Dolayısı ile akılcı bir Tanrı Bilimi olanaksızdır. Tanrı a priori olarak bilinemez.

 

Tanrı yok demedi ama neredeyse din yok dedi hazret. Hatta biraz daha belirginleştirdi konuyu. Tanrıya inanmak olanaklıdır, ya sonsuz ya eksiksiz olduğuna da inanabilirsiniz; her ikisi de olduğuna ise inanamazsınız. İki çelişik şeyi bir şey sanmak olmadığını iddia etmektir. Tanrı kavramını genişleteceğim derken yok edebilirsiniz.

 

Hamilton’u John Stuart Mill takip etti. Hazret babadan doğma filozoftu. Babası eğitimini bizzat yaptıran bir yazar-filozof olan James Mill'di. Ufak yaştan bilinçli eğitim filozofumuzun Mantık Bilimi üzerine yoğunlaşması ile sonuçlandı.

Bir diğer büyük İskoç filozofu olan David Hume ne demişti?

 John Stuart Mill (1806-1873)

Evrensel ve zorunlu bilgiye ulaşamayacağımızı öğretmişti bize. Biz bir şeyi bilirken daha önce bildiğimiz bilgilere benzetmeler yaparak o yeni şeyi tanımlarız, dolayısı ile yeni bilgi etkilenmiş bilgidir ve eksiksiz salt bir bilgi değildir demişti. Tüm bildiğimiz benzerlik, bitişiklik ve nedensellik yolu ile çağrışım yasalarına göre belli bir zamansal düzen içinde birbirlerini izleyen düşüncelerimizdir. Yani tek bir olgu için kendi başına ve hiç etkilenme olmadan çıkarsamalar yapıp onun gerçek bilgisine erişemeyiz demişti.

 

Öyleyse bilmek düşünce sıralamamızı incelemek, kazara oluşmuş, geçici çağrışımları elemek ve kalıcıları, dayanıklıları, değişmez olarak yinelenenleri doğru ve geçerli sırada bulmak demektir. Yani apaçık bir tümevarım yöntemi kullanmaktır bilmek. Çocuk ateşi görünce yanmayı hatırlayacaktır. Kıyaslama süreci ise böyle bir çıkarsama süreci değildir.

 

Yani ''Tüm insanlar ölümlüdür, Ahmet bir insandır, öyleyse Ahmet de ölümlüdür'' bir çıkarsama silsilesi değildir. Zaten ilk önermede bir bilinen verilmiş ve genel tanımlama yapılmıştır. Çıkarsama bir bilinenden bilinmeyene doğru olmalıdır, ki burada böyle bir bilinmeyene varım sözkonusu değildir. Peki böyle çıkarsamalar yapmak için gerekçemiz nedir? Tek gerekçe deneyim oluşturmaktır. Yani bilgiyi pekiştirmektir.

 

Hadi biz bunları bırakıp biraz light'laşalım.

 

Peki haz'lar ne olacak? Hep bilinmeyen ile mi uğraşacağız. Bir de hayattan keyif alma durumumuz var, değil mi ama? Bu noktada Mill, ustalarından bir tanesi olan Bentham ile fikir ayrılığına düşer. Bentham "Raptiye şiir kadar iyidir" demektedir. Yani nitelikte hazlar aynıdır. Mill ise "O kadar da değil be usta" der. Hazlar nitelikte ayrılacaklardır. Kavrayışı güçlü biri budala olmayı, eğitimli biri ise bir bilgisiz olmayı kabul etmeyecektir. Yani bilinçli yeteneklerin kullanımı ile birlikte giden hazlar, salt duyusal hazlardan daha yüksektirler.

 

Budalalar ve domuzlar böyle düşünmeyebilirler tabii ama onlar sadece olaylara bir budalanın veya domuzun bakış açısından bakabilirler.

 

Lafım meclisten dışarı...

 

İskoçya’dan İngiltere’ye zıplayalım

 

Geçenlerde bir şikayet aldım. "Nerede kaldı bu felsefenin light’lığı" diyorlardı. Valla haklılar. Ne yapıp edip az sulandıracağım.Bir evrimci ile başlayayım sulandırmaya.

 Spencer, Herbert (1820-1903)

Kraliçenin ülkesinden Herbert Spencer konuğumuz.Bir bilgi idealisti dostumuz. Bilginin üstüne titriyor. En sevmediği şey sıradan halkın eline geçmesi bilginin. Zaten bilimin bilgisi ile halkın bilgisi aynı şey olamaz, diyor.Bilimin bilgisi sentezi sever, hatta bundan ötesi de vardır. Bilimin bilgisi bölümsel olarak birleşiktir; ya felsefenin bilgisi? İşte o bütünsel olarak birleşiktir. Halkın bilgisi ise, yani sıradan insanların demek istiyor, birleşik değildir, bağlantısızdır, tutarsızdır ve de birbirini tamamlamaz.

İşte ey beni okuyanlar.

Siz busunuz......Ben de tabii ki birleşik bilginin light formuyum.Artık hangisi daha iyi, siz karar verin.Eğer idrakın hem benzerlik ve ayrımı keşfetme yeteneği, hem de mantıksal tutarlılık istemi olmasaydı bilgi de olanaksız olurdu. Buradan startını alır Spencer ve de sonunda idrakın bu işlevlerinin hiçbirinin bireysel deneyim sonucu olmadığını iddia eder. Bu ortak bir toplumsal deneyim sonucu oluşmuş bilgi olmalıdır. Eh o zaman da bu bilgi zaman içerisinde değişe değişe oluşmuştur.Yani evrim.Kilise gene yerinde zıplamıştır vallahi.Neymiş efendim...Vardığımız en genel bilgi daha da genelleştirilemezmiş. Yani bu nokta bilginin o andaki en son ulaşabilinecek noktası imiş ve de o bilginin açıklaması bizi artık açıklanamaz olana getirmeliymiş.Peki ne zamana kadar?Bilinçte köklenmiş düşünceler sistemini geliştirmek, temel sezgilerimizin önemlerinin farkına varmak ve bu sezgiler ile bilgilerin önermelerini ilişkilendirmek felsefenin işidir. Yani biz filozoflar sizi evrimleştirene kadar.Peki filozof yeni icadını nasıl kavrayacaktır?Orası kolay. Düşüncenin geçerliliğinin kabulü için bir yandan onun zorunluluğuna (bunu anlamak çok kolay, karşıtı kavranamıyorsa demek ki zorunludur) ve öte yandan da sonuçların pratik ile çakışmasına bakacaktır. Basit değil mi? Yapın da göreyim bakayım sizi avam sürüsü...Az daha çıkarsama yapalım hazretin keşiflerinden.Bilim ve din şu noktada anlaşabilirler: Tüm fenomenlerin ardında bir Mutlak Varlık vardır. Din sanki üstüne vazifeymiş gibi bu tözü bize yorumlamaya, hatta bırakın yorumlamayı kanıtlamaya çalışır. Ama şu da bilinmelidir ki, bir din ne denli gelişkinse Mutlakın tam bir gizem olduğunu o denli iyi anlar. Bunu beceremeyen yani gelişmemiş dinde Mutlak Varlık kassal yani itip kakan, alıp götüren satamadan getiren, bulanık bir güç kuvvet gösterisi olmaktan ileri gidemez.Ve de sonunda evrim. Felsefenin işi şeylerin evrensel yasasını bulmak. Bunu da sadece evrim yasasında buluruz. Evrim sürecinde çeşitli yol ayrımları vardır. Önce yoğunlaşma gelir sonra ayrımlaşma, en sonda da belirlenim.Yani kısacası bulut oluşurken önce su buharları yavaş yavaş bir araya gelip bir bulut oluşturur. Bir kütle haline gelen bu bulut öbürlerinden ayrılır ve de nihayet bu ayrımlaşmış bulutlar bir araya gelerek bir küme oluşturup artık tanımlanmayı hakedecek hale gelirler.Evrensel sentez yasası maddenin bütünleşmesi ve hareketin dağılmasından oluşur. Evrim de budur zaten. Hem yoğunlaşma hem de ayrışma bir denge durumuna eriştiğinde evrim de doruğuna ulaşacaktır ki, buna biz kısaca yevm-ül beter diyoruz.

Haftaya: Pragmatizm; son bölüm...